×

Uyarı

JUser: :_load: 6532 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

Çünkü Asubay!

Aralık 21, 2017

 Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 Çünkü Asubay

 SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ  

 

  Türkiye Cümhuriyeti Ordusunda 

 Bizlerin  Assubay  veya  Astsubay   olarak bildiği kelime hakkında 

 Bugün burada son sözü söyleyeceğiz, inşallah! 

 Assubay  mı diyorsunuz? 

  •  Sahtekâr zâbit Kâzım’ın ağzı ile konuşuyorsunuz! 

 Astsubay  diyor iseniz şâyet, 

  •  Bu kez de sahtekâr subay Rifat’ın ağzı ile konuşuyorsunuz! 
  •  Assubay  değil ise 
  •  Astsubay  da değil ise 

 

Peki, nedir bu kelimenin aslı kökü acap? 

Bugün, hak zuhûr edecek 

Ve dahi 

 Bâtıl, burada zâil olacak, evvel Allah! 

     Suyu, pınarın gözesinden içmeli, değil mi?     

 Yerimiz dar, vakdimiz sınırlı! 

 Haydi, buyurun öyle ise... 

 

*  *  *  *  *

 

 

SENE: 1926  

 

 Türkiye Cümhuriyeti Ordusu zâbitan heyetinin 

 Arapca ve Farsca  olan rütbe isimleri aşağıdaki gibi idi. 

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

 

  SENE: 1934  

 

 Birinci Reisicumhur ATATÜRK, 

Arapca  ve  Farsca  olan asker rütbe isimlerinin Türkceleşdirilmesini emretdi. 

 

   Hazırladığı Kânun teklifine TBMM,  

 Aşağıda gördüğünüz üçüncü maddeyi ekledi. 

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

1a

 

*  *  *  *  *

 

 

  SENE: 1935  

 

Arapca  ve  Farsca  menşeli olan asker rütbe isimlerine

"Öz Türkce" karşılık türetmek için kolları sıvayan İcrâ Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu), 

Hazırladığı Kânun taslağını Reisicumhur ATATÜRK’e arz etdi.

 

  Reisicumhur ATATÜRK;  

 Astsubay  şeklinde hazırlanıp kendisine arz edilen  rütbe ismini 

  Bizzat kendisi  Asubay  şeklinde tâdil etdi.  

 

  Bu tâdili de aşağıda gördüğünüz üzere şiir gibi izah etdi.   

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  * 

 

 

  SENE: 1935  

 

 T.C. Büyük Erkânıharbiye Reisliği

Rütbe ve Birliklerin Öz Türkce Karşılıkları” isimli kitabı neşretdi. 

 

Bu kitabın içine ekledikleri tamimler ile Devlet dâireleri;

Asker rütbe isimleri ve bâzı askerî terimlerin

Bu kitapda yer alan  Öz Türkcelerinin  kullanılmasını emretdi.

 

  • 19 Şubat 935: Büyük 

    Erkânıharbiye 

    Reisi Mareşal Fevzi ÇAKMAK
  • 19 Şubat 935: Büyük 

    Erkânıharbiye 

    Reisliği
  • 17/11/935-İstanbul: Türk Dili Tetkik Cemiyeti (T.D.T.C) Başkanı Saffet ARIKAN

 

Başvekil İsmet İNÖNÜ 

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIKÇünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

 

Bu kitapdaki;

 

  • " Asubay " kelimesinin “ zâbit vekilliği ( asteğmen ) anlamına geldiğine,

        Ve dahi bize bugün;

       “ Üstçavuş ” olarak yutdurulan kelimenin aslının “ üsçavuş ”,

 

  • Hemen yukarıdaki çerçevede gördüğünüz üzere, "asteğmen" olarak bildiğimiz kelimenin de o vakitde gene " asteğmen " olduğuna lutfen dikkat ediniz.

 

 

Aynı çalışma kapsamında Birinci Reisicumhur ATATÜRK;

 

 Erkânıharbiyei Umumiye ” olan askerî tâbiri de

" Genelkurmay ” olarak tâdil etdi.

 

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Tam bir sûretini ben temin etdim.

Fakat 

Büyük Erkânıharbiye Matbaasında basdığı bu kitabın bugün itibârı ile bir nüshasının

Genelkurmay Başkanlığının kendi kütüphânesinde mevcut olduğunu öğrendim.

 

Neşredildiği 1935 senesinden bugüne kadar geçen 82 seneden beri

  Rütbe ve Birliklerin Öz Türkce Karşılıkları  isimli bu kitabı  

  İlk kez sizler görüyorsunuz.  

 

 

*  *  *  *  *

 

 

  SENE: 1935  

 

 TBMM’de kabul edilen Ordu Dâhili Hizmet Kânunu ile

Yeni rütbe isimleri resmen kullanılmaya başlandı. 

 

 Bu kânun ile Türkiye Cümhuriyeti Ordusunun askeri;   

1. Erbaş  

2. Subay  olmak üzere  iki sınıfa  tefrik edildi. 

 

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Yukarıda gördüğünüz bu kânundaki  Asubay ” tâbiri;

 

  •  Yarsubay ,
  •  Asteğmen ,
  •  Teğmen ,
  •  Yüzbaşı  rütbelerinin “ ortak isimi ” oldu.

 

 

*  *  *  *  *

 

 

  SENE: 2014  

 

 Yukarıdaki sayfada gördüğünüz rütbe isimleri kitabının sâhibi ve 

 Türk Dil Kurumunun 11 sene Başkanlığını yapan 

 Prof.Dr. Sayın Şükrü Hâlûk AKALIN ile 

 Görevli olduğu üniversitedeki kendi makâmında bizzat  görüşdüm 

 Ve dahi 

Bu sayfada okuduğunuz bilginin bir kısmını Sayın AKALIN’dan aldım.

  

Çünkü Asubay_ Prof.Dr. Şükrü Haluk AKALIN_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 Asubay  kelimesi hakkındaki hakikâtin

 gün ışığına çıkartılması için 

  Gösderdiği yakın ve samimi alâkadan dolayı 

Bütün Asubaylar adına Şükrü Hocama teşekkür ediyorum. 

 

 

*  *  *  *  *

 

 

  SENE: 1938  

 

 Reisicumhur ATATÜRK’ün bizzat kendisinin   Asubay  şeklinde türetdiği kelimeye 

 Ne hazindir ki ilk tecâvüz eden kişi de 

 ATATÜRK’ün zâbiti oldu.  

 

Aşağıda gördüğünüz kânunun esbâbı mucibesi (gerekcesi) şu idi;

 Assubay ” rütbe kümesine dâhil olan;

 Teğmen  tâbirini  üstteğmen, 

  •  Asteğmen  tâbirini  teğmen, 
  •  Yarsubay  tâbirini de  asteğmen  olarak tebdil etmek idi.

 

  Fakat ne var ki;  

 Mirlivâ Kâzım SEVÜKTEKİN isimli İngiliz çaşıtı bir zâbit,

Meclisde binbir türlü sahtekârlıklar yapdı

 Ve dahi

  Asubay  kelimesindeki  “ s ” harfinin yanına 1938 senesinde bir “ s ” harfi ilâve etdi. 

" Asubay tâbirinde böylece " Assubay "  yapdı.

 

Bu kânun ile ilk defâ uydurdukları " Assubay " tâbiri bu kez de;

 

  •  Asteğmen, 
  •  Teğmen, 
  •  Üstteğmen, 
  •  Yüzbaşı  rütbelerinin "ortak ismi" oldu.

 

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

 

  SENE: 1951  

 

İnsan, ölmeye

Hâin de hâin olmaya görsün!

Sırtını döndüğü zâbitler;

ATATÜRK’ün bu emânetine hıyânet etmekde birbiriyle yarışdı...

 

 Ne de olsa ağacın kurdu, kendi gövdesinde idi. 

 Çaşıt ve sahtekâr  Mirlivâ Kâzım’dan sonra 

 Bu kez de Askerî Hâkim unvânlı bir Korgeneral, harama uçkur çözdü!  

 

Aşağıda gördüğünüz 5802 sayılı kânunun esbâbı mucibesi (gerekcesi); 

" Gedikli Erbaş "  dedikleri “ortada sandık” askerleri “ Assubay "lığa terfi(!) etdirmek idi.

 

 

   Fakat ne var ki;  

 

TBMM’de, vekillerin gözü önünde kıvrak bir kalem hareketiyle sahtekârlık yapan Korgeneral Rifat TAŞKIN

 Assubay  kelimesindeki iki “ s ” harfinin arasına “ t ” harfini,

Paslı bir hançer gibi sapladı.

 

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

 

  SENE: 1951  

 

 Aşağıda gördüğünüz Kânun TBMM’de görüşülür iken 

 Türk Milletini temsil eden vekillerden bir dânesi dahi 

 Astsubay  kelimesini nerenden uydurdun, ey subay Rifat TAŞKIN, diye sormadı...

 

 Eski Tüfek; 

 "Astsubay"  kelimesini sahtekâr subay Rifat TAŞKIN’ın neresinden uydurduğunu biliyor da!

Şimdi aklından geçenleri şuraya bir dökse hani!..

Ortalık toz duman olur!..

 

Rifat TAŞKIN'ın sahtekârlık ile bu kânuna sokuşdurduğu “ Astsubay ” kelimesi bu kez de;

  •  Çavuş ,
  •  Üstçavuş ,
  •  Başçavuş ,
  •  Kıdemli başçavuş   rütbelerinin “ ortak isimi ” oldu.

 

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  

ATATÜRK'ün subayları olduğunu söyleyen sahtekâr subaylarımız

ATATÜRK'ün türetdiği " üsçavuş " kelimesini de kânunsuz olarak "üstçavuş" yapdılar.

 

*  *  *  *  *

 

5802 sayılı  Astsubay ” Kânununu hazırlayan sahtekâr subaylarımız şöyle dedi;

Muhtelif kânunlarda geçen “ astsubay ” adı “ subay ” olarak değiştirilmiştir.

 

Çünkü Asubay_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  

Fakat bunu diyen kerizci subaylarımızın hepsi ağızlarını domaltarak koca bir yalan söyledi.

Zere

O güne kadar yapılan “muhtelif kânunların hiçbirisinde  “ astsubay ” adı yok idi.

 

 

*  *  *  *  *

 

   SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ;  

 

 Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 

 1923 senesinde 364 sayılı kânun ile teşkil edilmiş bir kânun devletidir. 

 Hükümran devlet olmanın temel hususiyeti kânun yapabilme kudretidir. 

 Kânun ile ihdâs edilen bir husus ancak başka bir kânun ile tebdil edilebilir. 

 

  • " Asubay " kelimesi de kânun ile ihdâs edildi   

          Ve dahi

  • Ancak yeni bir kânun ile tebdil edilebilir idi.

 

Fakat

 Kânun devletinin sahtekâr subayları, devletin kânununu tanımadılar!..

 

  •  ATATÜRK’ün bizzat türetdiği 

         Ve dahi

  •  Askerî mevzuâtımıza 1935 senesinde 2771 sayılı kânun ile dâhil edilen “ Asubay " tâbirini; 

Kâzım isimli sahtekâr bir zâbit 1938 senesinde kânunsuz olarak “ Assubay ” şeklinde tahrif etdi.

Rifat isimli sahtekâr bir subay da 1951 senesinde kânunsuz olarak “ Astsubay ” şeklinde tahrif etdi.

 

*  *  *  *  *

 

 

  SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ;  

 

 emekliassubaylar.org’daki  Eski Tüfek  isimli köşemizi

  • Hergün ilk kez duyan,
  • İlk kez gören,

         Ve dahi

  • Bu köşemizdeki makâlelerimizi ilk defâ bugün okuyan insanlarımız, meslekdaşlarımız hep olacak.

 

Makâlelerimizi ilk kez görenler haklı olarak

  •  Assubay ”  veya “ Astsubay ” olması lâzım,
  • Nereden çıkdı bu “ Asubay ” diyecekdir.

 

Birisine 40 kere deli der iseniz şâyet
O kişi bile bir süre sonra kendisinin deli olduğuna inanabilir.

40 kere demek şöyle dursun, sahtekâr subaylarımız, Türk Milletine;

  • 79 seneden beri “ Assubay ”,
  • 67 seneden beridir de “ Astsubay ” diyor, dedirtiyor.

 

ATATÜRK’ün bize vediâsı “ Asubay ” tâbirini kabul ettirebilmemiz için

 

 Asubay ” kelimesini bizim en az

60 sene söylememiz, anlatmamız gerekecek.

 

 

*  *  *  *  *

 

 

  SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ;  

 

 Canlar, dostlar! 

 Gözlerinden öpdüğüm kıymetli küçüklerim 

 Ve dahi 

 Ellerinden öpdüğüm muhterem büyüklerim; 

 ATATÜRK’ün zâbiti olduğunu söyleyen iki şerefsizin 

 ATATÜRK’ün vediâsı olan  Asubay   unvânına tecâvüz edişinin 

 14 kareye sığdırdığımız 80 senelik hikâyesi 

 İşde, beyle iken beyle!.. 

 

Sahtekâr iki zâbitin 1938 ve 1951 senesinde yere düşürdüğü ATATÜRK’ün bu çok kıymetli vediâsına

Eski Tüfek mahlaslı Şükrü IRBIK

2015 senesinde bir hayat öpücüğü verdi.

 

Türkiye Cümhuriyeti Ordusu

Ve dahi

 Asubay ” dedikleri “ ortada sandık ” bu asker sınıfı var oldukca da

 Asubay  unvânı,  Asubaylar  ile birlikde var olacak, evvel Allah!

 Niçin Asubay? ” diye bugün soranlara imdi söyleyelim;

  Çünkü, hep  Asubay  idi.  

 

 Asubay  unvânını bugün kullanmak bir tercih meselesi değil

Fakat

ATATÜRK’ün vediâsına sâhip çıkmak ya da inkâr etmek meselesidir.

 Kimileri için ölmek, düşünmekden bile daha kolaydır! 

 Siz, kolaycı olmayın! 

 İnsana, düşünmek yakışır! 

  Suyu, pınarın gözesinden içmeli, değil mi?  

 

brove

 

 

 

  

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

Asubay Tefrikası -5-

Ağustos 10, 2017

 Asubay Tefrikası -5- Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası -5-

Erlikden Genelkurmay Başkanlığına

 

Makâlemizin başlığına bakıp da

Bu hikâyenin okyanus ötesindeki Coni ordusuna filan ait olduğunu zannetmeyin!

 

  Zere işde, bu hikâyemiz;

  • Zamân olarak, daha şunun şurasında bir kaç asır evvel, 
  • Mekân olarak ise kendi memleketimizde vukua geldi... 

        Ve hattâ 

 

 

*  *  *  *  *

 

Kaç kısım tutacağını bilemeden yazmaya başladığımız makâle silsilemizin

Asubay Tefrikası -4-: Erlikden Harb Okulu Komutanlığına isimli dördüncü bölümünde;

 

Osmanlı Ordusuna Er olarak girip de

Asubay Tefrikası -4- Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Zekâsı, sadâkatı, kâbiliyeti; cidâli, celâdeti ve cengâverliği ile

Mektebli zâbitân arasından sıyrılarak

Harp Okulu Komutanlığına terfi eden erlerimiz olduğunu öğrendik!

 

 

*  *  *  *  *

 

”Subay subaydır, asubay asubaydır!” diyerek ufkunun genişliğini(!) gösderen Orgeneral Hulusi AKAR’a inat

Osmanlı Ordusu erâtının hangi rütbelere ve hangi makâmlara kadar terfi edebildiklerini anlatacağımız

Şu anda okuduğunuz Asubay Tefrikası -5-: Erlikden Genelkurmay Başkanlığına isimli beşinci bölümünde ise

   Ordumuzdaki terfi konusuna zirve yapdıracağız!

   Ve dahi

  • Osmanlı Ordusunun en yüksek rütbesi olan “müşir”liğe kadar terfi edip
  • Serasker (Genelkurmay Başkanı) olan Erlerimiz olduğunu öğreneceğiz, evvel Allah.

 

*  *  *  *  *

 

Aynı Renkli Guşlar!

Aynı renkli guşlar aynı dala gonar _Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Aşağıda gördüğünüz şu iki resim arasındaki farkları umursamayın siz!

Çünkü,

Aynı renkli guşlar, aynı dala gonar! İşde, böyle bir benzerlik var ikisi arasında...

Bu sayfaya dökdüğümüz kelimeleri okuyanlara bir iyilik edin!

Kılık, kıyâfet; kaftan, kravat; saç, sakal, bıyık, tarak; sarık, mintan; ceket, cepken, gömlek sizlerin olsun da...

Bu iki resim arasındaki biricik benzerliği deviyerin hele bi, yiğitler!

Aga Hüseyin Paşa ve Seri Paşa Hulusi _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  Bir ipucu vereyim size;

  • Birisi,  hem aga hem de paşa! Ne okuması var ne de yazması...
  • Diğeri ise sâdece paşa! Hem de “serî”sinden. Üsdelik doktoralı...

Cevâp yok mu?

Bir ipucu daha vereyim!

Bu iki er kişi;

  • Aynı renkli guş olmuş, 

Mâdemâki gene cevâp yok! Öyle ise bu makâlemizdeki kelimelerin izini takip edin!

Bakalım, sizleri bugün nereye götürecek!

 

 

*  *  *  *  *

 

 

Genelkurmay Başkanlığının örünsayfasına bakınız.

 Târihce sayfasında, Türk Ordusunun kuruluş senesinin M.Ö 209 olduğu yazılıdır.

 

Genelkurmay Başkanlığı Tarihcesi_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Yukarıdaki ekran görüntüsünü, 05 Şubat 2017 Pazar günü almış idim.

Bu sayfada görünen târihcede, “Türk Ordusu M.Ö 209 senesinde kuruldu” diyorlar idi.

Aşağıdaki ekran görüntüsünü ise 10 Ağustos 2017 Perşembe günü, yâni, bugün aldım.

Yeni yazıldığı anlaşılan bu târihcede Genelkurmay Başkanlığımız, ağız değişdirmiş ve bu kez de şöyle demiş;

Türk Ordusu’nun M.Ö 209 senesinde kurulduğu kabul edilmektedir

 

Genelkurmay Başkanlığı Tarihcesi_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Üsdelik bu güncellemeyi de aşağıda sizin de gördüğünüz gibi, 10 Ağustos 2017 Perşembe günü,

Bir başka ifâde ile bu makâlemizi yayınlamaya başladığımız gün yapmışlar...

 

Genelkurmay Başkanlığı Tarihcesi_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Görünen o ki Türk Ordusunun M.Ö 209 senesinde kurulduğuna dâir olarak

Genelkurmay Başkanlığımızda 2017 Şubat ayından sonra bir şüphe teessüs etmiş!

Bu “ince balans” ayarını şimdilik bir kenara bırakalım!

Demek ki ne imiş?

Türk Ordusu, M.Ö 209 senesinde teşkil edilmiş…

Genelkurmay Başkanı dediğiniz asker kişi harbde, ordunun başkomutanı olur!..

Başkomutansız ordu olamayacağına göre

Genelkurmay Başkanlığımızın M.Ö 209 senesinde teşkil edildiğini söylediği ordumuzun,

Başkomutanlık târihinin de M.Ö 209 senesinden başlaması gerekmez mi?

Bu “ince mevzuyu” da şimdilik bir kenâra bırakalım... Bugün bizim derdimiz, deve değil!

Bakalım, heybemizden bugün ne çıkacak, göreceğiz inşallah!

 

*  *  *  *  *

 

Genelkurmay Başkanlığımızın örün sayfasındaki “Genelkurmay Başkanları” isim lisdesinin,

Mehmet İsmet İNÖNÜ ile 1920 senesinde başladığını görürsünüz.

Târihden şan-şöhret, kahramânlık pâyesi kapışmak söz konusu olduğunda;

"Zihin orgazmı" olup Osmanlı’ya sarılan bizim efendi beyaz subaylarımız,

Her niyeyse Genelkurmay Başkanlığımızın târihini 1920 senesinden başlatmışlar.

Peki,

Aşağıdaki listeye göre ilk Genelkurmay Başkanı olan İNÖNÜ, hangi devletin zâbiti idi?

Elbetde, Ordu-yu Osmânî’nin...

 

Genelkurmay Başkanlığı Tarihcesi_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Mâdemâki Türk Ordusu M.Ö 209 senesinde kuruldu diyorsunuz,

1920 senesinden evvelki Genelkurmay Başkanları kimdir?

Bu sayfada onların resimleri ve künyeleri niçin yok?

 

*  *  *  *  *

 

09 Nisan 2014, Çarşamba günü neşretdiğimiz aşağıdaki şu makâlemizde

 

   Coni ordusuna Er olarak giren Conilerin;

   Kuvvet Komuta

    Ve dahi

    Genelkurmay Başkanlığına kadar terfi etdikleri

     Ve hattâ 

  • Köpek yerine konulmayan zenci askerlerin bile Genelkurmay Başkanlığına terfi edebildiğini, söyledik!

 


Asubay Tefrikası-5_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Üsdelik,

Zenci askerlerin Genelkurmay Başkanı olduğu o târihlerde,

Coni eyâletlerinin bâzılarında, kölelik, hâlâ resmen devâm ediyor idi...

 

*  *  *  *  *

 

Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -5- isimli makâlemizde, 25 Ekim 2014 Cumartesi günü söyledik!

   Coni ordusunda Erlikden terfili;

  • Kuvvet Komutanları
  • Ve hattâ 
  • Genelkurmay Başkanları var dedik!

 

  
Asubay Tefrikası_5 Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Sözünü etdiğimiz bu mesele,

Daha şunun şurasında 20, 30 sene evvel meydâna gelmiş!

Bizim ordumuzda böyle bir olayın meydana geldiğini bilmediğimiz için de

Coni’ye öykünüp durmuşuz meğerse!..

Peki,

Erlikden Orgeneralliğe terfi usûlünü

Bu sünnetsiz Coniler, kimden öğrendi, dersiniz?

 

*  *  *  *  *

 

Hayât da sonsuzdur, tabiât da sonsuzdur, askerlik sanatı da sonsuzdur...

İnsanoğlu var oldukca üçü de var olacak!..

İşde bu sebepden dolayı, bunların üçü de dâima gâlipden yanadır.

Çünkü, hayâtın da tabiâtın da askerlik sanatının da kuralı basit ve mutlakdır; mağlup olan, yok olur!

Dünyâda hiçbir millet, mağlup olanı sevmez!

Fakat Türk milleti mağlup olanı, aynı zamânda, affetmez de!

İşde, bu hakikâtin askerlik sanatına tabii bir yansıması olarak da

Türk milleti; ast subay, kast subay, üst subay, zart subay, zurt subay tanımaz, bilmez, sevmez...

Sünnetsiz gevurların " böl ve yönet " icâdıdır bunlar çünkü!

Türk milletinin töresinde, subay vardır, er vardır... Asker deyince de aklına başka sınıflar, isimler gelmez!

Tıpkı hayât gibi, tabiât gibi, askerlik sanatı gibi,

Askerlikde terfi de sonsuzdur... Sonsuz olmak zorundadır! Çünkü, can alıp can veriyorsun bu ocakda...

 

Türk Ordusunun en önemli özelliği de şudur;

  • Gâlibiyeti, sonsuz terfi ile taltıf et, 
  • Mağlub olanın da kellesini al!

 

 


Her Türk genci, askerliği böyle bilir ve bu şartlara göre asker ocağına girer idi.

 

 Berrî (Kara) Ordumuzu, M.Ö. 209 senesinde teşkil etdik.

  • Bahrî (Deniz) Ordumuzu, 1081 senesinde teşkil etdik.


Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “
Hendesehâne” isimli mektebi, 1776 senesinde teşkil etdik.

Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’yi de 1834 senesinde teşkil etdik. 

 

Bu târihlerden evvel ordumuzda sâdece iki sınıf asker mevcut idi;

1. Nefer (Efrâd)

2. Zâbit (Subay)

 

 

Aynı cümleden olmak üzere gene bu târihlere kadar komutanlarımızın hemen hepsi alaylı idi.

Erlikden terfili başkomutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız,

Asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu.

Üç kıtayı yurt edinen devletimizin yüzölçümü, 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi.

Fakat, şu tuhaflığa bakınız ki;

Avrupa devletlerinden örnek aldığımız harp okullarının memleketimizde de açılması ile birlikde,

Berrî ve bahrî ordularımız girdiği muharebelerde düşmân karşısında peşpeşe mağlub edilmeye başladı.

Ve bu sözde ve şâibeli garblılaşma neticesinde bir şey daha oldu;

Ordumuzda çok tehlikeli bir sınıflaşma ve kastlaşma başladı...

Açdığımız her yeni mektep, kendine özgü yeni ve ayrı bir sınıf doğurdu!

Sonsuz terfi esâsına göre tesis edip

 

  • tühât, 
  • Celâdet,
  • Cengâverlik 

         Ve 

  • Sonsuz terfi ile beslediğimiz askerlik ruhûmuz,

Sömürgen batı gevurundan aldığımız bu sınıflaşma ve kastlaşma neticesinde tam anlamı ile çökmeye başladı.

Sömürgen batı gevuru, kendinden olmayan milletleri sömürüyor idi.

Sünnetsiz batı kafasına göre tâlim ve taallüm eden bizim beyaz subaylarımız da

Kendi sınıfından olmayan vatan askerlerimizi sömürmeye başladı...

 

 

Aynı renkli guşları farklı dallara gondurma için

 

Yapmanız gereken tek şey var;

O guşların bir kısmını farklı renklere boyamak!

 

 

 

İşde, sırf bunu yapmak için de

Dünyânın en günahkâr devleti olan İngiltere’nin tertiplediği31 Mart Vak’ası" ile

Bölücülük” anlamına gelen “irticâ” kelimesini,

İngiliz muhibi ve hâin subaylarımız, 1909 senesinde ordumuzun içine sokdular... 

Üsdelik irticâ kelimesini bu mânâda ilk kullanan kişi de

İrticâ hareketi” olarak nitelediği 31 Mart Vak’asını basdıran Hareket Ordusunun Kurmay Başkanı olan

Kolağası Mustafa Kemal (ATATÜRK)’in ta kendisi idi! 

  • 1909 "31 Mart Vak’ası

         Ve

  • 2016 “15 Temmuz Vak'ası”,

Ordumuzdaki bu sınıflaşmanın neticesi olarak yaşadığımız felâketlerdir.

Garb sevici beyaz zâbitân heyetimizin tertiplediği  bu iki darbenin birbirine ne kadar benzediğini de

Vakdi geldiğinde fâş edeceğiz, inşallah.

 

*  *  *  *  *

 

Tedâvi maksadıyla gittiği Karlsbad’da Mustafa Kemâl,

Milleti eğitmek konusunda 1918 senesinde hâtıra defterine şunları yazdı;

 

 

Bir gün milleti idâre mevkiine gelir isem şâyet, "inkilâp" (coup) yapacağım.

Bu “inkilâp” neticesinde hiçbir zamân avamın mertebesine inmeyeceğim!

 

Bilâkis avamı, kendi "mertebeme" yükselteceğim!”

 

 

Ve Cumhuriyeti kurdukdan sonra da Birinci Cumhurbaşkanı ATATÜRK,

Tahsil, taallüm, terbiye ve terfi konusunda Türk Milletini, "aynı dala gondurmak" isdedi.

Ve dahi

Eğitim konusundaki bu hedefini de şu sözleri ile bayraklaşdırdı; “Hayâtda en hakikî mürşid, ilimdir, fendir!”

Türk milletini muasır medeniyetler seviyesinin de üsdüne yükseltmek için topyekûn bir eğitim seferberliği başlatdı.

Lâkin,

ATATÜRK’ün kıyâfetini giyip ATATÜRK’ün makâmına tüneyen subaylarımız;

Kendileri, devletin parası ile üniversiterlerde beleşinden yüksek tahsil yapar iken

Ordumuzun askerlerini kendi seviyelerine çıkartmak şöyle dursun,

Kendi parası ile yüksek tahsil yapmak isdeyen asubaylara, üniversiteye gitmeyi yasakladı!

Gevurun bile gevura yapmayacağı türden bu zulümler yetmezmiş gibi

Bu vatanın evlatlarını subay, asubay, uzman erbaş, sözleşmeli er ve sâire isimler altında sınıflara böldü!

Ve bu bölünmenin neticesinde,

Bugüne kadar geçen son 100 senede mürteci subaylarımız;

Türk Ordusuna tam 9 sınıf asker doğurtdu!

İşde, belgesi;

 

Asubay Tefrikası-5_ Ordumuzun mevcudu_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Kışlada, karâhgâhda öte beri göt gezdiren bir subayımızı çağır ve sor;

Ordumuzda kaç sınıf asker var?

Yukarıda gördüğünüz şu asker sınıflarını tam olarak söyleyemez!

Böyle rezâlet bir durum, dünyânın hiçbir ordusunda yokdur!

 
*  *  *  *  *

 

Tezgâhladıkları elvân türlü kânûnsuzluklar ile mürteci subaylarımız,

Ordumuzda bilerek meydana getirdiği bölünme ile sınıflaşma ve cepheleşmeyi sürekli körükledi!..

Göbekden beslemeli batımeşrep subaylarımız;

Üsdün ırk olduğu sapkınlığına düşen hıristiyan batının,

Vahşi ve ilkel dediği doğu milletlerini sömürmek için

Son 200 seneden beri tatbik etdiğişarkiyât” siyâsetinin koçbaşı olarak

Memleketimizdeki “Böl ve yönet” faaliyetinin gönüllü neferâtı oldular.

Bu sömürgen, kemirgen ve böbürgen subaylarımızın vatanımıza ve ordumuza ihânetini bizzât gören ATATÜRK,

20 Temmuz 1922 Perşembe günü Ankara'da şöyle dedi;

Kahramânı da hâini de çok olan bir milletiz.”

 

*  *  *  *  *

 

Ordumuzun terfi-yü tefeyyüz târihine kısa bir bakış atdıkdan sonra

İmdi, teveccüh eyleyelim, şu bilgilere...

Pilot asubaylar_Asubay Tefrikası-5 Eski Tüfek Şükrü IRBIK

*  *  *  *  *

 

image034

  

*  *  *  *  *

 image036

 

 er

 

 *  *  *  *  *

 

image038

Asubay Tefrikası-5_ Asubaylıkdan terfili tuğgeneraller_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

Asubay mısın, Er misin? isimli makâlemizi neşretdiğimiz 10 Haziran 2016 Cuma günü;

Asubay mısın? Er misin? Asubay Tefrikası-5 Eski Tüfek Şükrü IRBIK

*  *  *  *  *

 

Sözün Belgesi!

 

 

  Peki,

  • Kara Harp Okulu dediğimiz Harbiye’nin ilk komutanı, Erlikden terfili bir zâbit idi, öğrendik de... 
  • Erlikden terfili Müşirlerimiz 

         Ve hattâ

Genelkurmay Başkanlarımız olduğunu biliyor muydunuz?

 

 

msb-kapak

 

Yukarıda kapak resmini gördüğünüz işbu kitapda;

Millî Savunma Bakanlığının teşkil edildiği 1826 senesinden

Bu kitabın neşredildiği 1976 senesine kadar geçen 150 sene içinde

Türk Ordusunda Serasker (Millî Savunma Bakanı/Genelkurmay Başkanı) olarak görev yapmış subaylarımızın isimleri ve kısa özgeçmişleri mevcut.

 

*  *  *  *  *

 

Erlikden Terfili Genelkurmay Başkanları

Yukarıdaki kitabın 37 ve 38’inci sayfalarında yer alan

Ve aşağıdaki sayfalarda kırmızı çerçeve içinde gördüğünüz askerler;

Ordu-yu Osmânî’ye “Er” olarak intisab etdikden sonra

Harbiye mezûnu binlerce zâbitden daha üsdün, daha liyâkatli ve daha kâbiliyetli olduklarını isbatladılar.

Ve

Ordu-yu Osmânî’nin en yüksek rütbesi olan "Müşir" liğe kadar terfi etdiler.

Ve dahi

Serasker (Millî Savunma Bakanı/Genelkurmay Başkanı) makâmına tâyin edilmeyi başardılar.

image047

image049

 

*  *  *  *  *

 

 

Ordu-yu Osmânî’nin ilk Seraskeri (Millî Savunma Bakanı/Genelkurmay Başkanı)

Müşir Aga Hüseyin Paşa

(1 Haziran 1826 – 1 Mayıs 1827)

 

 

aga 2

 

*  *  *  *  *

 

 Erlikden Genelkurmay Başkanlığına (Serasker) terfi eden bu erlerimizin kısa künyeleri de şöyle;

 

 

Kendilerine "efendiliği" paşa babalarından mirâs olarak gören,

Kendilerinden başka herkesi de “köleliğe” mahkûm eden harbiyeli efendi beyaz subaylarımızın

Emir-gomuta zenciri içinde yazdırdığı düzmece ve sahte târih kitablarında göremezsiniz bu bilgileri...

 

 

*  *  *  *  *

 

 

 Sözün Özü; 

Aşağıda sol tarafdaki resimde gördüğünüz er kişi;

Devlet için bir tehdit hâline Yeniçerileri, Taksim'deki Topcular Kışlasında 1826 senesinde topa tutarak imhâ eden

      Ve böylece

"Vak’a-yi Hayriye”nin kahramânı olan

        Ve dahi

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi AKAR’ın ilk komutanı olan

Erlikden Seraskerliğe terfi eden Müşir Aga Hüseyin Paşa’dır!.. 

 

Muhterem okuyucular;

Bu iki resim arasındaki biricik benzerlik, işde, budur!

 


Aga Hüseyin Paşa ve Seri Paşa Hulusi

 

Prof. unvânlı, kurmay yıldızlı, yüksek rütbeli, öğretmen sıfatlı

Ve bâhusus

Târihci olduğunu söyleyen efendi beyaz subaylarımızın ağzına alamadığı bu acı hakikâti;

Genelkurmay Başkanlarıma ithâf ediyorum!

 

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

 

 

   Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız   

 

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Sahil Güvenlik Komutanlık BrövesiAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKSahil Güvenlik Komutanlık Brövesi

 

 

 

 

 

Asubay Tefrikası -4-

Temmuz 12, 2017

Asubay Tefrikasi_4- Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası -4-

Erlikden Harb Okulu Komutanlığına

 

 

Bugünkü askerî mevzuâtımızda “Astsubay” olarak bize yutdurulan uyduruk asker sınıfı hakkında

Asubay Tefrikası ismi ile bugüne kadar üç bölüm neşretdik.

İşde, bu bölümlerin başlıklarını aşağıda görüyorsunuz.

Kapak-1  Kapak-2  Kapak-3

Kelime sağmaya, hakikât mayalamaya devâm ediyoruz!

Şu anda kıraat etdiğiniz bölüm, tefrikamızın dördüncü makâlesi...Kapak-1

Asubay Tefrikası -1- Dünden Bugüne Asubaylar isimli mukaddime ile

08 Mart 2017 Çarşamba günü bismillah dediğimiz silsilemizde,

  • Tefrikamızın başından sonuna kadar tetebbu eyleyeceğimiz konu başlıklarını fâş eyledik!

Gene aynı bölümde;

  • Subay ve asubay meslekdaşlarımızın asubaylık târihi hakkında “düzmece” kitaplar yazdığından, 
  • Kokuşmuş subay fikriyâtının dayatdığı bu dar kapsamlı ve “ısmarlama” kitapların;

 

*  *  *  *  *

 

Asubay Tefrikası -2- Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar isimli ikinci bölümde;Kapak-2

  • Bölüğün anası” kim imiş,
  • Kimlere “tampon” diyorlar imiş, öğrendik!
  • Tonyukuk zamânında “başkomutan” anlamına gelen “çavuş” unvânını, aradan geçen 1.300 sene içinde çapsız subaylarımızın nasıl da “ayaklara” düşürdüğünün ibret dolu belgelerini gördük! 

 

 *  *  *  *  *

 

Asubay Tefrikası -3- Gölge Oyunu: Ordumuzda Asubaylar isimli üçüncü bölümde;Kapak-3

  • Asubaylık denilen askerin iç ve dış hukûmuzdaki meşrûiyetinin,

Daha doğrusu “gayri meşrûiyetinin” izlerini sürdük!

  • Üsdüne toz kondurmadığımız mesleğimiz asubaylığın

İç ve dış askerî hukûmuzdaki kepâze durumu konusunda “son sözü” söyledik.

  • Tefrikamızın bu bölümünde fâş eylediğimiz anakânûn ve kânûnların şâhidliğinde; 
  • 1951 senesinden beri bu hakikâti bilip de söylemeyen hâinlerin dillerini çözdük,
  • Gördüğünü anlayamayan gâfillerin de gözlerini açdık, evvel Allah!

 

*  *  *  *  *

 

Erlikden Harb Okulu Komutanlığına isimli bu dördüncü tefrikamızda da

Askerlik târihimizin kıyısında köşesinde unutulmuş, unutdurulmuş müthiş bir hakikâte daha

2017 Temmuzunda ve târih huzûrunda ebedî bir hayat bûsesi vereceğiz, inşallah...

*  *  *  *  *

 

Ey zamân, bilmez misin etdiğin kötülükleri?

Sana düşer azâpların, tövbelerin beteri.

Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:

Ya bunak bir ihtiyârsın, ya da eşşeğin biri.

 

*  *  *  *  *

 

Hayyam! Helâl olsun sana vallahi!

Bir kadeh, bir güzel, bir çalgı, bir de yeşil çimen...

Bütün bunlar senin oldu, veresiye cenneti de bize peşin satdın!

Sarığını satıp da aldığın gül rengi şarap dolu kadeh elinde,

Eline gül verdiğin gül kokulu, âhu bakışlı o güzeller dizinde,

Dibine kadar zevk ü sefâ yaşadın, o nefis rubâîler dilinde!

  • Yunakda don, göynek mi yudun? Hayır!
  • Arpa unundan hamur mu yoğurdun? Hayır!
  • Öksüz, garip, yetim mi doyurdun? Hayır!
  • Üçer beşer çocuk mu doğurdun? Hayır!  

 

Sana ne azâpların, tövbelerin beterinden?

İçdin şarabı, sevdin arabı, en güzelinden!

Aldırma sen, ölecekse zamân ölsün kederinden...

Zamân dediğin o şerefsiz; Sen var iken alçakları besleyip yoksulları eziyor idi!

Şimdi Çadırcı, sen yoksun!

İçinde dolandığımız çarkı feleğin şu çemberinde

Zamân değil fakat biliyor musun?

Alçakları besleyip yoksulları ezen şerefsizler gene var!

 

*  *  *  *  *

 

15 Temmuz; Siyâsiler, Subaylar ve Asubaylar

15 Temmuz 2016 Cuma akşamı

Kimisi maçasını kurtardı, kimisi façasını.

Kimisi makâm masasını kurtardı, kimisi para kasasını.

Kimileri de canını kurtardı, nâmusunu kurtardı...

Birilerinin; maçasını, façasını; makâm masasını, para kasasını; canını, iktidârını

Ve hattâ nâmusunu kurtarmak uğruna

Bir de şehidimiz oldu!

Askerlik, yan gelip yatma yeri değildir diyen zât-ı muhterem,

Kendi iktidârını, canını ve nâmusunu kurtaran kişinin biricik asker olduğuna inanamadı. Ve hiç kullanmadığı, kullanmak isdemediği bir kelimeyi telaffuz etdi.

Ve Asubay Ömer HALİSDEMİR’e “gahraman” deyiverdi. Allah rahmet eylesin şehidimize...

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Muvazzafı yoksulluk sınırının altında,

Emeklisi de ezel-ebed açlık sınırının altında maaş alan asubaylar, birden bire gahraman oluverdi...

 

 

Asubay Tefrikası_4- Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

Osmanlı Ordusu; Erlikden Harb Okulu Komutanlığına

Asubay dedikleri uyduruk asker sınıfı hakkında bizden önce yazılan kitaplar,

Sınırlarını zâbitân heyetinin çizdiği “resmî ve uyduruk târih” masalı anlatıyor dedik!

Subay denilen asker sınıfını anlatan kitaplar için de durum ayniyle vâkî...

 

 

 1. Kara Harp Okulu Harp Okulu Târihçesi, Harbiye Matbaası, Ankara-1945.

 2. Mehmet Ali BİRAND, Emret Komutanım, Milliyet Yayınları, 1986.

3. Kara Öğ.Yzb. Dr. İsrafil KURTCEBE, Kara Öğ.Yzb. Dr. Mustafa BALCIOĞLU; Kara Harp Okulu Târihi, Kara Harp Okulu Matbaası, Ankara-1991.

 4. Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL; Harp Okulu Târihi, Berikan Elektronik Basım-Yayım-2001.

 5. Kara Öğ.Yzb. Hayrullah GÖK, Arşiv Belgelerinin Işığında Kara Harp Okulu Târihi, Hâcettepe       Üniversitesi Doktora tezi, 2005.

 

 

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Enderûnî içoğlanlarından mürekkep zâbitân heyetinin kahramanlık menkıbeleriyle süslenmiş bu kitaplarda;

Şu kahraman paşamız şu târihde şöyle yapdı,

Bu şanlı komutanımız da bu târihde böyle kerâmet buyurdu,

Gâh indirdiler gâh bindirdiler diye yazılanlar, aynanın sâdece ön yüzünde görülen sahte yansımalardır.

2016 Mart 09’da neşretdiğimiz Çavuş Mustafa Kemâl isimli makâlemizin mütemmim cüz’ünü teşkil edecek bu bölümde ise 

Böyle paşasevici subaylarımızı bu sahte rüyâlarından ayıkdırmak için

Suratlarına bugün şedit bir tokad daha aşkedeceğiz evvel Allah!

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Bu makâlemizde bizim yazacaklarımız tabiidir ki

Aynanın arka yüzündeki gayri resmî ve hattâ gayri meşrû târihinin yansımaları olacak inşallah.

Elimizdeki belgeleri de kendi düşüncelerimizi katmadan kamuoyuna fâş eyleyeceğiz.

 

*  *  *  *  *

 

Bir Var İdi, Birden Bire Yok Oldu!

Evet, tam da öyle oldu!.. Bir var idi, birden bire yok oldu!..

27 Ocak 2017 Cuma günü saat 14:41’de bakdığımda

Kara Harp Okulu örütbağında aşağıda gördüğünüz şu sayfayı yayına kapatdıklarını gördüm!

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Fakat 3 ay evvel,

29 Kasım 2016 Salı günü saat tam 12’de bakdığımda

Kara Harp Okulunun aynı örütbağında aşağıdaki şu sayfa var idi.

Geçmişden Günümüze Kara Harp Okulu Komutanları” başlıklı bu sayfada,

Kara Harp Okulunda komutanlık deruhde etmiş zâbitânımızın kısa künyeleri var idi.

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Kim bilir? Belki de güncelliyorlardır diye düşünmüş idim o vakit. Fakat ben, bu sayfayı almışdım bir kere.

Mâdem ki indirdik, emeğimizin sadakası olarak bir aş pişirmezsek, kelimeler gücenir bize, değil mi?..

Bir suâl sorarak başladım hazırlığa!

Harbiyemizde komutanlık deruhde etmiş bu ağalar, bu beyler, bu paşalar kim imiş diye

Bir suâl tebellür etdi göynümün öte berisinde...

 

*  *  *  *  *

 

Erlikden Terfili Alaylı Paşalar

Padişah efendilerimizin kendileri, Zillullah-ı F’il arz,

Sokakdaki her vatandaş da padişahlarımızın kulları, bendeleri idi!

Fakat ordumuzda her asker, ancak kendi kellesi kadar kıymetli idi!

Kellesini koltuğuna alıp asker olan atalarımız

Ordu-yu Osmânî’de en âlâ rütbeye kadar terfi-yü tefeyyüz edebiliyorlar idi.

En küçük rütbe olan Çavuşluk ile orduya intisâb eden bu serdengeçdi cengâverler

Bugün orgeneralliğe denk olan Beylerbeyi rütbesine kadar terfi edebiliyor idiler.

Hepsi bu kadar değil elbetde. Ben, bunlardan şimdilik “A” harfi ile başlayan sâdece 3 örnek vereyim size;

7

*  *  *  *  *

 

         

       Beyler, agalar, paşalar, orgeneraller işitsin bu sözümü;

  • Türkiye Cumhuriyeti Devletinde insan hakları, Osmanlı Devletinden daha mı geriye gitdi?
  •  Türk Ordusunun asubay denilen askerinin kellesi, subayının kellesinden daha mı ucuz?
  • Bugün biz asubaylara köleliği layık görüp agalık taslayan subaylar, acap kimlere uşaklık ediyorlar?

      Daha da mühimi

  • Bugün burnundan kıl aldımayan bu beyaz zâbitân heyeti, mâzide neyin nesi idi acap?

 

  

*  *  *  *  *

 

Harbiyeli Başçavuşlar

15 Temmuz hengâmesinden sonra

Asubay neşetli iki subayımız, tuğgeneralliğe terfi etdi diye nerede ise kurban kesecek idik!

Fakat,

O zamânki adı Mekteb-i Ulûm-i Harbiye olan Kara Harp Okulundan

1839 senesinde Başçavuş nişânı (rütbesi) ile mezûn edilen harbiyeliler

Bakınız, hangi rütbelere terfi etdiler;

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

       Çavuş Mustafa Kemâl

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

 

Asubay mısın, Er misin?


Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

  Peki,

  • Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz Harbiye'nin ilk komutanı,
  • Erlikden terfili, Alaylı bir zâbit idi, duydunuz mu?

   

  Askerlik târihimizin karartılan sayfalarında gizlenen;

  • Erlikden terfili Müşirlerimiz, 
  • Ve hattâ
  • Genelkurmay Başkanlarımız olduğunu biliyor muydunuz?

 

*  *  *  *  *

 

Kimilerini uyuz öveç gibi gaşındırsa da

Beyaz subay gardeşlerimizi hâfıza dumûruna,

Kıymetli meslekdaşım Ayhan BAYIRLI’yı da sükût-u hayâle uğratsa da

Bugün, burada kokuşmuş bir ezberi daha bozalım, evvel Allah!

 

 

Ordu-yu Berri-î Osmânî (Kara Ordusu)’ye tâlimli, tahsilli ve terbiyeli zâbitân yetiştirmek üzere;

  • Kaymakam Mustafa Mazhar, mektebin teşkil edilmesinden bir sene evvel, 1834 senesinde Harbiye’nin ilk komutanı tayin edildi.
  • Mekteb-i Ulûm-i Harbiye ismi ile teşkil edilen ilk mekteb, 1 Temmuz 1835 Çarşamba günü tâlim ve taâllüme başladı. 
  • Harbiye’yi tâlime açan ilk komutanı Kaymakam Mustafa Mazhar ve Serasker Mehmet Hüsrev Paşa, er neşetli alaylı zâbitân idi. 
  • Daha sonraları Mekteb-i Harbiye ismini alan bu mekteb, eğitime başladıkdan ancak 13 sene sonra, 1848 senesinde ilk mezûnlarını verebildi.

 

 

*  *  *  *  *

 

Kıt’a kaynaklı ve erlikden terfili zâbitânımızın "Mekteb-i Ulûm-i Harbiye” ismi ile teşkil etdiği

Ve dahi

1 Temmuz 1835 Çarşamba günü tâlim ve taâllüme başlatdığı Kara Harp Okulumuzun

Hepsi de erlikden terfili zâbitân olan ilk hocaları ve İdâre Heyetinin künyeleri de şöyle idi;

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin teşkil ve küşâd edildiği 1835 senesi itibâri ile

Ordu-yu Berri-î Osmânî'de sâdece 2 sınıf asker olduğuna bâhusus dikkat buyurunuz;

 

 

1. Erbaş (erât)

2. Subay (zâbit)

 

 

Ve dahi bir hususa daha lutfen dikkat buyurunuz;

Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin İdâre Heyetinde vazifelendirilen kıt'a kaynaklı ve erlikden terfili çavuşlarımızın

Askerliklerinin ileriki dönemlerinde terfi etdikleri rütbelere... 

 

*  *  *  *  *

 

Avrupa’daki çeşitli harp okullarına öğrenci göndermeye 1835 senesinde başladık.

Yurtdışında ilk tahsil görenlerden birisi de Viyana Harb Mektebinden mezûn edilen

Ve dahi

Sonradan Suriye Vâlisi olan Üsküdarlı Çavuş Ahmet Efendi’dir.

Bir başka ifâde ile Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin teşkil edildiği 1835 senesinde kara ordumuzdaki zâbitânın hepsi kıt’adan terfi ederek gelen er menşeli alaylı zâbitân idi.

Doktora tezinde Hayrullah hocam kısaca bahsetmiş. Bu dürüstlüğünden dolayı kendisine teşekkür ederim.

Fakat örütbağ sayfasında neşretdiği târihcede, Kara Harp Okulu her niyeyse bu hakikâti meskût geçmiş!

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*    Kara Harp Okulunun ilk komutanı “Mazhar” beyin ismini “Mahzar” şeklinde yanlış yazmışlar.

**  Üçüncü komutanı Selim “Satı” Paşanın ismini “Satıh” şeklinde yanlış yazmışlar.

*** Altıncı komutanı Abdülkerim “Nadir” Paşanın ismini “Nadi” şeklinde yanlış yazmış gerzekler.

 

*  *  *  *  *

 

Aşağıdaki lisdeyi Hayrullah GÖK hocamın 2005 senesinde yazdığı doktora tezinden aldım.

Burada Kara Harp Okulunun ilk 20 komutanın isimleri var.

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

Kara Harp Okulu Komutanlarını gösderen şu lisdeyi de

İki subayımızın yazdığı Kara Harp Okulu Târihi isimli şu ısmarlama kitabdan aldım.

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Kırmızı ok ile işâretli subayların hepsi kıt’adan neşetli, Erlikden terfi eden Kara Harp Okulu komutanlardır.

 

*  *  *  *  *

 

1834 senesinde teşkil edilen Kara Harp Okulunun ilk komutanı mecburen alaylı zâbit olmak zorunda idi. Çünkü “zâbit mektebi” olmadığı için “mektebli zâbit” de yok idi denilebilir. Elbetde doğru ve tutarlı bir savunmadır.

Peki, bu doğru ve tutarlı savunmayı çürütmek için Eski Tüfek de şöyle karşı bir savunma yapsa ne olur? Övgü pâyesi devşirmek için guduran böbürgen subaylarımız yeri gelince “her Türk asker doğar!” diye gıçlarını yırtarlar. Bu önerme doğru ise şâyet demek ki askerlik, Türk milletine, doğuşdan gelen bir meziyet. Bu sebepden dolayı hamurunda askerlik olan bu milletin çocuklarına, kendini isbatlaması ve kahraman olması için sâdece fırsat vermek yetiyor.

Mâdem ki bu netice de doğru. Öyleyse, asker olmak için, kahraman olmak için ille de harbiyede okumak şart değil. Zâten târihe bakdığımızda, yaşadığımız olayların bu önermeyi pekâlâ teyit etdiğini görüyoruz.

Çünkü;

 

 

  • Berrî (Kara) Ordumuzu, M.Ö. 209 senesinde teşkil etdik.
  • Bahrî (Deniz) Ordumuzu, 1081 senesinde teşkil etdik. 

 

 

Bu târihden evvel ordularımızın komutanlarının hemen hepsi alaylı idi. Alaylı komutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu. Üç kıtayı yurt edinen devletimizin yüzölçümü 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi.

 

 

  • Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi, 1776 senesinde teşkil etdik.
  • Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiye”’yi de 1834 senesinde teşkil etdik.

 

 

Bu mekteblerde harb sanatı tâhsil etmiş zâbitân heyeti ordumuzda görev almaya başladıkdan sonra, Osmanlı Devletinin yıkılması hızlandı.

Tahsil, cehâleti alır derler.

Fakat harbiye tahsili görmüş zâbitân heyetinin ordumuzdaki sayısı arttırkca devletimiz, Avrupa orduları karşısında daha çok savaş kaybetdi. İstiklâl Harbi öncesinde yüzölçümü üç yüz bin kilometre kareye gerileyen koskoca Osmanlı Devleti, İstanbul’a hapsedildi.

 

 

  • Mâdem ki onca masraf edip harbiyeli zâbitâna harb sanatını öğretdik,
  • Harbiye mezûnu zâbitânın sevk ve idâre etdiği bunca harbi biz, niye kaybetdik?

 1909 senesinde ordumuzda "asubay" denilen uyduruk bir asker sınıfı yok idi de...

  • Osmanlı Devletini de mi alaylı zâbitân yıkdı? 
  • Bu iç gıdıklayıcı ve can yakıcı çelişkiyi izah edecek biricik zâbitimiz var mıdır?

 

 

Burada bir hakikâti daha ortaya koymalıyız; Avrupa devletlerinden örnek aldığımız harp okullarının açılması ile birlikde ordumuzda sınıflaşma ve kastlaşma başladı. Açılan her yeni mektep kendine özgü yeni ve ayrı bir sınıf doğurdu! Bu meseleyi de vakdi geldiğinde belgeleri ile isbat edeceğiz, inşallah.

31 Mart Vak’ası neticesinde Osmanlı Devletini 1909 senesinde yıkanlar, İngiliz muhibi harbiyeli zâbitân idi. 31 Mart’ın sırdaşlarından kendisi de bir harbiye mezûnu olan Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa, hesâba çekilmeden bir suikast ile susduruldu.

 

Asubay Tefrikası 4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Harbiye neşetli zâbitân heyetimizin neler yapdığına dâir en son örneği de 2016 senesinde yaşadık!

15 Temmuz darbesini tezgâhlayan subaylarımızın hepsi de Harp Okulu mezûnu subaylardır.

Harbiyede harb tahsil etmiş Amerikan muhibi bu zâbitânımız, bu kez de T.C Devletini yıkmaya tevessül etdi.

15 Temmuz’un Mahmut Şevket Paşaları da susduruldu. Ve Göreceğiz, hesâba çekilmeyecek!

 

 

  • Demek ki tahsil ile kahramanlık arasında doğru bir orantı yok! 
  • Demek ki harbiyeden kahraman subaylar kadar hâin subaylar da çıkabiliyor. 
  • Demek ki kahramanlık sâdece subaylarımıza has bir seciye değil!

 

 

*  *  *  *  *

 

  

  • Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz subay okulunu teşkil eden 

       Ve

  • İlk komutanlığını (Nâzır) deruhde eden Kaymakam (Yarbay) Mustafa Mazhar Bey, kıt’a neşetli, er kaynaklı alaylı bir zâbitdir.
  • İkinci komutanı Azmi Bey hakkında kesin bilgi bulamadım.  
  • Fakat 
  • Üçüncü komutanı Selim Satı Paşa, 
  • Avrupa’da tahsil gören dördüncü komutanı Emin Paşa, 
  • Beşinci Komutanı Ferik Refik Rıfat Paşa,
  • Altıncı komutanı Abdülkerim Nâdir Paşa da er kaynaklı alaylı zâbitândır.

 

 

Erlikden terfili harbiye nâzır isimleri, elbetde yukarıda gördüğünüz zâbitân ile sınırlı değil!

Harbiye Mektebi eğitime başladıkdan seneler sonra bile

Erlikden terfili zâbitânımız, bu mektebimizde nâzırlık (komutanlık) yapmaya devâm etdi.

Kıt’a kaynaklı ve erlikden terfili bu harbiye nâzırlarının kimler olduğunu en iyi bilen de

Bugünkü Kara Harp Okulu Komutanlığımızdır.

 

 

*  *  *  *  *

 

Sözün Özü;

Subay gardeşlerimiz rûhlarından söküp, hamurlarından kazıyıp atamazlar!

Tecâhül de etseler,

Tegâfül de etseler,

Târihin bildiği hakikâti insanlardan saklamanın faydası yok!

Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz okulun kurucu rûhunda ve hamurunda

Erlikden terfili, alaylı zâbitânın mayası vardır.

 

*  *  *  *  *

 

 

 Orduyu Humâyûn’a  Çavuş rütbesi ile girip de

 Harbiye mezûnu binlerce zâbitin arasından sıyrılarak

 Serasker (Genelkurmay) makâmına kadar terfi eden Erlerimiz olduğunu

 Ve dahi

 Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi AKAR’ın ilk komutanının da

 Kıt’a kaynaklı ve Erlikden terfili bir zâbit olduğunu öğreneceğiz, evvel Allah.

 

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

 

   Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız   

 

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

asubay misin

 Asubay Mısın, Er Misin

 

İkrâr ediyorum!

Gül alıp gül vermek isderdim herkese, adını bile sormadan; allı morlu, mis kokulu...

Ya da

Makâleler yazmak isderdim, suya sabuna dokunmayan; harir kadar saf, çocuk kadar mâsum...

Aşk kokan, sevgi dolu... Ayşe’den, neş’eden, meşeden dem vuran!

Benim de sevdâya teşne kalbim var, ne de olsa!

Türkü yazmak isderdim hele!

Mertlik üsdüne, yiğitlik mayalı; her nağmesi dostluğa dokunan, kardeşlik kokan ... 

Çünkü

Türk’ü bilen türkü bilir,

Türk’ü seven de türkü yazar.

Ben de insanım, nihâyetinde!

Ya da!..

Ya da,

Her kalem oynatışımda ucundan sitâyiş süzülen, vefâ dökülen, garındaşlık mumuyla ışıldayan...

Fakat olmuyor!

Daha doğrusu oldurtmuyorlar!

Bâzen, söyleyen özne olsa da söyleten nesne oluyor, maslahat icâbı. İşde bu durumda, söyletenin kim olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Çünkü burada, asıl fail özne değil fakat nesne oluyor.

Evet, insanım, nihâyetinde... Haksızlığa, yolsuzluğa, nâmertliğe, zorbalığa isyân eden!

Biz Asubaylara yapılan bu ahlâksızlık, bu haksızlıklar karşısında

Tencere bile olsa tıngırdar; köpek bile olsa havlar be!

Benim, köpeğinki kadar bile aklım, köpeğinki kadar bile haysiyetim yok mu sanıyor bu kaşalotlar!

Haksızlığa uğramışsam,

Bağırır, çağırırım!

Ȃsi olur, başkaldırırım ödlek firavunlara.

Bu topraklarda yiğide deli demek âdet olmuş nasıl olsa!

Ağız dolusu küfür bile ederim alayına...

İşde o vakit derim ki;

Kiremitde özler var

Başkanlarda elâ gözler var

Sizleri tenhâlarda bir görsem 

Söyleyecek çok sözler var!

Mâdem öyle!

Bolu’nun Zorbeyi var ise şâyet,

Dağlarının da Köroğlu’su elbet olacak!

Hele bir de damarıma basarlar ise şâyet!

Öyle yazılar yazarım ki!

Kesip biçmeden söker alırım o üç paralık ciğerlerini, fesât dolu döşlerinden, evvel Allah.

İşde meydân! Söze söz! Varsa diyecekleri şâyet

Çıksınlar karşıma!

Yedikleri haltların, yapdıkları nâmertliklerin, hainliklerin, kânunsuzlukların hesâbını versinler!

Şu memleketde iyiye, güzele dâir söz söyleyen, iş yapan herkes mutlaka kösdeklenir, cezâlandırılır. Bizim için de durum ayniyle vâki oldu!

Gevur Coni’nin ordusunda bir Er olsaydım şâyet

Bugüne kadar ortaya dökdüğüm bunca kânunsuzluk, yanlışlık, haksızlık, ahlâksızlık ve sahtekârlıklardan dolayı

Coni Genelkurmay Başkanı herhâlde bana üç beş madalya takdim eder idi...

Fakat bizim müslümân bildiğimiz Genelkurmay Başkanlarımız ise

Bu kânunsuzlukların, haksızlıkların, ahlâksızlıkların ve sahtekârlıklardan üzerine gitmek yerine

Doğruları söyleyen Eski Tüfek’i öksüz yetim zannedip ezmeye tevessül ediyorlar...

Bugüne kadar söylediklerimin bir tek kelimesini dahi tekzip edemediler, iftirâ diyemediler!

Hakâret etdiğimi söylüyorlar... Evet, ortada bir hakâret var da ... Kim, kime etdi acap?..

 

Zihniyet Sürgünü isimli makâle benimdir, ben yazdım! Bütün hukûkî mesuliyet bana aitdir diye ilk gün dilekce verdim. Fakat subaylarımıza bu da yetmedi. Hemen koşup gidip mahkemeye itirâz etdiler. Asubaylık dâvasına büyük emek veren kıymetli meslekdaşım Semih KOÇ ve emekliassubaylar.org’un hizmet aldığı şirketin sahibini de cezâlandırmak için üst mahkemeye itirâz etdiler. Fakat mahkeme, bu talebi reddeddi.

Hakkımda açdıkları cezâ ve tazminât dâvaları da bu subaylarımıza yetmedi! Bu kez de bu makâlem ile bu zevâta iftirâ etdiğim iddiasıyla üst mahmekeye itirâz etdiler. Mahkeme, subaylarımızın bu talebini de reddeddi.

İşde, gene ikrâr ediyorum!

Zihniyet Sürgünü isimli makâlenin müellifi, Eski Tüfek mahlaslı ben Şükrü IRBIK’ım.

Elinizden geleni ardınıza koymayın da nelere kâdir olduğunuzu bütün dünyâya gösderin!..

 

Duydum ki gevurun hâkimleri Berlin’de imiş! Bizim müslüman hâkimler nerede, onu da göreceğiz elbet...

Hâl böyle olunca;

Eski Tüfek’in kısmetine de

Asubaylara yapılan haksızlıklar ve kânunsuzluklar târihcesini fâş eyleyen acı makâleler yazmak düşüyor…

Aşkı, meşki; gülü, bülbülü; Ayşe’yi, neş’eyi bir kenara bırakdık!

Kalem ve kâğıdı alıp da elimize

Ömrümüzün şu son fasılında

Üzerine fesâtlık, nâmertlik, şerefsizlik, hâinlik ve ödleklikden dem vuran kelâm akıtmak düşüyor bize de, yiğitce... 



*  *  *  *  *

Kiremitde Buz musun?

Türkülerimiz olmasaydı ne yapardım, bilmiyorum!

Değil yazmak, söylemek; konuşmaya bile mecâlim olmazdı herhâlde!

Dünyânın en büyük kütüphânesinde bile olmayan hazineler var içinde...

Bir türkü, hattâ o türkünün bir kelimesi bile bir kitabdan çok daha fazla şeyler anlatır bize.

Kitaplara sığmayacak kadar sözün mü var diyecek? Bir türkü çığır, daha fazlasını anlatırsın, evvel Allah.

Yeri gelir, gönlüme tercümân olsun diye Muğla’dan Civelek Şerafettin’e veririm sözü;

Deniz üsdü köpürür,

Kayığa da binsem götürür!

Benim böyle âsi oluşum

Nâmertlerden, ödleklerden ötürü... 

Ya da

Kitaplar dolusu kâğıt ve kelâm isrâf etmek yerine Yalova’dan Müşerref Hanımı söyletirim kendileyin;

Kiremitde buz musun? Gelin misin, gız mısın?

Bir suâl soracam sana, ey Genelkurmay Başkanım,

Bana cevâp vermeye hazır mısın?

*  *  *  *  *

Değil!

Biliyorum! Kimilerine her gün, her yer düğün bayram olsa da

Benim için, daha doğrusu, “diğerleri” dedikleri biz Asubaylar için vaziyet hiç de öyle değil!

Bu hususda dilim ne söylesin, elim ne yazsın diye binbir türlü ağrılar içinde geceyi gündüze katık eder iken

Gene anamın sütü gibi Türkülerimiz besliyor dimağımı...

Yersiz, yurtsuz, adsız, odsuz, bir ozan olurum o zamân da;

Bilmem, şu feleğin bende nesi var?

Her gitdiğim yerde, yâr isder benden!

Sanki benim mor sümbüllü bağım var!

Zemheri ayında anam, gül isder benden!

Zemheri ayında gülü hangi şaşkın kaybetmiş ki kim bulup kime versin, Allah aşkına?

Asubay denen uyduruk asker sınıfının târihine her kalem daldırışımda ne acıdır ki gül yerine

İçinde çomca dönmez bok, cerâhat, hamâkat,

Elvân türlü ihânet ve şerefsizlik çıkıyor karşıma!..

Kars’lı Feryâdî olurum, icâp ederse;

Yine geldiyse gam yükünün kervânı,

Yine yazmak şart olduysa Eski Tüfek için, ihâneti, ödlekliği...

Ölsem de bu uğurda şâyet

Çekeceğim bu derdi, her mihnete rağmen!

Karac’oğlan olunca da derim ki, bakın geline

Ömrümün yarısı gitdi talana

Suâl eylen bizden hey dost, evvel gelene!

Kim var imiş, biz bu orduda yoğ iken! 

*  *  *  *  *

Kaşıkdaki Kısmet!

Bunca zamândan beri herkesin okuyup geçdiği kânunların içinde

Senelerden beri çürük yumurta gibi kokuşup duran kânunsuzluklar niyeyse hep bizim kalemimize takılıyor.

Bu sahtekârlıkları yazmak görevini de anlaşılan o ki bugünün târihi, Eski Tüfek’e yüklüyor. Olsun! Kısmetde ne varsa kaşıkda da o çıkıyor nasılsa!

Asubaylık denince şu memleketde ortalık

İçinde çomca dönmez bok çuvalı oluyor!

Bugüne kadar yazdığımız bunca makâlede bunların neler olduğunu belgeleriyle defâlarca fâş eyledik!

Fakat subay gardeşlerimizin cenâhında

Allah, daha çok versin!

Bakınız, bulabildiğimiz kadarıyla vaziyet nasıl tecelli ve tahakkuk eyliyor!..

Sayısını dahi bilmedikleri kadar çok tazminât,

Vakdinden evvel ikrâm edilen intibâklar,

Yarbay ve binbaşılarımıza ulufe gibi dağıtılan kânunsuz ve beleş kademeler,

OYAK yönetim kurullarında ballı üyelik,

Adı sözde Mehmetcik olan vakıflarda kaymaklı huzur hakkı,

Evvel ihâle verip âhiren de koltuk kapdıkları özel şirketlerde sözde danışmanlık...

Kapıdan kovarak emekli edilen palamut albaylarımıza, devletden ikinci ikrâmiye,

OYAK’dan, emeklilikde bile devâm eden kıyak üyelik vs.

Ne diyeyim ben size?..

Gözünü toprak doyursun, inşallah! 

*  *  *  *  *

Devletin milletin, tüyü bitmemiş yetim hakkının üsdüne kendileri için kurdukları sahte cennetlerde

Utanmadan, sıkılmadan saltanât sürenlerin kaba etine Eski Tüfek kalemini batırınca da

Hemen koşup gidip soluğu mahkemede alıyorlar.

Devleti korumak için devletden avuç dolusu para alan eli tabancalı, beli kılıçlı subay gardeşlerimiz

Bu kez de kendilerini koruması için hemen varıp mahkeme kapısına dayanıyorlar.

Varsın, dayansınlar! Demek ki adâlet onlara da lâzım oluyormuş!

Ya da

Adâlet dağıtmak için cübbe giyip celp etdiği askere huzurunda düğme ilikleten hâkim sıfatlı subay gardeşlerimizin,

Bu kez de kendileri adâlet aramak için hâkim önünde kendi cübbesini ilikliyor...

Varsın, iliklesinler! Demek ki adâlet dağıtanlara da adâlet lâzım oluyormuş!

2014 Mart’ında Ankara’nın göbeğinde TEMAD’ın yatdığı ölüm orucunda

Çişini bile tutamadığı için altına bez bağlayıp da

Belediyelerin verdiği külüsdür otobüsler ile memleketin dört köşe bucağından Ankara’ya sökün eyleyen

Seksen yaşında, doksan yaşında emekli büyüklerimizin yürek dağlayan hâlini görünce

Başkan Ahmet KESER’e desdek vermek için bir makâle döküldü, kalemimin ucundan vehleten...

İsmi, Zihniyet Sürgünü!

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

emekliassubaylar.org’da neşretdiğimizin ertesi günü hemen şunları yapdı, bu subay gardeşlerimiz;

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

asubaymisin 3

 

BİMER Müracaatı Şükrü IRBIK‏ 

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

21 Temmuz 2014, Pazartesi ,7:34 PM 

 To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. 

           Sayın Şükrü IRBIK, 

1.    TSK sosyal tesislerine giriş yasağınıza dair 10 ve 17 Haziran 2014 tarihli müracaatlarınıza Genelkurmay Başkanlığınca iki defa cevabi yazı gönderilmiş olmasına rağmen aynı konuyla ilgili 03, 04, 05, 06, 09 ve 10 Temmuz 2014 tarihli olmak üzere toplam altı adet daha BİMER müracaatınız alınmıştır. 

2.    Söz konusu 10 ve 17 Haziran 2014 tarihli müracaatlarınıza verilen cevabi yazılarda da belirtildiği gibi; 

a.    Orduevleri, askerî gazino ve diğer sosyal tesislerden yararlanma usul ve esasları ile söz konusu tesislere girişin yasaklanmasına yönelik hususlar, TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin 664’üncü maddesinde düzenlenmiştir. 

b.    Bu kapsamda; hak sahibi kişiler, bu düzenlemeye istinaden Orduevleri, Askerî Gazinolar ve Sosyal Tesisler Yönergesi’nde (MY 58-4) yer alan esaslar doğrultusunda orduevi, askerî gazino ve sosyal tesislerden istifade etmekte, belirlenen esaslara uymayanların tespit edilmesi hâlinde ise personelin istifadesi Gnkur.Bşk.lığınca oluşturulan bir kurul tarafından yasaklanabilmektedir.

3.    13 Mart 2014 tarihli emekliassubaylar.org internet adresinde adınızla yayınlanan 13 sayfalık “Zihniyet Sürgünü’’ başlıklı yazınız gereği, yukarıda belirtilen mevzuat kapsamında TSK Sosyal Tesislerine girişiniz kurul kararıyla 14 Mart 2014 tarihinden itibaren süresiz olarak yasaklanmıştır. 

4.    Bilgi Edinme Hakkının Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik’in 18’inci maddesi “Daha önce cevaplandığı halde aynı kişiler tarafından yapılan tekrar mahiyetindeki başvurular ile soyut ve genel nitelikteki başvurular işleme konulmaz ve durum başvuru sahibine bildirilir’’ hükmünü amirdir. 

5.    Aynı konuya dair ilave olarak gönderebileceğiniz tekrar mahiyetindeki başvurularınızın 4’üncü madde esaslarına göre değerlendirileceği hususunu bilgilerinize sunar, esenlikler dileriz.

 

Yakın zamânda uluslarası hukukda önemli bir gelişme ortaya çıkdı. Dünyânın önemli hukukcuları, ömür boyu cezânın insanlık şerefine karşı bir suç olduğu kanaatına vardı. Hiç kimseye, hiçbir şekilde ömür boyu cezâ verilemez diyorlar! İdâm cezâsının bile 25 sene ile sınırlandırılması kabul gördü.

Fakat sâbık Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey,

Bu uluslararası kuralı çiğnemekde hiç beis görmedi...

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

BİMER Müracaatı Şükrü IRBIK‏ 

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

11:56 AM  

To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. 

From:  Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. 

Sent: 25 Mart 2015, Çarşamba 11:56:24 AM

To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Sayın, Şükrü IRBIK

İLGİ     :   (a)       TSK sosyal tesislerine giriş yasağınıza dair 09 Mart 2015 tarihli BİMER müracaatınız. 

               (b)       TSK Akıllı Kart Yönergesi.

1. TSK sosyal tesislerine giriş yasağınıza dair ilgi (a) dilekçeniz alınmıştır.

2. TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin 664/4 maddesi kapsamında hakkınızda verilmiş olan TSK sosyal tesislerine giriş yasağı, 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu’nun 98 ve 99’uncu maddelerinde belirtilmiş olan orduevi, askeri gazino, kışla gazinosu, vardiya yatakhaneleri ile özel/yerel ve kış eğitim merkezlerini kapsamaktadır.

3. Bununla birlikte, hakkınızda 13 Mart 2014 tarihinde TSK sosyal tesislerine süresiz giriş yasağı verildiğinden ilgi (b) Yönerge’nin;

         a.  “Askeri sosyal tesislere girişin süresiz olarak yasaklanması (muvazzaf personel hariç) durumlarında TSK Akıllı Kartları iptal edilir’’

   b.  Geçerliliği sona ermiş kartlar kullanılmaya çalışıldığında, Birlik/Karargâh/Kurum/Askeri Sosyal Tesis/Askeri Hastane vb. birimlerce el konularak TSK Akıllı Kart Yönetim Merkezine imha edilmek üzere gönderilir’’ hükümleri gereğince kullanmakta olduğunuz TSK akıllı kartınızı imha edilmesi maksadıyla Genelkurmay Akıllı Kart Merkezi Başkanlığına göndermeniz gerekmektedir. 

 Bilgilerinize sunulur.

 

Üsdelik mahkeme sürecinin devâm etdiğini bile bile istediler...

Hem yazılı olarak hem de telefon ile sözlü olarak...

Genelkurmay Başkanlığından beni arayan Yüzbaşı gardeşime dedim ki;

Kimlik kartımı ben, vermiyorum! Yerimi biliyor! Gücü yetiyor ise şâyet gelsin, Necdet Bey kendisi alsın!

İki seneden fazla zamân geçdi. Şu gün oldu, kimse gelmedi...

Fakat bana yapdıkları bütün bunlar, bu subay gardeşlerimize az geldi...

Akabinde;

Yapacak başka işleri yokmuş ki dördü bir araya gelip, benim hakkımda;

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Yeri geldiğinde ordumuzun baş komutanı olduğunu söyleyen subaylarımız,

Ortaya dökdüğümüz bu kânunsuzlukları telâfi edip ordumuzda huzuru yeniden temin etmek yerine

Ellerindeki bütün imkânlarını benden intikâm almak için seferber etdiler…

Canları sağ olsun! Kimin haklı olduğunu zamân elbet gösderecek.

*  *  *  *  *

İkrâren Sukût

Bir dilekce gönderiyorum,

Bir suâl soruyorum

Ve

Bir kelimelik  bir cevâp talep ediyorum...

Diyorum ki;

Er mi? Asubay mı?

 

KONU: Bâzı Türkce Askerî Terimlerin İngilizce Tercümesi Hakkında.

İLGİ: (a) (http://www.eucom.mil/media-library/photo/24821/fleet-master-chief-petty-officer-roy-m-maddocks-jr-spoke-with-more-than-100-students-of-the-sixth-class-at-the-sergeants-major-academy) bağlantısında münteşir haber.

(b) Deniz Kuvvetleri Komutanlığının https://www.dzkk.tsk.tr/icerik.php?icerik_id=39&dil=1 bağlantısında münteşir Kuvvet Astsubayı tanıtım sayfası. 

(c)  4982 sayı ve 09 Ekim 2003 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânunu.

(ç) 2004/7189 sayı ve 19 Nisan 2004 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânununun Uygulanmasına İlişkin Esâs ve Usûller Hakkında Yönetmelik.

1. İlgi (a)’da mezkûr haberde, ABD Deniz Kuvvetleri Kuvvet Kıdemli Er’i Roy M. MADDOCKS JR.’ın 03 Nisan 2013 târihinde Genelkurmay Başkanlığımızı ziyâret etdiğinden ve söze konu şahısın AÜKHE eğitimi alan 100’den fazla Astsubayımıza bir konferans verdiğinden bahsedilmektedir.

2. Aynı haberde Genelkurmay Başkanlığımızın;

    a. “Genelkurmay Başkanlık Astsubayı” dediği Astsubaydan “Senior Enlisted Leader”,

  b. “Astsubay Üst Karargâh Hizmetleri Eğitimi” (AÜKHE ) ismini verdiği okuldan da Kıdemli Er MADDOCKS’un “Akademi” olarak bahsetdiği görülmektedir.

3. İlgi (a)’da mezkûr ve yukarıdaki madde 2’de verdiğim bilgiler muvacehesinde benim suâllerim şöyledir;

   a. İlgi (a)’da mezkûr haberde, “Genelkurmay Başkanlık Astsubayı” için kullanılan “Senior Enllisted Leader” ve “AÜKHE” için kullanılan “Akademi” tâbirleri konusunda Genelkurmay Başkanlığımız ne düşünmektedir?

    b. Genelkurmay Başkanlığımızın;

         b.1  “Genelkurmay Başkanlık Astsubayı” ismini verdiği unvânın İngilizce tercümesi nedir?

         b.2. “Astsubay Üst Karargâh Hizmetleri Eğitimi” (AÜKHE ) ismini verdiği okulun İngilizce tercümesi nedir?

c. Genelkurmay Başkanlığımız; Deniz Kuvvetleri Komutanlığının İlgi (b)’de münteşir örün sayfasında yapdığı gibi, Genelkurmay Başkanlık Astsubayı için kendi resmî örün sayfasında tanıtıcı bir sayfa tahsis etmeyi düşünmekte midir?

4. Yukarıda mezkûr madde 3’de tevcih etdiğim suâllerimi İlgi (c ve ç) mevzuât kapsamında cevâplamasını Millî Savunma Bakanlığımızdan saygılarımla arz ederim.17.05.2016. 572511.                                               

                                                                                                          Şükrü IRBIK

 

Cevâbı, çocuk işi; Er ya da Asubay.

Fakat Genelkurmay Personel Başkanımızın gönderdiği cevâba bakınız...

Kurum içi düzenleme,

Tavsiye ve mütalâa...

İyi,

Sizinkini bilmiyorum!

Lâkin,burada bildiğim bir şey var ki

Benim ismim, çocuk değil muhterem başkanım...

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Verdiği bu cevâp ile Genelkurmay Başkanlığımız;

Hem kamuoyunun bilgi edinme hakkına olan saygısının mertebesini gösderdi,

Hem de ve daha da kötüsü, şeffâflaşıp büyümeyi değil fakat içine kapanıp küçülmeyi tercih etdi.

Kimin ne bildiğini ve fakat

Kimin de neleri söyleyemediğini anlamak için de

Son çâre olarak Başbakanlığın yoluna vurduk kendimizi...

 
T.C. BAŞBAKANLIK BİLGİ EDİNME DEĞERLENDİRME KURULU’NA

Bakanlıklar/Ankara                 

08 Haziran 2016  

KONU: BİMER Dilekceme Cevâp Verilmemesi Hakkında.

İLGİ: (a) 4982 sayı ve 09 Ekim 2003 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânunu.

(b) 2004/7189 sayı ve 19 Nisan 2004 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânunun Uygulanmasına İlişkin Esâs ve Usûller Hakkında Yönetmelik.

(c) 572511 sayı ve 17 Mayıs 2016 târihli BİMER dilekcem.

(ç) Genelkurmay Personel Başkanlığı (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)’nın 02 Haziran 2016 Perşembe gün ve 17:58:17 saatli e-posdası.

1. İlgi (a ve b) mevzuâta müsteniden hazırladığım ilgi (c)’de mezkûr dilekcemi, işlem yapılmak üzere 17 Mayıs 2016 târihinde BİMER’e gönderdim. İşbu dilekcemde, bâzı Türkce askerî terimlerin İngilizce tercümesinin ne olduğunu Millî Savunma Bakanlığımızdan talep etdim.

2.  İlgi (ç)’de mezkûr e-posda ile tarafıma gönderdiği yazı ile Genelkurmay Başkanlığımız, İlgi (c) dilekcem ile tevcih etdiğim suâlleri, İlgi (a) kânun madde 25 ve 27’si kapsamında mütalaa ederek cevâp vermedi. Bu itibarla Genelkurmay Başkanlığımız, İlgi (a) kânunun Bilgi Vermek Yükümlülüğü altbaşlığında mezkûr madde 5 ve Başvuruların Cevâplandırılması altbaşlığında mezkûr madde 12, ikinci fıkrayı ihlâl etmiş ve aynı kânun madde 4’den neşet eden hakkımı engellemişdir.

3. Başbakanlık Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulumuzun, dilekceme konu etdiğim İlgi (c) talebimi İlgi (a ve b) mevzuât muvacehesinde değerlendirmesini ve neticeyi tarafıma bildirmesini, saygılarımla arz ederim.

                                                                                                   Şükrü IRBIK    

 

Şu vakitden sonra

Genelkurmay Başkanlığımızın söyleyeceği sözün artık bence hiçbir kıymet-i harbiyesi yok!

Çünkü, Başkanların söylemeye dili varmasa da

Cevâbı, Eski Tüfek biliyor;

65 seneden beri senin “Asubay” dediğin gayri meşrû asker kişinin unvânı,

Müttefiki olduğun Coni ve üyesi olduğun NATO’da nasıl yazılıyor?

Senin “AÜKHE” dediğin uyduruk kaydırık kursun adı

Coni defterinde nasıl yazılıyor?

Çavuş Mustafa Kemâl’de, 

Sözün Doğrusu’nda, 

Beterin Beteri’nde  herkesin anlayacağı sâdelikde fâş eyledik!

Bu konuda senin de söyleyeceğin söz yok aslında!

Çünkü

Tıpış tıpış gidip masasına çöreklendiğin Coni,

Seni kendi kitabına göre çokdan yaftalamış bile...

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İşde,

Coni’nin Türk Ordusundaki askerlerin hepsini tıkışdırdığı torbanın içinde 2 sınıf asker var;

     1. Subay

     2. Er

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İşin aslına bakarsak şâyet kamu vicdânına göre bizde de iki sınıf asker var.

Meselâ

Cumhuriyet gazetesinde neşredilen 13 Haziran 2016 târihli şu habere göre de

Ordumuzda Asubay denen asker sınıfı yok!

Eşkiya ile mücâdelede şehit olan asker sınıfı şunlar; 

     1. Subaylar

     2. Diğerleri

Konu şehit olunca bu haberi yazan kaşalot gazetecilerin aklına sâdece subaylarımız gelmiş!..

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

*  *  *  *  *

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Terbiye (Eğitim) Ve Atatürk

Atatürk, Eylül 1924’de Samsun’da öğretmenler ile yapdığı konuşmada şu çok önemli tesbiti dile getirdi:

“En mühim, en esâslı mesele, eğitim meselesidir. Terbiyedir ki, bir milleti, ya hür, müstakil, şanlı, yüksek bir cemiyet hâlinde yaşatır ya da bir milleti, esâret ve sefâlete terk eder.”

Atatürk,  bu sözüyle ordumuzu eğitmeyi ve kölelikden kurtarmayı siz gomutanlara emretdi.

Fakat

Türk Ordusunda Genelkurmay Başkanı olan sizler;

Asubayları nasıl ezeriz, nasıl bezeriz diye kafa yorarken

Ve dahi

Yüksekokul dümeniyle oyalamaya,

YÖK nezdinde hiçbir değeri olmayan meslekiçi kurslar ile kandırmaya,

AÜKHE isimli elma şekeri ile avutmaya,

Ve kahraman Asubay nennileri ile uyutmaya çalışırken

Bakınız, Coni’ler ne haltlar ediyor;

Onlarda, bizdeki gibi Asubay denen bir asker sınıfı yok! Subay haricindeki askerlerin hepsi alaylı Er.

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Fakat

Devletimiz ve milletimizin “kanatlı ordusu” olduğunu söyleyen bizim Hava Kuvvetlerimiz;

Kendi Asubayları tam kanat mı yoksa "kırık kanat" bröve mi taksın diye tekere hava basarken

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIKElin Havacı Coni’si;

Çift kanatlı brövesi olan Hava Üniversitesini taa 1946 senesinde kurdu bile...

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Deniz Kuvvetlerimiz bu konuda, kulağına kar suyu kaçmış palamut gibi serhoş dolaşıyor!

Fakat gevur Coni,

Deniz Piyâde Üniversitesini de 1989 senesinde hizmete açdı da 25’inci kuruluş senesini kutluyor...

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Her iki kuvvet de Eratına lisans düzeyinde mühendislik eğitimi veriyor. Haberiniz var mı bunlardan?..

Haydi, diyelim ki bu yenilikleri onlardan önce yapmaya kafanız basmıyor...

Hiç olmazsa bunları onlardan gördükden sonra alacak kadar bâri aklınız olsa!..

NATO’nun en büyük ikinci ordusuyuz(!) diye yıldızını parlatan bizim Genelkurmay Başkanımız,

Şemsipaşa bosdanında kabak yetişdirip

Asubay şapka sakandırık şeridi sırma mı olsun, burma mı olsun diye taktik ve stratejik barut patlatırken

Elin Coni Genelkurmay Başkanı kendi resmî örün sayfasında

Kendi Kıdemli Er’i için bir sayfa tahsis etdi...

Ve bu Genelkurmay Kıdemli Er’ini bütün dünyâya gururla takdim ediyor!..

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Türk Genelkurmay Başkanı olarak sen ise

“Başkanlık Asubayı” unvânı verdiğin askerine

Kendi sayfanda iki satır yer vermeye bile lâyık görmüyorsun!..

Ya da

Bizim Kara Kuvvetlerimiz,

“Ordumun usta eli” dediği kendi Asubaylarının pontulunda zıh mı olsun, mıh mı olsun? diye ümüğünde laf gevelerken

Üçüncü bin seneye hükmetmek için kolları sıvayan Coni Kara Kuvvetleri

Şimdi de

“Kargaşa ile dolu dünyâda kazanan ordu olmak için Eratını eğitmek” hedefiyle 

25 Şubat 2015 târihinde kendi üniversitesini hizmete açdı bile...

Aşağıda gördüğünüz şu Coni Tuğgeneral

O üniversitenin Dekanı oluyor.

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Şu Er Coni de

O üniversitenin dördüncü adamı olarak Dekanlık Er’i oluyor.

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Başdarbeci Zottirik Kenân; 

Kendi yazdırdığı ve kendisini Cumhurbaşkanı yapan darbe Anayasasını,

Süngü-dipcik-posdal gölgesinde milletin burnuna 1982 senesinde dayamış idi...

Bu darbeci subay, bundan evvel bir şey daha yapdı.

Ordumuza, kendi üniversitesini kurma imtiyazı vermiş idi...

Şu memleketde hiçbir devlet teşkiline verilmeyen bu muazzam imtiyazı Zottirik Kenân, sâdece size bahşetdi. 

Zorti’nin taa 1981 senesinde size cennetden gönderdiği şu kânuna göre

Kendi üniversitenizi şimdiye kadar 50 kere kurabilirdiniz!..

Zottirik Kenân’ın bir zamânlar gönül eğlendirdiği koltukda oturan ey Sayın Genelkurmay Başkanlarım!

Sizler, bu hakikâtin farkında mısınız?

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İşde şu kânun, câmi avlusuna terkedilmiş bebe gibi 35 seneden beri gözlerinizin içine bakıp duruyor!..

Yüce devletimiz, sizler için beş yıldızlı subay orduevleri yapabiliyor ise şâyet, çok şükür!..

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Demek ki;

Paramız var!

Aha, işde, kânun da var! 

Peki,

Asker üniversitelerini bugüne kadar niye kurmadınız?..

Asker Hastanelerimiz var nasıl olsa!..

Subaylar için inşâ etdiğiniz yukarıdaki şu 5 yıldızlı subay orduevini

Paşa gönlünüz isdese hemen yârın T.C. Asker Üniversitesi yapamaz mısınız?

Yaparsınız!..

Sizde, eksik olan nedir öyleyse?

Akıl mı?

Zihniyet mi?..

*  *  *  *  *

Kabak ve Asubay

Türk Ordusunun kendi üniversitesini kurması gerekdiği konusunda;

Coni’de Asubay Akademisine eğitime gönderilen Asubaylarımızdan, hazırladıkları raporlarda bu üniversitelerden tek kelime bahsedeni var mı?

İsmi EDOK olan palamut albay mezârlığı komutanlık

Ya da

Herhangi bir kuvvetimizin, bu konuda tek bir kelimelik sözü var mı acap?

Subaylarımız harp okulunda yüksek lisans eğitimi alsın diye gizliden hazırlıklar yapılırken

Asubay dediğiniz uyduruk askerlerin lisans eğitimi alması için parmağını oynatan bir subay var mı?

Ve dahi

Bu konuda şu güne kadar Başbakana bir satırlık teklif götüren bir Genelkurmay Başkanı gördük mü?

Genelkurmay başkanlık astsubayı ünvanı verdiğiniz Asubay Harun AĞPAK,

NTV'ye verdiği mülakatda ordumuzda "Asubay akademisi" kurulmalı dedi, işttinizmi?..

Daha da kötüsü

Askerlik konusunda dünyânın nereye doğru evrildiğinin farkında olan kaç subayımız var?..

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK
Nisan 2013’de NTV televizyonuna verdiği mülâkatda

Genelkurmay Başkanlık Asubayımız Harun AĞPAK şöyle dediydi;

“Ben, bir çiftci, bir köylü çocuğuyum. Kabak bile 4 ayda yetişiyor!” 

Kabağın bile 4 ayda yetişdiği memleketimizde

Bizim Genelkurmay Başkanlığımız 2 senede Asubay yetiştiriyor. Hakikâten tebrik etmek lâzım!

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Hulâsa,

Asubayların ordumuzdaki bugünkü vaziyeti

Demek ki şöyle oluyor;

6 kabak = MYO = 1 Asubay

Asubay dediğimiz bu asker kişilerden de sâdece binde birine

Sekiz buçuk ayda da “üst eğitim” denilen  AÜKHE eğitimi veriyor.

Bizim Asubaylarımızın

Bizim Genelkurmay Başkanlarımızın nazârında demek ki ancak 6 bal kabağı kadar itibarı var!

Sen, MYO dediğin okullarda 2 senelik meslek eğitimini ve

AÜKHE dediğin okullarda verdiğin 8 buçuk aylık daktilo kursunu Asubayların için yeterli görürken

Elin gevuru kendi Eratına kendi üniversitesinde askerî mühendislik eğitimi veriyor, farkında mısın?

Bütün bu acı gerçekler bir yana;

Coni kendi Erine;

Kuvvet Komutanı ve hattâ Genelkurmay Başkanı olma fırsatı verirken

Türk Genelkurmay Başkanı olarak sen;

AÜKHE deyip züğürt tesellisi niyetine ikrâm etdiğin elma şekerinin İngilizcesini bilmiyorsun

Ve hattâ

Genelkurmay Başkanlık Asubayı unvânı verdiğin Asubayın İngilizcesini dahi söyleyemiyorsun...

*  *  *  *  *

Asubay Sınıfının Hukûkî Durumu Nedir?

İnsan var ise şâyet;

Orada ses vardır, nefes vardır; renk vardır, koku vardır; huzur vardır, kavga vardır; gürültü, patırtı vardır... Bunların hepsi aslında, umudun sesi, hayâtın emâresidir.

Fakat

İnsanın olduğu yerde ses yoksa, selen yok ise şâyet orada umut bitmiş demekdir.

İşde, orada fırtına öncesi suskunluğu var demekdir ki hiç de hayıra yorulmaz!

Genelkurmay Başkanlığımızın bu dilekcem konusunda büründüğü derin sessizlik aslında

Asubay denen asker sınıfının gayri meşrû olduğunun ikrâren sukûtundan başka bir şey değildir.

Ben bilirim, ben yaparım diyerek her şeyi kendilerine hak gören haris subaylarımızın

Yalandan yamalar ile bugüne kadar giyegeldiği yalan donu,

Bugün, burada artık gıçlarından düşdü! Mal, meydâna çıkdı!

Manzara, rezâlet...

1951 senesinde uydurdukları

27 Mayıs subay darbesiyle 1961 senesinde 211 sayılı kânuna hapsetdikleri

Ve dahi

1967 senesinde de TSK Personel Kânununa yamadıkları kalp Asubaylık sınıfının,

Hem Anayasamız hem de uluslararası hukuk nezdinde iflâs etdiğini burada bir kez daha fâş eyliyoruz...

 
Bu sessiz ve derin sukûtuyla Genelkurmay Başkanlığımız
Asubay denen asker sınıfının gayri meşrû olduğunu zımnen ikrâr etdi...
Bizler, bugün burada seyretdiğimiz bu dilekce oyunları tiyatrosunda
Asubay denen uyduruk asker sınıfının hem iç hem de dış hukukumuzdaki yeri konusunda
Bugüne kadar börkenekden üfüren kurmay subaylarımızın rütbe-i akıllarının
Ordumuzu, milletimizi ve devletimizi düşürdüğü hazin durumu seyrediyoruz aslında...

 

  

 brove

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

Kapak Resmi : (E) Dz.Por.Asb.Kd.Bçvş. Halil ERGENLİ

 

Okumak için resimleri tıklayınız!

 

                Sözün Doğrusu                                                  Beterin Beteri                                          Açık Mektup! 

sozun-dogrusu

beterin-beteri

 acik-mektup

 

 

 



Kıymetli Meslektaşlarım;

Yaklaşık 2,5 aydır feryat figan yazılar yazıyoruz; Assubaylara verilecek tazminat, Başarı tazminatı olarak çıkacak, makam ve görev tazminatı vermeyecekler, şöyle çıkacak, böyle olacak, assubaylar mağdur olacak, sicil yolu ile 1'e düşemeden emekli olan assubay,  sicil yolu ile nasıl tazminat alacak? Emeklinin sicili mi olur? Sanırım emekliye verilmeyecek? vs. onlarca uyarı yazısı yazı yazdık.

"Dağ fare doğurmasın" diye yazmadık mı?

Bu konulardaki tüm yazılarımız buradan okuyabilirsiniz.

(Muhalif köşe : http://www.emekliassubaylar.org/component/k2/itemlist/category/23)


Her defasında malum tayfa, fütursuzca konuyu kişiselleştirerek,  şahsıma ağza alınmayacak sözler ile saldırıda bulundu.


 "Ne asparagas haber yaptığımı, ne yalan söylediğimi, ne de nabız ölçtüğümü" bırakmadılar!


Hatta Temad Genel Başkan Yardımcısı, "biz sonuçlar üzerinden bilgi vereceğiz, cek- cak yapmayacağız, tazminatlar konusunda çok şaşıracaksınız" yazmıştı.


Ee hadi şaşırtın bizi?

Böyle mi şaşırtacaktınız?


Çakma internet sitelerinden, sosyal medyadan, ağlayarak mı  şaşırtacaktınız?

Tüm bunlardan sonra ne oldu?


 Bizimkiler, Amerika'yı Bir kez daha keşfetti.


 Sanki ilk kez duyuyorlarmış gibi, konuyu kamuoyuna lanse ediyorlar.


Son yazımda açıkça belirtmiştim; "Durumdan TEMAD yönetimine de haber verildi" diye. Çünkü bana bildirenlere aynen,  TEMAD'a da bildirmesini istemiş ve sonuçtan bilgilendirmeleri ricasında bulunmuştum.


 Buyurun TEMAD Genel Başkan Yardımcısı, Mecliste Milletvekilleri ile görüşmesinden sonra bir yazı yayınladı.


 İşte TEMAD Genel Başkan Yardımcısının, yazdığı yazının ilk bölümü; 


Tazminatlar BAŞARILI HİZMET / BAŞARILI ASB. tazminatı adı altında Genelkurmay tarafından teklif edilmiş..Torba yasasına girmiş. Emekliler dahil, Kd. Bçvş.ları kapsıyormuş. Başka isim adı ile çıkarmak zorunda kalmışlar. Yoksa diğer kurumlar için emsal oluştururmuş...Ayrıca bunu sicil ile bağlantılı yapmışlar. Sicil sınırı net olmamakla beraber Asb. Çvş.luktan Kd.Bçvş. arası geçen sürede 90 sicil ortalaması olarak teklif edilmiş..


 Yukarıda ki ifadeler, dün yani 12 Ocak 2015 tarihinde, 8 Mart ‘ ta yapılacak Komutanlık Astsubayları toplantısına ön hazırlık amaçlı toplantı sonrası Kuvvet Assubayları tarafından sızdırılmıştı. Daha önce de söylediğim gibi, biz sonuçlar üzerinden konuşuruz. Yukarıdaki ifadelerin doğruluğunu, bu gün yani 13 Ocak 2016 tarihinde ilgili milletvekilleri ile görüşerek teyit ettikten sonra yazıyorum.

TEMAD TAZMİNAT


 Buyur burdan yak!


2,5  Aydır uyarıyoruz, "erken uyarı görevi yapıyoruz" diyoruz, "Yalancılıkla, asparagas haber yapmakla" itham ediliyorduk. 


Yazdıklarımız, yalansa,  asparagassa bunlar ne?


Yumurta yine sona geldi ve tutuştular.

 

 Ben olacağı sizlere şimdiden söyleyeyim;


Aynen intibaklarda olduğu gibi, kanun tasarısı Genelkurmaydan geldiği gibi geçecek. Çünkü, meclise gelmeden önce, başta mali konular olmak üzere Genelkurmay ve Hükümet mutabık kalıyor ve öyle meclise geliyor. Meclise geldikten sonra değiştirmek imkansıza yakın.


 Bu tip tasarılara, çıkış kaynağında, yani Genelkurmay'da müdahil olamazsanız, değiştirilmesi çok zor olur. Tecrübelerimizle bunu defalarca yaşadık.



ÇALIŞANLA ÇALIŞMAYAN AYNI SONUCU ALIR MI?


 İşte size emsal derneklerden bir örnek; 


Bakınız, EMUZDER Başkanı Sn. Esef Merdoğlu, günlerini, son 6 ayını mecliste, komutanlıklarda geçirerek, istediğin fazlası ile aldı.


Aynı dönemde Temad ne yaptı?

Siyasetçilerin, 7 Haziran seçimleri sonrasında, AKP'nin "bir oyun bile hesabını yaptığı" bu dönemde, TEMAD Başkanı 21 Haziran - 12 Temmuz 2015 tarhileri arasında,  önce 18 ülkeyi kapsayan, 22 günlük 1600 euro'luk Büyük Avrupa gezisine gitti.


 Ardından, içinde bulunduğumuz, tekonoloji ve  iletişim çağında, bilgilendirme çok kolayken, aksine, günlerce tüm şubeleri dolaştı, "herkesin bir derece alacağını"  filan anlattı.  Bu esnada, hükümetin gideceği ve koalisyon olacağı öngörüsü ile hükümete yönelik, Sn. İçişleri Bakanı hakkında, "laf cambazlığı" ithamlarında bulunacak kadar,  zehir zemberek sözler ile eleştirilerde bulundu. 


 (https://www.facebook.com/groups/hakyoksaoyyokdiyenassubaylar/?fref=ts)

 

Türkiye de bir şeyin olmasını istemiyorsan, muhalefetle hareket edeceksin veya muhalefet lideri gibi konuşacaksın. Başkan da tam bunu yapıyor.

 

Başkan , Başkent TV'de bir röportaj vermiş ve o röportaj da aynen şöyle demişti "TSK'yı üç maymuna çevirdiler!"


Vallahi, TSK değil ama, intibak ile bölünen, birbirine düşen assubaylar, tazminat ile de bölünüp, birbirine düşerse, "sen sicil aldın, ben alamadım" kavgası başlarsa, sayelerinde kimin neye çevrildiğini  hep beraber göreceğiz!


 Kısacası,  son 6 ayda başkan başka şeylerin derdindeydi. Şimdi intibaklardan sonra, tazminatlar gündeme geldi. Tüm bu yaşanan ve boşa geçen 6 ayın sonunda,  kimse bunları muhatap alarak düzenleme yapmaz. Kendimizi umutlandırmaya gerek yok.

 Görünen köy kılavuz istemez.

 

ONBİNLERİ ANKARA'YA YIĞARSINIZ!


Tazminatların bu şekilde çıkması durumunda, bunun bir numaralı sorumlusu,  Genelkurmay olacaktır. İşin mutfağı Genelkurmaydadır. Eğer böyle çıkarsa, son dönemde kendilerine karşı yeşeren aidiyet duygusuna,  büyük ket vururlar.


 Tepkilerin önünü alamazlar. 

 

Bir subay, 6 tane tazminatı şartsız, şurtsuz alırken, assubayların önüne konulan tazminat şartları kabul edilemez!

Bir albayın, sadece  emeklilikte aldığı tazminatlar, emekli assubay maaşı kadarken bunu assubay toplumuna anlatamazsınız.

Sanırım işin ciddiyetini anlamada veya algı problemi yaşanıyor.

Artı binlerce dava açılır, 20- 30 yıl önce emekli olmuş assubayın sicili mi olur arkadaş?

O zaman subaylara, generallere de tazminat vermek için sicil şartı koyun.

Sanki assubaylara verilecek tazminat, albayın, generalin, milletvekilinin maaşından kesilip verilecekmiş gibi davranmayı bırakın.

İşte dün, Albaylara erken emeklilik piyangosu veren, siz değil misiniz?


Kendi personelinize yaptığınızı beğenip, içinize sindirebiliyor musunuz?

Kimse unutmasın, olumlu tepkiler, övgüler bir anda tersine dönüverir. Assubayların masum beklentileri ve talepleri ateş topu gibidir, oynayanın elini yakar! O nedenle, kimse bu konularda oyun oynamasın!  


BAT'INIZ BATSIN!


Doğuda en zor şartlarda görev yapan assubaylara verilecek üç kuruş tazminat için kılı kırk yaranları, biraz mantıklı ve akıllı düşünmeye davet ediyorum.

Bu vebalin altından kalkamazsınız, ezilirsiniz. Böyle tazminat verecekseniz hiç vermeyin. Bakınız şimdiden "BAT'INIZ  (Başarılı Assubay Tazminatı) batsın!" diye yazılmaya başlandı.

Her zaman diyoruz; "Dünyanın en disiplinli ordusu, aynı zamanda en adil ordusu olmalıdır."


NOT  : Bu yazım tazminatlarla ilgili son yazım. Tazminatlar komisyona gelmeden bir daha yazmayacağım. Madem TEMAD uğraşıyor, düzelttirecek, biz de onları takip edeceğiz, gerekirse destek olacak  ve sonucu bekleyeceğiz.


***


AŞAĞIDAKİ RESİMLERİ ÖZELLİKLE DERLEDİM. İLGİLİLERİN, İLERİDE ÖNÜNÜ ALAMAYACAKLARI BU SORUNUN,  İŞİN NEREYE GİTTİĞİNİ, SORUN YERİNE, ÇÖZÜM ODAKLI DÜZENLEME YAPSIN DİYE SON UYARI GÖREVİMİ YAPIYORUM...


TEMAD TAZMİNAT İÇİN GÖRÜŞÜYOR

TEMAD TAZMİNAT İÇİN GÖRÜŞÜYOR2TEMAD TAZMİNAT İÇİN GÖRÜŞÜYOR4TEMAD TAZMİNAT İÇİN GÖRÜŞÜYOR 3TEMAD TAZMİNAT İÇİN GÖRÜŞÜYOR4TEMAD TAZMİNAT İÇİN GÖRÜŞÜYOR 7TEMAD TAZMİNAT İÇİN GÖRÜŞÜYOR8


Kaynak : 

http://www.temad.org

 

http://www.emekliasubaylar.org/yazarlar/item/1105-basbakana-kumpas-milli-orduya-dinamit

 


Kıymetli Meslektaşlarım;

Malumunuz,  2012 Yılında, sosyal medyada başlayan "PES" hareketi, ortalığı yakıp kavuruyordu. "PES" rüzgarını arkasına alan TEMAD yöneticileri, boy boy televizyon programlarına  çıkıp, ilgisi dışındaki konular da dahil olmak üzere, her konuda açıklamalar yapıyor, TEMAD yönetimi ile  program yapan televizyonlar,  izlenme rekoru kırıyordu. 

O rüzgara hepimiz kapıldık, sosyal medyada yazdık, çizdik. İçimizdeki her şeyi bir anda boşalttık. Yıllardır yaşadığımız sıkıntıların, basında  bir anda kulağa hoş gelen sözlerle söylenmesi, hepimizi ziyadesi ile memnun etti.

O dönemlerde, söylemlerde siyasi otoriteye tek laf dahi edilmezken,  Ergenekon, Balyoz vb. davalar ile tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini geçiren askeri otorite, yani Genelkurmay en sert şekilde eleştirildi.

Hatta eleştiriler o kadar haddi aştı ki, "GENELKURMAY KAPATILMALIDIR, ABD'DEKİ GİBİ K.K.K. EK GÖREVLE BU İŞİ YÜRÜTERBİLİR" gibi, en baba siyasetçinin  bile söylemekte tereddüt edeceği sözleri söylemeye başladılar.

Halbuki, Genelkurmay Başkanlığı, TEMAD yönetimini, "VİP" törenle karşılamış, "birlikte çalışarak çözüm üretelim, gidin birliklere arkadaşlarla görüşün, ne sorun var ise hep beraber çözelim" demişti.

Ardından, yine Genelkurmay Başkanlığının teklifi üzerine, o dönemde,  bir cumartesi günü, TEMAD yönetimi ve Personel Başkanlığı ortak çalışma yürütmüştü.  Hükümet kanadı ise, çözüm konusunda açıklamalar yapıyordu.

Ancak, medya ve sosyal medya rüzgarına kapılanlar, tüm bu davet ve çalışmalara rağmen, dur durak bilmiyor, TSK'nın en sıkıntılı olduğu dönemde, diyalog kurmak yerine,  TV.'lerde boy göstermeye devam ediyordu.

İş o kadar zıvanadan çıkmıştı ki, dönemin hükümet sözcüsü, "ASSUBAYLAR CIVITTI" diye televizyon ekranlarında açıklama yapmıştı.

İşte o günlerde, sağduyulu TEMAD yöneticilerinden Sn. Naim ÖRENGÜL, ve  Sn. Yalçın KAÇAR  bu yanlışlığı sezmiş, TEMAD yönetiminden istifa etmişlerdi.

Durumu değerlendirmek ve olan biteni netleştirmek için kendileri ile 3 saatlik bir röportaj yaptık ve bunu yayınladık. Çok geçmeden TEMAD yöneticilerinden Av. Fevzi AKSOY istifa etti.

Bu arada "DİSİPLİN KANUNU" jet hızı ile meclisten geçmiş, TEMAD müdahil bile olamamıştı.

İşte şahsım ve bir kaç arkadaşım, o dönemde uyanmaya başladık. Ortadaki olay, hak arama mecrasından ziyade, TSK'yı yıpratma olayıydı.

Oysa ki bizlerin isteği; "assubayların ekonomik ve sosyal durumunun iyileştirilmesi, çalışanlarda mobbing ve baskı unsurlarının kaldırılarak daha demokratik bir çalışma şartlarının oluşturulması" gibi masum taleplerdi.

"Genelkurmay kapatılmalıdır", diyenlere, "Genelkurmaya diz çöktürdük, Hesabı Genelkurmaya sor", "Sefer görev emrini iade edeceğim, kapısında yakacağım", Yüksek Askeri Şura Üyelerine yönelik "Mezarınıza tüküreceğim" diyenlere, "Beyler, ne oluyor?" "Siz kime? neye? hizmet ediyorsunuz?, yanlış yoldasınız, durun!" dedik.

 Ve Sn. Bülent CİVAN ile birlikte, kıyasıya TEMAD yönetimini eleştirmeye başladık.

Çünkü hak arama mecrası, başka mecralara dönüşmüş, işin rengi değişmişti. Hatta "bu şekilde TSK'yı yıpratan sözlerle alınacak hakları istemediğimizi, 3 kuruş için TSK'ya düşmanca tavır takınmayacağımızı" yazdık.

Biz eleştirince, belli bir merkezden beslene güruh, bizlere; hemen "hain, satılmışlar, paşa maşası, Genelkurmayın içimizdeki kadrolu elemanları,ihanet işbirlikçileri" gibi sözlerle yazarak saldırmaya başladı.

Sanki bahsettikleri, Yunan Genelkurmayı, bizde onlara hizmet eden sözde ajanlardık!

Tam da o günlerde, sosyal medyadaki bir eleştirimizden dolayı, TEMAD'dan ömür boyu ihraç edildik. Bu yetmezmiş gibi, Ahmet KESER, bir yazımdan dolayı, karşılığı hapis olan ceza kanunun maddelerinden, TEMAD Hukuk Komisyonu Başkanının eşi ve Hukuk Komisyonu üyesi olan avukat aracılığı ile hakkımızda Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundu. 

Yine o yıllarda, dünyada  ilk kez tanık olduğumuz olaylar yaşanır olmuştu. Ukrayna'daki Turuncu devrim sonrası, sosyal  medya yolu ile bu kez  "Euromaidan Protestoları" ve "Arap Baharı" yaşanmaya başlamıştı.

Savaşarak, devlet yönetimlerini değiştirmenin, ne kadar yüksek maliyetli olduğunu anlayan batı, "ülkeleri kendi içinden, maliyetsiz bir şekilde, sosyal medya yolu ile yıkmayı" bu şekilde keşfetti.

 Koca koca ülkeler," kumdan kale gibi" yıkılıyor yönetimler değişiyordu ve tüm bunları gerçekleştiren halk, sosyal medyada örgütleniyordu. Yani Sosyal medya, "devletleri bile yıkabilecek bir güç" haline gelmişti.

İşte bizim de, dikkat çekmek istediğimiz en önemli husus burada başlıyor.  Malum, önümüzde, Suriye ve Irak Krizi var iken, bir de Rusya ile savaşın eşiğinde bir krizimiz oldu. Yani tarihi günler yaşıyoruz. Tam da bu günler de sosyal medya üzerinden yeniden hareketlenmeler başladı. 2012'deki oyun yeniden sahneye konuyor gibi..

Yazacaklarıma belki "komplo teorisi" diyebilirsiniz ama yabancı istihbarat örgütlerinin sosyal medya yolu ile bir çok faaliyet yaptığını herkes biliyor. Bu gün polis bile bir çok suçluyu sosyal medya üzerinden takip ederek yakalayabiliyor.

Atıyorum, yabancı istihbarat örgütlerinin elemanları, bölücü terör örgütü militanları,  sahte bir isim ile "assubaymış veya uzman jandarmaymış" gibi hesap açarak, masum taleplerimizi öne sürerek, insanları galeyana getirecek türde, uç örnekler vererek yazılar yazabilir ve  TSK'daki çalışan personelin motivasyonunu olumsuz yönde etkileyebilir.

Bırakın yabancı istihbarat örgütlerini, terör militanları, kendi içimizde bile sahte hesap kullanan yok mu? Mesela geçmişteki bir "Mahmut ERDEM",  günümüzden ise  "Mehmet Yılmaz, Serhat Astsubay, Persie Persie, İsmail Geçer, Ozan Yörük, Oya Aytar", vs. basit birkaç örnek...

İNGİLİZ SİYASETİ GÜLERKEN ISIRIR!

Kısacası, oyuna gelmeyelim. "İngiliz Siyasetine" alet olmayalım.  Haklıyken haksız konuma düşmeyelim. İngiliz Siyaseti demişken dikkatinizi çekmek istiyorum, eskiden yaşlılar, birinden şüphelendiğinde, "Bana İngiliz siyaseti mi güdüyorsun" derdi. 

(*) İngiliz Siyaseti" deyiminin dış politika arenasında özel bir anlamı vardır. Bir vakitler, "Üzerinde Güneşin Batmadığı İmparatorluk" denilecek kadar geniş bir hükümranlık sahasını kontrol ve idare etmek; işte bu "İngiliz Siyaseti" sayesinde mümkün olmuştu. Mesela Amerikalılar, her vesile ile dış politikayı İngilizlerden öğrendiklerini adeta öğünerek anlatırlar. 

Bir başka örnekte ise,  sonradan sahte olduğu ortaya çıkan; Irak'ta biyolojik ve kimyasal silah bulunduğuna dair istihbarat bilgileri, İngiltere tarafından Amerika'ya verildi! Ve buna dayanarak ABD, İngiltere'yi de yanına alarak Irak'ı işgal etti. İşte size İngiliz siyasetinden yeni bir örnek! İngiliz siyaseti gülerken ısırır. Onun için çok dikkatli ve ihtiyatlı olmak gerekir!..

Yine Yunanistan, çok az savaşarak, genelde diplomasi yolu ile, topraklarını iki katına, Bulgaristan ise 16 katına çıkarmıştır. İsrail ise, ilk başlarda,  Filistin topraklarını, hiç savaşmadan binlerce dönüm araziyi satın almış ve ardından devlet kurmuştur.

Koca bir ordunun, siyasete veya dış etkilere açık kaldığında, nasıl başarısız olduğunu, nasıl büyük hüsranlar yaşattığını maalesef, "Balkan Savaşında" görmüş bir milletiz.

Bu konudaki çekincelerimizi içeren "TSK BİZİM KURUMUZ VE YUVAMIZDIR" isimli yazımı yayınladım.

AH TEMAD VAH TEMAD

Gündem o kadar yoğun ki, yazıyı biraz uzun tutmak zorunda kaldım.

Biliyorsunuz, geçen hafta www.emekliassubaylar.org sitesinde, gelişmeleri içeren, "HAKLARIMIZLA İLGİLİ SON DURUM" ve "DAĞ FARE DOĞURMASIN" isimli iki uyarı yazısı yazmıştım.

Özetle bu yazılarımda; verilmesi planlanan görev tazminatının, "II. Kad. Kd. Bçvş. ve 24 yıl bilfiil hizmet yapan, çalışan ve emekli assubaylara verileceği" yönünde çalışmalar olduğunu yazmıştım.

Hatta tazminatta, "II.Kad. Kd. Bçvş. ve 24 yıl şartının" olabileceği öngörüsünü 2014 yılında (yaklaşık 1,5 yıl önce) Sn. Sami TAMAM'a bizzat özelden yazmış ve kendisinin SGK ve askeri kimlik kartı kayıtları nedeni ile uyarıda bulunmuştum.

Ardından, Genelkurmay ve Başbakanlığa hitaben, www.emekliassubaylar.org sitesi yönetimince bir mail kampanyası başlatılmıştı. Genelkurmay Başkanlığı yetkilileri, sitemizin yönetimine ulaşarak, gerekli açıklamaları yaptı ve bunu site yönetimince tüm meslektaşlarımıza duyuruldu.

Neyse, biz tazminatta, "II. Kad. Kd. Bçvş. ve 24 yıl bilfiil hizmet yapma" şartını yazınca, siyasetle iştigal eden, eski bir TEMAD Genel Başkan Yardımcısı, beni telefonla arayarak; "YOK BÖYLE BİRŞEY, OLMAYAN ŞEYLERİ YAZIYORSUN, KİM? NEREDEN? UYDURUYOR BUNLARI?" demişti.

O yetmezmiş gibi, anlı şanlı bir il başkanı, yazı yazdığı bir sitede, "ASUBAYLARA TAZMİNAT PAPATYA FALINA MI KALDI?" diye dalga geçercesine yazı yazmış ve  güya bizim, 2012 yılındaki tekliften bahsederek, yazı yazdığımızı ima etmişti.

1

  Aynı il başkanı, yazısının sonunda aynen şu ifadeleri kullanmıştı;

"Somut bilgiye dayanmayan iddialar ve bu iddialar üzerinden yapılan kehanetler bizce PAPATYA FALI'na bakmaktan farksızdır. Papatya falının kaderini de kopardığınız çiçekteki yaprak sayısı ve sizin başladığınız seçenek belirler."

2

 Bu kez, durumun vahametini biraz anlayan il başkanı, "ASUBAYLARA TAZMİNAT VE NABIZ ÖLÇME ÇABALARI" diye bir yazı kaleme aldı.

Yazısında; tazminatların bu şekilde çıkması durumunda, oluşabilecek haksızlıklara dair çekincelerini yazdı ve  bir bölümde, bizim uydurma bir cetvel yayınladığımızı, bu çalışmanın 2012 değil, 2013 yılına ait olduğunu belirtti.

3

 Yalnız, kendi cetvelini dahi okumayan bu il başkanı, 2012 yılında tazminatları içeren yasa tasarısının, Maliye Bakanlığı tarafından, aynen geri iade edildiğini gözden kaçırmıştı. 2012 yılında geri iade edilen yasa tasarısı, 2013 yılında nasıl son şeklini almış onu açıklayan yok?

"KATİP ARZUHALİMİ YAZ YARE BÖYLE"

Tabii, "II. Kad. Kd. Bçvş. ve 24 yıl bilffil çalışma" şartına tepkiler sert oldu, herkes "yok böyle bir şey" diyordu ki, dün akşam dengeler yeniden değişti.

Bizim yayınladığımız bilgileri itibaren etmeyen, "Papatya Falı, Nabız Ölçme" yazan il başkanının, en tepedeki yönetimi olan,  TEMAD Genel Merkezi, hem Başbakanlığa, hem de Genelkurmay Başkanlığına yönelik; "SAYGILARIMLA ARZ EDERİM" li, mail kampanyası başlattığını,  TEMAD'ın resmi internet sitesinden duyurdu.

 

4

 Eee, hani siz bu işin mutfağındaydınız,

Hani, siz müdahil olup, mecliste bu işi düzeltecektiniz

Hani, top Genelkurmaydan çıkmış ve top hükümetteydi,  

Hani, Genelkurmay'ın çalışma ile alakası yoktu,

Hani, Genelkurmay rol çalıyor ve fırsatçılık yapıyordu,

Hani, bizim yazdıklarımız yalandı,

 

Bir çift sözümüz de kalemşörlere;

Hani, siz Genelkurmaya diz çöktürmüştünüz,

Hani, Genelkurmaya hesap sor diyordunuz,  

Hani, siz büyük dava adamıydınız,

Hani, siz, dilenerek değil de, direnerek hakları alacaktınız,

Direnciniz bu kadar mı?

Ne oldu ?

Tüm stratejiniz bu kadar mı? 


Öyleyse, ilkokul çocuğunun elinden çıkmış kompozisyon gibi, "Genelkurmay Başkanlığımız" diye başlayan, "saygılı, arzederim" li bu dilekçe neyin nesi?

O kadar hoplayıp, zıplayıp, atıp, tuttuktan sonra, üç dönemden fazla seçilebilmek için, MSB'yi mahkemeye verdikten sonra,  Genel Başkan yardımcınız, tüm komuta kademesiyle mahkemelik olduktan sonra, "ölüm orucu" gibi garabet bir eylemden sonra, tek eylem planınız, "mail atma kampanyası" mı?

Yani, "100 şubeli, 1 Milyon oy potansiyelli!" derneğin, tüm çabası  "BU MUDUR?" arkadaş?

Madem ki bir mail kampanyası başlatacaksınız, hep beraber tek elden yapsak, tek ses vererek yapsak, olmaz mıydı?

Biz mail kampanyası yapınca destek olmayıp, daha sonra neden siz de aynısını yaptınız? 

Başka eylem planınınz yok muydu?  

Olayın özü; "lafla yürütüldüğü sanılan peynir gemisi", bir kez daha battı ve dibi boyladı.

***

MEVCUT SON DURUM

Sevgili meslektaşlarım;

Bu hafta içinde, ismini açıklayamayacağım arkadaşlarımız, özlük haklarımız ile ilgili birimleri ziyaret etti.

Çalışmalar şu anda Milli Savunma bakanlığında. Halen MSB'deki daire başkanlıkları, konular üzerinde çalışıyor. Olgunlaşıp, Milli Savunma Komisyonuna havale edilen bir yasa tasarısı yok.

Ayrıca, hükümet kanadı ile görüşen arkadaşlarımız da var. Arkadaşlarımıza orada söylenen bir söz, çok önemli, Bu söz;


"Biz, kurumlardan (Genelkurmay) gelen ne ise, ona göre çalışırız, bunun dışında kişilerin müdahalesi ile değişiklik yapmayız ve  bize ulaşan ne ise, inceledikten ve yasal bir sorun olmadıktan sonra aynen yukarı göndeririz"

İşte, yıllardır biz bunun için diyorduk; "köprüleri yıkmayın, diyalog kapısını kapatmayın" Türkiye gibi bir ülkede hiç bir siyasi iktidar, Genelkurmaya karşı bir derneği dikkate almaz, Genelkurmay her zaman Türkiye de denge unsurudur", "Yasal Mevzuat gereği, TSK personelinin özlük haklarının çıkış noktası, Genelkurmaydır" diye bunun için uyardık durduk. 

Geçte olsa, bunu anladınız, "Genelkurmay Başkanlığımız" diyerek,  "SAYGIYLA ARZEDEN" arzuhalci dilekçesi gibi, mail ve mektup  kampanyası başlattınız. İnşallah geç kalmamışsınızdır da, bu saatten sonra sizi dikkate alırlar.

 Kısacası saygıdeğer meslektaşlarım;

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, görüşmelerimiz  olacak, bazı randevular alınmakta. Görüşmelerden sonra sizlere daha detaylı ve kapsamlı açıklamalar yapacağız.

Saygılarımla.

 

 

Söz unutulur yazı kalır. Sn. Keser yönetiminin bizler için umut olacağını düşünerek mevcut TEMAD yönetimine mücadele tarihinin en büyük maddi ve manevi desteği verildi. Sitemizinde karınca kararınca desteklerinin belgesi arşivlerimizde mevcuttur. Bu rüzgarla TEMAD gemisini BAŞARI limanına ulaştırmak yerine kişisel hırs ve hesaplarla ne yazıkki gemi rotadan çıktı. Yarın karaya oturduğunda kaybeden hepimiz olacağımız için hatalardan ders alınmasını, öz eleştiri yapılmasını, söz verildiği gibi paylaşımcı bir yönetimle önyargılı haksızlıkların, adaletsizliklerin  sona ermesi için başlatılan mücadele de başarıya odaklanmamızı önerdik, hataları eleştirdik.

Ancak kibir, inat ve riyakarca alkışlayanlar yüzünden sesimiz duyulmak istenmiyor. Bizlere hakaretler, mesnetsiz suçlamalar yapılarak gündemin değişmesi ve başarısızlıkların unutulması amaçlandı. Ahlaksız müfteriler gündemi değiştirdiler. Bunun mücadelemize  faydası oldu mu? Başarısızlıklar unutulabildi mi? Bakın çevrenize umuttan, birlikten eser var mı?

Peki olumsuzlukları, başarısızlıkları yok sayarak alkışlamak sorunlarımızı çözecekse, binlerce kişi TEMAD Gn.Mrk. önünde toplanalım alkışlayalım ne dersiniz?

Son bir yıldır yönetimden tek ses, tek açıklama tek icraat yok! Maksadı aşan eleştirilerle hakaretlerle muhataplarımızı karşımıza aldık. Diyalog sonlandırıldı. Tüm bunları pembe gözlüklerle görmek istemeyen, kişisel ego ve çıkar peşinde olanlar, yönetimin eleştirilmesine kendilerinin bile inanmakta zorlandığı sudan bahanelerle kılıf arıyorlar! Üstelik bunu gerçekleştirmeye çalışanlar eleştirilerin TEMAD’a zarar verdiği algısını yaratarak, iyi niyetli arkadaşlarımızı kavram kargaşasına sürüklüyorlar.

Dostluğu, arkadaşlığı, emeği, vefayı yok sayan mücadele kahramanı, gönüllüsü maskesi altında Asb. mücadelesini siyasi ve ticari ikbaline, küçük çıkarlarına  alet edenler, at gözlüğü ile değerlendirme yaparak, olumsuzlukları yok sayarak yönetimi alkışlamaya devam ediyorlar. Bazı tartışma adabından yoksun olanlar meslektaşlarına hakaretler yağdırıyor! Siz bırakın meslektaşı, kavga ettiği kişiye bile "köpeklerin ulumasından çok haz alıyorum. Marjinal köpeklerin önüne tas, boynuna tasma takacağım. Etek diktim, giydireceğim." tarzında hakaret eden, kendilerine yakışan "iftiracı, alçak, şerefsiz, onursuz" sıfatlarını kullanan ahlak yoksunlarının bu mücadeleye katkılarının olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Onlar görevde iken olduğu gibi riyakarlık ve basitlikle birilerine dayanıp bu mücadeleden nemalanırken, bu toplum değerlerinden kaybediyor! Bazıları da 'iki yanlıştan bir doğru çıkmaz' mantığı ile bu ahlaksızlara farklı destekler sunuyor. Yine  ne yazık ki, Sn. Keser ve yönetimi bunlardan medet umarak, bunları teşvik ediyor, ödüllendiriyor. İşte buna tepkiliyiz!

Dz.Kuvvetleri'nde panel yapılmış, emekli assubaylar yokmuş(!) Kara Kuvvetleri'nde kıdemli assubaylar toplanmış emekli assubaylar yine yokmuş(!) Genelkurmayda bir kısım emekli assubay görüşme yapmış, vay efendim TEMAD’ın bundan da haberi yokmuş! Bu arkadaşlarımızı neredeyse hain ilan edecekler. Bir aynaya bakıp biraz vicdanınızı ön plana çıkarın. Bütün bunlara sebep kim?

Kişisel gayretlerle AİHM “Şahsi hürriyet ancak hakim kararı ile kısıtlanabilir” gerekçesi ile göz ve oda hapsi cezaları için Türkiye’yi tazminata mahkum ettiği zaman, bu cezalar artık uygulanmayacak diye sevinirken, 'ölümlerden ölüm beğenin' dercesine çıkarılan disiplin yasası ile muvazzaf kardeşlerimizin meslek hayatının pamuk ipliğine bağlanması, emeklilerin beklediği iyileştirmelerin askıya alınmasının bir tepki olduğunu hâlâ anlamayanlar, genelkurmayın çok umurundaymış gibi bu masaya gelecekler, diz çökecekler tarzındaki abes değerlendirmelerin yanı sıra, "efendim diyalog sonlanmasaydı haklarımızı verecekler miydi?" diyen amigolar yüklendikleri vebalin farkında değiller mi? Madem haklarımızın verilmeyeceğinden eminsiniz, oturun lokallerde keyfinize bakın. Geziler, çaylar düzenleyin. Göbek atın, eğlenin ama assubayın umutlarını sömürmek için mücadeleden de söz etmeyin. Böyle banal bir savunma düşünce olabilir mi?

Kendi gözündeki merteği görmeyenlerin başkasının gözünde çapak aradığı gibi, TEMAD sözcülüğüne soyunan kraldan çok kralcılar “Küslük, öfke, sevgi gibi duygusal tepkilerle devlet yönetilemez” - “Özlük hakları ayrımcı uygulamalarla, hukuk sorunu gibi tüm taleplerimizin gerçekçi çözüm yolu muhataplarımızla DİYALOG ve SAĞLIKLI bir iletişim yaratabilmemiz şartına bağlıdır” buyurmuşlar. Günaydın! "Hoca verir talkımı, kendi yutar salkımı" dedikleri gibi, teşhis doğru ama adres yanlış. Maksadı aşan eleştirilerle, hakaretlerle muhatabını aşağılamaya çalışan, sonunda diyaloğu sonlandıran, sonra da hâlâ hatadan dönmenin fazilet olduğunu hatırlamayan TEMAD yönetimi değil mi?

Bunları dile getirince adımız insafsızca TEMAD'ın düşmanı ve köprüleri attı korosu oluyor!

Beyler; sizin emeğe, umuda, meslekdaşınıza saygınız yok mu? Birilerine mesaj vermek, kişisel ikbal sağlamak adına muhatabına maksadı aşan eleştiriler ve hakaretlerde bulunanların muhatabı siz olsaydınız tepkiniz ne olurdu? Bunları yazıyorum diye yine ahlaksız müfteri takımı benim generalleri koruduğumu söylemeye kalkmasın. Onların ağa babalarının bile yapmadığı eleştiriyi ben yapıyorum ama el hakaret etmiyorum. Hakaret ederek kimse muhatabına  düşüncelerini anlatamaz.

Kimsenin, TEMAD'ın yasal temsilcimiz olması konusunda kuşkusu ile husumeti yok. Sn. Keser ve yönetiminin yanlış mücadele statejilerini, kişisel davranışlarını, başarısızlıklarını, toplumda yarattığı umutsuzluğu, birlik ve beraberliğimize verdiği zararı artık görün. Küçük çıkarları "oy verdim" diyerek, suçluluk psikolojisi ile kendinızi desteklemek mecburiyetinde hissetmeyin. Başarıyı alkışlamak kadar, yanlışı eleştirmenin fazilet olduğunu hatırlayın.

Genelkurmayda VİP töreni ile karşılanan TEMAD heyetinin, bu yaşananlardan sonra  toplumdan gizlenen  ikinci görüşmesinde üstleri aranıp görüşmeye alınmak istenmeleri kabul edilemez! Ancak, iki görüşme arasındaki davranıştaki uçurumun nedenlerini sorgulamadan, sorumluluğunu başkasına yükleyerek hiç bir sonuca da varamazsınız.

Ayrıca TEMAD yönetimi şahsında, bu kabul edilemez davranışla bizlerin aşağılanmaya çalışılması, assubay kamuoyundan neden gizlendi? Sn. Keser havam söner, karizmam çizilir diye mi düşündü?

Bunu toplumla paylaşsaydı eminim ki herkes tepki verirdi,ama hesaplar başka olunca, olmuyor. Hatırlarsanız, TEMAD yönetiminin onayı alınarak bu sitede yapılan mail kampanyası ile haksızlıklarımız, adaletsizlikler yeni göreve gelen komutanlara bir kez daha hatırlatılarak Sn.Keser’e verilen orduevi yasağının, O'nun şahsında assubaylara verildiği belirtilmiş ve tepki gösterilmişti,ama ne yazık ki küçük hesaplarla bu mail kampanyasına TEMAD teşkilatlarının büyük bölümü  sessiz kalmış sadece (isimleri bizde mevcut) binlerce  assubay gönüllüleri katılmıştı. Onun için, önce iğneyi kendinize sonra çuvaldızı başkasına batırın.

Sn.Keser emekli alay komutanı, bizler de emekli alayının mensupları değiliz. Kimseyi o göreve zorla getirmedikleri, kalmaya mecbur etmedikleri gibi, o göreve seçilmek için verdikleri vaatleri, tüzükteki görevlerin unutulduğunu onlar hatırlamıyor olabilir ama bizler unutmadık. Sn.Keser’e şirin gözükmek, kapısından geçemediği 5 yıldızlı otellerden yaralanmak, cebinde yönetici kartviziti bulundurmak adına bir tek eleştiri getirmeden tüm bu aymazlıkların sorumluluğunu birilerine yükleyip sanki tarihinin en ideal yönetimi varmış gibi MİTOMANİK davranışlarda bulunanların  vebali ağırdır.

Vicdani sorumluluğum nedeniyle bir kez daha size sesleniyorum; Sn. Keser, beni yakınen tanıyorsunuz. Kişisel hiç bir hesabım ve çıkarım yok. Olsaydı gerçeklerin yanında olmak yerine, iktidarın gücünün yanında olurdum. Biz yıllarca ön yargılarla sosyal, ekonomik ve insani haksızlıklar yaşadık. Evlatlarımızı, geleceğimizi düşünerek sicil, tayin, ceza baskısı ile sustuk, susturulduk. Bu mücadele bizim onurumuzdur. Bu sitede yayınlanan MOLA ve YİNE HAYAL KIRIKLIĞI yazılarında belirtiğim hataları, olumsuzlukları tekrarlamak istemiyorum. Bu toplumuma borçlusunuz. Binlerce kişinin vebali sizin omuzlarınızda olduğunu unutmayın!

Mücadele fırdöndü oyunu değildir. "Çevirdim, ben kazandım. Seçildim, görevim bitinceye kadar istediğim gibi hareket ederim. Kimse benden hesap soramaz, istediğim gibi harcarım. Dilediğim kişilerin 5 yıldızlı otellerde zıkkımlanamasını sağlarım. İstediğim şubeyi kapatır, dilediğim üyeyi ihraç ederim. Nasılsa benden başka diğer adayların şansı yok. Listemi görmeden oy veren, nereye harcandığını bilmeden bilançoyu ibra eden delegem, bana dayanmış küçük çıkarlara razı sosyal medyada avukatlığımı yapan amigolarım var." diyemezsin. Dedirtmezler! Özet olarak; kimse assubay adını ve  mücadelesini kişisel ego ve çıkarı için kullanamaz.

Hamasi söylemlerle, riyakarların alkışları ile rüştünü bile ispat etmemiş teşkilatlarının yönetimleri dahil üye sayısı toplam 120 kişilik bir derneğin TEMAD'I YILIN DERNEĞİ seçmesinin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Önemli olan assubayların gönlünde değerlenmektir...

Aksi halde birgün mutlaka vebali ödenir ödenmesine de bu mazlum zümrenin kaybettiklerini geri getiremezsin.

"Zararın neresinden dönülürse kârdır" diyerek kendi özeleştirini yaparak, TÜZÜK’teki görevlerinizi, verdiğiniz vaatleri hatırlayıp, şube başkanlarınızla birlikte toplanıp bu toplumu yeniden kucaklayan kararlı, özverili bir mücadele stratejisi belirlemek zorundasınız. Aksi halde KANARYA SEVENLER ve YEŞİLOVALILAR derneğinden farkımız olmayacaktır.

Dünden daha hızlı olmaktan bahsedenler, kış ve gaflet uykusuna yatanları uyarmalıdır. Aksi halde gezi, lokal, ziyaret ve kadın kollarının çayları ile yetinerek  hiçbir sorunu çözemeyiz. Bazı ukelaların belirttiği gibi, kimsenin işine karışmak, ben bilirim iddiasında bulunmak haddimiz olamaz. Dost acı söyler. Eleştirenler, hataların, aymazlıkların, kişisel hesapların tekrarını önlemeyi amaçlayan ve aynı geminin yolcusu olduğumuzun farkındadırlar. Sizler de geminin rotasından çıktığının farkında olun. Biat kültürü ile hiçbir sorun çözülmemiştir.

Bu aymazlığa "benim işim tıkırında. TEMAD sayesinde siyasi, ticari çıkarımı, egomu tatmin ediyorum" diyenler bizi enterese etmiyor. Biz muhalif ilan edilsek de, yazılarımız engellenmeye çalışılsa da, yalakalar saldırsa da kendimize ve mesleğimize saygımızın gereğini yapmaya devam edeceğiz. Sonuçta tüm bunları assubay tarihi ve vicdanlar değerlendirecektir.

Tüm meslektaşlarıma huzur ve adalet dolu günler diliyorum.

Rütbe ve Cübbe!

O gün, alessabâh kalkdı. Sıcacık yatağının içinde şöyle bir doğruldu. Üzerinde, severek giydiği has ipekden mamûl dikine pembe çizgili mavi picaması vardı. Başını geriye doğru atıp gözlerini tavana dikerek uzun uzun gerindi ve doya doya esnedi. Sonra, o gün Cumhuriyet tarihinde ilk defa yapacağı iş aklına geldi. Kalın dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Sevincinden yırtılırcasına büyüyen ağzı, avurtlarını aşıp kulaklarına değdi.

Yatağından çıkıp odasından dışarı doğru çevik bir hamle yapdı. Ne de olsa serde harbiyelilik vardı. Sabah sporlarında takım komutanı subaylar “Yaylalar, yaylalar” türküsü eşliğinde gıçından terler boşalasıya kadar az koşdurmamışdı harbiyeli günlerinde.

Çok mâkul bir kira bedeliyle, handiyse bir kaç kilo altın çilek parasına kendisine M.S.B.’nin “görev tahsisli” olarak verdiği lojmanın salon penceresine yaklaşdı. Pencere camından dışarı doğru keskin bir harbiyeli bakışı fırlatdı. Kemik gibi soğuk ve kurşun gibi ağır, dudak çatlatan barûdî kış günleri gitmiş; yerini taze, serin ve yeşil dolu bahar günlerine bırakmışdı dışarıdaki hava. Emniyet nöbetindeki askerler, devriye nöbetine pür dikkat devam ediyorlardı lojmanın etrafında. Bilen bir gözle şöyle bir süzdü nöbetcileri... Bunu gördüğüne sevindi. Kendini bir kat daha emniyetde hissetdi.

Tam bu arada, pencereden bahceye bakan gözleri, kendisini uzaklardan alıp camdaki aksiyle göz göze getirdi. Gözleri, camdaki kendi gözlerinin buğulu aksinin içine daldı, daldı, daldı... Hâlis Vakfıkebir tereyağı misâli âdeta eriyip gitdi kendi içinde. Efsunlanmış gibiydi o anda. Üç buutlu âlemden iki buutlu âleme geçdiğini ya farketdi ya da etmedi. Dişlerini gıcırdatdığının ve sağ eliyle gayri iradî kavradığı tülleri kornişden kopartırcasına asıldığının farkında değildi. O saniyeye kadar geçen ömrünün bütün fasılları, filim şeridinin kareleri gibi saniyede 24 kere birbiri ardısıra gözlerinin önünden akmaya başladı birden...

Sen git, efeler diyarı Ege Bölgesinin, bir vilâyetinin bir nahiyesinde dünyaya hulul eyle. Orta öğrenimi oralarda ikmâl et. Sonra, dünyada eşi menendi kalmamış dar, kısır, kaba kuvvete, mutlak itaate, verilen emri sorgulamadan yapmaya dayalı köhnemiş eğitim zihniyetiyle Kara Harb Okulunun rahle-i tedrisâtından geç. Harbiyeyi itdire kakdıra zar zor bitir. Kalbur altı mezunların branşı olan ordonat sınıfından bir teginmen ol!

Sonra, palamut bir sınıf subayı iken ve kurmaylık ancak rüyâda gerçek, denizde balık iken, muhtemeldir ki aslî görevinden muaf tutularak git milletin parasıyla ve kendi hesabına bu kez de Mülkiyede hukuk ilmi oku!

Astsubaylar kışlada, arazide ter döküp ömür törpülerken sen milletin parasını cebe indirip Ankara Hukuk Fakültesinin sıcacık anfisinde sekizbeş mesai yap. Bir elinde kalem, ötekinde silgi... Bir sene, iki sene, üç sene... Yetmedi, bir sene daha. Etdi dört sene... Hukuk Fakültesinin anfisinde geçen senelerin hesabını tutan mı var? Çil çil gaymeler, belki de koçan koçan izinler Genelkurmay Babadan nasılsa!

image003Okuduğunuz sahifelere işbu kelâmı dökdüren şu fakir de sınava girdi kendileyin. Ve kazandı da. İşde, isbatı sağ cenahınızda! Sonra, Genelkurmay Babaya dedi ki; “Ya baba! Medet senden! Beni de okula gönder!” Babadan gelen cevap şöyle; “Subaya üniversitenin gül kokulu yolları, astsubaya kışlanın tozlu, taşlı yolları! Geriye dön! Marş marş!” Ne diyelim? Hatırın hoş olsun Genelkurmay Baba!

Neyse, sadede gelelim. Harbiyeli muvazzaf subayımız, beli gırmızı gurdeleyle kelebek şeklinde bağlanmış hukuk diplomasını eline alır. Sonra, ver iki satırlık bir istida. O gece, harbiyeli asker ve yardımcı sınıf bir subay olarak apoletlerin ile yatağa gir. Ertesi gün, hâkim sınıfından subay olarak sırtında cübbe ile uyan!

Bir gün bile avukatlık yapmadan, adliyenin rutubetli ve kalabalık duruşma salonlarının havasını solumadan, bir dane bile davaya vekillik etmeden, bir duruşmaya bile girmeden, kovuşturma nasıl yapılır daha bilmeden, öğrenmeden, anlamadan; hukuğu sadece kitaplardan üstün körü ezberlediğin kadarıyla oku ve subay hâkim ol!

Lengeli fötür şapkadan davşan çıkartmak gibi bir şey. Kül kedisi masalındaki bal kabağının iki çifte beygirli hem de frak seyisli saltanat arabasına dönüşmesi gibi bir şey. Ya da sahibinin dileğini gerçekleştirmesi için Alaaddin’in sihirli lambasının üzerine elini bir kaç defa sürtmesinden daha da goley bir iş! Mucizevî bir değişim-dönüşüm-başkalaşım değil mi?

Sağ gözü sol gözünün, her ikisi de odaklandığı salon penceresinin sisli soğuk camının üzerinde yumurta akı gibi eriyip gitmiş, yek vücüt olmuş ve nefes nefese raksa devam ediyordu. Hâlâ iki buutlu âlemde idi.

Sonra birden bire ayaklarının yere basdığını ve salon penceresinin tülünü sağ eli ile kopardırcasına asıldığını fark etdi. Hemen elini böğrüne doğru çekdi. Soğuk soğuk terlemiş ve irkilmişdi. Bir anlığına akl-ı selim galip geldi ve “Allah, Allah! Askerlik gibi silsile-i merâtibe, mutlak itaate dayalı, ölmek ve öldürmek üzerine eğitilmiş, mantık dışı bir mesleğin içinde yetişen muvazzaf bir subay; nasıl olur da akıl yürütme ve vicdan mesleği olan, öldürmekden ziyade ipden adam kurtarmayı gaye edinen bir meslek olan hâkimlik yapabilir?” diye geçirdi içinden. Fakat, son anda kendini toparlayıp “Şişşşt!.. Aklından bu geçenleri sakın ha, kendine bile itiraf etme!” deyip vicdanını karartdı. Çünkü kendi menfaati bu şekilde düşünmesini ve sadece hukukcuymuş gibi davranmasını gerekdiriyordu.

Yoksa hafazanallah; Emir Astsubayı, Şarkıcı Kibariye’nin tâbiriyle şantifilli makam arabası, anasının deyimiyle muhayyerinden makam “şöferi”, iri kıyımından makam koruması... İthâl cevizden mamûl, gomalak cilâlı makam masası; hakikî deri gaplı, döner tekerlekli ve fırfırlı makam koltuğu; ışıltılı, bol ve kalın sırmalı cırt cırtlı hâkim cübbesi... Genel Sekreteri, hukukculardan mürekkep danışmanları... Bütün bu nimetleri kim bir çırpıda elinin tersiyle itip de talim yapmak üzere kışlanın tozlu, topraklı yolunu tutabilirdi?

Saç-sakal tıraşı kuruşlarla... Çeşit çeşit yemekler tek tek liralarla... Yıkama, yağlama, boyama ve ütüleme müesseseden. İçdiği fincan fincan tomurcuk çayların lafı mı olur hiç?

24 saat korumalı, ısıtmalı, soğutmalı, köşke yakın lojman, emekli olacağı güne kadar handiyse bilâ ücret. Günlük gazete ve mis gibi kokan kahvaltılık sıcak ekmek kapıda teslim. Üstelik çöplerin toplanması, çamların kesilmesi, çimlerin biçilmesi, ağaçların budanması, yaprakların toplanması, kaloriferin yakılması, kapının önünün silinip süpürülmesi fiyata dâhil.

Bu sözlerin müellifi, 30 senelik fiili hizmet süresinin sadece altıda birini lojmanda edâ etdi. Şikâyetci değil kendileyin. Mukim olduğu astsubay lojmanında bu hizmetlerin sadece bir kaç danesi var idi.

Ne âlâ memleket değil mi? Muz Cumhuriyetlerinde bile bu neviden torpilli, yağlı ballı, gaymaklı en dikeyinden, en hızlısından böylesi bir terfi görülmedi hiç! Tanrısına hâmd olsundu, Genelkurmay Babası var olsundu. İkincisi olmasaydı, şimdi hâlâ doğduğu köyde sığırtmaclık yapan; sığırtdığı ineklerin bokundan yapdığı tezek ile harladığı guzinenin üstünde gaynatdığı darhâne aşıyla garın doyuran bir köylü olarak yaşamaya devam edecekdi. Neredeeen, nereye dedi kendi kendine.

Yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Heyecanla ve şevkle banyoya koşdu. Ne de olsa Cumhuriyet tarihinde bir “ilk” olacakdı o gün. Karargâhda olsaydı, berberi, makam odasına çağırdır ve sakal tıraşını bâd-ı hevâdan olurdu. Lâkin bugün için böyle bir imkânı yokdu. Bu kereliğine kendi göbeeni, yani, kendi sakalını kendisi kesecekdi.

Öyle de yapdı. Önce, dört bıçaklı makineyle sinek kaydı bir tıraş oldu. Şöyle bir bakdı suratına. Sanki hiç tıraş olmamış gibi görünüyordu aynadaki aksi. Arko tıraş sabununu tıraş fırçasının içine bir kere daha daldırıp iyice köpürtdü. İlk tıraşda sakalını yukarıdan aşağıda doğru kesmişdi. Suratını iyice sabunladıktan sonra bu kez de makineyi aşağıdan yukarı doğru çekdi. Ardından, ılık suyla keseleye keseleye yıkadı bütün vücudunu başdan aşşağıya.

Daha kurulanması bitmeden matbahda kızartılan ekmeğin iştah açıcı kokusu çalındı burnuna. Banyodan çıkıp geceyi geçirdiği odaya tekrar döndü. Has ipekden picamasını soyundu. Elbise dolabının kapağını açdı. Çorap, gömlek, pantolon, kemer... Sonra da ceketini giyip düğmelerini ilikledi tek tek. Aynanın karşısına geçip omuzlarına bakdı şöyle bir. Her iki omuzundaki apoletlerin üzerindeki altın sarısı beş kollu yıldızları saydı yegan yegan. Tamamdı. Sağ memesinin tam üstüne denk gelen yerde, muvazzaflık günlerinin nişânesi olan etrafı defne yaprağı çelenkli, al renkli “kıt’a brövesi” dâhil hepsi yerli yerindeydi. O,  şimdi muvazzaf bir subay oldu!

Matbaha yöneldi hemen ardından. Kahvealtı hazırdı. Allah ne verdiyse iştahla yedi. Kahvesini, mülâkat esnasında Gazeteci Hanım ile makamında içeceğini dün söylemişdi Genel Sekreteri.

Sonra, banyoya tekrar gidip dişlerini fırçaladı. Siyah ayakkabılarını giyip bağcıklarını bağladı her ikisinin de. En son olarak da şapkasını kafasına geçirip merdivenlerden aşağıya doğru süzülürcesine gözlerden kayboldu.

Daha bina kapısına varmadan makam aracının kapısını açdı, hazır bekleyen Emir Astsubayı. Sanki duruşmadaymış gibi katı ve donuk bir surat ve keskin bir ifade ile “Günaydın!” dedi. Sonra, makam aracının arka koltuğunun sağ tarafına oturdu. Kapısını kendisi kapatmadı. Hiç konuşmadan sağa sola bakarak yapdığı kısa bir yolculukdan sonra, AYİM binasına vâsıl oldu.

Makam aracı daha AYİM binasının Komutan kapısının önünde durmadan, etrafdaki nöbetci heyeti koşuşdurdu. Aracın durduğu yerde, hemen tespih daneleri gibi diziliverdiler. Kapısını, kendisi değil, kapatan açdı. Kıvrak bir hamle ile ve kasılarak makam aracından indi. Kendisini karşılayan ve bir kısmı da hukuk ehli olan nöbetçi heyetine gene kısa ve kavi bir ses ile “Günaydın!” dedi. Önde kendisi, hemen arkasında avânesi, eşkin eşkin yürüyerek makam odasının yolunu tutdu.image005

Makam odasına girdiğinde, HaberTürk gazetesinden Yasemin GÜNER’i kendisini ayakda beklerken buldu. Gene kısa ve donuk bir ifade ile “Günaydın!” dedi gazeteci hanıma. Sonra, hemen sol tarafındaki elbise askısına yöneldi. Dün akşam asdığı yakası kalın ve bol sırmalı, cırt cırtlı cübbesini apoletli ceketinin üzerine giydi.

Lojmanda apoletli cekedini giydi, subay oldu.

İş yerinde apoletli cekedinin üstüne cübbesini giydi. Şimdi o, askerî hâkim oldu!

Önce, muvazzaf subay ol; emir ver, emir al. Ölme ve öldürme sanatının inceliklerini öğren. Bir ölüm makinesi ol! Ve mutlak bir itaat altında gözünü kırpmadan her an öldürmeye hazır bekle!

Ertesi gün, hukukcu sınıfına geçip hâkim ol, hak ver, adâlet dağıt. Bu kez de ölümden adam kurtarmaya yelten. Tâbi yapabilirsen!

Götür bir Rus’u hamama. Üç kere kesele, altından Türk çıkar, derler…

O da bir şey mi? Bizde daha hayret vericisi var!

Bizim asker hâkimlerin sadece cübbesini çıkart. Altından harb okulu mezunu muvazzaf subay çıksın!

Kuş mu?, Tavşan mı?, Ördek mi?..

Dünyada hem kuş gibi uçabilen hem ördek gibi yüzebilen hem de tavşan gibi hızlı koşabilen mahlûk yokdur, aramayınız. İtimat buyurmayan varsa açsın kitapları, baksın!

Kuş, ördek gibi yüzemez. Ördek, tavşan kadar hızlı koşamaz. Tavşan, kuş gibi uçamaz.

Kaz, hem uçar hem yüzer hem de koşar dediğinizi duyar gibiyim. Öven de sağ olsun söven de... Madem bu hayvanımız çok makbûl, o zaman işinize gelmeyince bana niye “Kaz kafalı” diyorsunuz peki?

Bir adam; hem asker, hem muvazzaf subay hem de hâkim olabilir mi? Hayır, olamaz! Maddenin tabiatına ve AYİM’in icât etdiği meşhur beylik ifade ile “Hayatın olağan akışına aykırıdır” bu.

Hayır, aksi muhaldir! Dünyanın hiçbir yerinde olamaz. Durun, durun! Afedersiniz, bir ülke hariç!

Biliniz bakalım yârenler, konusunda dünyada “ilk ve tek” olan bu ülkenin adı ne?..

Önce Harbiye, sonra Mülkiye... Ah, Belinda, ah!.. Bir atımlık barutu daha olsaydı gör bak sen o zaman. Bir pundunu bulup Tıbbiyeyi de ipe nasıl dizecekdi...

Ne Kutlu Bize; Duydunuz mu? Cumhuriyet Tarihimizde Bir İlk Zuhur Eylemiş!

Basından;

Cumhuriyet tarihinde ve Türk TV tarihinde “ilk kez” görevi başındaki bir Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı kameralar karşısına geçdi. Genelkurmay Başkanları dışında hiç kimsenin konuşmadığı, konuşma yetkisinin olmadığı Türk Silahlı Kuvvetlerinde “bir ilk” yaşandı. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı Hâkim Tuğgeneral Abdullah ARSLAN HaberTürk Gündem Özel'in konuğu oldu.

image007Kendi adamlarına asla yapmaz ya, bu seferliğine kibarlığı tutdu işde. O gün hâlis deri gaplı yumuşacık makam koltuğuna oturmadı. Yapmacık bir nezâket gösterip masasının önündeki misafir koltuğuna ilişiverdi. T.C. tarihinde “ilk ve tek” olan mülâkat başlamışdı. Hemen ardından daha söylemeden iki bardak su ve bol köpüklü kahveler geldi sehpanın üstüne.

Heyecandan cübbesinin etekleri zil, kelebek kanatları gibi yukarı kalkık hâkim yakaları bendir; pantolunun paçaları da def çalıyordu! Dün akşamdan kendi hazırladığı danışıklı döğüş sualleri cevaplamadan önce kahvesinden büyük bir yudum hüpletdi ve şöyle dedi AYİM’in hem asker, hem muvazzaf subay ve hem de hâkim Başkanı;

Dünyanın hiçbir ülkesinde AYİM benzeri bir mahkeme yoktur. Ama niçin yoktur? Güçlü devlet olmanın iki şartından birisi güçlü ekonomiye sahip olmaksa, diğeri de güçlü bir orduya sahip olmaktır. Güçlü bir ordu da ancak disiplinli bir orduyla mümkündür. Disiplinli ordunun yegane beslenme kaynağı adalet duygusudur

Suali Sayın Başkan kendisi sormuş ve lütuf buyurup hemen kendisi cevaplamış. Minareden at beni, in aşağıya tut beni!

Ordumuz güçlü, disiplinli. Aldım, kabul etdim. Peki, adâletli mi?..

Sen kendinin dünyanın en akıllı adamı olduğunu söylüyorsan bu fikir sadece seni bağlar! Sen söyle, sen inan! Sen çal, sen oyna! Sen pişir, sen ye! Ben, yemem! Senin yapmacık fikrine senden başka iltifat eden, itimat buyuran var mı, ona bak sen!

Bir hukuk adamı düşünün. Adâleti, disiplin ile ölçüyor! Sayın Başkanın bu söylediği doğru olsaydı şayet dünyadaki bütün sivil mahkemeler lağvedilir yerine asker mahkemeleri kurulur idi. Peki hakikat öyle mi, Sayın Başkanım?..

Gazeteci şöyle bir sual soruyor;

  • “Türk Silahlı Kuvvetleri'nden ihraç edilen kişilerin neden ihraç edildiğini dahi bilmemesi ve bu nedenle kendini savunamaması da eleştirilen bir diğer konu. Peki, AYİM bu durumda nasıl karar veriyor?”

İşte, AYİM Başkanı Sayın Arslan'ın bu sual için dökdürdüğü inci daneleri;

  • “Başbakanlıkça sevkedilen mahkememizin işleyiş tarzıyla ilgili bizim yasamızda da değişklik teklifini yaptık. Savcılık tebliğnamesinin tebligata çıkmaması kişilerin atılma gerekçesinin kendilerine bildirilmemesi gibi hususlar. Bunların giderilmesi için de girişimde bulunulmuştur.”

image009Tuğgenerel Başkanımızın irâd etdiği bu iki cümleyi, Türkce konuşan bir Allah kulu, dil ve anlatım bakımından değerlendirsin! Önce, bu tümcelerden ne anladığını şu fakire söylesin! Sonra da 10 üzerinden kaç verdiğini... Konumuz bu değil, geçelim!..

Gazeteci soruyor; “Sayın Başkan, Çanakkale Boğazı!...

AYİM Başkanı cevaplıyor “Yandı gıçımın ağzı!..

Bu çağdışı uygulamalar ile AYİM’in çatısı altında nice canlar yakdınız sayın Başkan! 41 seneden beri neredeydiniz diye sormazlar mı adama? Aklınız sıçarken şimdi mi başınıza geldi?..

Sayın Başkanın söylediği lafların, Gazetecinin sorduğu sual ile uzakdan yakından hiçbir alâkası yok! Lafı dam ardından dolandırıp Gazetecinin sorduğu sorunun üsdünü örtmüş kendince. Şayet müsaade buyurursanız aynı suali şu satırlarda bir kez de şu fukara sorsun;

Sayın AYİM Başkanı;

Türk Silâhlı Kuvvetleri'nden ihraç edilen kişilerin ordudan niçin ihraç edildiğini dahi bilmemesi ve bu sebeple kendini savunamaması da eleştirilen bir diğer konu.

Peki, AYİM bu durumda nasıl karar veriyor Allahaşkına? Bir askeri ordudan atmaya nasıl karar veriyor? Tarot falına mı, kahve falına mı yoksa kuru fasulye falına mı bakarak karar veriyor?

Cevabını da gene iltifat buyurursanız şu fakir söylesin. Doğru mu, yanlış mı, varın siz karar verin gâri!

Sayın Başkanımız diyorlar ki;

AYİM kurulalı beri, bir başka ifadeyle, 4/7/1972 tarihinden beri, yani maşşallalah, tam 41 seneden beri, kulağından tutup ordudan ihraç etdiğimiz subay/astsubaylara ordudan niye atdığımızı kendilerine söylemiyoruz. Niye söyleyelim ki? Burası, isminde de görüldüğü gibi, bakınız tam şurada, başınızın üst tarafındaki duvarda asılı duran levhanın içinde büyük hurafat ile yazıyor!" Efenim, nerede kaldıydık? Haa!, “Yüksek” bir mahkeme!..

Başkanımız mülâkatına devamla;

Şu memlekette, iki şeyden sual olunmaz komutanım! Alışkanlık işde, pardon efenim diyecekdim.!Birincisi, elhâmdülillah, Yüce Tanrımızın hikmetinden! Ve tabi ki ikincisi de “Yüce”, pardon, “Yüksek” Mahkememizin verdiği karardan. Olur mu efenim? Ne münasebet! Biz, yüksek yüksek anfilerde, yüksek koltuklarda oturmuşuz, âli âli konuşmuşuz, gül kokulu nefesimizi tüketmişiz! “Yüksek” bir karar vermişiz. Karpuz teveği tutar gibi kulağından tutup bir subayı, bir astsubayı ordudan atmışız! Ben, yani kendim, yani “Yüksek” Mahkemenin General Başkanı olarak, o asker kişiyi ordudan niye atdığımı, o atdığım kişiye söyleyemeye tenezzül eder miyim hiç? Ben kim? O kim? Hâşa, siz “Yüce” Tanrı’nın emirlerini tartışabilir misiniz? Bizim “Yüksek” mahkememizin verdiği “emir”, pardon yani, dilim sürcdü, verdiği “karar” da işde aynen bu neviden bir karardır. AYİM, lâyuhtidir. Zinhar, tartışılamaz. Hattâ, hikmetinden, kararından ve kerâmetinden asla sual olunamaz! Zaten bir üst mahkeme de yoktur. Bal gibi haklı bile olsanız müracaat edip de haklı olduğunuzu ispatlayacağınız ve başınızı vuracağınız başka bir daş da yokdur!” efenim!

Nasıl? Sayın Başkan’ın kafasının perde arkasında avara kasnak yapdırdığı fakat söylemeye yüreğinin yetmediği hakikatler bunlar olabilir mi, can dostlar?

Bu paragrafın başlığına yazdığımız sualimiz şöyle idi; Kuş mu?, Tavşan mı?, Ördek mi?

Atamızın bize armağan etdiği her darb-ı meselin hayatımızda mutlaka bir yeri, bir karşılığı vardır.

Cevabımız da şöyle; Tek kanatlı kuş, kör tavşan, topal ördek!

Bir başka ifadeyle; Hem asker, hem subay hem de hâkim!

Birisi Tutuyor, Ötekisi Hemen Atıyor!

Doğru ya da yanlış, bilemeyiz. Eninde sonunda mahkeme ortaya çıkartacak. Elvan çeşitli isnatlarla bunca subay ve astsubay, sivil hapishanalerde tutuklu! Hemen hepsi niçin tutuklandığını ve suçunun ne olduğunu dahi bilmeden senelerden beri adetâ hapis yatıyor. Ve bu askerler diyor ki; “Tamam, bizi tevkif etdiniz de hiç olmazsa suçumuzu söyleyin bâri!

Kabul edilecek bir durum değil tabi ki. Mahkemenin bu askerler hakkında kararını tez zamanda vermesi hâlis temennimizdir.

Sivil mahkemeler, daha suçunu söylemeden askerleri senelerce hapisde tutuyor. Peki, AYİM ne yapıyor? Merd-i kıptî şecaat arz ederken sirkâtin fâş ediyor. Gazeteci sormadan şöyle diyor Sayın Başkan; “Suçladığımız subay/astsubaylara savcılık tebliğnamesi göndermiyoruz.” Bu ifadesiyle Sayın Başkan, aslında şunu söylüyor; “Asker kişi ordudan tard edildiğini, atıldığı anda öğreniyor!

Tuğgeneral Başkanın bu cümlesini şöyle tasavvur ediniz. Mûtad olduğu üzere o gün işinize gelmişsiniz. Daha önceleri hep yapdığınız gibi... Akşam mesai bitince de evinize gideceksiniz. En azından siz öyle olacağını sanıyorsunuz. Sabahleyin yağlı paslı tulumunuzu giyip tankın altına, kanalın içine, betonun üzerine uzanmış; uçak motorunun içine girmiş; gemide kazanı yakmaya başlamışsınız.

Ya da bilmem ne dağının bilmem ne deresinin bilmen ne geçidinin bilmem neresinde kelle koltukda eşkıya kovalıyorsunuz. Vakit de bilmem ne! Meslek hayatınızda daha önce hiç olmamış ve asla olmayacak bir iş geliyor başınıza! Azrail Aleyhisselâm kılığına girmiş birisi geliyor taa oraya. Ve o gün, mesainiz erken bitiyor! Fener bosdanından karpuz teveği kopardır gibi kulağınızdan tutup askeriyeden atıveriyor sizi.

At pazarından beygir seçer gibi dişlerine varasıya kadar muayene etdiğin sonra da 2 sene, 4 sene ya da 8 sene eğitdikden sonra subay/astsubay rütbesi verdiğin bir asker, bir günde sana düşman oluyorsa, bunda senin hiç mi suçun günahın yok? Bu, nasıl bir adâletdir? Bu, ne kepaze bir gufrândır Allahaşkına?

Bu hakikati de Gazeteci sormadığı halde, suçluluk halet-i ruhuyesi içinde kıvranan muvazzaf subay kökenli AYİM Başkanı kendiliğinden yumurtalıyor.

AYİM, daha adını bile sormadan, davaları dosya üzerinden karara bağlıyor. Ve daha suçunun ne olduğunu söylemeden askerleri tard ediyor. Ordudan atılan askerler diyor ki; “Tamam, ordudan atdınız da hiç olmazsa suçumuzu söyleyin bâri!

Ey AYİM! Yiğidi ordudan at da, önce mert ol ve sebebini söyle!

Ahmet Kenan; beslemedi, gençleri hemen asdı!

AYİM de beslemiyor, askerleri hemen atıyor!

İşde, AYİM’in tecelli etdirdiği “dünya birincisi” adâlet bu, babayiğitler!

Halifeliği döneminde din, dil, ırk, milliyet ayırımı yapmadan her Allah kuluna son derece adâletli davrandı. Bu hususiyetinden dolayı Hattab’ın oğlu olan İkinci Halife Hz. Ömer (RA)’e, insanlar “haklıyı haksızı ayırmakta güçlü olan; doğruyu yanlıştan fark etmede pek mahir ve muktedir” anlamına gelen Fâruk sıfatını verdi O’na. Ve Ömer el Fâruk ismiyle maruf oldu.

Halbuki biz, din kardeşiyiz. Irkımız aynı. Milliyetimiz aynı. Zebânımız aynı. Bu tarafdan bakıldığında biz, kendimizi böyle tarif ediyor ve böyle olduğumuzu biliyoruz. Acaba o tarafdan AYİM bizi nasıl görüyor?

Peki, bu hudutsuz adâletsizlik, zalımlık ve haksızlığı yapan AYİM’e biz hangi sıfatı yakışdıracağız?

Sözün Söyledikleri!

İltifat buyurup makâlemizi okuyan dostlarımız, bu bilgileri nereden buluyorsun diye soruyorlar. En iyi ve hattâ en ucuz istihbarat, açık istihbaratdır. Gazetelerde, kitaplarda okuduğunuz; televizyonda görüp duyduğunuz haberler, bilgiler açık istihbarat örneklerindendir. Gizlimiz saklımız yok! Şu mit’de bu cia’da adamımız da yok! Emaysiks’in kapısının önünden geçmedik! Biz de herkesin okuduğu, gördüğü, işitdiği bu bilgilerden istifade ediyoruz.

Bakınız, açık istihbarat neler fıslıyor!image011

Dünya’nın en kalabalık ülkesi, Çin, ikinci ülkesi Hindistan. Türkiye, nüfus sayısı bakımından onuncu sıralarda.

Bilginiz üzere Baro, avukatların derneği demek. Biz emekli astsubayların derneği TEMAD ise avukatların derneği de Baro. Yakın zamana kadar dünya’nın en büyük Barosu, demoskratos ve fırsatlar ülkesindeki Niv York şehrindeymiş. Sonra, bizim cingöz dava vekilleri bir pundunu bulup conilerin ensesine şöyle okgalı bir şaplak patlatıp birinciliği onların elinden gapmış, iyi mi?

image013Metrobüs denen otobüs azmanıyla siyâhat ederken gördüydüm. İstanbul/Çağlayan’daki Adliye Sarayı’nın bahcesine, bizim bina büyüklüğünde divâsâ bir tabela dikmişler. Neredeyse binanın yarısı büyüklüğünde... Okudum, koca koca hurufat ile tabelaya şöyle yazmışlar; “Avrupa’nın en büyük Adliyesi” Uğurlu, kademli olsun ey necip milletim!

Şu satırları okuduğunuz vakit itibariyle, dünya’nın en büyük Barosu bizde, elhamdülillah..

Avrupa’nın en büyük Adliyesi bizde, hâmdolsun...

Bu bilgiler, devletin yetkili memurlarına ait. Bu malûmatın devamı olan ve o sayın memurların demeye çatal dillerinin bir türlü varmadığı mütemmim cüz’ü de biz dile verelim!

Dünya’nın en büyük hapishaneleri ve dahi dünya’nın en çok mahkûmu da bizde...

İster iftihar ediniz, ister hicap!..

image015Dünya’nın en çok askeri olan ülkesi, gene Çin. İkincisi ülkesi de conilerin demoskratos ve sonsuz fırsatlar ülkesi. Asker sayısı bakımından Türkiye, dokuzuncu sırada.

Dünya’nın tek Asker Mahkemesi ve Asker Yargıtay’ı da bizde netekim! Bu tesbitden şu çıkarıma vâsıl olsak, hatâ mı ederiz acap?

Dünya’nın en çok asker mahkûmu da bizde. Yanlış mı?..

Eh, madem ki dünya’nın en çok asker mahkûmu bizde, o halde o askeriyede disiplin olduğunu söyleyebilir miyiz? Dünya’nın en çok asker mahkûmunun olduğu bir teşkilatda adâletden bahsedebilir miyiz?

Sen, 100  sene evvelinin Cezâ Kanun’larını alla pulla. Sanki yeniymiş gibi mercedes görünümlü serçe damgası vurup bu yiğit askerlere yutturmaya çalış. Yutmayanı da Askerî Mahkemeler vasıtasıyla tepesine vura vura, döve döve terbiye et! Sonra, dön gıçına de ki; “Dünya’nın ilk ve tek Asker Mahkemesi Türkiye’de!” Bu ne pişkinlik? Zorla güzellik olur mu Başkanım? Hicap edilecek yerde iftihar ediyorsun! İyi, aferim, benim oğluma!

Ateş yoksa, orada duman yokdur; bataklık yoksa orada sivrisinek yokdur; tavuk yoksa orada yumurta yokdur!

Gelişmiş ülkelerde, doktorluk çok cazip bir meslek değildir. Kapısını tıklatıp odasına girdiğinizde doktorun karşısında kasketinizi elinize alıp huzurunda boyun bükmezsiniz. Hastası olmayan bir memleketde sarrafdan daha da bahalı ilac satan eczane yokdur, servet kazanan doktorlar yokdur. Hastane de yokdur.

Adâletin kök salıp neşvü nema bulduğu ülkelerde, avukatlık sıradan bir meslekdir. Yolda avukat gördüğünüzde ayağa kalkıp ceketinizin düğmelerini iliklemezsiniz. Avukatlar da servet kazanmaz. Haksızlık, adâletsizlik olmayan bir memleketde, avuç dolusu para kazanan avukat yokdur, hâkim yokdur, savcı yokdur. Hapishane de yokdur.

Son iki parağrafdaki tümcelerde sonucu, sebep tayin eder. Mefhumu muhalifinden, bir başka ifadeyle tersinden bakalım bu kavrama; Hasta var ise her yer hastanedir. O fukara millet, bir doktorlar ordusu beslemeye mecbur edilir.

Adâletsizlik var ise herkes haksızlığa düçâr oluyorsa; her yer avukat, hâkim, savcı doludur. O fakir millet bir avukatlar ordusu beslemek zorundadır. Her yer Taksim, afedersiniz, her yer hapishanedir.

Sayın Başkanımız, AYİM’in dünyada bir “ilk ve tek” olmasıyla iftihar ediyor kendileyin. Omuzlarındaki yıldızlara bakıp kudret zehirlenmesine uğrayan muhterem Tuğgeneral Başkanımız, gerdanını gıvıra gıvıra diyor ki; “AYİM gibi mahkeme, dünya’da ilkdir!” He, Başkan, he!..

Öyleyse makarayı sar, zilleri kır, bokundaki boncukları bul ve gınayı da cübbenin yakasına yak gâri!

İnsan, Şişirilmiş Tuluma Benzer. Ağzı Açılınca Havası İner!

Sayın Başkan, AYİM’in dünya’da eşi menendi olmadığını, türünün tek numunesi ve hattâ Mohikanların sonuncusu olduğunu ayan etmiş basın açıklamasında. Gaynanamın deyişiyle akibetiniz mübârek olsun!

Hayvanatın her türlüsü yargıdan münezzehdir. Mahkemenin konusu, eşref-i mahlûk denen insandır. Mahkeme demek ceza demekdir. Mahkeme demek, mahpushâne demekdir. Mahkeme demek; insanı rutubetli, soğuk, havasız, ışıksız, bir odaya hayvan gibi kapatmak demekdir. Mahkeme demek, insana hayvandan daha aşağılık muamele etmek demekdir. Mahkeme demek, insan olmakla fıtraten haiz olduğumuz ve Allah’ın bize bahşetdiği ferdî hürriyetimizin elimizden cebren alınması demekdir.

Sen, şu vatanın has evladı astsubayı; ana rahmine düşen çocuk daha dünyaya hulul eylemeyecek kadar kısacık bir süre okut. Sonra, hiçbir hukuk kavramı ile izah edilmesi mümkün olmayan 15 sene, 10 sene mecbûrî hizmete cebret! Bir gün gelip bu çocuk, yanlış meslek secdiğini anlayınca da gel bakalım buraya de! Ya kırk satır ya da kırk katır. Beheri de AYİM’den bilâ ücret!..

İnsanın tahteşşuurunda işde böylesi imgelerle kendine yer edinen mahkeme kavramı ile övünen kişinin, beyninin ve ruhunun arka alanında sere serpe, edepsizce ve utanmadan yatan sosyo-ekono-politiko, militaryo-statüko, psiko-psişiko, de jure-defacto, etiko-tetiko ve traji-komiko kalite-realitesi ne olabilir sizce?

Yiğidin Hakkı, Yiğide!

Sezar’ın hakkı, Sezar’a, demiyoruz! Bu söz, bu topraklara ait değil! Onun yerine, “Yiğidi öldür; fakat önce mert ol ve hakkını ver!” diyoruz.

Yerine ve duruma göre söylediğiniz bir çift söz, bir kelâm-ı kibar, hattâ bir kelime, sizi tarihde lâyemut yapabilir. Sizi tarihin ölümsüz eşhası arasına dâhil edebilir. İrâd etdiğiniz bu söz; yüz seneler, hattâ bin seneler bile geçse de unutulmaz. Bugün severek kullandığımız bu neviden sözler yüzlerce, binlerce sene öncesinden bize el sallayıp yolumuza, çığırımıza hâlâ ışık tutmuyor mu?

Dağarımızda unutulmaz yer tutan bu neviden güzel sözler, sahibinin sesidir, özbeöz malıdır. Söyleyen kişinin imzasını, mühürünü, şahsiyetini, seciyesini, mizâcını taşır. Derler ya; söz, ağızdan bir kere çıkar! Vecizler de öyledir! Artık ağızdan bir kere çıkmış ve çıkdığı şekliyle bir daha açılmamak üzere öylece mühürlenmişdir. El’in gaynatdığı aşa su gatmaya hakkımız yok! Çeşitli vesilelerle bu sözleri kullanacakların; söylendiği şekliyle ve lafzıyla, özüne sadık kalarak, bir başka ifadeyle “sözü, özüyle” kullanması her şeyden önce bir edep gereği ve temel insanlık vazifesidir.

Bu cümleden olmak üzere, senin ceddin kendisine “Devlet-i Âliyye-i Osmâniyye” ya da “Devlet-i Âliyye” demişse sen bugün “Osmanlı İmparatorluğu” diyemezsin. Senin ceddin, kendisine hiçbir zaman “İmparatorluk” demedi ki. Çünkü senin o yüce Atan, “İmparatorluk” sözünün siyaset biliminde ne anlama geldiğini iyi biliyordu. Sen “İmparator” dersen şayet, “Devlet” ile “İmparatorluk” kavramlarının siyasetteki anlam farkını bilmeyen câhil mesâbesine düşersin.

ATATÜRK, niçin “Ordular! İlk hedefiniz, Akdeniz’dir!” dedi. O şanlı ordular niçin Akdeniz’e değil de şom ağızlıların tabiriyle “Ege” denizine doğru hücüm etdi? Bu emirdeki siyaseti, derinliği, tarihî anlamı ve şuuru bilmeden, anlamadan bugünün güdük akıllı komutanları ATATÜRK’e inat “Ege” Ordusu teşkil ediyorlar!

Hz. Ömer (RA), ATATÜRK, M. Akif ERSOY... Dünya siyaset, harb ve edebiyat tarihine mühürlerini vurmuş, kalıplarını basmış namlı devlet adamı, asker, edebiyatcı. Söyledikleri vecizleri ve hattâ bir kelimeleri dahi insanlığa hâlâ yol göstermekte, ışık tutmakda, yön vermektedir.

ATATÜRK, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak için canını ortaya koymuş ve ölümü bahasına mücadale etmiş. Bu mücadelesini bizlerin okuyup anlaması ve istikbâlimizi şekillendirmemiz için kitaplaşdırmış. Ve bu kitaba NUTUK adını vermiş. Şimdi ATATÜRK, NUTUK ismini verdiyse, sen ortaya çıkıp da bu kitaba bugün SÖYLEV diyemezsin. Haddin değildir!

Zamanın menşur kayıtlarına “Harbi İstiklâl” ya da “İstiklâl Harbi” şeklinde nakşedilen bu şanlı tabire, bugün sen “Kurtuluş Savaşı” diyemezsin. Nerede bağlıydın? Kimden, nereden kurtuldun ki “Kurtuluş” diyorsun?

Merhum M. Akif ERSOY’un bir gecede kağıda döküp Türk Milletine armağan etdiği İstiklâl Marşı’na “Kurtuluş Marşı” diyebilir misin?

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilk Kanun’u olan 1924 tarihli Teşkilât-ı Esasiye’ye bugün sen çıkıp da ANAYASA diyemezsin. Gene aynı Kanun’un daha birinci maddesinde “Hâkimiyet Bilâkaydüşart Milletindir!” diye hafızalara nakşedilen vecizeyi 90 sene sonra sen çıkıp da “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye tevil edemezsin! Bu sözleri tevil etmek hakkın ve haddin olamaz!

Gerize Taş Atmak!..

İsder alınız isder atınız! Siz muhterem karilere şu fâniden pek hasiyetli iki nacizâne tavsiye;

  • Bir; Astsubaya taş atma, helâk olursun!
  • İki; Gerize taş atma, nâdim olursun!

Allah’ın hikmetinden sual olunmaz! Elbet her insan, bir sebep üzere yaradılmışdır. Bu cümleden olmak üzere insan sıfatına sahip olmakla herkes saygıyı hak eder.

Kimisi hayırlara, güzelliklere, sevaplara vesile olur. Kimisi ufunet getirir, etrafına kötülük saçar; şer alır, şeytan satar!

Lâkin, şüyuu vukuundan beter misâli, kimi insanların bazı şeyleri yapmaması, yapmasından; söylememesi, söylemesinden; susması konuşmasından ehven oluyor. Bu ifadeden hareketle, T.C. tarihinde “bir ilk” olduğu iftiharla ilan edilen konuşmasını Sayın AYİM Başkanı hiç yapmasaymış daha hasiyetli olurmuş!

Kaz ve Tavuk Kıssası!..

Ceddimizin irâd ettiği ulu sözleri niye değiştirirsin ki? Değiştirmek, tevil etmek, eğip bükmek, gurcalamak senin neyine? Sen, onu söyleyenden, yazandan, yapandan daha akıllı olamazsın! Olsaydın şayet tarih onları değil de seni yazardı. Değil mi? O sözleri söyleyenin, yazanın, yapanın, diyenin tarihdeki yerine ve itibarına bak! Bir de bugün senin tarihde, dünya siyâsetinde, bilimde, sanatda, sporda vs. durduğun yere bak!

Hepimizin bir haddi, istiabı vardır. Ve herkes bu maddî-manevî sınırlarını bilmekle mükellefdir. Tavuk-Kaz kıssasını bilirsiniz. Tavuk, Kaz’a özenip de Kaz yumurtası kadar büyük yumurtalamaya tevessül etmiş! Etmiş de ne olmuş tavuğa, yârenler?..

Ey gâfil, boşuna debelenme! Senden sonra, yarın inşallah farklı olacak. Hele sen şu tarih sahnesinden bir çekil! Lâkin, bugün itibariyle sen onlardan daha akıllı değilsin! Kibiri, küstahlığı bir kenara bırak! Senin hamurun, kumaşın, kuturun ne ki? Bunu artık idrâk et ve mübârek ceddine karşı saygıda kusur etme!

Gölgen, Boyunu Aşıyor!

Ne de güzel demiş ATATÜRK; “İlim, tercüme ile olmaz; tetkik ile olur!” Bu vecizi ile ATATÜRK, akıl sahibi olanlara şu emri vermişdir. Edepli ol! Yüreğin yetiyorsa yeni bir şeyler söyle. Ciğerin var ise yeni bir şey icât et. Lâkin, bayağılaşma! Taklit etme. Hele hele, tevil etme. Tenzil etme! Oradan aparıp buradan koparıp aşure bişirme!

AYİM binasının Komutan kapısından içeri girdiğinizde, başınızı hafif yukarı kaldırıp ileri doğru bakarsanız, ikinci kat sahanlığının balkon demirlerinin bir yerinde şu vecizeyi görürsünüz “Adâlet, Mülkün Temelidir!” Daha sonra edepsiz birisi ortaya çıkdı ve bu vecizi “Adâlet, Devletin Temelidir!” şeklinde değişdirdi. Gözlerimle gördüm bunu 2009 senesinde.

Bu ukalâlığı bir kenara tefrik edelim. Sayın Başkanım, bu kelâmıkibar, aslında Hz. Ömer (RA)’in söylediği sözün ancak yarısıdır. Peki, öteki yarısı nerede? Gelirken yolda mı düşürdünüz yoksa? Diğer yarısını da “Yüksek” müsaadenizle biz diyelim “... Ve zulm-ü fesâd ül mülk!” Tefsir edelim “Ve zulüm, devleti eninde sonunda böler, parçalar!” Nasıl?..

Gölge, aslının türâbı olamaz! Gölgene bakıp da sakın boyunun büyük olduğu zehabına kapılma! Çünkü, değil! ATATÜRK’e özenen Ahmet Kenan’ın acınası durumundan ibret al! Sokaklara, okullara hattâ kışlalara verilen Ahmet Kenan’ın ismi şimdilerde teker teker siliniyor oralardan. Adetâ kazınırcasına!

Dünya hukuk kavramının merkezine oturmuş ve Kanun haline gelmiş bir vecizden bahsediyoruz. Hz. Ömer (RA)’nın “Adâlet, Mülk’ün Temelidir!” diye dünya adâlet tarihine mâl etdiği vecizi “Adâlet, Devletin Temelidir!” şeklinde niye değiştirdiniz? Bu edepsizlik niye? Mülk’ün, devlet olduğuna kafanız basmadı mı yoksa?

İlim, ilim bilmekdir. İlim, kendin bilmekdir!” diye seslenmiş bizlere yedi yüz sene evvelinden Yunus EMRE, duydunuz mu? Sordunuz mu sarı çiçeğe? Sizler, kendinizi, haddinizi, kuturunuzu bilir misiniz?

Haydi, haddinize olmayarak sözünü gırpdınız. Peki, taa binüçyüz sene öncesinden “Adâlet, Mülkün Temelidir!” diye haykıran Hz. Ömer (RA)’in adâlet anlayışının bugün siz neresindesiniz? Bir Allah kulunu döve döve terbiye edebilir misiniz? Adâleti disiplin ile mi tesis edersiniz? Yoksa disiplini adâlet ile mi? Hiç akıl etdiniz mi? Hangisi önce gelir? Hangisi, hangisini besler? Hangisi, hangisinin üstünde yükselir? Hangisi olmazsa diğeri de olmaz? Hangisi hangisinin mütemmim cüz’üdür? Haydi bakalım, çık içinden çıkabilirsen. Yeter mi yüreğin?

Astsubayı Taşlamak!

Önce, Cumhurbaşkanı ve Astsubay. Peşinden Anayasa Mahkemesi ve Astsubay... Şimdi de Askerî İdare Mahkemesi ve Astsubay...

Astsubayı Taşlamak isimli mukaddime ile yola çıkan yazı tefrikamız sonsuzluğa uzayıp giden tarihin ufkunda yolculuğuna devam eyliyor.

Cumhurbaşkanı ve Astsubay isimli ilk makâlemizde, Meclis’in kabul etdiği 1923 sayılı Kanun’un 37nci maddesiyle üst öğrenim yapan astsubaylara ilave bir derece intibak hakkının iptal edilmesi sürecinde Cumhurbaşkanı ve M.S.B’nin birlikde çevirdiği şeytanın bile aklına gelmeyecek orostopollukları inceledik.

Makâlemizin ikincisinde, aynı vetirede Anayasa Mahkemesinde harlanan fitne ateşinde pişirilen ısmarlama ağulu aşın astsubaylara cebren ve hile ile nasıl yedirildiğini elimizden geldiği kadarıyla ortaya koyduk.

Şimdi de sırada Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Astsubay ismiyle maruf işbu makâlemiz var.

Söz konusu Kanun hükmünün iptal sürecinde AYİM, davaya müdâhil olmadı. AYİM yerine, nasıl olduysa başında Millî sıfatı olan Savunma Bakanlığı davaya hem müdahil oldu hem de müdahale etdi.

Lâkin, söz konusu davanın görülmesine iki asker hâkim tayin etmekden başka zâhiren hiçbir şey yapmamış görünen AYİM, aslında hiç de masum değildi. Dava için tayin etdiği hâkim kisveli iki subayın ikisi de mahkemede astsubayların aleyhine oy kullandı. Kanun hükmünü kısmen iptal eden 7 üyeden birisi de asker hâkim olan subayın verdiği oy ile AYİM davanın sonucunu uzakdan tayin etdi.

Bunu az bulan AYİM, dövletin muhammes müesseselerinin tesbih danesi gibi dizilip astsubaylara sırayla indirdiği silsile-i darbede sıranın kendisine gelmesini bekliyordu iştiyakla. Dut dalında sinsice ve sabırla avını bekleyen zehirli bir örümcek gibi! Çünkü, kerizci Fahri beyin ve Anayasa Mahkemesinin astsubaya indirdiği darbeleri az bulmuşdu AYİM.

Astsubaylara indirlen darbeler sağanağında, AYİM’den sonra sıra Başbakan’a yani T.B.M.M’ye gelecek ve astsubayların yüksek öğrenim hakkına nihai ve öldürücü darbe burada vurulacakdı. 1980 asker darbesinin tozu dumanı arasında T.B.M.M.’de çevirilen bu fesat dolaplarını başka bir makâlede tetebbu edeceğiz.

Şimdi, hafızalarımızı tazelemek gayesiyle, 1923 sayılı Kanun’un iptal sergüzeşdi konusunda öz bilgiler verelim ki konumuz bütünlük arz etsin;

  • İptal davasını açan zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri KORUTÜRK 30 EKİM 1975 tarihinde dava dilekcesini Anayasa Mahkemesine gönderdi.
  • Astsubayı Taşlamak isimli makâlemizde fâş eylediğimiz üzere Fatih Sultan Mehmet, kendisini mahkemeye celbeden Kadı’nın bu isteğini yerine getirmiş ve davalı sıfatıyla mahkemedeki duruşmaya seve seve gitmişdi.

Yüksek öğrenim gören astsubaylara ilave bir derece verilmesini öngören 1923 sayılı Kanun’un ilgili maddesini iptal ettirmek için Anayasa Mahkemesine dava açan kerizci Fahri bey, mahkemedeki duruşmaya kendisi gitmeye tenezzül etmedi.

Bu çirkin davranışıyla, Fahri bey kendine Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmed’in bile daha üstünde bir makam vehmetdi.

Üsdelik kendi yerine vekil de göndermedi. Hem kendisinin duruşmaya gitmeme sebebini hem de vekil göndermeyişinin sebebini lutfedip mahkemeye bildirmedi.

  • Kendisi gitmeyen ve kendi yerine vekil de göndermeyen kerizci Fahri bey, mahkemeyi aldatmak için her türlü yalan beyanı yazılı olarak mahkemeye verdi. Başkomutan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine emir buyurdu ve astsubayları hedef gösterip “Urun ha şunlara!” dedi.
  • Söz konusu davaya nasıl müdâhil olduğunu anlayamadığım M.S.B.’nin küstah temsilcisi, bir yandan kendisi de yalan söyledi. Fakat diğer tarafdan da Fahri beyin mahkemeye yazılı olarak gönderdiği iddiaların tamamını farkına varmadan bir bir temelden çürütdü.
  • Konya Milletveliki Sayın Şener BATTAL, verdiği önergeyi savunmak için Meclis oturumunda muhteşem bir konuşmayla önergesini savundu ve Meclis önergeyi Kanunlaşdırdı.
  • 16 MART 1976 tarihinde Sayın Kani VRANA Başkanlığında 15 üyesiyle toplanan Mahkeme, 1923 sayılı Kanun’un 37 nci maddesinde mezkur 926 sayılı TSK Personel Kanun’u madde 137/c’yi görüşüp karara vardı. Kararda ortaya çıkan manzara şöyle idi;
Söz konusu Kanun hükmünü;
Kısmen iptal eden üye sayısı 7 ( Üyelerden birisi askerî hâkim subay)
Tamamen iptal eden üye sayısı 6 ( Üyelerden birisi askerî hâkim subay)
Tamamen kabul eden üye sayısı 2 image017image019

 

Mahkeme heyeti, hemen yukarıdaki satırda görüldüğü üzere, masaya üç ihtimalli bir karar almak için oturdu. Bu ihtimallere göre mahkeme;

1.Kanun hükmünü tamamen iptal etse, yeni bir düzenleme yapması için Meclise bir fırsat verilecekdi. Ve kuvvetle muhtemeldir ki Meclis, gene aynı kararı alacak ya da benzer bir Kanun yapacak idi.

2.Tamamen kabul etme hakşinaslığını gösterse, 926 sayılı TSK Personel Kanun’u ile subay takımına altın tepside sunulan yüksek öğrenim hakkını, astsubaylar mahkeme kararıyla alacak idi.

3.Fakat Anayasa Mahkemesi, Fahri beyin çürük dümen suyunda giderek haksızlık, gaflet ve dalâlet zincirine sıracalı bir halka daha ekledi. Kendini Yasama erki, yani T.B.M.M.’nin yerine koyan Mahkeme, verebileceği en kötü kararı verdi ve Fahri beyin tuttuğu tasa astsubayları tas tas kan kusdurdu.

Kerizci Fahri beyin Kanun’larda mezkur kelimeleri bile saptırıp yalan yanlış beyanat vermesine rağmen söz konusu Kanun hükmü; 15 üyeli mahkemede 7 üyenin oyu ile, bir başka ifadeyle sadece 1 oy farkı ile kısmen iptal edildi. Hiç şüphe yok ki mahkemeye takdim etdiği dava dilekcesinde kerizci Fahri bey dürüst davranıp Kanun’da mezkur kelimeleri eğip bükmeden, olduğu gibi kullansaydı davayı kazanması asla mümkün olmayacak idi.

  • Zottirik lakabıyla maruf birisine atfedilen kepaze ve hâlâ meriyyetde olan ağulu bir sözün, Kanun hükmünün tam iptali istikametinde oy kullanan birisi asker olan 6 hâkiminin karar tutanağında ortaya çıkaran fesadın yatağını gördük.

Şimdi, 1923 sayılı Kanun hükmünün iptal silsilesinde AYİM’in dahlinin ne olduğunu göreceğiz.

Burada filmi karelerini bir kere daha donduralım. Yüksek öğrenim gören astsubaya, emsâli devlet memuruna göre “bir üst dereceden intibak” hakkı veren 1923 sayılı Kanun’un 37’inci maddesinin ilgili hükmünün idam sehpasına götürülüşündeki olaylara tarih sırasına göre bir göz atalım;

3/7/1975:

Konya Milletvekili hamiyetperver Sayın Şener BATTAL ve Milletvekili 6 arkadaşının Meclis’e verdiği bir önerge ile; Yüksek öğrenim gören astsubaya, emsâli devlet memuruna göre “bir üst dereceden” intibak hakkı veren 1923 sayılı Kanun’un 37’inci maddesi Meclisde kabul edildi.

11/7/1975:

Söz konusu Kanun, 11/7/1975 tarihli ve 15292 sayılı Resmî Gazetede neşredildi ve meriyyete girdi.

10/2/1976:

1923 sayılı Kanun’un 37’inci maddesinin işletilmesi konusunda ve Millî Savunma Bakanlığı’nın yazılı olarak cevaplandırmasını talebiyle Antalya Milletvekili Sayın Ömer BUYRUKÇU, Meclise şöyle bir soru önergesi verdi ve dedi ki;

image025

Antalya Milletvekili Sayın Ömer BUYRUKÇU’nun Meclise verdiği soru önergesinin tarihine bakdığımızda, Kanun meriyyete gireli 7 ay olmasına rağmen yüksek öğrenim yapan astsubayların intibakının yapılmadığını görüyoruz. Kanun işletilseydi şayet Milletvekili Sayın BUYRUKCU durduk yerde niye soru önergesi versin? Demek ki Kanun hükmünün işletilmesi konusunda M.S.B. ve Genelkurmay Başkanlığı cenahında gizliden gizliye bir direniş, bir oyalama hattâ bir savsaklama var.

Zamanın Millî Savunma Bakanı Sayın Ferit MELEN, aynı oturumda şöyle cevaplamış soru önergesini;

image028

Yüksek öğrenim görmüş astsubayın maaşını bir derece yukarı intibak ettirmek 7 aylık bir vakit almaz. Bir dilekce verirsiniz, iki satırlık bir evrak yazarsınız, olur biter! O günün şartlarında bile bu işlem en geç 1 ay içinde tamamlanır.

Deve boku misâli kokmayan bulaşmayan cinsinden verdiği bu cevapla aslında Ferit beyin iptal davasını görüşmeye devam eden Anayasa Mahkemesine zaman kazanmaya yönelik bir oyalama hamlesi yapdığı anlaşılıyor.

Burada bir soluklanalım. Çayımızı tazeleyelim. Yolumuz uzun. Üstelik çobançökerten dikeni dolu...

Sayın MELEN’in yukarıda gördüğünüz cevabında dikkat celbeden önemli bir hakikat var. Kerizci Fahri bey, yüksek öğrenim görmüş astsubayların intibak hakkını gasp etmek için Anayasa Mahkemesine verdiği dava dilekcesinde gerekce olarak ne demişdi? Bakalım;

Davacı Cumhurbaşkanı Fahri beyin ileri sürdüğü iptal istemi gerekçesi aynen şöyledir;

Türk Silâhlı Kuvvetlerinde vazife görmekte olan astsubaylardan çalışkan ve yetenekli olanları ihtiyaç duyulan meslek ve branşlarda fakülte ve yüksek okullara gönderilmekte ve başarılı olmaları halinde 926 sayılı Kanunun 14 ve 109 uncu maddeleri gereğince öğrenimleri ile ilgili sınıflarda kullanılmak üzere subaylığa geçirilerek kendilerine subaylık hakkındaki hükümler uygulanmaktadır.

Bakınız Sayın MELEN, Meclis oturumunda soru önergesine verdiği cevapda kerizci Fahri beyi nasıl yerden yere vuruyor.

Sayın MELEN diyor ki; “Silahlı Kuvvetlerin bilgisi ve personel planlaması dışında kendiliğinden fakülte veya yüksek okulu bitiren astsubayların, Silahlık Kuvvetlerde, okudukları öğrenim ile ilgili branşlarda kullanılmaları mümkün olmadığından sınıfları ile ilgili görevlerinde istihdam edilmelerine devam edilmektedir.

Cumhurbaşkanı Fahri bey; astsubayları “Üniversiteye TSK gönderir” diyor.

Bakan Ferit bey; “Hayır efenim! Ne münasebet!  Astsubaylar, kendiliğinden üniversite bitirir” diyor. Üstelik, Silahlı Kuvvetlerin bilgisi dışında diyerek Ferit bey, astsubayları hedef tahtasına oturtuyor. Astsubaylar, subay güruhu gibi karanlık mahfillerde gizli darbeler planlamadı Sayın Bakan. Anayasa’dan neşet hakkını kullanıp sadece okudular. Üstelik kendi paralarıyla..

Cumhurbaşkanı Fahri bey; “Üniversiteyi bitiren astsubaylar öğrenimleri ile ilgili sınıflarda kullanılmak üzere subaylığa geçirilir” diyor,

Bakan Ferit bey “Hayır efenim! Ne münasebet! Astsubayların okudukları öğrenim ile ilgili branşlarda kullanılmaları mümkün değildir.

Kendi gözlerinizle gördünüz muhterem kariler! Kerizci Fahri bey bu yalanlarını 1975 senesinde Anayasa Mahkemesine gönderdiği dava dilekcesinde yumurtaladı. M.S.B.’nin küstah temsilcisi de Fahri beyin yalan söylediğini aynı Mahkeme huzurunda isbatladı.

Cumhurbaşkanı Fahri beyin mahkemeyi aldatdığını 6 ay sonra bu kez de Millî Savunma Bakanı’nın kendisi Meclis çatısı altında söyledi.

Hakkını teslim edelim! Hem küstah temsilcisi hem de Millî Savunma Bakanı Sayın MELEN, yukarıdaki hususlarda hep doğruları söyledi.

Fakat iflah olmaz kerizci Fahri bey, söylediği yalanıyla Hakk’ın huzuruna çıkdı!

Eşşek öldü, kaldı palanı; Fahri bey öldü, kaldı yalanı!

11/7/1975 - 9/7/1976:

Millî Savunma Bakanı Sayın Ferit MELEN’in bu “Dam ardını dolandırma” ve “Suya götürüp de susuz getirme” kandırmacasını yutmayan bir astsubay vardı T.C. Ordusunda o vakitlerde. Söz konusu Kanun hükmünün meriyyete girdiği tarih ile iptal edildiği tarih aralığındaki tam 1 senelik zaman diliminde bir astsubayımız, Meclisin kendisine verdiği hakkın peşine düşdü hemen.

Üst öğrenim gören astsubaylara verilen “Devlet memurlarına göre bir üst dereceden” intibak hakkına müstahak olan bu astsubay; kendi parası, kendi nam ve hesabına ve hattâ Silahlı Kuvvetlerin bilgisi dışında(!) üst öğrenimini tamamladığını söyledi. Ve söz konusu Kanun hükmünün işletilerek maaş intibakının yapılmasını isteyen bir istidayı mensubu olduğu Komutanlığa teslim etdi.

İdare, önce nazlanıp çekinse de sonunda bu astsubayımızın Kanun’dan neşet eden hakkını teslim etdi. Astsubayımız, karda yürümüş ve silinmez izler bırakmışdı. Bu yiğit astsubayımızın cesaretli çıkışı karşısında elleri böğründe bîçare kalan idare statüsü, o vakit itibariyle yüksek öğrenimini tamamlamış 16 astsubayın daha intibakını aynı şekilde yapdı.

mehmet-kayali

Tek başına mücadele veren bu astsubayın intibak önceki derece/kademesine 3 senelik hizmet anlamına gelen 1 derece ilave edildi. Ve kendisi bir anda birinci derecenin dördüncü kademesine terfi ettirildi. Bu cümleden olmak üzere kendisi, Cumhuriyet tarihimizde birinci derece dördüncü kademeye terfi etme şerefine nail olan “İlk” astsubayımızdır. Bu astsubayımızın adı, Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Mehmet KAYALI’dır.

1976 senesinde birinci derece dördüncü kademeye terfi eden bu meslek çınarımızdan sonra, astsubayların aynı derece kademeye terfi etmesi için ne acıdır, tam 36 sene daha çile doldurması gerekecekdi. Bu vesileyle kendisiyle iftihar ediyor, hörmetlerimi gönderiyor ve mehabetle ellerinden öpüyorum.

30/9/1975:

Zamanın Cumhurbaşkanı Fahri bey, 89 maddeden mürekkep olan ve hemen hepsi subay lehine düzenlemeler içeren söz konusu 1923 sayılı Kanun’un astsubaya “bir üst dereceden” intibak hakkı veren 37’inci maddesinin bu hükmünü iptal ettirmek için apar topar ve kör topal Anayasa Mahkemesine müracaat etdi.

9/7/1976:

Fahri beyin ricasını emir telakki eden Anayasa Mahkemesi 1923 sayılı Kanun’un 37’inci maddesini kabul edildiği tarihden tam bir sene sonra kısmen iptal etdi. Aslında bu kısmî iptal kararı, Kanun hükmünü tamamen ortadan kaldırdı ve tam anlamıyla eski duruma dönüldü. Kısmî iptal kararı hiç bekletilmeden 15641 sayılı Resmî Gazete’de aynı gün neşredildi ve meriyyete girdi.

Böylece Fahri bey, beyaz atlı güveyini bekleyen gelinlik bir kız gibi muradına erdi ve astsubayların üst öğrenim hakkını Anayasa Mahkemesine iğdiş etdirdi.

KARA DELİK, KARA LEKE:  EMİR KOMUTA VE  ADÂLET, ASKERî VESÂYET, ASKERÎ KARARTMA VS!..

Anayasa Mahkemesi’nin 1923 sayılı Kanun’un 37’inci maddesinin ilgili hükmünü iptal etmesinden hemen sonra AYİM aldı sazı eline. Vurdu tezeneyle teline teline! Bilemediğimiz bir tarihde ve fakat 9/7/1976 tarihi ile 12/2/1982 tarihleri arasında bir tarihde, AYİM pek gizli bir toplantı tertipledi. Bu toplantıda AYİM, hukuk cübbesinin eteğini kaldırıp kendi kıçına vurdu ve astsubayların “asker” değil fakat  “devlet memuru” olduğunu kabul etdi. 657 sayılı Kanun’un birinci maddesine alenen aykırı bir şekilde “Astsubaylar devlet memurudur” diyen bir karar tesis etdi. Nasıl olsa kendisi son mertebe asker mahkemesiydi.

Dedik ya! Astsubayların baş vurup hakkını arayacağı bir üst mahkeme de başını vuracağı başka bir daş yokdu nasılsa. AYİM bunu çok iyi biliyordu.

Bu kararıyla AYİM, astsubaya indirilen darbeler silsilesinde kendi sırasını savdı. Ve darbe indirme nöbetini kendisi emekli bir Oramiral olan Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Sayın Bülent ULUSU’nun Başbakan olduğu T.B.M.M.’ye devretdi.

12/2/1982:

Kapalı kapılar ardında aldığı gizli bir karar ile “Astsubay devlet memurudur” diyen AYİM, konuyu Meclis’e havale etdi. Ne kadar olduğunu şu an itibariyle bilemiyoruz, bir zaman sonra T.B.M.M. astsubaya vurulan darbeler sağanağında kendine gösterilen hedefe tesir atışlarına başladı. 2596 sayılı Kanun ile “Astsubayların Genel İdare Hizmetleri Sınıfından devlet memuru” olduğunu tescil etdi ve 926 sayılı T.S.K. Personel Kanunu madde 137/c’ye bu kararı işletdi.

Komutanlarımızın tabiriyle “koordinasyon”, bizim ifademizle “fitneler kumpanyası” başından sonuna kadar nasıl da tıkır tıkır işlemiş, değil mi?

Yüksek öğrenim gören astsubayların intibakı konusunda gördüğü davalarda AYİM, bugün bile hâlâ hep 926 T.S.K. Personel Kanun’unun 137 inci maddesini dayanak gösteriyor. Bu konuda kendisinin tesis etdiği “Astsubaylar devlet memurudur” şeklindeki kararından AYİM dava metinlerinde hiç bahsetmiyor. Bu tavrıyla AYİM’in maksatlı bir karartma, hedef sapdırma, suçunun üsdünü örtme ve kendi suçunu Meclisin üzerine atmaya yeltendiği bütün cıbıldaklığı ile ayan beyan ortaya çıkıyor. Bir başka ifadeyle AYİM, astsubayları devlet memurları sınıfına dahil etdiği kararını sahiplenmeye ve açıklamaya cesaret edemiyor ve bu kararını bugün adetâ inkar etmekdedir. 

Yüksek öğrenimde intibak konusunda astsubayları 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’una tıkışdıran bir kararı var AYİM’in. 657 sayılı Devlet memurları Kanun’un birinci maddesinin açık hükmüne rağmen nasıl oldu da AYİM sadece astsubayları bu Kanun’un madde 36’sında tesis edilen sınıflardan Genel İdare Hizmetleri sınıfına dâhil etdi? Bilen, bulan varsa Allahaşkına beri gelsin!

Bu konuda AYİM’in verdiği kararı aradım, sordum, soruşdurdum fakat buladım. Hemen aşağıdaki parağraflarda ifade etdiğim üzere dilekce hakkımı kullanıp AYİM’e de sordum. Karar metnini vermedi. Bu kara karar yerine ben de kara bir sayfa ekliyorum makâlemin bu kısmına.

kara-sayfa

Cumhurbaşkanı Fahri bey, Anayasa Mahkemesi ve M.S.B’nin dava sürecinde söylediği sözleri, verdiği kararları, ortaya dökdüğü incilerin hepsini gördük, bulduk, okuduk, tefsir etdik, tetkik etdik, anlamaya çalışdık.

Fakat sıra AYİM’in “astsubaylar devlet memurudur” diye verdiği karara gelince yukarıda gördüğünüz üzere folim kopdu, ışık söndü! Hâkim kılıklı subayların AYİM çatısı altında çevirdiği fesat tezgahından peydahlanan ufunet dolu bir zulmet sardı ortalığı.

Bu fırfırlı ve apoletli işgilli büzzüklerin çevirdiği tezgahların ve bu zulmet belâsının tez zamanda zevâl bulacağından hiç kuşkumuz yok yarenler.

İşde AYİM’in Adâleti!

Varan-1

Basından;

Emir saldı, içtima eyleyip, önünde sıraya dizdi onlarca yağız vatan evladını. Sonra, her iki elini arkasına dolayıp gıçının üzerinde kenetleyen o miralayımız, huzurunda “hazır ol”da bekletdiği askerlere şöyle bağırdı; “Lan... eşşekoğlueşşekler! Hepiniz g.tsünüz!

G.tüyle inatlaşan, eninde sonunda donuna sıçar. Başka yolu, çığırı yokdur beyim! G.tünüzle inatlaşmaya karar verdiyseniz şayet paçalı donunuza sıçmaya hazır olunuz sayın miralayım!

Tarihde görülmemiş büyüklükde gülleler fırlatan toplarıyla Sultan Mehmed İstanbul’un surlarında gedikler açmaya başladığı esnada Bizans’ın ebleh rahipleri kilisede içtimâ eylemişler ve meleklerin cinsiyetini tartışıyorlardı.

Bu miralayımız, donuna doldurmak üzere kendi hazırlığını yaparken AYİM’in fâzıl hâkimleri de dışı granit gaplı akıllı binasının şıkırdımlı koridorlarında cayır cayır kavara çekip kuru fasulyenin fazîletlerini mütaâla ediyorlardı.

Sayın Başkanım, sizin ifadenizle askeriyemizdeki “Disiplinin temeli olan adâlete” ne oldu bu durumda acap? Neticeyi kamuoyu ile paylaşdınız mı? Efendim?..

Varan-2

Basından;

“Keneral” tutuklattı, “Kancık’a” işlem yok!

Hemen yukarıdaki altbaşlıkda tırnak içinde gördüğünüz birinci ibare bir ast’a, ikinci ibare ise bir üst’e ait. Ast’ın üst’e hakâretini tutuklamayla cezalandıran Türk Silahlı Kuvvetleri, üst’ün ast’a hakâretinde ise soruşturma açmaya gerek görmedi. Ne diyelim, hatırınız hoş olsun Sayın Başkanım!

image030Ağrı Eleşkirt’te generale “keneral” dediği ileri sürülen bir astsubayın tutuklanması medyada haberlere konu olurken İstanbul’da ise tam tersi bir hakâret olayında askerî yetkililerin hiçbir işlem yapmadığı ortaya çıktı.

Söz konusu ast’ın üst’e hakâret olayı, İstanbul’daki 1. Ordu’da yaşandı. Bir albay, Ocak ayı ortalarında emrindeki bir astsubaya “Kancıklık ettin!” dedi. Astsubay, bu hakâret üzerine tanık da bularak albayı şikâyet etti. Ancak aradan geçen üç ay zarfında albay hakkında herhangi bir soruşturma başlatılmadı. Astsubayla ilgili dosyaya bakan Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Hukuk Müşaviri Fevzi Aksoy, iki ay içinde albay hakkında bir soruşturma açılmadığı takdirde davanın zaman aşımına uğrayacağını açıkladı.

Hesabın kendisine ait olup olmadığı henüz tespit bile edilemeyen bir astsubay, tivıtır’da “Keneral” dediği için taşlanıyor ve hemen askerî mahkemeye sevk ediliyor. Sonuç mu? Falcı değilim fakat şimdiden söylüyorum. Üst’e hukukun yolları, ast’a mahkemenin yolları!

Varan-3

Bu da Bu Makâlenin Müellifinden;

4982 sayılı Bilgi Edinme Kanun’u kapsamında AYİM’e bir sual sordum.

Sualim şöyle;

926 sayılı TSK Personel Kanun’una tâbi olan astsubayların;

a.657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unda tarif edilen Genel İdare Hizmetleri sınıfına dahil olduklarına dair Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin tesis etdiği bir karar var mıdır?
b.Karar var ise tarihi ve sayısı nedir?”

AYİM’in “Yüksek” adâleti tez zamanda tecelli etdi ve bana şu cevabı verdi;

Dilekce konusu, Bilgi Edinme Kanunu kapsamına girmediğinden cevap verilmemiştir” Nasıl? Beğendiniz mi dostlarım?

T.B.M.M.’nin gizli celse tutanakları bile örütbağda ayan beyan dünya âlemin ziyaretine açıkken bizi perişan eden bu karar hakkındaki bilgi, sırr-ı mahşer oluveriyor AYİM nazarında.

Yiğidin malı meydanda olur!

Bizim ellerin kekik, yarpız, çiğdem ve sümbül kokan o gözel dağlarında inikâs eden pek meşhur bir deyişimiz vardır. Şöyle der ebem ve dahi dedem; “Yiğidin malı meydanda olur!

Onun bunun arkasına, hanımın şalvarının gerisine, apoletin altına, statü putunun bacaklarının arasına saklanmak yiğide yaraşmaz!

Kürşad desdanını tahattur ediniz! Yüreğin yetiyorsa çıkarsın meydana ve ölümüne cenk edersin. Türk’ün töresi budur!

Yok, ciğerin yetmiyorsa ve tavşan yürekliysen şayet o zaman korkdukca saklanırsın. Saklandıkca küçülürsün. Küçüldükce alçalırsın. Alçaldıkca zelil olur, kaybolur, silinir gidersin!..

Hiç şüphemiz yok! AYİM, “Astsubaylar devlet memurudur” diyen bir ferman buyurdu, bunu biliyoruz. Bilemediğimiz husus şudur ki AYİM bu fermanını biz astsubaylardan köşe bucak hâlâ niçin saklar? AYİM bugün çıkıp da kendi örütbağ sitesine bu karar metnin eklese ne olur? Kıyamet mi kopar? Eğer değilse, kıyametden öte ne var ki?

Yukarıdaki kelâmlarımızda ifade etdik. Sırr-ı mahşer ya da kozmik bilgi değil ya! Kapalı kapılar ardında, karanlık mahfillerde ve pek gizli celselerde peydahladığı bu fermanını AYİM bugünün tarihine niçin fâş etmez? Utanıyor mu? Korkuyor mu? Yüreği mi yetmiyor? Ya da ne?..

Ordunun yatak odası olan kozmik odaya girenlere ses çıkartamayıp sus pus olan AYİM, astsubay hakkında verdiği idarî bir karara kozmik bilgi muamelesi yapıyor. Sebeb-i hikmeti ne ola ki?

Askerin eblehi de böyle oluyor demek! AYİM’in Sayın muvazzaf hâkim Tuğgeneral Başkanı gazeteye verdiği ağdalı fakat içi boş demeçde ordunun temelinde adâlet var diye işkembe-i kübrâdan bol bol, kaymaklı kesekli atıyor. Hani nerede bu adâletin tecellisi? Başka söyleyecek söz bulamıyorum. AYİM Başkanının kulakları çınlasın!..

Sen Nesin Ey AYİM? Ali Kıran Mı? Baş Kesen Mi?..

image032Bilindiği üzere AYİM, asker kişileri ilgilendiren askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini icra eden ve hiç kuşkusuz emir-komuta zinciri dahilinde görev yapan ilk ve son mertebe asker mahkemesidir.

Genelkurmay Başkanlığının verdiği bilgidir. Askerî Mahkemelerde 2012 senesinde görülen davaların rütbelere göre dağılımı  şöyle; Subay: %6 (Çoğu asteğmen), Astsubay; %84, Uzman Er/Erbaş; %76. Gördüğünüz bu rakamlar Askerî Mahkemelerin kimler için çalışdırıldığını ne kadar da güzel açıklıyor değil mi?

Türk Milleti adına karar veren bir mahkeme tasavvur ediniz. Davayı gören dairenin 5 üyesinin hepsi de subay. Daha da kepaze olanı, heyetdeki 5 hâkim subaydan en az ikisi harb okulu mezunu subay. Diğerlerinin de kimisi fakülte mezunu hukukcu subay, kimisi de harb okulu mezunu hukuk okumuş muvazzaf kisveli hukukcu(!) subay.

Hâkim sandalyesinde oturan kişi, subay! Savcı sandalyesinde oturan kişi, subay! Heyet Başkanı, Mahkeme Başkanı gene subay. Fakat sanık sandalyesinde oturan kişi ise astsubay. Gördüğünüz üzere, astsubay mahkemeye 5-0 mağlup başlıyor. Neticeyi tahmin etmek zor mu? Bu ne biçim gufran Allahaşkına? AYİM’in Sayın Başkanının dünyada “ilk ve tek” diye böbürlendiği mahkeme işde böyle bir mahkeme can dostlar! Anamın anası rahmetli Bıdıgızı ebem; “Oğul!, Zırva tevil götürmez” dediydi. Başkanın söylediği bu sözler zırvadan da daha rezil, daha kepaze bir ifade!..

Hâkim kisvesi giymiş harb okulu mezunu muvazzaf subaylar ya da en iyi ihtimalle fakülte mezunu apoletli hâkim subaylar, astsubayı yargılayacak. Davayı tarafsız olarak görecek ve âdil karar verecek, öyle mi? Ben, bu zokalı yalanı yutmam dostlar! Ha kuzu postuna saklanmış hilebaz kurt, ha hâkim cübbesi giymiş hukukcu kisveli subay. Ha kuzuyu kurda teslim etmek ha davalı bir astsubayı hâkim kılıklı subayların işgal ettiği AYİM’e teslim etmek. Her iki mefhumun aralarında hiçbir fark yok! Kurt ile kuzu masalı ya da subay kisveli hâkim ile sanık astsubay davası. Netice değişmez; birincisi, ikincisini her halûkârda “ham” yapmışdır.

  • Yargılayacağın askere savcılık tebliğatı gönderme,
  • Kişinin en tabii hakkı olan savunma hakkını gasp et,
  • Askeri ordudan at! Atdığın sebebi askere söyleme,
  • Yağlı gıçına vurup “Astsubay, Devlet Memurudur” diye karar ver. T.B.M.M’nin gizli celse kayıtları bile örütbağda herkese ilan edilirken sen bu kararı astsubaydan gizle!
  • Yargılamada “hem ilk hem de son mertebe” asker mahkemesi ol! Ben yapdıysam doğrudur deyip insanların yargılama hakkını iğdiş et!

Sen nesin ey AYİM? Lâyuhti mi? Ali kıran mı? Baş kesen mi?..

Nacizâne Bir Tavsiye; AYİM Tez Elden Lağvedilmelidir!

Millet irâdesinin timsâli olan Cumhuriyet’in üzerine çullanan asker darbelerinden Türk Milleti, çok ıstırap çekdi.

Askeriyedeki hukukun üstüne çöreklenen asker yargısından da askerler ve bâhusus astsubaylar çok ıstırap çekdi. AYİM nice haksızlıkar yapdı. Nice canlar yakdı, nice ocaklar söndürdü. Nice aileleri darma dağın ve perli perişan etdi.

Bugüne kadar kağıda dökdüğümüz makâlelerimizde yeri geldiğinde fâş eylemeye çalışdık. Ayağını basdığı her imtiyaza, elini dokundurduğu her ayrıcalığa ve kendi tesis etdiği “haklının” değil fakat “üstünlerin hukuk anlayışına” “Statü” tamgası vurup putlaşdırdığı bu ecnebi icâdı kavramın arkasına saklanan AYİM, Türk Milleti adına verdiği kararlar ile ordu mensuplarının bir tarafını ihya ederken öteki tarafını tarifsiz haksızlıklara, zulümlere garketdi.

Adâletsizlik AYİM’de artık zulüm kertesinin de ötesine vardı.

Teşkil edildiği 1972 senesinden beri tam 41 senedir bu sakat ve çağ dışı Kanun’lara göre yargılayıp önce darı danesi gibi öğütüp sonra da haber bile vermeden AYİM’in ordudan atdığı bu vatan evlatlarına ne olacak?

image034Yeni bir Anayasa yapılması kapsamında Askerî Yargı’nın Türk Hukukundan sökülüp atılacağı ve Askerî Mahkemelerin ilgâ edileceği basında yazılıp söyleniyor. Bu cümleden olmak üzere asker mahkemelerinin ilgâ edilmesini okuduğunuz şu sözlerin sahibi de destekliyor. Tam 41 senedir akıl, vicdan ve Kanunları katlederek verdiği fütursuz ve hoyrat kararlar ile nice subay/astsubayın hakkını gasp eden ve ahını alan AYİM ve Askerî Yargıtay tez elden lağvedilsin!

Türk insanının en baskın hasletlerinden birisi de adâlete olan muhabbetidir. Bunun tezahürü olarak da “Adâlet karşısında boynum kıldan ince!” der. Bilir ki mahkemeye düşdüğünde hakkında verilecek kararın âdil ve doğru olacağından şüphesi yokdur. Yetmişaltı milyon vatandaşın tâbi olduğu sivil mahkemelere emekli bir astsubay olarak ben de seve seve tâbi olurum. Boynumu uracaksa varsın sivil mahkemeler ursun! Sivil hâkimin en aptalı, en vicdansızı bile emir eri asker subay hâkimden daha akıllı ve kesinlikle daha âdildir. İnanın yiğitler, ehven-i şerdir. AYİM tez elden lağvedilsin.

Şayet iltifat buyurursanız, şu garip der ki; dış cephesi granit gaplı o binası da Astsubay Akademisi olarak T.C. Ordusunun Astsubayına tahsis edilsin!

Adâlet Nerede?..

Kalemini Hâk yolunda kılıç gibi kullanan ince zekâlı, sivri dilli ve âsi ruhlu şair Osman Yüksel Serdengeçti’ye sordular; “Üstad, memleketde adâlet var mı?

Cevap tez geldi şairden; “Türkiye’de bir adâlet vardı, O’nu da Beyoğlu’ndaki bir pavyonda vurdular!

Şimdi de sual sorma sırası bizde; Sayın AYİM Başkanı! Türkiye Cumhuriyeti Ordusunda adâlet var mı?

Onu da Merâsim Sokak’da mı vurdular yoksa?..

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

Kaynak:
  1. 3/7/1975 tarihli ve 1923 Sayılı Kanun.
  2. Anayasa Mahkemesinin 1976/15 Sayılı Kararı.
  3. 1961 Anayasası.
  4. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu.
  5. 926 Sayılı TSK Personel Kanunu.

BEDEN ve RUH sağlığı bir insan için vazgeçilemeyecek kadar ÖNEMLİ ve gereklidir. TSK bu durumu çok iyi bildiğinden Askeri okullara alacağı öğrencileri çok iyi bir sağlık kontrolünden geçirtip, BEDEN ve RUH durumu uygun olup sağlamlıkları HEYET raporuyla tescillenenlerin kayıtları okullara yapılmakta, bu raporu alamayanları elemektedir. Bu uygulama sonunda TSK nın okullara aldığı tüm personel SAĞLIKLIDIR ve bu HEYET raporlarıyla kanıtlanmaktadır.

Okulların bitiminde personel göreve SAĞLIKLI bir BEDEN ve RUH ile başlamaktadır. TSK nın PERSONELE karşı AYIRIMCI ve FARKLI uygulamalarından zamanla bazı personelde RAHATSIZLIKLAR zuhur etmekte ve bu rahatsızlıklardan dolayı da personelin verimi düşmekte BEDEN ve RUH hali bozulmaktadır.

TSK da görev yapan ASSUBAYLARIN zamanla AYIRIM ve HAKSIZ uygulamalar nedeniyle BEDENEN ve RUHEN rahatsızlandıkları, DEMORALİZE oldukları görülmektedir. Bunun en bariz göstergesi de son zamanlarda artmakta olan İNTİHAR olaylarıdır. AYIRIMCI-HAKSIZ-HUKUKSUZ UYGULAMALAR devam ederken GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ve İLGİLİ K0MUTANLARIN HALA BİR çözüm BULAMAMIŞ olmaları, sorunlardan ne kadar uzak ilgisiz ve duyarsız olduklarını göstermektedir.

TSK da SAĞLIKLI oldukları raporla TESCİLLENMİŞ olan ASSUBAYLARI beden ve ruh hastası haline getirip, intihara kadar sürükleyecek uygulamalarla HASTA durumuna düşüren GENELKURMAY ve KOMUTA heyeti bu uygulamalara FIRSAT verdikleri için bire bir DİREK sorumlu olduklarından YASALAR ÖNÜNDE YARGILANMALIDIRLAR.

TSK nın Kanunu ÖZEL bile olsa İNSAN HAKLARINI çiğnemek için YETERLİ olamaz, olmamalıdır.

ASSUBAYLARI BEDEN ve RUH hastası haline getirip, İNTİHAR edecek kadar psikolojik travmaya sokanlar TSK yöneticileri ve onların dayattığı UYGULAMALARDIR. Personeli elindeki raporla SAĞLAM olarak alıp uygulama ve dayatmalarıyla SAĞLIKSIZ hale getirenlerin bu hesabı vermeleri gerekir. Bu uygulamalar hem insan haklarına aykırılığından, hem de yasaların dışına çıkıldığından CEZAİ müeyyideleri de gerektirir.

Rahatı huzuru yerinde olan bir PERSONEL neden İNTİHAR etsin?

En verimli olacağı dönemde NEDEN emekli olsun?

Genkur ve Komuta heyeti bunu bile göremiyor ve düşünemiyorsa zaten SÖYLEMENİN ve SÖYLENMENİNDE bir anlamı yok demektir.

ASSUBAYLAR TSK da ki HAKSIZ -AYIRIMCI ve HUKUKSUZ olan uygulamalardan dolayı BEDEN ve RUH SAĞLIKLARIYLA oynandığından uygulamalara fırsat verenlerin CEZALANDIRILMASINI görmek istiyorlar.

Genelkurmay Başkanlığı ve Kurmaylar Türk Subay Kuvvetlerinin temsilcileridir. TSK için 1960 tarihinden sonra çıkarılan YASALARA bakınız. Tüm yasalar varsa yoksa TSK' da sadece ve sadece SUBAY hakları için, Subaylara tanınan İMTİYAZLAR için çıkarılmıştır. Diğer personel YOK sayılmıştır.

Türk Subay Kuvvetlerinin TEMSİLCİSİ ve KORUYUCUSU olan Genelkurmay Başkanlığının açıkladığı rakamlara göre halkımızın TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ olarak bildiği ama UYGULAMADA TÜRK SUBAY KUVVETLERİNİN rütbeli personel sayısı aşağıya çıkarılmıştır.

  • Toplam : 720 648
  • Subay   :  39 975
  • Astsubay: 95 824
  • Uzm Çvş + Uzm erbaş : 67 274

Assubay ve Uzman personeli toplarsanız 163 098 sayısına ulaşırsınız. Bu sayıyı Subay sayısına böldüğünüzde 4 rakamını bulursunuz. Bu TSK'daki Rütbeli subayların Assubay ve Uzmanların 1/ 4 demektir. TSK'daki MEMNUN ve GAYRI MEMNUN sayıya baktığınızda rütbelilerden 1' i MEMNUNSA, diğer 4 kişi GAYRIMEMNUN demektir.

Bu durum yeni değildir. 1960 yılından bu yana süregelen ve TSK'nın başta Genelkurmay Başkanları olmak üzere tüm Komuta kademesinin BİLİNÇLİ ve KASITLI olarak uyguladıkları planlarıdır. TSK'da GAYRIMEMNUN sınıfı BİLİNÇLİ ve PLANLI olarak yaratmışlar, TSK'yı BÖLME, personeli birbirine RAKİP, hâttâ DÜŞMAN haline getiren uygulamaları onları hiç RAHATSIZ etmemiştir.

Bu gerçekler 1970'li uygulamalarda tamamen su yüzüne çıktığında PERSONELİ TSK'ya bağlayacak ÖNLEMLERİ alacaklarına, aksine BASKI ve TEHDİTLE, hâttâ HAK arayan Assubayları MAO'nun ASKERLERİNE benzetecek kadar SEVİYESİZ ve DENGESİZCE uygulamalara geçmişler Assubayları Mağdur etmenin YOL ve YÖNTEMLERİNİ geliştirmişlerdir. Anayasal bir HAK olan KİŞİLERİN kendilerini geliştirme hakkının YOLLARINI BASKI ve TEHDİTLE kapayarak Assubayların TAHSİL yapmalarını ENGELLEMİŞLER, buna rağmen tüm ZORLUKLARA göğüs gererek büyük FEDAKARLIKLARLA ÜNİVERSİTE bitiren Assubaylara yine ANAYASAL bir HAK olan DERECELERİN verilmesini engellemişler, bunun için ÇIKMIŞ olan yasayı İPTAL ettirecek kadar ASSUBAY DÜŞMANLIĞI gözlerini KARARTMIŞ, zamanın CUMHURBAŞKANI'NI da kullanarak YASAYI iptal ettirmişlerdir.

  • Bu davranışın adı DÜŞMANLIK -KİN NEFRET değilse nedir?
  • Bir CAMİAYA bunu DOST ve AİLE dediğimiz kişiler YAPAR MI? Yaparsa bunların SAMİMİYETİNE - DOSTLUĞUNA GÜVENİLİR Mİ?
  • Bu KİŞİLERLE yola çıkılır mı?
  • Genelkurmay başkanlığı ASSUBAYLARA olan bu DÜŞMANCA tavırlarının sebebini AÇIKLAYABİLİR Mİ?
  • TSK'da bugün HUZURSUZLUK, GAYRIMEMNUNLUK ve İNTİHARLAR varsa bunların SORUMLUSU AYIRIMCI ve HAKSIZ UYGULAMALARLA bunların UYGULAYICILARI olan GENELKURMAY BAŞKANLARIYLA KOMUTA HEYETLERİ değil midir?
  • Bu SORUMSUZLUKLAR ve DUYARSIZLIKLAR Assubayları TSK'da SOĞUTMAKTA ise yasalara göre SUÇ değil midir?
  • Başta GENELKURMAY BAŞKANI ve Komuta heyetinin YASALAR önünde YARGILANMALARI gerekmez mi?
  • TSK'da DOĞRULARIN görülmesi ve yapılması için illa PKK'lılar gibi SİLAHLANIP dağa çıkmak veya GEZİ PARKI olaylarında olduğu gibi EYLEM yapmak mı gerekmektedir?
  • Neden HAKSIZ uygulamalardan VAZGEÇİLMİYOR?
  • Genelkurmayın Assubaylara karşı olan ÖN YARGILI - AYIRIMCI -HUKUKSUZ uygulamaları ne zaman SON bulacaktır?

Bu ne BİTMEK TÜKENMEK bilmeyen bir KİNMİŞ. Assubaylar bunu HAK etmek için ne yapmışlar, hangi suçu işlemişlerdir? TBMM UYUYOR MU? Milletvekilleri ettikleri YEMİNİN SORUMLULUKLARINI biliyorsa NEDEN yerine GETİRMEK için ADIM atmıyorlar? Hani TBMM bağımsızdı! Yoksa hâlâ KORKTUKLARI bir yerler mi var? HANİ VESAYET BİTMİŞTİ? Bitti ise BUYURUN sayın MİLLETİN VEKİLLERİ YASALARI UYGULAYIN, ANAYASANIN GEREĞİNİ YERİNE GETİREREK yıllardır ASSUBAYLARA karşı yapılan AYIRIMCI ve ÖTEKİLEŞTİREN uygulamaları SONLANDIRARAK HAKLARINI TESLİM edin ve ADINIZI tarihimize YAZDIRIN.

Farkındaysanız AYIRIMCI uygulamaların bitirilmesini MİLLETİNVEKİLLERİNDEN istiyor ve BEKLİYORUZ. AİLE ve AYIRIMSIZ olduğunu söyleyen TSK'nın KOMUTANI GENELKURMAYDAN beklemiyoruz. Çünkü ÖN YARGILARINDAN kurtulamayacağını ve ASSUBAYLARI KAZANMAK istemediğine artık iyice İNANMIŞ durumdayız. ÖN YARGILARIN değişmediğini ve günümüze kadar artarak ve değişerek geldiğini UYGULAMALARDA da RAHATLIKLA görebilirsiniz.

Böyle bir KURUMDA ADALET EŞİTLİK AYIRIMSIZLIK olabilir mi?

Ön yargılardan KURTULAMADIKÇA bu KAFALARDAN doğruyu bulmak BEKLENEBİLİR Mİ?

Sayfa 1 / 2

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ