Gerek yazı dizisi gerekse kitap okuyucularından büyük ilgi görür. En çok satılan, okunması tavsiye edilen kitap listelerinin başında yer alır. Basın ve medyanın usta kalemleri Türk Ordusu’nun incelendiği bu eseri oldukça beğenir. Ordunun eleştiriye açık olmasını bir yenilik olarak algılar. Darbeler sürecinin artık bittiğini düşünerek, ülkenin gerçek demokrasiye geçiş aşamasında olduğu sanrısına kapılır.
M. Ali Birand’a gelen ve Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan okuyucu mektupları da tatminkârdır. Kimileri ordunun gerçek yüzünü olabildiğince net resimlediğini söyleyerek beğenisini belirtirken, bir kesim ise hayal kırıklığına uğradığını söylemektedir. Onlara göre yazar, orduyu halkının gözünde küçük düşürme çabası içindedir ve önyargılıdır. Ordunun saygınlığı alaşağı edilmiştir.
Assubaylardan bir kesim okuyucu ise assubayların sorunlarını tam olarak yansıtmadığını, özellikle emekli assubayların çok kötü durumda olduğuna değinmediğini söyleyerek, konuyu çok yüzeysel geçiştirdiğini yazar.
Halen görev yapan bir amiral olduğunu belirten okuyucunun mektubu ilginç ve gerçekçi bakış açısıyla dikkatimizi çekti:
… Kitapta eksiklikler tabii ki var. Ancak Silahlı Kuvvetler mensupları yaşamlarını bazen hayretle, zaman zaman da ibretle okuyacaklar. Belki bazı kısımlarından hoşlanmayacaklar ama objektif olarak düşünebilirlerse ‘gerçekten böyle’ demekten de kendilerini alamayacaklar… Okurken çoğu zaman okuduklarımın yanına ‘çok doğru’ diye not düştüm. Bazı doğrular hoşuma gitmese dahi… İlk defa Silahlı Kuvvetlerimizi böylesine ayrıntılı, gerçekçi, sorunlarını dile getiren, güçlü ve zayıf noktalarını ortaya koyan bir eser yayınlandı.
Emekli bir Jandarma Assubayı olduğu anlaşılan okuyucunun mektubu da yazara teşekkür eden zarif sözcüklerle doludur:
Talihsiz Kuvvet: Jandarma ve Tanınmayan Kuvvet: Assubaylar bölümlerinden dolayı sizi yürekten kutlarım. Kim ne derse desin, ordunun en ağır yükünü bilinçli ve başarılı olarak omuzlarında taşıyan bu zümreyi anlatılabileceği kadar, gayet iyi anlatmışsınız.
Birand’ın kitabında yazdıkları alışılmışın dışında şeylerdi. Bu çalışması için Genelkurmay’a başvurmuş, gerekli izinleri almıştı ama ordu üst kademesinin beklentilerini karşılayamamıştı. Daha da ötesi yazdıkları; kendi özgür iradesiyle ortaya koyduğu bilgi, değerlendirme ve yorumlardı. Kitabı denetime sokmamıştı. Hep o alıştığımız “Er Mektubu Görülmüştür” kaşesi yoktu kitapta. Birand, yaptığı bir değerlendirmede şöyle anlatıyordu durumu:
Bu eseri Türkiye’de olsam yazamazdım. Biz birbirimizi ‘Aman paşalar ne der?’ diye korkuturuz. Yok böyle bir şey. Ayrıca kitabı sansüre de vermedim.
Özgür düşünce ve yorum genelde hiçbir durumda karşılıksız kalmaz. Mutlaka ağır bir bedeli olur. “Emret Komutanım” başlıklı kitaplaşan çalışma da eleştiriden yana nasibini aldı. Milliyet Gazetesi’nde yazı dizisi tamamlanır tamamlanmaz Genelkurmay tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. Yazarın önyargılı olduğu, halkı ile ordusu arasına nifak soktuğu ve hatta assubay sorununa değindiği için ordunun birlik ve bütünlüğünü bozmayı amaçladığı şeklinde ithamlar yapıldı. Genelkurmay Başkanlığı’nın 10 Aralık 1986 tarih ve GENSEK: 3050-273-86/BASHALK (753)sayılı, Genel Sekreter Tuğgeneral Güven Ergenç imzalı değerlendirme yazısında yer alan hususlar kısaca şöyle:
1.Yazı dizisinin veya kitabın meydana getirilmesinde yapı taşı olarak, bazıları emekli, birkaç generalin, küçük bir grup subayın ve askeri öğrencinin kişisel görüş, yargı ve eylemlerinin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu yüzden TSK’nin genel durum ve görünüşünü yansıtması mümkün değildir. Metot ve yöntem hatası söz konusudur. Buna göre yazı dizisi pek çok bölümlerde eksik, yanlış ve geçerliliği olmayan bilgi, düşünce ve yargıları ihtiva etmektedir.
2.Kaldı ki yazarın deyimiyle Türk Silahlı Kuvvetleri gibi son derece geniş bir kompleks kurumun, yalnızca subaylar heyeti hakkında bile ilmi bir inceleme yapabilmek için, bu mesleğin kendine özgü atmosferini kısa da olsa, inceleyicinin bizzat teneffüs etmesi, en ücra köşesine kadar ülke sathına yayılmış bu vatan evlatlarının mezahim ve meşakkat ile feragat ve fedakarlığın kalplerinde nasıl bir yurt ve millet sevgisi halinde şekillendiğini görmesi ve hissetmesi gerekir. Bu yöntem noksanlığını ‘vatanın gerçek sahipleri, içine kapanma, ilk komut, sivil toplumdan kopma, paşanın ayrı dünyası’ ve diğer başlıklar altında yazılmış bölümlerde bariz şekilde görmek mümkündür.
3.Yazarın, kendi tabirine göre incelemesinde (!) gerçekte subayın dünyasını ortaya koymak amacından çok, kendisinde birikmiş birtakım önyargıların tahkik ve teyidine yönelik bir fikir gayreti içinde olduğu, değerlendirme ve yargılarını, mutlaka önceden zihninde hazırladığı kalıplara oturtmak yöntemini kullandığı müşahede edilmektedir.
4.Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Türk milleti içindeki yerini gölgeleyebilecek, Silahlı Kuvvetler içindeki hiyerarşik düzeni zedeleyebilecek ve subay heyetini haksız töhmet altına sokabilecek bir istidat taşıyan bazı hassas fikir ve değerlendirmeleri düzeltmek gerekli görülmektedir.
Genelkurmay’ın yaptığı değerlendirmelere bir köşe yazısıyla yanıt veren M. Ali Birand, özellikle Milli Savunma Bakanlığı ile ilgili eleştirilere neden Milli Savunma Bakanlığı’nın cevap vermediğini sorgu sual etmekte ve kendi eserini şu şekilde savunmaktadır:
Genelkurmay değerlendirmesindeki iddianın aksine, çalışmamız olanaklar çerçevesinde, mümkün olduğu kadar geniş, derinlemesine ve çok görüşü içine alacak şekilde yapılmıştır. Şimdiye kadar yazdığımız beş kitapta da uyguladığımız bu yöntem, Genelkurmayımız tarafından beğenilmemekle birlikte, beni ve okuyucularımı tatmin etmiştir. Genelkurmay ile bizim aramızda yöntem farkı olması da doğaldır… Genelkurmay yetkililerimizin çok sık kullandıkları ‘yapıcı eleştiri’ sınırlarını aşan bu değerlendirmede, daha ileri gidilip, kitabın ‘önyargılı’ ve ‘kasıtlı’ yazıldığı iddialarını kabul edemeyiz. Çünkü bugüne kadar yaptıklarımız yeterli örneklerle doludur.
M. Ali Birand, seveni olduğu kadar sevmeyeni de olan bir gazeteci. Fakat dikkat edin bu sevememe hali genelde imzasını taşıyan haberlerle ilgilidir, kişiliğiyle değil. Kamuoyuna hoş gelmeyen bazı haberlere cesurca yönelmesi nedeniyle tepkiler alması kaçınılmazdır. Ancak haber yaptığı konuların da Türkiyemizin bir gerçeği olduğunu görmek gerekir. Birand, ne yaptıysa uluslararası standartlarda bir habercilik anlayışı yaratabilmek adına yapmıştır. Belki kişisel hataları ve acemiliğinden ötürü TRT döneminde yanlışlardan söz edilebilir ama TRT’nin o dönemler dünyaya açılmada acemiliğini de hesaba katmamız lazım gelir.
Türkiye halkı onu programlarında ve haber sunumlarında yaptığı dil sürçmeleriyle, hatta bazı gaflarıyla tanıyıp sevmiştir. Yılların klasikleşmiş programı “Otuz İkinci Gün”; tartışılamayacak konuları tartışılır, konuşulur hale getirmesiyle ve gündemin nabzını tutmasıyla halkımızın alışkanlığı ve tutkulu bir sevdası olmayı başarmıştır.
M. Ali Birand, sanki sistemin adamıymış gibi görünür kimilerine. Fakat tam olarak herhangi bir görüş ve ideolojinin temsilciğini yapmamıştır. Habere yakın olabilmek için iktidara yakın durmuştur. Lakin bunu her iktidar için yapmıştır. Kimileri için herkesin adamı görüntüsü çizmesi de belki bundandır. Onu kısaca tarif edecek olsak gerçek manada haber adamı olduğunu öncelikle vurgulamamız gerekir. Onu ayrıcalıklı kılan sansasyonel çalışmalarıdır. Sıra dışı işlere kolayca kalkışabilmesi ve habere ekip ruhuyla imza atabilmesidir. Tüm bunların başlangıç noktasında ise “Emret Komutanım” çalışması gelir. Bu çalışma ile ilk kez Türk Ordusu tabu olmaktan çıkmış, iyi ve kötü pek çok yönüyle halkına anlayacağı dilden sunulmuştur. Üst komuta kademesinin Assubaylara ne derece farklı baktığı ilk kez açık ne net bir şekilde ifade edilmiştir. Assubayların sorunları derli toplu olarak ilk kez dile getirilmiştir. Bu yüzdendir ki assubayların Rahmetli Birand’a hak ettiği ilgi ve saygıyı göstermesinden yanadır tavrım.
“Emret Komutanım” kitabının sonuç bölümünde yer alan başlıklara göz attığınızda, M. Ali Birand’ın adeta bugünlere ayna tuttuğunu da söyleyebiliriz. Özellikle şu sözler çok çarpıcı geliyor insana:
Eğer önümüzdeki yıllarda müdahaleler devam ederse, bu yaralar daha da derinleşebilecek ve cerahatlenen apseler de patlayabilecektir. Bu varsayım, Türkiye için her yönden en büyük sakıncayı oluşturmaktadır.
Aslında kitaba gelecek eleştirilere daha ilk baştan vermiş olduğu cevapları da görmemiz gerekir:
Okuyucularıma bu kitapta Türk Silahlı Kuvvetleri’ni az da olsa tanıtmaya çalıştım. Daha başında da belirtmeye uğraştığım gibi, bu öylesine geniş ve her bölümü öylesine derinleştirilerek incelenecek bir konu ki, amacım ilk adımı atabilmek, doğruya en yakın tanımı verebilecek bir çalışmayla perdeyi hafifçe aralayabilmekti. Mutlaka aksilikler vardır, umudum, bundan sonraki çalışmalarla başkalarının boşlukları doldurabilmeleri, bu kitapta bulabilecekleri temel verileri de kullanıp, ordumuzu kendilerini de rahatsız etmeye başlayan esrar perdesinden çıkartıp toplumla diyalogu arttırıcı adımlar atabilmeleridir.
İyi ve aksayan yönleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri toplumumuzun bir parçası, bir aynasıdır. Şimdiye kadar bozulmamış olan ve dış güvenliğimiz açısından da büyük gereksinme duyduğumuz ordumuzun, hep birlikte çözümlememiz gereken sorunları da vardır. Her şey güllük gülistanlık değildir.
Keşke diyor insan, herkes payına düşeni görseydi. Kolay olanı seçip acımasızca eleştirmek yerine, sorunları çözecek ilkeli adımlar atılabilseydi.
Biliyoruz ki artık o yok. Unutulmamak adına izler bırakarak ayrıldı aramızdan. Hayat zaten böyle değil mi, kim olursan ol bir masalın başlangıç sözcükleriyle “bir varmış, bir yokmuş” diyerek özetleniyor her yaşam…
Aydın Kulak