Bu köşede çoktandır bir şey yazamadım. Buna hiç bir durumun mazeret olamayacağını da biliyorum. İlla mazeret soracak olursanız alın size mazeretler.
Mazeret olarak, tükettiğiniz simitten çaya her şeyin içinde siyaset olduğu halde, kimilerinin ısrarla “15 Ocak’ta mutlaka bir şeyler olacak, ne olur siyasi yorum yapıp kazları ürkütmeyelim” türü söylemlerinden etkilenip, “müsebbip ben olmayayım” diyerek, “Mücadeleye hep konuşarak değil bazen de susarak katkıda bulunulabilir” yaklaşımı gösterdim diyebilirim..
İnternet ortamında bazı meslektaşlarımın sorunlarımızla ilgili yaptığı yorumların üsluplarını, yazıp çizdiklerini görüp, “Ben neredeyim, kimlerle beraberim?” moduna girmiş, bir süre bu sorunun cevabını aramış olabilirim.
Zaman zaman bir şeyleri paylaşmaya niyetlenip, ülkede işlenen güncel hukuk cinayetleri ve adice kurulan tertiplerle ilgili bir iki cümle kurmaya kalktığımda, kapasiteleri , hak arama ile çağdaş bir insan olarak hukuksuzluklara karşı çıkmayı birbirinden ayırt etmeye yetersiz kişiler tarafından, “Yıldız meraklısı” olma sıfatı ile nitelendiğim aklıma gelip vazgeçmiş olabilirim.
Sonuçta bütün bunların toplamı olarak, bir şeyler yazmayı canım istememiş, elim varmamış olabilir.
Tabii bu anlattıklarımın TEMAD’a yapacağım çağrı ile ilgisi yok.
Diğer yandan da, zamanın susma zamanı olmadığını anladım ve ülkenin güncel durumu ile ilgili bir çağrı yapmaya karar verdim. Çağrım, en başta üyesi bulunduğum Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği TEMAD’ın Genel Merkez Yönetimi’ne. Ayrıca TESUD’a, konuyla ilgili şehit ve gazi derneklerine.
Bilindiği üzere, emeklisiyle muvazzafıyla biz assubayların sorunları her ne kadar dağ gibi yerinde duruyor olsa da, iki yıl öncesine göre bu günkü geldiğimiz aşamada sorunlarımızın durumunda farklılıklar var. İki yıl önce sorunlarımızı olduğunu duyurmakta zorluk çekerken, bu gün derneğimiz TEMAD sayesinde kamuoyuna duyurma diye bir sorunumuz yok. Sıkıntılarımızı çözme konumunda olan makamların, sorunlarınızı duymadık bilmiyoruz gibi bir mazeretleri olamaz. Ben sorunlarımızın bilindiğini, aksine ülkenin içinde bulunduğu ortam nedeniyle çözüme kavuşturulmakta ayak süründüğü, kasıtlı olarak el atılmadığına inancındayım.
Bu cümleden olarak, yirmi yıl hizmetli assubayların, haftada ikişer üçer , intiharlar etmeleri karşısında, kimsenin kılının kıpırdatmaması, hiç bir rütbelinin ve siyasinin bu konuda sesinin çıkmaması tesadüfi olamaz diyorum. Assubay ve emeklilerinin sorunlarını çözmek yerine savsaklanıp, Türk Ordusu’nu yıpratmasında kullanılmasının daha çok işlerine geldiği duygusunu taşıyorum.
Demokrasiyi sadece dört yılda bir sandık başına gitmek sananların tepkilerini da dikkate alarak, “Siyaset yapıyorsun” tepkilerine karşı, ülkenin içinde bulunduğu durumu açıklamak için, hayatta başka bir alanda karşılaşabileceğimiz bir örnekle anlatmaya çalışacağım.
Kiralık bir binanız var. Kiralık binanız için iki talip çıkıyor. Kiracıyı ihale yoluyla seçmeye karar verip, bu yolla kiracıyı tespit ediyorsunuz. Binayı ihaleyi kazanan kiracıya teslim ederken detaylı bir kontrat yapıyorsunuz. Yaptığınız kontrata şart olarak, kiracınızın, gerekirse parkeleri, mutfak dolabını, termosifonu, pencere doğramalarını değiştirebileceğini, ama binanın duvarlarını, taşıyıcı kolonlarını ve binanın adını asla değişiklik yapamayacağını, bu yetkileri tanımadığını, teşebbüs etmesinin suç teşkil edeceğini açık açık yazıyorsunuz. Kiracı da şartları kabul edip, imzalayıp binaya taşınıyor. Bu kontrat, binanın özelliğini koruması ve binanın bekası için sizce o kadar önemli olacak ki, ihalede ikinci olan talipliye de, kiracının kontrata uyup uymadığını denetlemesi için yetkili kılıyorsunuz.
Kiracı binaya taşındıktan bir süre sonra “parkelerin ve mutfak dolabının renkleri pek hoş değil, değiştireceğim” diyor ve değiştiriyor. Seçtiği renkler, kiralayan olarak tam içine sinmese de, kiracıya bu konuda yetki verdiğiniz için sineye çekiyorsunuz.
Olay bu kadarla kalmıyor. Ardan bir müddet geçtikten sonra, kiracı ciddi ciddi “Pencere doğramaları da hoşuma gitmiyor, bu haliyle bina da hoşuma gitmiyor, binanın duvarlarını yıksam, iki kolonunu kessem mi demiştim ama, içimden en iyisi, mevcut binayı yıkıp iki bölmeli olarak yeniden yapsam, hatta binanın adının da değiştirip, binayı mafyadan yanıma alacağım bir kişilerle de paylaşsam diyorum. Bu konuda da kararlıyım.” diyor. Hatta bu yapmayı planladıklarımın kontrata uymadığının da farkındayım. Bunları yapmak için yasaları kuralları rafa kaldıracağım, karşıma beni cezalandıracak bir güç çıkarsa cezamı çekmeye razıyım diyor.
Bu arada kiracının kontrata uyması konusunda denetleme görevi verdiğiniz, kiralama ihalesinde ikinci olan kişinin, binada kiracının kontrat dışı yapmaya kalktığı işlere engel olmasını, en azından kiracınızın kontrata uymamasıyla ilgili olarak sizi uyarmasını, kiracıyı size şikayet etmesini, kiracıya karşı sizinle beraber olmasını bekliyorsunuz değil mi? Hayır öyle olmuyor. Konuyla ilgili olarak ne dese dese beğenirsiniz? Dönüp kiracıya, “duvarları yıkabilirsin ama yeni duvarı, briketten değil tuğladan ördür. Binanın kolonlarını da kesebilirsin, ama yeni yaptığın kolonlar ahşaptan olsun, ahşabın dışını da alçıpenle kapla. Mafyayı yanına almanı, mafya belki ehlileşir, sokak mafyadan kurtulur umuduyla onaylıyorum. Bu umutlarla görmezden geliyor, size bu konuda kredi açıyorum” diyor.
Kiracınıza, “Bu ne haldır, bu yapmaya kalktıklarınız kontrata uymadığı gibi, hiç bir yasa kurala da uymamaktadır” diye haber gönderdiğinizde, kendisi sizle muhatap bile olmak istemediğini anlıyorsunuz; çünkü ayağınıza gelip sizinle konuşmak yerine, hiç bir yasa ve kuralda yazılı olmayan bir hamle daha yapıyor ve kapıkulu yanaşmalarından bir heyet oluşturup, yapacağı yasa dışı işlere seni ikna etme amaçlı, heyeti senin üzerine salıyor.
Nasıl oluyorsa, yıllardır “mali imkanlar, dengeler ” mazeretinin ardına saklanıp bizi avutanlar, ülkeyi bu bilinmeye doğru götürme projesinin mimarları, amaçlarına hizmet ettiğine, oy getireceğine inandıkları konularda, ne yasa ne kural ne de denge tanıyorlar. Örneğin, ülkenin bölünmesine giden yolda, tepki çekmeme adına, “oğlu askerde olan ailelere 250 TL para vereceğiz” deyip, ertesi gün verdikleri sözü anında yerine getirilebiliyorlar.
Bizler ise yazılı olan ve olmayan bütün vecibeleri yerine getirdiğimiz, tiviterde on binleri aştığımız, yüzbinlerce tivit attığımız, kerelerce “RT” yaptığımız, günlerce “TT” olduğumuz halde, duyması gerekenler duymak istemedikleri için sesimizi duymuyorlar. İstediklerinde, beş günde kişiye özel yasa çıkarma gücü olanlar, isteseler bizim sıkıntılarımızı da bir haftada çözerler; ama istemiyorlar. Olmuyor olmuyor olmuyor. Anlaşıldığı kadarıyla, bizler birilerinin gözüne, sorunları çözüldüğü zaman oy getirecek kesim olarak görünmüyor. Veya, düşman gördükleri Türk Ordusu’nun kendi içinde birbirine düşürülüp yıpratılması için, assubayların sorunları çözülmek yerine, inatla savsaklanması sanırım daha uygun görülüyor. Ele alınan sorunlar da eskisinden daha berbat hale getirilip bırakılıyor.
Biz bu ülkeye hizmet edip emekli olmuş assubaylar, mevcut sistemde sorunlarımız olduğunu, bizlere haksızlıklar yapıldığını, ihmal edildiğimizi anlatmaya çalışıyoruz; gasp edilen haklarımızı istiyoruz. Bunun yanında, basında , internette yazıp çizenler, ülkenin kontrata uymayan kiracı benzeri yönetilmesine bağlı olarak bir tehlikeye işaret ediyorlar. Kamuoyuna yansıdığı şekliyle, devletin başındaki “TC” ibaresinin kaldırılması uygulamasının, sıradan, basit bir durum olmadığını, bizler için kötü bir başlangıcı ifade ettiğini söylüyorlar. Bu konuyla ilgili, Kocaeli Gazetesinde, aşağıda linkini verdiğim Tanzer Ünal’ın konuyla ilgili köşe yazısını lütfen okuyun.
Devletin şeklinin değiştirilip, yeni bir düzenin kurulmasıyla, yeni devletin, hukuken eski devletin emeklilerine maaş ödeme yükümlülüğü olmayabilirmiş. Bu aynı zamanda, hain ilan edilmeseler bile, eski devletin gazisi gazi, şehidi şehit sayılmayacak demektir. “Olur mu öyle şey” demeyin. Son on yıl içinde ülkemizde, nice olmaz dediğimiz şeylerin nasıl yapıldığını hep beraber gördük.
Sadece ülkemizde değil, yakın coğrafyamızda, sınır komşumuz ülkelerde, düzen değişip devletleri parçalandığı için, devletlerinin parçalanmasına engel olamayan nice doktorların, kapağı ülkemize bir şekilde atıp, zorunluluktan, çocuk bakıcısı olarak çalışmalarının olağan hale geldiğini hep birlikte izledik. Demem şu ki, biz mesleki sorunlarımızı bir yerlere duyurup, çözülmesi için mücadele vermeye çalışırken, ülkenin gidişatı sonucu, “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma” öz deyişi benzeri, mevcut imkanlardan da olmak, hiç de uzak bir ihtimal olmayabilir.
Bu durumda, başta emekli assubaylar olmak üzere, ülkeye emek vererek emekli olmuş tüm kişiler m maddi ve manevi olarak mevcut Türkiye Cumhuriyeti’nden yana doğal taraftır. Zaman taraf olmanın açık seçik ortaya koymanın zorunlu olduğu bir zamandır. Ülke olağanüstü şartlar içindedir. Olağanüstü şartlar da, olağanüstü mücadele yöntemleri gerektirir.
Bu anlattıklarım, ülkemiz ve sorunlarımızla ilgili bilinen konular. Gelelim TEMAD’a yapacağım çağrı konusuna. Nasıl bölgemize ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yapısına şekil vermek isteyenler, hiçbir yasada yeri olmayan ekipleri kurup, ekiplerin ceplerini fonlayıp, ülkenin bölünmesi için Anadolu yollarına ikna turlarına çıkmışlarsa, mevcut Türkiye Cumhuriyeti’nden yana olan herkese de, Türkiye Cumhuriyetini savunma, gidişatın iyi bir gidişat olmadığını halka anlatma görevi düşer.
Gidişat sonucunda ülke parçalanır, devletin yapısı da değiştirilirse, biz emekli assubaylara, “Kimse var mı” türü derneklerinin önünde sadaka kuyruğuna girme yolunun gösterilmesi, hiç de gerçek olmaktan uzak bir durum değildir.
Barış adı altında, ülkenin bölünmesi görevi nasıl enstrümanlara, insanlar bölünmeye ikna görevi cebi fonlu kapı kullarına düşüyorsa, devletin bekasını birliğinin sağlanması, olup bitenlerin halka anlatılması görevi de, puşt eşkıya kurşununa hedef mevzilerde soluksuz günlerce çelik gibi nöbet tutanlara, birebir çatışmaya katılanlara, yurt savunması uğruna evlat acısı tadanlara, ülkesi için kolunu, bacağını uzuvlarını kaybeden, ülke üzerinde herkesten daha çok söz söyleme hakkı olanlara, çok yakışır. Ülke üzerine öncelikle söz söyleme hakkı olan bu kişilerin, bir organizasyon dahilinde, halkla buluşturulması şarttır. “Herkes ülkeyi sever ama biz ülkenin uğrunda canını veren mesleğin mensuplarıyız” sözü TEMAD Genel Başkanımızın sık söylediği bir sözdür. Asıl “Akil Adamlar” olma hakkına sahip, malullerden, gazilerden, şehit yakınlarından oluşturulacak grupları halkla buluşturma organizasyonlarına öncülük etme görevi, Türkiye Astsubaylar Derneği TEMAD’a çok yakışır. Bir üyesi olarak TEMAD’a bu bir vatan görevine davet çağrımdır.
Üstelik bu tür organizasyonlara öncülük etmesi, derneğimiz TEMAD’a, içinden geçmekte olduğumuz dönemde, lokma dökme faaliyetinden, Anıtkabir saygı duruşu töreninde siyasilerle çektirilen tek kare resimden ve umre organizasyonu düzenlemekten, çok ama çok daha fazla getiri, prestij sağlayacağı inancındayım.