FUTBOLA ADANMIŞ DESTANSI BİR ÖMÜR: FETHİ DEMİRCAN

Özellikle Hülya Avşar ile olan evliliğinden tanıdığımız ama aynı zamanda Yüzme Milli Takımı kaptanlığına dek yükselme başarısı göstermiş bir sporcu olan Kaya Çilingiroğlu, Fethi Demircan’ın kendisini futbol konusunda nasıl keşfettiğini şu sözlerle anlatıyor:

Kaya Çilingiroğlu, Fethi Hoca’nın o dönemki futbol anlayışını çok net bir şekilde özetlemiş.  Hocamızın yıldız avcılığı ise bu örnekte görüldüğü gibi gerçekten de dikkate değer nitelikte.

fethidemircanertugrulsaglamErtuğrul Sağlam da futbolculuğu dönemlerde yolu Fethi Demircan ile kesişenlerden birisi. Gaziantepspor, Samsunspor, Beşiktaş ve milli takımdan tanıdığımız golcü futbolcu Ertuğrul Sağlam, ilerleyen yıllarda, çok başarılı bir teknik direktör olmayı da başardı.  Özellikle 2009–2010 sezonunda Bursaspor’u şampiyon yapması ve spor kamuoyuna beşinci büyük olarak takdim etmesi ile ünlendi. Kendisine sorulan “Futbolcuyken idolünüz kimdi? Teknik direktör olarak kimi örnek alıyorsunuz?” sorusuna verdiği yanıt gerçekten önemli tespitler içeriyor:

Teknik direktör olarak örnek aldığımız, bir şeyler öğrendiğimiz antrenörler oldu. Ben, dünyanın çok önemli antrenörleriyle çalıştım. Bunların arasında Cristoph Daum, Feldkamp, Fatih Terim, Rasim Kara, Özkan Sümer, Fethi Demircan, Bülent Ünder, Erdoğan Arıca gibi isimler var. Bunlar çok önemli isimler. Onlarla çalışmak benim için bir şans oldu. Futbolcu olarak baktığımız zaman ise bizim zamanımızın önemli oyuncuları arasında Cemil Turan, Zekeriya Alp, Yasin Özdenak, Ali Kemal Demirci vardı. Bunlar bizim için önemli oyunculardı.

Eski milli kalecilerimizden birisi olan ve aynı zamanda Samsunspor’un efsane kadrosunda kendisine yer bulan Fatih Uraz da Fethi Demircan’ın hakkını teslim edenlerden. Büyük takımlara, inatla kafa tutan ve şampiyonluk yolunda ben de varım diyen, geçmişin unutulmaz destanı Samsunspor’un; nerelerden gelip o yükselişi nasıl yakaladığını ibretlik sözcüklerle anlatıyor. Sihirli dokunuşuyla fark yaratan Fethi Hoca’yı da onurlandırıcı sözlerle yâd ediyor:

1983 senesinde kulübe geldiğimde ortam fecaatti. Kadro çok kalabalıkken daha sezon açılmadan rahmetli Nuri Hoca, Mehmet Babalık derken Şükrü Esat Goran ile lige başladık. İnanılmaz bir kargaşa, çok başlılık vardı kulübün içinde ve dışında. Genel kaptanlar o dönem hayli yetkiliydi ama devre arası gelene ve Fethi Demircan teknik direktörümüz olana değin Samsun’da futbol oynamak kolay değildi. Kadro iyi, seyirci sabırsız, para ganimetti ancak çok başlılık olduğu gibi, senelerden beri orada oynayan futbolcularla yeni transferleri harmanlamak, kadroyu oturtmak ve uyum sağlamak vakit aldı.

1973 yılında Elazığspor ile başlayan teknik direktörlük kariyerini 2008 yılına kadar sürdüren Fethi Demircan, bu tarihten sonra, yaşadığı Kadıköy bölgesindeki bazı futbol kulüplerinde, danışman hoca olarak, zaman zaman hizmet etmeyi sürdürmüştür. Teknik direktörlük kariyeri 35 yıl gibi uzun bir süreyi kapsamaktadır. Bu süreçte Galatasaray gibi bir büyük takımı çalıştırmanın yanında, milli takımlarda da görev almış, kimi zaman başarıları ile kimi zaman ise kısmi başarısızlıkları ile isminden söz ettirmiştir. Kocaelispor, Bursaspor ve özellikle de Samsunspor dönemlerinde ses getiren işlere imzası atmıştır. Sadece süper ligde görev yapma lüksüne kapılmamış, alt liglerde de ülke futboluna hizmet etmeyi erdemli bir vazife saymıştır. Kent takımı, kasaba takımı ve hatta semt takımı demeden ülkemizin pek çok coğrafyasında futbol yıldızları yeşertmiştir. Tanju Çolaklara, Fatih Terimlere, Ünal Karamanlara, Ertuğrul Sağlamlara uzanan geniş bir otobanın başlangıç noktası olmuştur.

Ne Avrupa Kupalarında başarısı vardır ne de Süper Ligde kazanmış olduğu bir şampiyonluk. Hatta birkaç kez kazandığı ikinci lig şampiyonluğu, üçüncü lig şampiyonluğu ve Türkiye Kupası gibi kupalar haricinde somut başarılarını bulmanız neredeyse imkânsız. O yüzden, bazıları Fethi Demircan’ın futbol ömrünün ne derece destansı olduğu konusunu tartışılır bulabilir. Öyle ya ülke insanı olarak hepimiz kâğıt üstünde görülen başarılara inanmaktayız. Mesela Fatih Terim, milli takımı Avrupa Şampiyonasına götürdüyse ve hatta orada çeyrek final oynattıysa çok başarılıdır. Fakat aynı Fatih Terim, kısa bir süre sonra, Galatasaray’ı şampiyon yapamadıysa, hatta üçüncülük ötesi bir sonuçla ligi bitirdiyse, oldukça başarısızdır. Başarı anlayışımız, anlıktır, dönemseldir, geçicidir. Yitip gidicidir. Genele değil, koca bir kariyere değil; sadece yaşadığımız o ana yöneliktir. İşte böyle durumlarda Fethi Demircan gibi bir ismi, hak ettiği yere oturtmak çok zordur. Oysa futbolun beşiği İngiltere’de on yıllarca hocalık yapan sıradan isimler vardır. Kâğıt üstündeki başarılara ya da anlık başarılara bakılmaksızın çok uzun süre kulüplerine hizmet verirler. Onların başarısı, devamlılık sağlamalarıdır, altyapıya değer vermeleri ve oralardan yetenekli yıldızlar çıkartabilmeleridir. İsimleri duyulmasa bile onlar, o ülkenin futbolunu sanayileştiren, üretken kılan usta ellerdir. Büyük çarkın görünmeyen dişlileridir. Ne yazık ki bizim ülkemizde böyle kalıcı işleyişler pek yoktur. Bir kulüpte öyle ya da böyle bir yılı tamamlayabilen teknik direktör el üstünde tutulmaktadır. Bütün öngörülerimiz, bütün ufkumuz bir yılın ötesine geçmez, geçemez…

Böyle bir futbol anlayışına sahip ülkede 35 yıl hizmette bulunabilmek, tüm olumsuzluklara direnebilmek ve hatta hiç umulmadık yerlerde büyük başarılar kazanıp isminden söz ettirebilmek her babayiğidin harcı değildir. Büyük kulüplerin yanaşması olarak yaşamak ve emredildiğinde iş başı yapmak yerine, idealler yeşertip o ideallerin peşi sıra koşmak, Anadolu kulüplerinde destansı direnişler yaratmak; fark isteyen, yürek isteyen, cesaret isteyen bir iştir. Fethi Demircan ismini, sıra dışı yapan işte bu anlayıştır. Onun görev aldığı her takım, mutlak surette umuda yolculuk yapmayı başarmış bir takımdır.

Çamurlu, çorak sahalardan yeşil çim sahalara yükselen, duşu olmayan soyunma odalarından, modern spor tesislerine kavuşarak çağ atlayan Türk futbolunun ara neslidir Fethi Demircan nesli. Mahalle maçı anlayışından uluslararası modern futbol anlayışına terfi etmemizi sağlayan yürekli bir nesildir. Kendilerini, kariyerlerini feda edip, hedeflerini yüceltmişlerdir. O hedefler ki bir sonraki neslin patlama yapmasına vesile olmuş, o hepimizin çok sevdiği anlık başarıların gelmesini sağlamıştır. Anlık başarıları kalıcı kılmak ise yeni Fethi Demircanlar ister. Fatih Terimlerden, Mustafa Denizlilerden, Şenol Güneşlerden, Ertuğrul Sağlamlardan, Aykut Kocamanlardan, Yılmaz Vurallardan, Güvenç Kurtarlardan el alıp daha yürekli başarılar kazanacak genç ve cesur isimler ister. Ülke futboluna hizmet için kendini feda edebilecek destansı adamlar ister…

Mütevazı başarıları ile tanıdığımız Fethi Demircan, büyük başarılara imza attığını gördüğümüz o büyük hocaları yetiştiren bir neslin çocuğudur. O yüzden denebilir ki işin görünen kısmından çok görünmeyen, fark edilmeyen kısmına bakmamız gerekir. Şampanya ile kutlama yapılan yerlerde değildir, ince işçiliğin olduğu yerlerdedir Fethi Demircan. Gencecik bir futbol filizini sulayıp yeşertme işindedir.

Türk futbolundan Fethi Demircan isimli bir hoca geldi ve geçti. İzler bıraktı, anılar bıraktı, başarılar bıraktı… Futbolu seven, futbola inanan çocuklar bıraktı. Geçmişten geleceğe uzanan umutlar bıraktı. Yıldızları biriktirdi, yarınlar için güneşler bıraktı.

Onurla ve gururla yâd edilecek hatıralar bıraktı…

Sözün bittiği yerde diyeceğimiz son şey budur işte…


FETHİ DEMİRCAN İLE RÖPORTAJ (TARİH: 24.10.2013)

Denizgücü futbol takımının eski çalıştırıcılarından Ali Yaşar hocamızın aracılığıyla, Fethi Hoca’ya ulaştığımda oldukça heyecanlıydım. Önce derdimi e-posta yoluyla anlatmaya çalıştım. Fakat akıcı bir iletişim kurmayı başaramadım. O yüzden, kısa bir süre sonra, İstanbul’a doğru yola koyuldum. Nihayetinde, 24 Ekim 2013 günü öğleden sonra, saat 3 için sözleştik. Kadıköy Çarşısı’nda Denizyıldızı isimli hoş bir balıkçı lokantasında buluşacaktık.

Milli Takımı, Galatasaray’ı ve daha nice Anadolu takımını çalıştırmış olan Fethi Hoca’yı görür görmez tanıdım. İlk kez yüz yüze gelmenin telaşına kapıldım. Kelimenin tam anlamıyla, karşımda ihtiyar bir delikanlı duruyordu, hem de hiç abartısız. Dinçti, diriydi, canlıydı. Yetmiş yaşını aşmış olmasına rağmen kırklı, ellili yaşlarda görünüyordu. (Bu röportajdan yaklaşık bir ay sonra bir kalp ameliyatı geçirmesine oldukça şaşırdığımı da söylemeliyim.)

Tokalaşma ve tanışma faslından sonra işi sözcüklere bırakmaya başladık.

Neden beni yazıyorsun?” sorusu geldi önce. Bu işten para mı kazanacaktım ya da başka bir beklentim mi vardı? Açık ve net bir şekilde sorulmuştu soru, cevap da aynı açıklıkta olmalıydı. Kendisinin önemli bir isim olduğunu söyledim ilk. Hani büyük şampiyonluklar, dev kupalar kazanmasa da Türk futbolunda derin izler bırakmış, kalburüstü hocalardan birisi olduğunu belirttim. Sırf bunun bile benim için ilgi çekici olduğunu söyledim. Sonra ekledim,

Herkes büyük takımlarla şampiyonluklar yaşayan, gündemde ve popüler olan kişilerin hayatını yazabilir. Fakat mütevazı başarılarla futbola hizmet veren ve aslında futbolumuza göründüğünden çok daha fazla emek ve alın teri harcayan sizin gibi değerli insanları yazmak kolay kolay kimsenin yapacağı bir iş değildir. Ben bu yolu seçtim. İnanıyorum ki okuyucular, Türk futbol tarihine nakış gibi işlenen efsanevi Samsunspor’un öyküsünü başlatan adamı hatırlamaktan, öğrenmekten büyük zevk alacaklar.

İşin bir diğer kısmı ise sizin kökeninizin assubay olması… Yani assubaylık mesleğinden sonra, kendinize yepyeni bir hedef ve ideal seçerek yola koyulmuş olmanız. Yeni bir başlangıç yapabilecek cesareti göstermeniz. İşin sonunda da iyi bir kariyere ulaşmanız. Takdir edilir bir başarı çizgisi yakalamanız. İşte bu; bizler için umut kapısı demek, direnç demek. Siz, şimdiye dek gönlündeki sevdalara yelken açamamış, askeri kanun ve kurallar ile mecburi hizmet yükümlülüğü arasında sıkışıp kalmış veya emekli olduğunda her şey için geç kaldığını düşünmekte olan nice assubaylar için sembol isimlerden birisisiniz. Sizin neler başardığınızı gören meslektaşlarım, demek ki istenince oluyormuş düşüncesiyle, gönüllerinden geçen mesleklere ilgi duymaya devam edecekler. Zamanı geldiğinde de yeni başlangıçlar yapabilme kuvvetini kendilerinde bulacaklar. Hem dışarıyla, yani sivil dünya ile hem de yürekleriyle iletişim halinde olacaklar. Hangi alanda, hangi meslekte olursa olsun, sizin yaşam öykünüz onlara umut aşılayacak. Direnme ve çabalama gücü verecek. Yüreğinin sesine kulak verenler için bir tür Anka Kuşu Efsanesi olacaksınız.

İşte benim bu işten çıkarım bu…

Sevgili Fethi Hocam, bu sözler sonrasında duygulandı elbette. “Assubay olmaktan her zaman onur duydum. Assubaylığım; gurur kaynağımdır, şeref duyuyorum” sözleri serpiliverdi dudaklarından, coşkuyla…

Sonrasında karşılıklı konuşmalarımız devam etti. Yazımda karanlıkta kalan bazı noktaları sordum öncelikle. Notlarıma bakarak, assubaylık dönemi ile ilgili bilgileri aldım. Kore’de ve Kıbrıs’ta görev yaptığı yılları sordum. Okuduğu askeri okulu sordum. Sonra da futbola ilişkin sorular geldi art arda. Öyle ya Fatih Terim’e, Tanju Çolak’a, Güvenç Kurtar’a,  Ertuğrul Sağlam’a ve daha nicelerine hocalık yapmış bir teknik direktör vardı karşımda…

Nihayetinde, aramızda geçen konuşmaları özetleyecek küçük röportajımız çıktı ortaya.

  • Sevgili Hocam, hangi askeri okullarda okuduğunuzu ve hangi yıl mezun olduğunuzu öğrenebilir miyiz?
  • Benim zamanımda Çengelköy’de Kuleli’nin bir bölümünde Assubay Hazırlık Okulu açılmıştı. Orada okudum ama hikâyesi biraz karışık. Sonra Çankırı Sınıf Okulu’na gittim. 1956 mezunuyum. Kara Kuvvetleri’nde görev yaptım.
  • Kore ve Kıbrıs’ta görev yaptığınız tarihleri hatırlıyor musunuz?
  • Kore’de 1962–63 yılları arasında görev yaptım ve orada spor konusunda kendimi geliştirecek şeyler yaptım. Kıbrıs’ta ise sanırım 1965 yılında görevde bulundum.
  • Askerlik yaşamınızda da futbolla ilginiz vardı değil mi?
  • Elbette. Hatta o dönemlerde ( sanıyorum 1963–64 sezonu) Balıkesir Karagücü ile Türkiye Şampiyonu olmuştuk. Ordu’da görev yaptığım dönemde Silahlı Kuvvetler bünyesinde faaliyet gösteren çeşitli takımlarda futbol oynadım. O takımların Türkiye futboluna değer kattığını söyleyebilirim.
  • Türk Silahlı Kuvvetleri’nde kaç yıl görev yaptınız?
  • Ordu’da on yıl görev yaptım. Mecburi hizmetimi tamamlayınca ayrıldım. Yani müstafi assubay oluyorum galiba.
  • Peki, profesyonel bir takımda futbol oynamayı denemediniz mi?
  • Elbette, gazeteci Erol Dallı vatani hizmetini yedek subay olarak benim bölgemde yapmaktaydı ve beni İstanbulspor’a tavsiye etti. İstanbulspor tarafından da denendim ve beğenildim. Ne yazık ki mecburi hizmetim sebebiyle bu transferi gerçekleştiremedim. Mecburi hizmet sorununu çözemediğimiz için o iş öylece kaldı.
  • Mecburi hizmet bitince istifa ettiniz ve sonra da Macaristan Spor Akademisi’nden mezun oldunuz doğru mu?
  • Evet, Macaristan Spor Akademisini üstün başarı ile bitirdim. Futbolu çok seviyordum ve teknik direktör olarak kendime yepyeni bir ufuk açmak niyetindeydim. Sonra da ver elini İngiltere dedim. Orada da şansım yaver gitti. Karakterimle ve çalışkanlığımla göze çarptım, beğenildim ve tavsiye edildim.
  • Hocam, Türkiye Süper Ligi’nde en uzun süre görev yapmış teknik direktör olarak biliniyorsunuz, hatta Anadolu takımlarının başındayken; büyük takımları en farklı skorlarla yenme başarısını gösteren hoca olarak tanınıyorsunuz. Gerçi yeni nesil belki sizi tanımaz ama eskiler sizden hep saygıyla bahseder, isminizi güzelliklerle yâd eder. Ben size çok ilginç bir soru sormak niyetindeyim, hiç keşke dediniz mi, keşke Türkiye’ye hiç dönmeseydim de İngiltere’de başlamış olduğum kariyerime yine orada devam etseydim. Çok daha farklı olurdu, çok daha güzel olurdu dediğiniz oldu mu?
  • Türkiye’de karın adale çalışmasını ilk kez ben uyguladım. Çeşitli antrenman çalışmalarını futbolculara ilk kez ben yaptırdım. Bu süreçte çok zorluklarla karşılaştım hatta gülenler bile oldu. Onlara göre futbol anlık bir sonuç oyunuydu. Oysa ben, bilinçli bir süreç çalışmasının, kaliteli antrenmanların, disiplin ve dayanışmanın birlikteliğiyle futbolda başarı olabileceğini söylüyordum, ezberleri bozuyordum. Kolaycıları zora sokuyordum. Yani sonuç itibarıyla, Türkiye’de doğru bildiğini ve istediğini yapmak, yapabilmek çok zor… Karşınıza hep engeller çıkıyor, hem de hiç ummadığınız engeller. İşte sırf bu yüzden kimi zaman “keşke” dediğim olmuştur. Fakat ülkemi seviyorum, ülkemin futboluna uzun yıllar hizmet ettiğim için de mutluyum, huzurluyum.
  • Galatasaray’da çalıştığınız dönemde K. Mehmet ile olan bir tartışmanızdan söz edilir hep. Fakat görülür ki daha sonra Boluspor’da ve Bursaspor’da yine birliktesiniz ve takımın kurtarıcısı gibidir K. Mehmet. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
  • Evet, K. Mehmet ile antrenmanda küçük çaplı bir sorunumuz oldu. Kimi zaman futbolcu ile hocası arasında böyle şeyler olabilir. Antrenman esnasında bir pozisyonu gol yapabilecekken zora soktu ben de “Bunu gol yapsana” dedim. O da “Hoca, kolaysa gel sen yap” dedi. Elbette oyun içinde futbolcunun durumu farklı, oyuna kilitlenmiş durumda ve bazen bizim sözlerimize aşırı ve ters tepki gösterebiliyorlar. Daha sonra K. Mehmet de hatasını anladı ve özür diledi. Aramızda büyütülecek bir sorun hiçbir zaman olmadı. Kendisi sevdiğim bir oyuncuydu. Ben zaten kimseye karşı kin tutmam. Topluma hizmet eden ve toplumu mutlu etmeye çalışan bizim gibi insanların kişisel hırslarının kurbanı olmamaları gerekir. Kin tutmak bize yakışmaz.
  • Sizin çalıştığınız futbol dönemi itibarıyla en beğendiğiniz, başarılı bulduğunuz futbolcu kimdi? Böyle birisi var mı?
  • Aslında çok yetenekli ve çok özel futbolcularla çalışma fırsatı buldum. Her birisi birbirinden özel futbolcular. Fakat özellikle Galatasaraylı B. Mehmet’i çok farklı bulurum. Hatta bir anlamda da ona üzülürüm. Onun, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi, en büyük futbolcusu olduğunu söyleyebilirim. Elbette futbol yeteneği olarak… Eğer futbolu çok sevmiş olsaydı, belki de dünya çapında bir yıldız olabilirdi. Yani şimdiki Arda’dan çok daha iyi olduğunu düşünün, işte öyle bir futbolcu B. Mehmet.
  • Dediğiniz gibi çalıştığınız pek çok ünlü futbolcu var. Tanju Çolak, Güvenç Kurtar, Fatih Terim, Ertuğrul Sağlam ve daha kimler kimler… Onlar için neler söyleyebilirsiniz? Örneğin; Fatih Terim’in gelecekte, Türkiye’de tabuları yıkan, efsaneler yaratan bir teknik direktör olabileceğini hiç aklınızdan geçirmiş miydiniz?
  • Bakın bu adamların hepsi de çok özel insanlar. Onları diğerlerinden ayıran en önemli özellik, gerçek bir profesyonel olmaları ve futbola gerçek anlamda saygı duymaları! Tanju Çolak mesela, çalışmayı çok severdi. Durmadan çalışırdı. Çok iyi bir profesyoneldi. Tamam, ben bu kadarım, bu bana yeter demezdi, daha fazlasını ve daha iyisini yapmak için ekstradan çalışırdı. Fatih Terim, gençlik dönemlerinde çeşitli şekillerde medyanın gündemine getirilirdi fakat futbolla olan ilişkisi bambaşkaydı. Futbola yeteneği kadar, sevgisi ve saygısı da vardı ve hep öyle oldu. Futbol disiplini süperdi. Onun ötesinde insanlığı ve yardımseverliği de tek kelimeyle süperdi. O da idmanlardan sonra benimle ekstradan çalışırdı. Hatırlıyorum da Fatih Terim’i ilk olarak liberoya ben getirmiştim, Rapid Wien maçıydı yanılmıyorsam. Keza Güvenç Kurtar ve Ertuğrul Sağlam için de hemen hemen aynı sözleri söyleyebilirim. Sağlam çocuklar, kendilerine ve futbollarına inanan, güvenen çocuklar. Eğer başarıyı istiyorsanız, yerinizde durmayacaksınız, yeter demeyeceksiniz, daha çok çalışacaksınız. İşte bu isimler, çalışma disiplinleriyle, futbola olan inanç ve saygılarıyla, azim ve yetenekleriyle bulundukları yeri, şanlarını ve şöhretlerini fazlasıyla hak eden isimler. Onlarla çalışmış olmanın gurur ve mutluluğu da benim yanıma kâr kalıyor işte!
  • Siz Galatasaray’da görev yaparken, Boluspor sizi hep ısrarla istemişti yanılmıyorsam. En sonunda Galatasaray’dan ayrıldığınızda Boluspor’da görev yapma şansı buldunuz ama işler istediğiniz gibi gitmedi. Neler oldu Boluspor’da, niye istediğiniz gibi yürümedi işler?
  • Aslında Boluspor’u kafaya oynatma idealim vardı fakat futbol söz konusu olunca sadece bir ideale sahip olmak yetmiyor. O dönem Türkiye’nin büyük kulüpleri bile çok geriydi ki varın Boluspor’u siz düşünün. Futbolcular oldukça hamdı, hiç işlenmemişti. Doğru dürüst idman programları bile yoktu. Oyuncular arasında gruplaşmalar vardı ki bir hocanın canını sıkacak en bela şey bu gruplaşmadır zaten. Ayrıca söylemem gerekir ki bir iki oyuncuyla da yıldızımız bir türlü barışmadı. Beklentilerimi karşılayamadılar. Kafaya oynamak isterken dibe sürüklendik böylece. Fakat burası benim gerçek anlamda Anadolu kulüplerini tanıma fırsatı bulduğum yer oldu. Hikâyemiz hüzünlü bir ayrılıkla bitse de Boluspor’un hep çok özel bir takım olduğunu düşünürüm.
  • Ya Samsunspor efsanesi?
  • Samsunspor özel ve ayrıcalıklı bir kulüp. Başkanından hocasına, futbolcusundan seyircisi ve malzemecisine kadar herkes başarıya inanıyordu. Sağ olsun Hasbi Menteşoğlu da özellikle maddi konularda sağlam duruyordu. Sanırım Fahrettin Genç olacak, iyi ve bilgili bir yardımcım vardı. O da bize uyum sağladı. Daha sonra da Samsunspor’a faydası oldu.

    Biz orada ekip olmayı başarmıştık, aynı hedefe kilitlenerek ve birbirimize inanarak çok şeyler yapabileceğimizi görmüş, hedefimizi de büyütmüştük. Fakat büyük takımları saf dışı bırakıp şampiyon olmak o kadar kolay değildi. Bir yere kadar direnebiliyordunuz. Ya futbolcunuz transfer sözüyle kandırılıyor ya da masa başı oyunları ile büyükler kollanıyordu. Tüm zorluklara rağmen büyük iş başardık. Benden sonra da Samsunspor yoluna devam etti ve hep öğrendiklerinin üzerine yeni şeyler kattı. Eğer o vahim kaza olmasaydı belki de efsane aralıksız sürüyor olacaktı. Bende apayrı bir yeri vardır Samsunspor’un…
  • Bir ara Altay da sizi istiyordu ama siz Kocaelispor’u tercih etmiştiniz.
  • Evet, öyle oldu çünkü Kocaelispor’a sözüm vardı ve Kocaelispor ile de farklı bir hikâye yazdık o zamanlar. Ben prensipleri olan bir hocayım yani birilerine söz vermişsem eğer, o sözümü para pul için çiğnemem. Teklifi yapan Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe bile olsa bu böyledir. O dönemler Mazhar Zorlu Bey, Altay’a gelmemi istedi ve iyi bir teklif yaptı. Ben ise Kocaelispor ile ilgili durumu izah ettim kendilerine. Bazı şartlarım olduğunu ve bu yüzden Kocaeli yönetiminin bu şartları sağlamasını beklediğimi söyledim. “Onları yok sayarak size gelemem” dedim. İki katı para teklifine rağmen kabul etmeyince, Mazhar Zorlu Bey şaşırmıştı. “Böyle bir paraya pek çok hocayı rahatça ikna edebileceğimi sanıyordum, beni şaşırttınız. Vay be, böyle bir hoca da varmış Türkiye’de, ne mutlu bize, sizi kutluyorum hocam” sözlerini sarf etti.
  • Peki, sevgili hocam, pek çok Anadolu kulübünde başarılı oldunuz. Galatasaray’da, Bursaspor’da, Samsunspor’da başarılı bir şekilde görev yaptınız, milli takımlarda teknik direktörlüğünüz oldu. Futbolda bir teknik adamın başarılı olabilmesi için farklı tavsiyeleriniz var mı?
  • Futbolda bir teknik adamın başarılı olabilmesi için iki temel faktöre dikkat etmesi ve burada karşısına çıkan altı soruyu, sorunu çözmesi gerekmektedir. Nedir bunlar? İdmanda ve maç esnasında oyunculara ne, nerede, nasılı (doğrusunu)öğretmek, bu bir… Yine maç içerisinde veya idmandayken yani oyun oynanırken, ne yanlış, nerede yanlışı gösterme, ne yapabilirim sorusunu sorup anında sorunu çözme, doğruyu gösterme, bu da iki. Çok basit ve akılda kalıcı olan ne, nerede ve nasıl sorularını çözerek doğru adımlar atabilir ve başarıyı yakalayabilirsiniz.
  • Hocam şimdi biraz futbol dışına çıkıp eşiniz ve ailenizle ilgili sorular sorabilir miyiz? Mesela eşinizle tanışmanızın bir öyküsü var mı?
  • Aslında pek var sayılmaz. Bizim evliliğimiz bir arkadaşımın tanıştırmasıyla oldu. Yani görücü usulü bile diyebiliriz. Zamanında yanımda askerlik yapan Atakan Eren Beyefendi bizi tanıştırmıştı Canan Hanım ile. Hatta ilk kez onu banka kapısında görmüştüm ama tanımıyordum daha. Çok beğenmiştim ve keşke bu kız olsa demiştim. Dileğim kabul oldu ki sahiden de o çıktı. İki kızım var Didem ve Sinem. Çok şükür ikisi de yetişkin ve başarılı evlatlar oldular. Birisi özel bir bankada çalışıyor diğeri ise doktor.
  • On yıl orduda assubay olarak görev yaptığınızı biliyoruz. Daha sonra istifa edip ayrıldınız. Silahlı Kuvvetler’den ayrıldıktan sonra assubaylarla ve sorunları ile ilgili olarak çabalarınız oldu mu? Ne bileyim TEMAD (Türkiye Emekli Assubaylar Derneği) sizinle irtibat kurdu mu ya da siz onları aradınız mı hiç?
  • Bakın ben halen Türkiye’nin en güzide futbol kulübü olan Galatasaray’da Divan Kurulu üyesi olarak hizmetlerime devam ediyorum. Ayrıca Türkiye’de seçkin isimlerin üye kabul edildiği Büyük Kulübe de üyeyim. İnanın tüm buralarda bir futbol teknik direktörü olmanın yanı sıra assubayları da temsil ettiğime kaniyim. Ben böyle düşünüyorum ve bundan da gurur duyuyorum. 

    Öte yandan Kadıköy TEMAD ile irtibatımı hiç koparmadım. Çeşitli şekillerde desteğimi sundum. Sorsanız, onlar da bunu doğrulayacaklardır.

    Assubayların sorunlarını elbette biliyorum, o sorunları ben de yaşadım çünkü. Çözümü için de çabalarım oldu. Bir dönem konuyla ilgili olarak genelkurmay ikinci başkanı ile görüşmelerim oldu. Hatta çözüme çok yaklaşılmıştı bazı konularda. O dönem meclise de gittim, milletvekilleriyle ve partililerle görüştüm. TEMAD ile karşılıklı iletişim halinde oldum. Mücadeleye destek verdim. Bugün bile TEMAD ile bağlantım var, onlara desteğim sürüyor. Bu sorunların çözümünde benden beklenen ve istenen bir şey olursa, elimden geleni yapacağımı bilmenizi isterim. Bu her zaman için geçerlidir.
  • Sevgili Hocam zaten başta da söylemiştim. Biz de sizinle gurur duyuyoruz. Bizden bir isim, Türk futbol tarihine adını altın harflerle yazdırmış, Galatasaray’ı çalıştırmış, milli takım hocalığı yapmış, Samsunspor efsanesini başlatmış ve daha nice başarılara imza atmış. İmkânsız denilen birçok şeyi başarmış. Bütün bunlar çok büyük anlamlar ifade ediyor ve yolumuzu aydınlatıyor, ufkumuzu genişletiyor. Bana bu röportaj fırsatını tanıdığınız ve beni kabul ettiğiniz için çok içten, çok samimi teşekkürlerimi sunuyor ve size uzun, sağlıklı bir ömür diliyorum. Tekrar karşılaşmak dileğiyle, çok çok teşekkürler…
  • Ben teşekkür ediyorum Aydın Bey. Lütfen bütün meslektaşlarıma ve futbolseverlere sevgilerimi, selamlarımı ulaştırınız.

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1: Kaynakça, uzun bir yer kaplaması nedeniyle e-kitap içine dâhil edilmiştir. İlgilenenler e-kitabın sonunda yer alan Kaynakça bölümünü inceleyebilirler.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

Lütfen Dikkat! Seri yazının tamamını içeren ve pdf formatında hazırlanmış "FUTBOLA ADANMIŞ DESTANSI BİR ÖMÜR: FETHİ DEMİRCAN" e-kitabını aşağıdaki resime tıklayarak indirebilirsiniz.

Fethi-Demircan-ekitap

TAKSİMSPOR’DA GÖNÜL HOCALIĞI2001fransaermeniyasasi

2001 yılının başlarında Fransa Ulusal Meclisi’nde Türkiye’yi üzecek bir kanun tasarısı kabul ediliyordu. Türkiye ile Ermenistan arasına nifak tohumları sokmak ve ondan beslenmek isteyen kapitalist dünya, Fransa aracılığıyla bunu başarıyordu. 1915 yılında vuku bulan olayların bir soykırım olduğu o meclis tarafından kabul ediliyordu. Tarihsel acıların yaşanmasına vesile olanlar, şimdi de o acıları, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmanın dayanılmaz hafifliği içindeydiler. İşte tam da o günlerde Türkiye’de Hürriyet Gazetesi’nin internet sitesinde sıra dışı bir haber yayınlanıyordu. Kin ve nefret tohumu sepeleyenlerin tam aksine, bu haber tamamen barış ve dostluğa hizmet ediyordu. Haberin konusu İstanbulumuzun güzide bir semt kulübü olan Taksimspor’du.

taksimsporlogo2Bu güzide kulüp, eski İstanbul’un dost yüzünü simgeleyen ve belki de Osmanlı İmparatorluğu’nun kültürel dokusunu temsil ettiği söylenebilecek nadide bir simge gibiydi. O muhitte yaşayan Ermeni, Rum, Türk ve Musevileri sporun dostluk ve kardeşlik bağıyla birbirine bağlayıp sıkıca sarmalayan bir yapısı vardı Taksimspor’un. Kan bağları, kardeşlik bağları; İstanbul ve Türkiye sevgisi üzerineydi. Kulübün Başkanı Ermeni’ydi ama ona tesisler kazandıran bir Türk siyasetçi idi. Dönemin Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül!

O tarihlerde altmışıncı yaşını kutlayan kulübün hocalığını ise Fethi Demircan yapmaktaydı. Hem de beş kuruş para almaksızın. Tam anlamıyla bir gönül hocalığıydı yaptığı… Türk futboluna Lefter’i kazandıran, göğsünde Türk bayrağıyla ringlerde boks yapan Garbis Sakaryan’ı bize bahşeden ve daha nice sporcuların doğumeviydi Taksimspor. O haberin içeriğinde yer alan röportajında, kulübün başkanı Garo Hamamcıoğlu, bakın neler söylemekteydi:GaroHamamcioglu

Bayrağım ve toprağım Türkiye. Burada doğdum, burada büyüdüm. Futbol oynadım, iş sahibi oldum. Her şeyimi Türkiye Cumhuriyeti devleti sayesinde yaptım. Kendimi Ahmet'ten Mehmet'ten farklı görmedim. 10 Ermeni arkadaşım varsa, 100 tane de Türk var. Beni ben yapan Türkiye'dir. Soykırım huzursuzluğu, özellikle yurt dışında Fransa ve İngilizlerin politik çıkarları doğrultusunda çıkartılan abuk sabuk şeyler. Bizde isimler değişiktir, ama insanlık aynıdır. Türk insanını iyi tanımadıkları için yangın yaptılar. Ama bundan er veya geç döneceklerdir.

garbis stanbulluolu-tenekeci garbisDerler ki mazisi oldukça eski olan Taksimspor’un öyküsünü en iyi anlatan efsane, Tenekeci Garbis’in efsanesidir. Babası teneke soba atölyesinde çalıştığı için bu ismi takmışlar Garbis’e. Taksimspor dâhil çeşitli İstanbul kulüplerinde forma giyen ve 1950–53 yılları arasında milli takımda da yer bulan Garbis İstanbulluoğlu, bu dönemlere ait bir fotoğrafının olmamasına çok üzülmekteymiş. Özellikle de ay yıldızlı formayı giyerken çekilmiş bir resminin olmaması onu oldukça hüzünlendirirmiş. İstanbul’u adının bir parçası yapacak denli bu toprakları seven Garbis, Türk Milli Takımı formasıyla beş müsabaka oynamış bir futbolcu. Forvet hattında oynadığından, güzel golleri de var ay yıldızlı formayla attığı. Hele ki 1953 yılında, İsviçre’yi, İsviçre’de 2–1 yendiğimiz maçta iki golün sahibi de Tenekeci Garbis olunca, onun ille de ay yıldızlı formayla çekilmiş bir resim arzulaması, çok daha anlamlı hale geliyor. 1989 yılında, bu arzusunu gazeteci Cem Atabeyoğlu’na iletmiş, Atabeyoğlu da 1950 yılında Türkiye-Yugoslavya müsabakasında çekilmiş bir fotoğrafını bulmuş, takdim etmiş kendisine. Tenekeci Garbis, bu fotoğrafa o kadar çok sevinmiş ki mezarına mutlaka o fotoğrafının konulmasını istemiş. Böyle bir vasiyette bulunmuş yakınlarına. 1994 yılında vefat ettiğinde, mezarında haç ve ay yıldız işte bu şekilde bir araya gelmiş. Taksimspor ruhunu taşıyan haç ve ay yıldızın birlikteliği, kardeşliğin ve dostluğun bir nişanesi olarak mezarında şimdi bile mevcutmuş. Bazı sıra dışı insanların yaşam öyküsü bile kine, nefrete karşı dimdik durabiliyor. Ne mutlu Tenekeci Garbis olabilenlere.

TAKSİMSPOR: LEFTER’İN VE HRANT DİNK’İN YUVASIlefter1

Türk futbolunun ordinaryüsü olarak bilinen Milli Takımın ve Fenerbahçe’nin efsane ismi Lefter Küçükandonyadis de Taksimspor’un bize armağan ettiği yeteneklerden birisi. 1940’lı yıllarda burada futbola başlamış Büyük Lefter. Maç başına 25 kuruşla başlamış profesyonel futbolculuğa. İlk milli golünü de Yunanistan’a karşı atmış.

Bu güzide kulüp, daha başka nice isimler kazandırmış futbolumuza. Altmışlı yıllarda birkaç kez Galatasaray kalesini koruyan Yervant Balcı ile yine G. Saray’da forma giymiş Varujan Arslanyan da bu kulübün yetiştirdiklerinden. Hatta Çilli Mehmet olarak tanıdığımız Galatasaraylı Mehmet Özgül de Taksimspor’un genç takımında yetiştirilen isimlerden.

Başkan Garo Hamamcıoğlu da Taksimspor’dan Sarıyer kulübüne geçmiş ve orada uzun yıllar futbol oynamış bir isim. "Şimdilerde spor yazarlığı yapan Onur Belge, Metin Türel, Hayri Ülgen, Minas Ara gibi birçok isim bizden yetişti. Türk futboluna damgasını vurmuş bu isimler bizim gururumuzdu." diye anlatıyor Başkan Hamamcıoğlu.HrantDinkTaksimspor

2007 yılında suikast sonucu öldüren Agos gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink de bir dönem (1982–83) top koşturmuş Taksimspor’da. Zaten Taksimspor’un adı belki de son kez onunla hatırlanmış necip Türk basınında. 2007 yılının Ocak ayında Hrant Dink’in anısına Feriköy Stadı’nda Kadırgaspor ile yaptığı müsabaka nedeniyle konu olmuşlar. Taksimspor beyaz formayla, Kadırgaspor ise siyah formayla maça çıkmış, Hrant’ın hüznünü paylaşmışlar beraberce.

1940 yılında kurulan Taksimspor’un kuruluş öyküsü de kardeşlik üstüne. Ermenilerin kulübü Nor Şişli zor günler yaşamaktadır, o dönemler. Galatasaray kulübünden ayrılanların kurduğu Ateş Güneş kulübü ile Kale spor kulübü de yokluk içindedir Nor Şişli gibi. Üç kulüp, bu zor dönemlerinde birleşerek yola devam etme kararı alırlar. Böylece üç takımın birleşmesiyle Taksimspor çıkar ortaya. Yani kuruluş aşamasında bile Türk-Ermeni dayanışması ve dostluğu söz konusudur. Renklerinin sarı-kırmızı olması dahi, biraz Galatasaray’ı çağrıştırmaktadır. Zaten formasındaki kırmızı elips fon üzerinde sekiz sarı çizginin temsil ettiği güneş işareti de Galatasaray’dan ayrılanların kurduğu Ateş Güneş kulübünü yansıtmaktadır.

Taksimspor Kulübü, 1966–67 sezonunda Profesyonel Mahalli Lig şampiyonluğu sonrası, Türkiye İkinci Liginde mücadele etme hakkı kazanır. En büyük başarıları budur. Fakat şanslarını iyi kullanamayınca, (1967–68 sezonu Beyaz Grupta yirminci ve sonuncu oldu) bir alt lige düşerler. 1968–1974 arasında Üçüncü Lig’de mücadele verir ve en sonunda yeniden amatörlüğe düşerler. Mahalli Lig Şampiyonu olduğu sene (1966–67) kadrosunda 16 Ermeni ve 9 Türk oyuncu barındırmakta olan Taksimspor, Fethi Demircan’ın gönüllü hocalığı döneminde de amatör ligde oynamaktaydı.OnurBelge

Taksimspor’un 1963 yılı Profesyonel Mahalli Lig şampiyonluğu kadrosunda tanıdık bir isim de yer almaktaydı. Şimdilerde spor yazarlığı yapan ve hatta TSYD Başkanlığı görevinde de bulunan Onur Belge, o kadrodaydı. Taksimspor ile ilgili düşüncelerini ise çok samimi olarak şu sözlerle ifade etmekteydi:

Benim için, Taksimspor Kulübü çok köklü ve birçok yıldız yetiştirmesi nedeniyle çok önemli bir kulüptür. Bir cemaat kulübü olmasına karşın Ermeni olsun, Rum olsun, Türk olsun herkesin kaynaştığı bir yerdir orası…

Başkan Hamamcıoğlu, “Sporun başladığı yerde ırk, mezhep gibi ayrılıklar biter. Bizde öyle ayrılık gayrılık yok. Kulübümüz, bu topraklardaki kardeşliğin en iyi örneği” derken aslında o cümleye ne çok şey sığdırmaktaydı, bir düşünün.  Sonra da Hrant Dink’e sıkılan kurşunun asıl hedefi neresiydi, karar verin. Lefter’in yüreğiydi hedef, haçın ve ay yıldızın kardeşliğini yaşatan Tenekeci Garbis İstanbulluoğlu’nun ciğeriydi… Türkiye’nin kalbiydi belki de tam olarak!

fethihoca222Fethi Demircan’ın Taksimspordaki gönüllü hocalığıyla ilgili olarak, o gazetede yer alan haberi aktararak devam edelim sözlerimize:

Fethi hoca bu ekibe idman yaptırırken tarifi olanaksız bir keyif alıyordu. Bu 30 kişilik ekibin adları değişikti. Kiminin Aram, Henri, Arden, Herman, Garbis, kiminin ise, Osman, Feyyaz, Onur, Hüseyin'di.

İnanılmaz bir dayanışma, kardeşlik ve sevgi içinde çalışmalarını sürdürüyorlar ve birbirlerine yardımcı olmak için yarışıyorlardı. Bırakın ayrılığı, onlar çoktan bir bütün olmuşlardı.

Fethi Hoca'yı da en çok bu sevindiriyordu. Hiç bir ücret almadan bu çocukların geleceği için kolları sıvamış, Türk futboluna hizmet edecek gençleri yetiştirmenin uğraşını veriyordu.

Fethi Hoca'ya sözde soykırım iddialarını ve Fransızları hatırlattık. Gülümsedi,  Burada çok mutluyum, dedi ve ekledi; Spor evrensel bir olaydır. Benim öğrencilerimin tümü Türk vatandaşı. Onlar hiç bir ayrım yapmadan kardeşçe çalışıyorlar. Bu iddiaları gündeme getirenler, kesinlikle menfaat peşindeler...

ONURLU VEDA: BAYAN MİLLİ TAKIM HOCALIĞIbayanlarligilogosu

Türkiye Futbol Federasyonu, dünyada büyük bir gelişme gösteren bayan futbolunda Türkiye’nin oldukça geri kaldığını düşünerek, yeni bir yapılanma süreci başlatmayı planlamaktadır. Dünyanın dört bir yanında bayanlar futbolla iç içedir. Pek çok ülkede kadın milli takımları vardır, bayanlar ligi ve şampiyonaları düzenlenmektedir. Uluslararası turnuvalar yapılmakta, şampiyonalar organize edilmekte ve milli marşlar ile birlikte bayraklar göndere çekilmektedir. FİFA Başkanı Sepp Blatter, futbolun geleceğinde kadınların olduğunu açık ve net bir şekilde ifade etmektedir. Oysa ülkemizde kadın futbolu, bir türlü istenen seviyeye ulaşamamış, kendisinden beklenen çıkışı bir türlü yakalayamamıştır. Türkiye halkının ilgisinin daha çok erkek egemen futbola olması, Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi güçlü kulüplerin bayan futboluna beklenen desteği bir türlü vermemesi belki de karşılaşılan en büyük sorundur.

bayanfutbolU152010Bayan futbolunun ne denli ilgi gördüğünü anlamak için 1999 yılında A.B.D. ile Çin arasında oynanan Dünya Kupası Final müsabakasına bakmak bile yeterlidir. Tam doksan bin seyirci, nefeslerini tutarak izlemiştir bu muhteşem futbol gösterisini. İlk Kadınlar Dünya Kupası 1991 yılında düzenlenmiştir. Bu tarihten sonra da her dört yılda bir düzenlenmeye devam edilmiştir. Üstelik kadın futboluna ilgi de günden güne artmıştır. Bugün, bu organizasyon, dünyanın en önemli futbol organizasyonlarından birisidir.

Avrupa Kadınlar Futbol Şampiyonası ise ilk kez 1984 yılında düzenlenmiştir. Halen çeşitli kategorilerde bu şampiyonalar sürdürülmektedir. Olimpiyat Oyunlarında da kadın futbolu yerini almış, hak ettiği karşılığı bulmuştur. Milli takımlar düzeyinde yapılan organizasyonlar haricinde, kulüpler düzeyinde de kadın futbolu ile ilgili uluslararası organizasyonlar yapılmaktadır. Avrupa’da erkek futbolundan aşina olduğumuz Şampiyonlar Ligi’nin bir benzeri, kadın futbolu için de düzenlenmektedir. Güney Amerika’da ise bunun bir benzeri olarak, Libertadores Kupası yoğun ilgi görmektedir.

bayanmilli4Bizim ülkemizde ise kadın futbolu, gelişen çağa ayak uyduramamıştır.1990’lı yıllarda varlık savaşına giren kadın futbolumuz, ne yazık ki 2001–2006 yılları arasında duraklama dönemine girmiştir.

Ülkemizde Kadın Millî Takımı ilk kez 1995 yılında oluşturulmuştur. Kadın millîler ilk maçlarını Romanya ile oynamıştır. 8 Eylül 1995 tarihinde İstanbul'da yapılan karşılaşma konuk ekibin 8–0 üstünlüğü ile sona ermiştir. Kadın Millî Takımımız ilk golünü 1996'da Macaristan'a atarken, ilk galibiyetini 1997 yılında rakip sahada Gürcistan karşısında elde etmiştir.

2002 yılında yeniden yapılandırma gerekçesiyle bayan futboluna ara verilmiş, hatta kadınlar düzeyinde milli takım dahi oluşturulmamış, oluşturulamamıştır. İşte bu şartlar altında, gerçek anlamda yeni bir yapılanma arzulayan ve bayan futbolunu atağa kaldırmakta kararlı olan Futbol Federasyonu, öncelikle bu işe önderlik edecek, liderlik yapabilecek ve sorumluluk alabilecek iyi bir ekip oluşturmakla işe koyulur. Akla gelen ilk isim, yılların tecrübeli hocası Fethi Demircan olur. Yıllar önce erkek futbol (A Milli) takımın teknik direktörlüğünü de yapmış olan tecrübeli hocadan kadın futboluna baş olması istenir. Bu, Fethi Hoca için bir jübile görevidir aynı zamanda. A Milli takımın hocalığını yapmış bir isim olarak, yeniden tarihe geçmesi, kadın futbolunu da erkek futbolu kadar etkin kılması istenmiştir. Türk futbolu adına ondan istenen son onurlu görevdir bu.

Fethi Demircan, bu göreve çağrılış sürecinde yaşadığı tereddüdü şu sözleriyle aktarıyordu bir röportajında:fethi-demircan-hayatimin-en-mutlu-gunlerini o

Erkek futbolunda otuz beş yıl teknik direktörlük yapan birisi olarak, kadın futbolu ile ilgili bu teklifi ilk başta çok yadırgadım. Açıkçası rahatsız bile olmuştum. Fakat futbol konusunda kadınların erkeklerden daha yetenekli olduğunu zaman içinde gördüm, yaşadım. Şimdi meslek hayatımın en mutlu günlerini yaşıyorum.

KADIN FUTBOLUNDA ATILIM DÖNEMİ: 2006–2008

Türkiye’de kadın futbolu, Fethi Demircan’ın liderlik ettiği 2006–2008 yılları arasında tam bir atılım dönemi yaşadı. Hatta ilk kez uluslararası bir başarı yakalandı. Dünya Liseler Arası Bayan Futbol Şampiyonası’nda üçüncülük madalyası kazanıldı.

Bu dönemde kadın futbolunu geliştirmeye yönelik olarak yapılan çalışmaları özetleyecek olursak;

  • Altyapı çalışmaları işlerlik kazandı ve kadın futboluna ilginin artması sağlandı. Kadın futbolunu geliştirme yönünde ana hedef, Avrupa standartlarını yakalamak olarak belirlendi.
  • Medyanın kadın futboluna ilgisi çekildi, daha çok haber ve röportajın gündemde yer alması temin edildi.
  • A Milli Bayan Futbol Takımı’nın yeniden kurulması ve müsabakalara katılması sağlandı. 2006 yılı itibarıyla yaklaşık olarak dört yıldır (2002–2006 arası) milli takım oluşturulamıyordu.
  • Türkiye’de Bayanlar Ligi uygulamadan kalkmıştı. Bu dönemde yeniden kuruldu ve işlerlik kazandı. Dönem itibarıyla 16 takımlı bir lig oluşturuldu.
  • Geçmişte yapılan hatalar ve yaşanan bazı olumsuz olaylar nedeniyle, ailelerin güven ve ilgisini kaybeden kadın futbolu, Fethi Demircan ve Hamdi Aslan gibi isimlerin iş başına getirilmesiyle, yeniden ilgi görür hale geldi. Daha önceki dönemlerde oluşan güven erozyonu yok edildi.
  • Daha önceleri dört olan bayan futbol takımı sayısı yirmi beşe çıkartıldı. İlerleyen dönemde bu sayı daha da arttı.
  • Futbol Federasyonu’nun kadın futbolunu teşvik etmesi için çeşitli tedbirler alındı. Malzeme temini ve harcırah gibi uygulamalar yapıldı.
  • Tıpkı erkek futbolunda olduğu gibi, daha önce yabancı milli takımlara kaptırılan gurbetçi futbolcu kızlarımız, Türk Mili Takımı’nın ay yıldızlı formasını giymeye davet edildi ve bunda da büyük başarı sağlandı.
  • Kadın futbolcu sayısını artırmaya yönelik çalışmalara hız verildi. Başlangıçta 130 olan (lisanslı) kadın futbolcu sayısı günden güne arttı. Birinci yıl 300 futbolcu sayısına ulaşıldı, 2008 sonunda ise kadın futbolcu sayısı 1000 oldu.
  • Okullarda kızlara uygulanan futbol oynama yasağı, 2006 yılından itibaren kaldırıldı. Kadın futbolu ile ilgili olarak yapılan en büyük devrim bu oldu. Genç kızlar futbola ilgi göstermeye başladı. Bu yasağın kalkması, yaygınlaşma konusunda olumlu etki sağladı.
  • Uluslararası organizasyonlara ve şampiyonalara, eleme gruplarına katılım sağlandı.
  • Daha önceleri, bayan futbolu, sembol olarak bilinen Dostlukspor takımı ile tanınıyordu. Kulüp sayısı çok azdı. Kısa dönemde bu sayı artırıldı. 2006 başında yedi kadın futbol takımı varken, 2007’de bu sayı 15’e, 2008’de ise elliye ulaştı.
  • Kadın futbolunda ve milli takımda yeni kategoriler ve yeni yaş grupları oluşturuldu. 19 yaş grubuna (U–19) ilave olarak, 2006 yılında 17 yaş grubuna  (U–17) ve 2009 yılında 15 yaş grubuna (U–15) yer verildi.
  • U15 yaş grubunun özel bir önemi vardı. Çünkü bu grupta oluşturulan milli takım, çeşitli özel turnuvaların yanı sıra, Gençlik Olimpiyat Oyunlarına da katılmaktaydı. Bu çalışmanın semeresi de çok kısa sürede alındı. Fethi Demircan ile birlikte görev yapan ve bayan futbolunun liderliğini ondan devralan (2008 sonu) Hamdi Aslan döneminde, bu kategoride büyük başarı sağlandı. U15 Millî Takımı 2010 yılında Singapur'un ev sahipliğinde ilk kez düzenlenen 1. Gençlik Olimpiyat Oyunları'nda üçüncü olarak bronz madalya kazandı ve Türkiye'ye olimpiyat tarihinde, takım sporlarında ilk madalyayı getiren Millî Takım olarak büyük bir başarıya imza attı.
  • Kadın futbolu ile ilgili olarak yurt dışı seminerlere ve panellere temsilciler gönderilmeye başlandı. Hatta Federasyonun desteği sayesinde, inceleme gezileri dahi yapıldı.
  • Kadın futbolunda milli takımı oluşturacak bir kaynak havuzu çalışması yapıldı. Kadınlar Birinci Lig, İkinci Lig, Genç Kızlar Şampiyonası gibi uygulamalar hayata geçirildi. Yerel ligler oluşturuldu. Okullar arası Yıldız ve Genç Kızlar Birinciliklerine etkinlik kazandırıldı. Üniversiteler arası Kadın Futsal (Salon Futbolu) Ligleri gündeme getirildi ve işletildi. Yurt dışında Türk kızlarının oynadığı ligler gözlem altına alındı. Gözde isimlere davet gönderildi.
  • Futbol Köyleri, Kız Futbol Okulları, U13 ve U15 turnuvaları, Üniversite odaklı futbol aktiviteleri, kadın futbolu hakkında seminer ve paneller gibi Türkiye’de kadın futbolunu geliştirme projeleri gerçekleştirildi ve devamlılığı sağlandı.
  • Üniversitelerin Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulları’nda antrenörlük bölümünde, futbol uzmanlık alanında okuyan öğrencilerin, çevrelerinde bulunan ilköğretim okullarındaki kız öğrencilere futbol eğitimi vererek stajlarını yapmaları sağlandı.
  • Ülkemizde kadın futbolunda o denli gelişme sağlandı ki uluslararası turnuvalara ev sahipliği yapacak düzeye ulaştık. Fethi Demircan ve Hamdi Aslan gibi iki kaliteli isim sayesinde, büyük bir atılım gerçekleşti. UEFA 19 Yaş Altı Kadınlar Avrupa Futbol Şampiyonası, 2–14 Temmuz 2012 tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirildi. Ev sahibi olarak katıldığımız bu turnuvanın şampiyonu İsveç oldu.fifa20yasaltikupasi2013

FİFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası da 2013 yılında, 21 Haziran ile 13 Temmuz tarihleri arasında ülkemizde düzenlendi ve (yedi şehirde) oynandı. Bu turnuvanın şampiyonu Fransa oldu. Türkiye, ev sahibi olduğu için bu şampiyonaya doğrudan katıldı. Grup aşamasında kazandığı ikinciliğin ardından ilk 16’ya kaldı ve burada yapılan eşleşmede Fransa’ya yenilerek elendi. Bu turnuvanın en büyük özelliği ise maç başına düşen biletli seyirci sayısının en az olduğu turnuva olması özelliğidir. Yani bu grupta (20 Yaş Altı) daha önce yapılan turnuvalar dikkate alındığında, en az seyirci sayısını biz yakalamış ve tarihe geçmiş durumdayız. Bu da gösteriyor ki kat edilecek daha çok uzun bir yolumuz var.

Bu dönemde kadın futbolunun etkinliği öyle artmaya başladı ki kulüpler arasında futbolcu transferi dahi gerçekleşir oldu. Bayan Milli Futbol Takımı’nın kalecisi Nurcan Çelik, 2008 yılında Zeytinburnuspor’a transferinden 5000 TL ücret aldı. Bu transfer, ülkemizde kadın futbolu adına çok önemli bir adımdı.

KAYA BAYAZITOĞLU LİSESİ’NDEN ULUSLARARASI BAŞARI1778847 w2bayanmilli2

Kalede Nurcan, savunmada Yağmur, Damla ve Tuğba, Orta alanda Leyla, Fatma, Sibel ve Ezgi, hücum hattında Ayşe, İlknur ve Başak. İşte karşınızda Türkiye Milli Takımı…

Ne o şaşırdınız mı?

Türkiye, futbolda böyle bir kadroya hiç alışkın değil elbette. Erkek egemen futbola gönül vermiş taraftarların kadın kramponları izlemek için tribünleri doldurması için uzunca bir zamana ihtiyaç olduğu aşikâr. Gazetelerde “pedikürlü kramponlar” diye bahsedilen kızlarımız, önlerine çıkan tüm engelleri yıkmak ve kadın futbolunu başarıya taşımak için Fethi Demircan önderliğinde var güçleriyle çalışıyorlar. Fethi Demircan, teknik ekibini de güçlü ve güvenilir isimlerden oluşturarak, kadın futbolunda ihtiyacımız olan devrimleri bir bir gerçekleştirme çabasında. Bir dönemler Dinarsu takımında oynamış Aysun Boyacı onlardan birisi. Bir diğer isim ise Hamdi Aslan. Karadeniz Fırtınası Trabzonspor’da uzun süre top koşturmuş ve Küçük Hamdi namıyla tanınmış olan Hamdi Aslan da, 2006 yılında ekibe katılanlardan. Başlangıçta A Bayan Milli Takımının Teknik Direktörlüğüne getirilen Aslan, 2008 yılından sonra (Fethi Demircan sonrası) kadın futbolunun teknik patronu olarak 2010 yılına kadar görev yaptı.hamdiaslan

Bir gün beni rahmetli Gündüz Tekin Onay hocam çağırdı. Bayan milli takımlarında görev almamı istedi. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben, böyle bir milli takımın varlığını dahi bilmiyordum. Söz konusu milli bir görev olunca, doğal olarak kabul ettim. O süreçte Fethi Demircan hocam bana çok yardımcı oldu. Kendisine çok teşekkür ediyorum. İlk göreve başladığımda, elli oyuncu arasından 18 kişilik bir milli takım kadrosu oluşturmaya çalıştık. Bu elli kişinin içinde voleybolcu, basketbolcu ve hentbolcu dahi vardı. Bu şartlarda kadroyu zor tamamladık desem yalan olmaz.

İşte 2006 yılında göreve gelişini ve yaşananları bu sözlerle anlatıyordu Küçük Hamdi. Fethi Demircan ise o günlerde umutlu açıklamalarda bulunmaktaydı:

Bayanlarda futbolun alt yapısı yok. Bu yıl başlattığımız yeniden yapılanma ile olayların rengi değişti. Sokaktan gelen çocukları topluyoruz. Takımda oynayanların bir bölümü Diyarbakır, Trabzon gibi bayan takımı olmayan illerden geliyorlar. Türkiye'de alt yapıyı oluşturduğumuz takdirde, futbolda erkekler kadar başarılı olacağımıza inanıyorum.

kayabayazitoglulisesiİstenildiği ve emek verildiği takdirde, Türkiye’de kadın futbolunun oldukça başarılı olacağını savunan Fethi Demircan için, o dönemlerde, bulunmaz bir fırsat ortaya çıktı. Nisan 2007 ayı içinde Şili’nin Santiago kentinde yapılacak olan Dünya Liseler Arası Bayanlar Futbol Şampiyonası’nda Türkiye de temsil edilecekti. Ankara’da Batıkent’de yer alan Kaya Bayazıtoğlu Lisesi, Türkiye Liseler Arası Futbol Şampiyonası Kızlar kategorisinde şampiyon olmuş ve Şili’de ülkemizi temsil etme hakkını kazanmıştı. Futbol sahası ve spor salonu olmamasına rağmen, bu lisenin kızları, büyük bir başarıya imza atmışlardı. Futbol Federasyonu, bu takımın uluslararası alanda da başarısını devam ettirebilmesi için elini taşın altına koydu. Takımı Fethi Demircan’ın hazırlamasını istedi. Hazırlık dönemi için Riva tesislerini tahsis etti.

Şili’deki turnuvada Türkiye’nin kızlarına pek şans tanınmıyordu. Kadın futbolunda ileri olan pek çok ülkenin temsilcisi vardı orada. Bunlardan birisi de Brezilya idi kaçınılmaz olarak. Futbolun Sambacıları olarak bildiğimiz Brezilya’nın, kadınları da erkeklerinden aşağı değildi. Korkulan bir ekipti. Buna rağmen, Sambacı Kızları, grubun ilk maçında 1–0 yenmeyi başardılar. Daha sonraki maçlarda, İsrail’i 10–0, İtalya’yı 11–1 ile geçtiler. Belçika’yı hezimete uğrattılar. Eğer Almanya engeline takılmasalardı, finale çıkacaklardı. Son maçlarında (üçüncülük-dördüncülük müsabakası) Finlandiya’yı 2–0 yenen kızlarımız, bu galibiyet ile dünya üçüncüsü olma başarısını yakaladılar. Çin, bu turnuvada şampiyon olurken, Almanya ikinci, Türkiye üçüncü, Finlandiya ise dördüncü oldu. Kadın futbolunda da bir dünya markası olan Brezilya ise beşincilikle yetinmek durumunda kaldı.

Böylece kadın futbolunda ilk uluslararası başarı yakalanmış oluyordu.aylinyaren

Fethi Demircan ve Hamdi Aslan döneminin en göze çarpan çalışmalarından birisi de gurbetçi kadın futbolcuları milli takıma kazandırma çabasıdır. Bunlardan en önemlisi Almanya’da forma giyen Aylin Yaren için yapılan girişimlerdir. Aylin Yaren deyince biraz dikkat kesilmeniz gerekir çünkü vakti zamanında (2007 yılı), Galatasaray ve Bayern Münih'ten tanıdığımız Fransız yıldız Franck Ribery’i Alman televizyon kanalı ZDF'de yayınlanan bir şovda, iki delikli kalede 4–3 yenmişliği vardır. Almanya U–17 Mili Takımı’nın formasını giyen Aylin, bu dönemde ay yıldızlı milli formaya kazandırılmıştır. Ne yazık ki daha sonra, istediği kariyer hedefini Türkiye’deki kadın futbolunda bulamayan Aylin, ne Alman milli takımına ne de Türk milli takımına yar olur. O da hem Almanya Kadın Liglerinde top oynayarak hem de futbol akrobasisi yoluyla spora olan ilgisini sürdürür. Buradan anlaşılmaktadır ki Fethi Demircan ve Hamdi Aslan dönemi sonrasında kadın futbolu yeniden geri sayım sürecine girmiştir.bayanfutbolU152010

Bir diğer kazancımız ise Şeyma Erenli. Amerika Birleşik Devletleri Kolej Ligi’ni gören, Futsalda ise Avustralya Milli Takımı’na seçilmiş bir isim Şeyma. Amerika'da Indiana State Üniversitesi'nde ilk sezonunda en iyi çaylaklar, ikinci sezonunda ise onur listesine giren Şeyma Erenli'nin Fethi Demircan tarafından Türkiye'de Millî Takım'a seçilip davet edilmesi, üniversitesinde de o dönemler büyük heyecan yaratmış.

GENÇLİK OLİMPİYATLARINDA ÜÇÜNCÜLÜK BAŞARISI

Fethi Demircan sonrasında da kadın futbolunda atılım sürdü. Nöbeti Demircan Hoca’dan devralan Hamdi Aslan, kendi teknik ekibiyle birlikte kadın futbolunu daha ileriye taşımanın savaşını verdi. Bu dönemde de yine büyük bir uluslararası başarı yakalandı. Avrupa Kıtasını temsil hakkını kazanan U–15 Bayan Milli Takımımız, (14–26 Ağustos) 2010 yılında,  Singapur’da düzenlenen 1. Gençlik Olimpiyat Oyunları’nda üçüncü oldu ve bronz madalya almaya hak kazandı. Turkiye-Iran-Maci-2010İran ve Papua Yeni Gine takımlarını yenen kızlarımız, yarı finalde Şili’ye boyun eğmiş ve ardından üçüncülük-dördüncülük mücadelesinde İran ile karşılaşmıştı. İran’ı 3–0 gibi net bir sonuçla alt eden kızlarımız, bu sonuçla bronz madalyaya uzanmıştı. Gençlik Olimpiyatlarının şampiyonu ise finalde Ekvator Gine’sini uzatma penaltıları ile geçen Şili oldu.U19LogoAvrupakadinfutbolusamp

2012 yılında Antalya’da düzenlenen UEFA 19 Yaş Altı Kadınlar Avrupa Futbol Şampiyonası ve 2013 yılında ülkemizin yedi şehrinde icra edilen FİFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası etkinlikleri ise kadın futbolundaki iki büyük atılımımız oldu. Her ne kadar bu şampiyonalarda kayda değer bir başarımız olmasa da turnuvaların organizasyonuna ev sahipliği yapmak bile başlı başına bir büyük hamledir.

Türkiye’de bayan futbolunda asıl fırtınalar ise FİFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası (2013) organizasyonundan sonra koptu. Kadın milli takımımızla ilgili taciz iddiaları ortalığı kasıp kavurdu. Kadın futboluna onca ilgi gösteren ve büyük emek veren Futbol Federasyonu, ilk andaki paniği atlattıktan sonra, dedikoduları bertaraf etme çabasına girdi. Suçluların araştırılmasındansa, herkesin susmasını emretti. Dedikoduların önünü böyle kesti. Kimin suçlu, kimin mağdur olduğu spor kamuoyu tarafından doğru dürüst algılanamadı. İşin sonunda görüldü ki Türkiye’de kadın futbolu yine kaybetmişti. Şeytanın formasını sırtında taşıyanlar, milli onur ve gururu hiçe saymış, kendilerine verilen bu kutsal görevi, deforme olmuş ahlak anlayışlarıyla suiistimal etmişlerdi. Fethi Demircan ve Hamdi Aslan gibi saygın yüreklerin onca yıllık emeklerine ihanet etmişlerdi.

Kadın milli takımının hocalarından birisi, yıllar öncesinde, bayan futbolu ile ilgili olarak, bazı şeyler anlatmaya çalışmıştı:

Türkiye’de kadın futbolunun yaygınlaşamamasının sebebi futbolumuzdaki erkek egemenliğidir. Yöneticilerin erkek olması ve kızların futbol oynamasına sıcak bakmamaları bu işin önünü kesiyor. Daha önce bayan futbolunda ciddi sorunlar yaşandı. Ne yazık ki bu sorunları çıkaranlar da erkeklerdi.

Fethi Demircan ise Türkiye’de bayan futbolunun şifrelerini, kendi döneminde beyan ettiği sözlerle çok net bir şekilde açıklamıştı:

Başlattığımız yeniden yapılanma ile olayların rengi değişti. Güven ortamı sağladık. Ailelerin bayan futboluna olan inancı ve güveni arttı. Geçmişe nazaran daha başarılı bir duruma geldik.

Türkiye’de kadın futbolunun gelişmesi için en önemli şey, genç kızlarımızın ve ailelerinin huzur ve güven dolu bir ortamda hissetmeleridir. Bu güveni sağlayacak kaliteli isimler göreve getirilmelidir. 2013 yılında yaşanılanlar gibi, birilerine kariyer sağlanacak diye, kurtlara kuzu teslimatı yapılmamalıdır. İşte Futbol Federasyonumuzun en temel yanlışı budur. 2006–2010 yılları arasında büyük atılımlar yaptığımız kadın futbolu, şimdi bir kez daha yerinde sayma dönemine girmiştir. Yeni bir atılım için; emanete hıyanet etmeyecek, güvenilir isimlere ihtiyaç vardır. Yeni Fethi Demircanlar bir an önce bulunmalı, o yuvaya bir kez daha sıcacık aile havası getirilmelidir. Çağdaş ve modern Türkiye için bayan futbolunda sıçrama yapmak kutsal bir görevdir.

Yaşananlardan anlıyoruz ki 2006–2008 döneminde Fethi Demircan ismi, bayan futboluna bilinenden çok daha fazla şey katmıştır. Mesleğindeki jübilesini yine milli bir görevde yapma onuruna nail olan Demircan, bu görevini sadakatle ve başarıyla yerine getirmiştir. Tarih, bu konuda onun hakkını mutlaka teslim edecektir.

 (Devam Edecek)

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1: Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

SAMSUNSPOR: FACİADAN SONRA YENİDEN DOĞUŞ ÇABASI

Samsunspor,samsunspor22 20 Ocak 1989 tarihinde yaşadığı o elim kaza sonrası, bazı özel ayrıcalıklarla küme düşmekten kurtulmuş ve kendine gelmek için büyük bir çaba harcamıştı. Ligin en şaibeli sezonu dediğimiz 1989–1990 sezonu, ne yazık ki henüz kendini toparlayamayan Samsunspor için de hüzünlü bir dönemin yaşanmasına sebep oldu. On altı takımlı lig kararı nedeniyle ligden beş takımın düşecek olması ve o sezon yaşanan Ali Cengiz oyunları karşısında sahipsiz kalan bir şehir takımının nafile çabaları, tehlikeli gidişi durduramadı. Düşen beş takımdan birisi de Samsunspor oldu. Ne şehir kendine gelebilmişti, ne de takım. Hatta takımın çok önceden lige havlu attığını dahi söylememiz mümkün. Hatırlayacaksınız, o kötü felaketin yaşandığı dönemlerde Samsunspor’da gönüllü olarak hocalık yapabileceğini söyleyen, samimi ve içten davranan teknik adamlardan birisi de Fethi Demircan olmuştu. İşte Fethi Demircan, felaketin ardından gelen ikinci felaket olarak niteleyebileceğimiz, ama diğerinin yanında sönük kalan küme düşme felaketi sonrasında, Samsunspor’un başına geçti. Küme düştüğü sezon (1989–1990) takımı çalıştıran hocalardan birisi olan Yılmaz Gökdel ayrılmış ve takım iyice sahipsiz kalmıştı.

ertugrul-hoca-ileYeni sezonda (1990–1991) hedefini yine Birinci Lige yükselmek olarak saptayan Samsunspor, Ağustos (1990) ayında işbaşı yapan Fethi Hoca’nın ellerine teslim edilmişti. İkinci Lig A Grubunda birbirinden zorlu ve deneyimli rakiplerle yarışacak olan Samsunspor, eski günlerine dönme inancını sahalarda somutlaştırmak için Fethi Hoca’ya güveniyordu. Tanju Çolak, Galatasaray’a kaptırılmıştı ama yeni bir yıldız keşfedilmişti. Gaziantepspor’dan alınan Ertuğrul Sağlam, gerçekten de geleceği sağlam oyunculardan birisiydi. Takıma kalite ve güç katıyordu. Fakat daha işlenmesi, pişmesi gerekiyordu.

Grubun çekişmeli geçeceği besbelliydi. Kocaelispor, Sakaryaspor, Eskişehirspor, Orduspor, Kasımpaşa, Beykoz, Giresun, Rize ve Karabük gibi dişli ekipler vardı ve her biri zirveye göz dikmişti. Fethi Hoca, daha sezonun başında liderliği ele geçirmişti. İlk yedi hafta sonunda üç galibiyet ve dört beraberlik sayısıyla, yenilgisiz olarak yarışını sürdürüyordu. Henüz ligin başları olduğu için rakipleriyle arayı açamamıştı. Onuncu haftaya girilirken, zirveyi zorlayacak ekiplerden Eskişehirspor, Kocaelispor karşısında yenilmiş (1–0) ve umutlanmak için gözünü Samsunspor ile kendi sahasında oynayacağı müsabakaya dikmişti. O haftanın en çetin mücadelesi bu maç olacaktı. Eğer Samsunspor’u devirmeyi başarabilirse, yeniden zirve mücadelesinde varım diyebilecekti. Eskişehirspor için bu maç, bir diriliş maçı anlamı taşıyordu. Kendi evinde oynamanın avantajını kullanabilirse, lideri elleri boş gönderebilir hatta koltuğundan edebilirdi. Aksi takdirde, daha baştan ligden kopmaları söz konusu olabilir ve bu da bir çöküş sürecini başlatabilirdi. İşte bu şartlar altında oynanan müsabakadan galibiyetle çıkan taraf, ev sahibi Eskişehir oldu. Samsunspor’dan Sedat, kırmızı kart gördü ve takım 10 kişi kaldı. Es-Es; rakibini 2–0 yenmekle kalmadı, bir de liderlikten etti. Daha da kötüsü, Fethi Hoca ile Samsunspor’un yollarının ayrılmasına neden oldu.

On maçta dört galibiyet ve beş beraberlik alan Fethi Hoca, ilk yenilgiyle görevini bırakmak zorunda kaldı. Yenildikleri takımın, zirvedeki en dişli rakiplerden birisi olması belki de bunda en büyük etkendi. Ayrıca belirtmek gerekir ki yönetim, ilk yenilgiyle birlikte, üst lige çıkamama korkusuna kapılmış ve gerçek anlamda paniklemişti. Çünkü bu sezon Samsunspor için önemliydi. Acılardan sıyrılmaları, kâbuslardan kurtulmaları gerekiyordu. Bu sezon başarılı olamazlarsa eğer, daha karanlık günlerin gelmesinden korkuyorlardı. Fethi Hoca, takımını 17 puanla ve grubun üçüncüsü olarak bıraktığında, lider Kocaelispor ve takipçisi Sakaryaspor, 18 puanla ve averajla sıralanmışlardı.

Samsunspor, o sezon Türkiye Kupasında 6.kademeye kadar yükselme başarısı gösterdi. Kupanın daha birinci kademesinde, zorlu bir rakiple eşleşti. Orduspor gibi güçlü bir ekibi, Fethi Hoca’nın tecrübesiyle (5–0) alt etti ve üst tura yükseldi. Çeyrek Final öncesi altıncı kademede, Beşiktaş’a eleninceye kadar, Akçaabat Sebatspor ve Ünyespor’u farklı sonuçlarla yendi. Diğer rakiplerini ise zorlanmadan geçti.fahrettin-genc

O sezon, Samsunspor, kendisi gibi adı da genç olan bir hocaya (Fahrettin Genç) teslim edilmesine rağmen şampiyonluk ipini göğüslemeyi başardı. Yani hedefini tutturdu. Birinci Lige dönmeyi sahiden de becerdi. Denilebilir ki bu başarılı dönemde takıma şampiyonluk için ilk ivmeyi Fethi Hoca kazandırmıştır. Çünkü takımın, hem facia sendromunu hem ligden düşmüş olma depresyonunu atlatmasına tecrübesiyle katkı sağladı. Çünkü morali bozuk bir takımı liderliğe yönlendirdi. Kasamsunspor-1990-91ranlık günlerden aydınlığa doğru umutla yol alınabileceğini gösterdi. Buna karşın, ilk yenilgiyle birlikte, harcanan ilk isim oldu. Sezon sonunda, takım şampiyonluk turu atarken, omuzlara alınan Fethi Hoca değildi. Fahrettin Genç idi. Fakat Samsunspor, başarısına rağmen, ona da vefasızlık yapmaktan geri kalmadı. Sezon sonunda, onunla da yollarını ayırdı. Birinci Lig’deki yolculuğuna bir başka hocayla devam etti. Derler ya ilahi adalet diye, işte o sezon Samsunspor yönetimi, yapmış olduğu vefasızlığın bedelini, tekrar İkinci Lige düşerek ödedi. Belki de Samsunspor’u yakan, iki başarılı hocanın ahı oldu denebilir.

O dönemler Fethi Hoca’yı yakından takip eden ve Samsunspor’dan ayrılış şekline oldukça içerleyen Milliyet yazarı Atilla Gökçe, gazetesinin Tribün adlı (7.11.1990) köşesinde, duygularını şu cümlelerle dile getirdi:atilla-gokce

“Geçen yıl Gaziantepspor’da idi adam. Kırmızı siyahlı kulübün hedefi şampiyonluktu. O hedef doğrultusunda kolları sıvadı, çalıştı, çabaladı, futbolcularını ortak bir hedefe yöneltti ve liderlik koltuğuna oturttu. Artık kimse grupta başka bir şampiyon adayından söz etmiyordu. Gaziantepspor, şampiyonluk turundan önce, Birinci Lig’in transfer hesaplarını yapmaya başlamıştı.

Herkes mutluydu… Ama adam mutlu olamadı. Çünkü tam da köşeyi dönüp turu atmaya hazırlanırken görevinden ayrılmak zorunda kaldı.

Bu yıl Samsuna gitti. Kırmızı-Beyazlı kulübün, o feci trafik felaketinden sonra önlenemeyen düşüşüne bir İkinci Lig şampiyonluğuyla karşı çıkmak istiyordu. Taa Tanjuların, Savaşların döneminden tanıyordu Samsunspor’u. Çevreyi biliyordu. Onlar da hocayı tanıyorlardı. Zor ama şerefli bir savaşa adamıştı kendisini. Çalıştı, çabaladı ve daha ilk haftalardan zirve takımları arasında kendi takımına da bir yer buldu. Yavaş yavaş emeklerinin karşılığını alacak, inanıyordu ki hedefi de vuracaktı!

Ama bütün hevesleri yine kursağında kaldı adamın. Eskişehir’deki ilk deplasman yenilgisiyle görevini bıraktı… Daha doğrusu bıraktırdılar.

sisiphos-efsanesiFethi Demircan, iyi niyetlerinin karşılığında hep hayal kırıklığı gören bir antrenör olarak şimdi yine yalnız.

Aslında salt bir ‘Demircan Dramı’ değil bu… Türk antrenörünün yıllardır bir türlü düzlüğe çıkamadığı çağdaş bir ‘Sisiphos’ efsanesi yaşıyoruz.

Doğru söze ne denir? Şapka çıkarıyoruz!

YENİDEN MALATYASPOR: DOĞU’NUN KAPLANLARI’NDAN ONURLU DİRENİŞ

Malatyaspor2Görkemli dönemlerinde Doğu’nun Kaplanları olarak anılan Malatyaspor, çok acı bir dönemden geçiyordu. Şike mağduru olarak ligden düşmek ağırlarına gidiyordu. Bir taraftan masa başında şikeye karşı mücadele verip hak ararken, diğer taraftan içine girdiği mali çöküntüden kurtulmaya çalışıyordu. Üstelik Ünal gibi bir kaliteli oyuncuyu da Trabzonspor’a satmak zorunda kalmışlardı. Yine de futbolcularına ödeme yapacak, kulübü döndürecek gücü bulamamışlardı. Vaziyet çok vahimdi.

Bu arada, yeniden Birinci Lig’e dönebilmek için onurlu bir direnişe girişmişlerdi. Bu sezon, gruptan şampiyon çıkıp Malatya’yı şenlendireceklerine inanıyorlardı. Fakat savaşılan cephe çoktu. Eğer bu zorlu dönem atlatılırsa, Malatyaspor’un sırtı yere gelmezdi…

İkinci Lig C Grubunda var olma savaşı veren Malatyaspor; Adanademirspor ve Mersin İdman Yurdu gibi iki güçlü ekiple yarışmaktaydı. İlk yarıyı zirvede tamamlamalarına karşın, dananın kuyruğunun ikinci yarıda kopacağı belliydi. Bu şartlar altında, 1991 yılının Ocak ayında, Fethi Demircan ile çalışmaya başladılar. Sezona Zeynel Soyuer’in yönetiminde başlamışlardı ama işler istendiği gibi gitmemişti. Futbolcular, paralarını alamadıkları için isyan çıkarmışlardı. Zeynel Hoca da Genel Kurul’a kadar hocalığını dondurduğunu açıklamıştı.

Kulüp öyle bir darboğazdan geçiyordu ki kelimelere sığdırmak imkânsızdı. Yönetim görevi bırakmış, anahtar şehrin valisine teslim edilmişti. Parasız kalan takım bir de sahipsiz kalmıştı. Sonra başa gelen Efsane Başkan Nurettin Soykan, elinden geldiğince durumu düzeltmeye çalıştı. İşe Fethi Hoca’yı göreve getirerek başladı.adanademirspor

Malatyaspor, ilk ve en önemli yarayı Şubat(1991) ayında karşılaştığı A. Demirspor karşısında aldı. Deplasmanda rakibine 2–1 yenildi. İki hafta sonra da diğer bir rakibi olan Mersin İ. Yurdu ile yine deplasmanda berabere kaldı. Bu sonuçlar sebebiyle de zirvenin önde gideni olmaktan uzaklaşıp takipçi konumuna geldi. Yine de şansı devam ediyordu. Mart ayı sonuna kadar ikincilikte kalmayı başarmıştı.

Mart ve Nisan ayları, şampiyonluk yolunda yaşanan çetin bir mücadeleyle geçti. 23 Nisan 1991 tarihine gelindiğinde, bir maç eksiğine (28 maç) rağmen lider olan A. Demirspor’un 63 puanı vardı. İkinci Mersin İ. Yurdu ise maç fazlasıyla (29 maç) ikinciydi ve o da 63 puana sahipti. Malatyaspor ise onların hemen ardındaydı. Onun da bir maç eksiği (28 maç) vardı ve puanı 58 idi. Grupta en tehlikeli dönemece girilmişti. Zirve ekipleri birbiri ile karşılaşacak ve gerçek lider ortaya çıkacaktı. Belki de bir sürpriz yaşanacak ve Malatyaspor’a gün doğacaktı. Ama olmadı. Adana’da, Mersin İ. Yurdu ile A. Demirspor arasındaki liderlik randevusunu kazanan Adana takımı oldu. 28 Nisan 1991 tarihinde oynanan bu müsabakayı 3–2 kazanan A. Demirspor, takipçileriyle arayı açmayı başarmıştı. Yolunu açmıştı.

Yine de şampiyonluk düğümünün çözülmesi son iki haftaya kadar sürdü. Bitime iki hafta kala şampiyon belli olmuştu. Malatyaspor ile aynı dönemde Birinci Lig’den düşen Adanademirspor, grubunu lider tamamlamış ve yeniden Birinci Lig’e dönmeyi başarmıştı. A. Demirspor, aynı zamanda Malatyaspor’un şike davasında ana gündemde olan takımlardan birisiydi. Bu bile Malatyaspor’un ağrına gidiyordu.malatya-1991

1990–1991 sezonunda, İkinci Lig C Grubu’nda onurlu bir direniş sergileyen ve şaibeli bir şekilde Birinci Lig’den düşürülüşüne karşı, inat ve azimle mücadele eden Malatyaspor; düşlerini gerçekleştirememişti. Yine İkinci Lig’de kalmıştı. Birden çok cephede mücadele ettiği için zorlanmış, engelleri aşamamıştı. Umutlar bir başka bahara kalmıştı.

Doğu’nun Kaplanları asla pes etmeyecekti.

KADERİNİ DEĞİŞTİRMEK İSTEYEN TAKIM: SAKARYASPOR

Sakaryaspor’u kime sorsanız, size hemen şunu söylerler: “Üç Büyüklerin Tatlı Belası!

sakaryanin-unluleriKimi zaman öyle umulmadık çıkışlar yapar ki şaşırırsınız. İşte dersiniz, Türk futbolunu böyle takımlar güzelleştiriyor. Sakaryaspor’un en ilginç özelliği, futbolumuza büyük yıldızlar yetiştirmesidir. Oğuz Çetin, Aykut Kocaman, Hakan Şükür, Engin İpekoğlu, Turan Sofuoğlu gibi birbirinden değerli isimler bu ocakta yetişmiş, yıldızını parlatmış ve büyük takımlara yolculuk yapmışlardır. 1989–1990 sezonunda Birinci Lig’e veda eden o şanssız beşliden birisi de Sakaryaspor’du.  Onu diğerlerinden ayıran en belirgin özellik ise, o şaibeli sezonda kaderine razı olması ve ligi sonuncu tamamlamasıdır. Yani hiç direniş göstermeksizin küme düşmeyi daha ligin başlarında kabullenmiş olmasıdır. Elbette ki bunda yıldızlarını peş peşe büyük kulüplere kaptırmasının etkisi çok fazladır. Zirveye oynayamayacağını ya da büyüklerle baş edemeyeceğini anlayan her Anadolu kulübü, çareyi yıldızlarını satmakta bulur. Böylece orta halli bir kulüp olarak varlığını sürdürme yolunu seçer. İşte Sakaryaspor da Türkiye Kupasını havaya kaldırmış (1987–1988) nadide takımlardan birisi olmasına rağmen, o güçlü kadrosunu dağıtmış ve sıradan bir futbol takımı hüviyetine bürünmüştür. Netice itibarıyla da yolunu kaybetmiş ve İkinci Lig’e düşmekten kurtulamamıştır. 1990–1991 sezonunda İkinci Lig A Grubu’nda ancak beşinci olabilmiş, küme yükselme umutlarını bir sonraki sezona ertelemiştir. 1991–1992 sezonunda ise yine İkinci Lig A Grubunda mücadeleye başlamış, birbirinden güçlü ekiplerle zirve yarışına girmiştir.

Zeytinburnuspor, Orduspor, Eskişehirspor, Rizespor, Karabükspor, Karagümrük, Kasımpaşa ve de özellikle Kocaelispor, bu grubun en dişli ekipleri olarak şampiyonluk iddiası taşımaktaydı. Sezona teknik direktör olarak Caner Tarancı’nın yönetiminde başlayan Sakaryaspor, Ekim (1991) ayının başlarında, onunla yollarını ayırmış ve yeni bir hoca buluncaya kadar yoluna Nedim Kurtiç ismi ile devam etmiştir. Yaklaşık bir ay sonra da Fethi Demircan Hoca ile anlaşmaya varılmıştır. 6 Kasım 1991 tarihinden itibaren kulübede Fethi Hoca vardır.sakaryaspor

Güçlü rakiplerine rağmen uzunca bir süre iddiasını sürdüren Sakaryaspor, bir türlü istediğini alamıyordu. 1992 yılının Ocak ayı sonlarında, kendi evinde ağırladığı Gazi Osman Paşa ile golsüz berabere kalınca da zirveden kopuş süreci başlamıştı. O sezon ortaya yepyeni bir Kocaelispor çıkmıştı. Fethi Hoca’nın sevdiği talebelerinden birisi olan Güvenç Kurtar, teknik direktörlük kariyerine başlamıştı ve Kocaelispor ile harikalar yaratmaktaydı. İlerleyen süreç gösterecekti ki Güvenç Kurtar’ın elindeki Kocaelispor, yakın bir gelecekte, tıpkı Fethi Demircan’ın Samsunspor’u gibi Türkiye Birinci Lig’inde fırtınalar estirecek, büyüklere kök söktürecek ve şampiyonluk yarışında ben de varım diyecekti. İşte o efsane Kocaelispor’un ayak izleri, İkinci Lig A Grubu’nda, o sezon tam anlamıyla hissedilmekteydi. Öyle ki Sakaryaspor, ilk hoca değişikliğini (Caner Tarancı), kendi evinde Kocaelispor ile 2–2 berabere kalınca yapmıştı. Yine 22 Ekim 1991 tarihinde Kocaelispor’a karşı, Türkiye Kupası’nda elenmekten kurtulamayan (1–0) Sakaryaspor, kötü gidişe dur demek için acil olarak tecrübeli bir hoca arayışına girmiş ve Fethi Hoca’dan yana bir seçim yapmıştı. Fakat geride kalan dönem itibarıyla, kaybedilmiş puanlar, bu takımın geleceğine ipotek koymuş, Sakaryaspor; şampiyonluk yarışına bir adım geriden başlamanın faturasını ödemek zorunda kalmıştı.

guvenc-kurtar-kocaelispor8 Mart 1992 tarihinde grubun en güçlüsü Kocaelispor karşısında, deplasmanda ağır bir hezimete uğrayan (6–2) Sakaryaspor, artık grubun iddiasız ekiplerinden birisi olmuştu. Spor sayfalarına yansıyan maç yorumlarında hem Kocaelispor hem Güvenç Kurtar, göklere çıkartılıyordu. Buna karşın Fethi Hoca ise ağır bir şekilde eleştiriliyordu:

“Şampiyonluk yolunda rakipsiz kalan ve Federasyon Kupası’nda (Türkiye Kupası) yarı finale kalan Kocaelispor’u yaratan Güvenç Kurtar’ı kutlamak gerek. Sakaryaspor’u Kocaelispor önünde tanıyamadık. Sancar, Ahmet, Osman ve Hasan gibi as elemanlarını yedek soyunduran teknik direktör Fethi Demircan, adeta Sakaryaspor’a fark yedirmek için elindeki tüm imkânları seferber etti.”

Hani derler ya “Boynuz kulağı geçermiş” işte tam da o hesap; akıl, bilgi ve cesareti ile tam olarak Fethi Hoca’nın talebesi olduğunu gösteren Güvenç Kurtar, bu maçta eski hocasına rüştünü ispatlamış, adeta “ben piştim, oldum, erdim” demiştir. Tabeladaki sonuç, işte böyle bir anlamı da taşımaktadır.

Sakaryaspor, o sezon gruptaki iddiasını kaybedince, sıradan bir takım kimliğine bürünmüştür. Sezonu 47 puanla ve yedinci sırada tamamlamıştır. Kocaelispor, 83 puanla grup şampiyonu olurken, daha önce zirvede söz sahibi olur dediğimiz üç büyük ekip (Eskişehirspor, Karagümrük ve Kasımpaşa) sürpriz şekilde küme düştü ve Üçüncü Lig deneyimi yaşamak durumunda kaldı.

31 Mart 1992 tarihi itibarıyla Sakaryaspor ile yollarını ayıran Fethi Demircan, teknik direktörlük kariyerine bir süre ara verme kararı aldı. Yeniden İngiltere’ye gidip kendisini geliştirmek istiyordu.

Galatasaray’da zirveyi görmüş, Malatyaspor’da küme düşmenin acısını yaşamış, sıradan bir Anadolu takımı ile (Samsunspor) şampiyonluk iddiası ortaya koymuş, Bursaspor deneyimi ile güç gösterisi yapmış, Boluspor’da zor günler yaşamış, milli takım hocalığı ile çok ağır yıpratılmıştı. Buna karşın, özellikle İkinci Lig’de zirveye oynayan ekiplerce başarılı bulunmuş, tercih edilen ilk isim olmuştu. Yönünü yukarıya çeviren her takım, Fethi Hoca gibi tecrübeli bir teknik direktör arayışına giriyordu. Öte yandan, artık, futbola değer katan, modern çağa ayak uyduran yeni nesil hocalar da kendilerini bir bir sahalarda göstermekteydi. Türk futbolunun kaderini değiştirecek büyük değişimlere ramak kalmıştı. Bunu hissediyordu. Kendi kayıp neslinin emekleri bir şekilde sonuç vermişti. Bundan sonrasında güzel şeyler olacaktı. Teknik direktörlük kariyerinin ikinci baharında buna çok yakından tanık olabilmesi için dinlenmesi ve gözlemlemesi gerekiyordu.

Kim bilir belki bir nebze de özeleştiri yapardı. Yanlışım ne, doğrum ne diye sorardı kendisine. Öyle ya, bu kariyer yolculuğunda yaptığınız en küçük bir seçim bile geleceğinizi etkilemekteydi. Büyük takımların gürültülü, patırtılı ortamlarındansa Anadolu futboluna hizmet etmeyi seçmiş, yurdunun pek çok şehrinde üşenmeden, gocunmadan hizmet etmişti. Takım ayrımı, lig ayrımı, bölge ayrımı, renk ayrımı yapmamıştı hiç.

Yakından görmüştü ki İkinci Lig takımlarına hocalık yapanlar, sanki birer isimsiz kahraman gibiydiler. Adları anılmıyordu. Başarıları zikredilmiyordu. Spor sayfalarındaki yıldız tablolarında hakemlere yer veriliyordu ama teknik direktörler hep es geçiliyordu. Oysa gençlere asıl emeği veren, yıldızları keşfedip büyüklere takdim eden, Türk futbolunun sürekliliğini sağlayan, en ağır cefaları çekmelerine rağmen umutsuzluk bahçesinde nadide güller yetiştiren hep o alt liglerin elleri öpülesi hocalarıydı.

Ülkede sadece Birinci Futbol Ligi vardı sanki…

Sadece üç büyükler vardı sanki… Diğer herkes figürandı…

Bu ülkede futbol kalitesi nasıl artacaktı öyleyse, futbol nasıl sanayileşecekti?

DÜZCESPOR’DA İKİNCİ BAHAR: ÜÇÜNCÜ LİG ŞAMPİYONLUĞU

1993 yılında Nisan ayının son günlerinde Paris’te Avrupa Futbol Antrenörleri Birliği toplantısında yeniden karşımıza çıkıyor Fethi Demircan ismi. Üç gün süreli bu toplantıda Avrupa Futbolu ile ilgili değerlendirmelere yakından tanık oluyor ve kendisini güncellemeye devam ediyordu. Haziran ayı sonlarında ise yeniden işbaşı yapmak için kendisini hazır hissettiğini açıklamaktaydı. Aradan geçen bir yılı aşkın sürede hem dinlenmiş hem de futboldaki gelişmeleri yakından takip etmişti. Futbol dünyası artık eskisi gibi değildi, her takım biraz daha güçlüydü eskiye nazaran. Küçük takım diye bir şey kalmamıştı, sürpriz yaratan takımlar vardı artık.duzcespor

Bir süre Türkiye liglerini yakından izleyen Fethi Demircan, yeni kulübünü 1994 yılının baharında buldu. Daha önce çalıştırdığı bir kulüptü bu; yıllar önce, kıl payı ile şampiyonluğu elden kaçırdığı Düzcespor’du. Düzcespor’un futbol macerası tam bir yerli film senaryosunu andırıyordu. Bazen büyük bir umutla şahlanıyor, olmayacak yerlere geliyor bazense hiç beklenmedik şekilde düşüşler gösteriyordu. Birinci Lige olan sevdası vaz geçilmezdi ama bu sevda; zengin kız ile fakir oğlanın mutsuz sona doğru giden aşkını andırıyordu hep. Ne zaman umutla, inatla kaderine karşı koysa hep karşısına beklenmedik engeller çıkıyordu. En güzel günlerini yine Fethi Demircan ismi ile yaşamışlardı. Birinci Lige çıkmaya ramak kalmıştı ama ah o Edirne deplasmanı yok mu? Yine hevesleri kursaklarında kalmıştı. Umutlar bir başka bahara ertelenmişti ama o bahar, yıllardır gelmemişti işte… Daha da fenası, işler iyice ters gitmiş, takım bir alt lige düşmüştü. Üçüncü Ligde mücadele ediyordu Düzcespor.

duzce-aziz-yildirimO dönem Düzcespor’un fahri başkanlığını aşina olduğumuz ünlü bir isim yürütmekteydi. Adını Fenerbahçe ile bir andığımız Aziz Yıldırım, Düzcespor için elinden ne geliyorsa yapmaktaydı. İşin aslı, Aziz Yıldırım, Düzcespor altyapısında futbol oynamış bir isimdi. Bu kulübe olan ilgi ve bağlılığı da oradan gelmekteydi. Fenerbahçe’de zaman zaman yönetimde yer alan Aziz Yıldırım, o an itibarıyla yönetimde değildi ve kendisinden “Fenerbahçe’nin eski yöneticilerinden” şeklinde bahsedilmekteydi.  Onun Düzcespor’a sunduğu katkılardan birisi de Fethi Demircan oldu. Üçüncü Lig şampiyonluğunu garantilemek isteyen Aziz Yıldırım, 1994 yılının Mart ayı sonlarında, kulübün hocalığına Fethi Demircan’ı getirdi. Böylece olası sürprizlere karşı, Düzcespor’un İkinci Lig’e yükselmesini sağlama almış oluyordu.

sahap-bayevDüzcespor, 1993–1994 futbol sezonuna efsane hocası Şahabettin Bayev (Şahap Bayev olarak bilinir) ile başlamıştı. Bir dönem Fenerbahçe’de de çalışmışlığı olan Şahap Bayev, Düzcespor için en unutulmaz isimlerden birisiydi ve kulübün pek çok başarısında imzası vardı.

Üçüncü Lig sekizinci grupta; Beylerbeyi, Beykoz, A. Hisarı, İnegöl, Gölcük, Gebze, Maltepe, Bilecik, Çengelköy, Darıca, Vefa, İl Özel İdare gibi ekiplerin arasından sıyrılmayı başaran Düzcespor, ilk yarının tartışmasız lideri oldu. İlk yarının en başarılı takımıydı. Şahap Bayev ise en başarılı teknik direktör. Özellikle İnegölspor ile çekişen Düzcespor, 13 takımlı grupta, 9 galibiyet, 2 beraberlik ve 2 yenilgi almış, hanesine 29 puan yazdırmıştı.

Nisan başında göreve gelen Fethi Hoca ile birlikte şampiyonluğa doğru yolculuk, aynı tempoyla sürdürülmüştü. Mayıs ayı başında, zorlu rakip Beykozspor’a karşı alınan 1-0’lık galibiyet, zafer tacını giymek için gerekli morali fazlasıyla sağlamıştı. Ligin tamamlanmasına bir hafta kala alınan Anadoluhisarı galibiyeti ile şampiyonluk tastamam garanti altına alınmış, cümle âleme ilan edilmişti. Kırmızı-Lacivertli takım, en yakın rakibi İnegölspor’a beş puan fark atarak, İkinci Ligin yeni takımı olmayı başarmıştı. Şampiyondu artık.yildo

Düzcespor’un ilginç özelliklerinden birisi de bizlerin yakından tanıdığı ünlü şovmen Yıldo’nun bir zamanlar bu kulüpte top koşturmuş olmasıdır. Türkçemize “kafadan koparma” gibi argo deyimler kazandıran, “Fena.. Kerim” gibi kazalara kurban giden, hem kızılan hem sevilen bir gösteri adamıdır Yıldo. Tabi futbol tarihinde kendisine bu isimle ulaşmanız mümkün değil. Çünkü asıl ismi Ahmet Yıldırım Benayyat. Boluspor’da futbol oynadığı yıllarda, (sanırım 1965–1967 yılları arasında) kiralık olarak Düzcespor’a geldi ve bu kulüpte bir süre kaldı. Sonrasında ise Voleybola dönüş yaptı.

duzce-depremi1999Pek çok gel-git yaşamasına rağmen İkinci Lige tutunmayı hep başaran bir kulüp olarak bildiğimiz Düzcespor’un kaderi 1999 yılında yaşanan (12 Kasım 1999) deprem felaketi ile birlikte tümden kötüledi. Bir türlü toparlanamadı ve en sonunda amatör kümeye kadar düştü. Bölgesel Amatör Lig’de (BAL) varlık yokluk mücadelesini sürdürüyor inatla. Halleri nicedir diye soracak olursanız, geçmişin tatlı hatıraları ile yaşayan nadide bir şehir takımıdır desek yakışık alır ancak. Gün olur elbet düze çıkar yine o aşina olduğumuz Düzcespor olur, öyle umuyoruz.

Dileriz bir gün dirilir Koca Çınarımız…

ZEYTİNBURNUSPOR VE ERZURUMSPOR DÖNEMLERİ

1994 yılının Ekim ayında Portekiz’in Porto kentinde düzenlenen Dünya Antrenörler Semineri’ne (24–29 Ekim 1994)katılan Fethi Demircan, o yıl herhangi bir kulüp çalıştırmadı.zeytinburnu-fethi-hoca1

Bir sonraki sezon, yani 1995–1996 sezonu için Zeytinburnuspor ile anlaştı. İlyas Tüfekçi’nin 1994–1995 sezonunda (1995 yılbaşı sonrası) çalıştırdığı takım, Birinci Lig’den İkinci Lig’e düşmüştü. 27 Temmuz’da göreve başlayan Fethi Hoca, kısa bir süre görev yaptıktan sonra, kulüpten ayrıldı. Burada işler istediği gibi gitmedi. Henüz Temmuz ayında göreve gelmiş olan Başkan Süleyman Karabel, maddi olanaksızlıkları sebep göstererek Ağustos ayı sonunda görevinden istifa edince, kulüpte işler ters gitmeye başladı. İstikrarsız bir dönem geçiren kulüp daha sonra göreve Cihat Erbil’i getirdi. Kısa bir süre sonra o da görevden ayrılınca, Ekim ayı ortalarında Erdem Tuğal yeni hoca olarak göreve başladı. O sezon bolca hoca değiştiren kulübün son çalıştırıcısı, bütün hocaların yardımcılığını yapan Bahri Kaya olmuştur. Bunca istikrarsızlığa rağmen, Zeytinburnuspor, o sezon sonunda yeniden Birinci Lig’e yükselme başarısını göstermiştir. Tüm olumsuzluklara rağmen inatla direnen Bahri Kaya ismi, bu başarının baş mimarı olarak tarihe geçmiştir. Kademe Grubunda kötü günler yaşayan takım, Klasman grubunda kendini gösterince, Play Off şansını yakaladı. Kemerspor, Elazığspor ve Diyarbakırspor engellerini bir bir aşarak Birinci Lig hedefine ulaştı.zburnu-emre

Emre Belözoğlu gibi bir futbol yıldızını yetiştiren bu nadide kulübümüzde, o dönemlerde futbol dünyasının aşina olduğu isimlerden Kemal Yıldırım ve Reha Kapsal da top koşturmaktaydı.

Zeytinburnuspor, 1996–1997 sezonunda Birinci Lig’de oynadı ama tutunamadı ve yine küme düştü. Bundan sonrasında ise bir daha Birinci Lig yüzü göremediği gibi, hızlı bir düşüş yaşadı ve en sonunda amatör kümeye indi.

Zeytinburnuspor Başkanı Adil Emecan, 25 Mayıs 1997 tarihinde (küme düştükten sonra) Fethi Demircan’a genel menajerlik teklifinde bulundu ama hocamız nedense bu teklife sıcak bakmadı. Aynı dönemlerde GATA Haydarpaşa’da bir safra kesesi ameliyatı geçiren Fethi Hoca, belki de sağlığı elvermediği için bu teklifle ilgilenmemiş olabilir kanaatindeyim. Kim bilir belki de böyle bir durum gerçekleşmiş olsaydı, Zeytinburnuspor’un makûs talihi yön değiştirebilirdi.erzurumspor

1996 yılında bir dönem Erzurumspor’da da görev yapan Fethi Hoca, Adnan Polat’ın hatırına geldiği Erzurum’da fazla kalmadı ve erken sayılabilecek bir sürede ayrıldı. Cemal Polat’ın başkanlığını yaptığı Erzurumspor, o sezon Hüseyin Hamamcı ve Cihat Erbil gibi farklı hocalarla çalışmasına rağmen Kademe Grubunu (4. Grup) ikinci tamamlayıp Yükselme Grubunda yer bulabilmiştir. Burada istenen verimi elde edemese de zirveye oynamayı, zirvede tutunmayı öğrenme aşamasına gelmiş ve bunun karşılığını da bir sezon sonrasında almıştır. 1997–1998 sezonunu hem Kademe Grubunu (4. Grup) hem de Yükselme Grubunu lider olarak tamamlamış ve Birinci Lige yükselen şampiyon ekip olmuştur. Birinci Lig’de uzun ömürlü olamayan Erzurumspor, daha çok İkinci Lig’de mücadele vermiştir. 2010 yılından sonra maddi imkânsızlıklar nedeniyle çöken mavi-beyazlı bu kulübümüz, ne yazık ki işlevini sona erdirerek nöbeti Erzurum B. Şehir Belediyespor’a devretmiştir.

VEDA GÜNLERİ: SOMA LİNYİTSPOR, MALTEPESPOR, ISPARTASPOR VE AYAZAĞASPOR

somalinyitsporTürk Futbolunda Manisa bölgesini gururla temsil eden Soma Linyitspor isimli bir takım vardı eskiden. Şimdilerde sanırım birkaç kulüple birleşip Somaspor adını almış bu güzide kulübümüz. Eh işte devran dönüyor, maddi olanaksızlıklar kulüplerin ocağını söndürüyor. Bir zamanlar hikâyesi olan bu güzel kulüpler, günümüzde ancak bazı sporseverlerin anılarında yaşıyor o kadar. Ne gören, ne bilen var ne de onları futbol adına yaşatacak, canlı tutacak, hatıraları hürmetine saygı gösterip sahiplenecek bir mevki, makam ya da kişi… Keşke şu Futbol Federasyonumuz böyle kulüpler için elini taşın altına soksa, onları yaşatacak, anılarını diriltecek bir yol bir yöntem bulsa, ne hoş olurdu…

Fethi Demircan, 15 Ocak 1997 tarihinde bu kulübü çalıştırmaya başladı. Ne yazık ki başarı için biraz geç kalınmış bir zamanda gelmişti iş başına. Çünkü İkinci Lig’de 2. Kademe Grubu’nda oynayan Soma Linyitspor, burada ancak dokuzuncu olabilmişti. Yani on takımlık kademe grubunun sondan ikincisiydi… Klasman Grubunda ise iyi bir mücadele sergilemiş, düşme hattından uzak durduğu gibi Play Off Grubuna girmesine ramak kalmıştı. Yani Kademe Grubunda biraz daha puan toplamayı başarabilseymiş, tarih başka yazılırmış anlayacağınız. Kademe Grubu’nda yaptığı tembelliğin bedelini biraz ağır ödemiş. İşte bu yüzden Demircan Hoca’nın getirilmesi için biraz geç kalınmış diyoruz.

Fethi Demircan ile olan bu dönem için belki de bu kulübün en başarılı dönemi denilebilir.

somalinyit-AlpaySoma Linyitspor’un efsanesi ise Alpay Özalan’ın keşfedilişi ile alakalı. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Milli Takım’da oynayan ünlü futbolcumuz Alpay Özalan’ın yıldızı Soma Linyitspor’da parlamış, Fatih Terim, onu ilk burada keşfetmiş. Güzel futbolu ile 1991–1992 sezonunda dikkatleri çeken Alpay’ın büyük yolculuğu buradan başlamış, önce Altay sonra da Beşiktaş, Fenerbahçe, Aston Villa…

Ve elbette ay yıldızlı milli forma!

Fethi Demircan, Ekim 1997 ayı ortalarında İsrail’de Tel-Aviv kentinde düzenlenen bir futbol seminerine konuşmacı olarak katılır. UEFA ile Avrupa Futbol Antrenörleri Birliği’nin düzenlemiş olduğu bu ilginç seminerde iki binli yılların futbolu ile ilgili konular konuşulup tartışılır. İki gün süren bu seminere Bobby Robson, Joseph Venglos gibi Avrupalı ustalarla, Brezilyalı ve Arjantinli teknik adamlar da yoğun ilgi gösterirler. Türkiye’den ise sadece Fethi Hoca vardır. Tıpkı eski zamanlarındaki gibi, mesleği ile ilgili seminerlere ve kurslara ilgi göstermeyi sürdürmektedir sevgili hocamız.

maltepespor1Aralık ayı ortalarında ise Fethi Demircan, kendisine yeni bir kulüp bulur. Maltepespor’un yeni çalıştırıcısı olur. Maltepespor, o dönem itibarıyla 3.Lig 7.Grupta mücadele eden İstanbul’un müstesna bir semt takımıdır. Yine de Pendikspor, Gebzespor, İnegölspor, Bandırmaspor, Beykozspor ve Anadoluhisarı gibi güçlü rakiplerin arasından sıyrılıp grubun beşincisi olmayı başarmıştır o sezon.

Daha sonraları sanırım 2009 yılının son aylarında bir kez daha Maltepespor’un hocalığını yapmıştı Fethi Demircan. Fakat Maltepespor artık 3.Lig’deki o eski takım değildir, amatörde mücadelesini sürdürmektedir. Fethi Hoca da sırf gönül bağı olduğu için bu görevi kabul etmiş durumdadır. Yani parayla, pulla yaptığı bir şey değildir zannımca.

Fethi Hoca, 1998–199 sezonunda 3.Lig 5. Grupta mücadele eden Ispartaspor’un hocalığını üstlenir. Ispartaspor, bir dönemler İkinci Lig’de oynamış bir ekiptir. O sezon, 17 takımlı grupta orta sıralarda yer alırlar. Onuncu olurlar.

ayazagasporFethi Hoca’nın son durağı Ayazağaspor olur. Mart 2000 ile Mayıs 2002 tarihleri arasında fasılalı dönemler halinde bu kulübü çalıştırır. Ayazağaspor, yeni statüyle kurulan 3.Lig’in 7.Grubu’nda mücadele eden bir kulüptü. 2000–2001 sezonunu orta sıralarda tamamladı. Fakat bir sonraki sezon mücadele ettiği 5.Grup’da istenen başarıyı elde edemedi, 19 takımlı grubu 17. Sırada tamamladı ve amatör kümeye düştü. Mücadelesini BAL’da (Bölgesel Amatör Lig) sürdürmeye başladı.

1999 yılında UEFA, aldığı bir kararı uygulamaya koyma aşamasına geçer. Afrika’nın geri kalmış ülkelerindeki futbolu geliştirmek amacındadır. Bu projeye göre Türkiye’ye Eritre ve Moritanya’yı eğitme ve kalkındırma görevi verilir. Bu ülkelere ikişer kişilik ekipler gönderilecektir. Bu ekipler o ülkede altyapıdan üstyapıya, federasyon yapılanmasına kadar pek çok konuda öncülük etmekle sorumlu olacaklardır. Proje gereğince, müsabakaları da kapsayan turnuva organizasyonları da yapılacaktır. Ekiplerde görev alacak kişiler eğitim ve lisan düzeyi yüksek isimlerden seçilecektir. Eritre için Yılmaz Yücetürk ve Fethi Demircan isimleri düşünülür. Fethi Hoca bu göreve seçilmekten onur duyar ama gerek ailevi durumu ve gerekse sağlık sorunları nedeniyle Afrika Futbol Geliştirme Projesine iştirak etmez.

Bu dönemler Fethi Hoca için artık son dönemlerdir. Türk futbolunda teknik direktör olarak yeni yeni isimlerin yıldızı parlamaktadır. Mustafa Denizli, Fatih Terim, Şenol Güneş, Güvenç Kurtar, Yılmaz Vural ve Giray Bulak gibi isimler, eski nesil hocalardan görevi teslim almışlardır. Türk futbolunu daha iyi günlere taşımak için var güçleriyle çalışmaktadırlar. Fethi Hoca gibi yokluk döneminin hocalarının işlevi sona ermiştir. Onlar; geçiş dönemi diyebileceğimiz, son derece zor bir dönemi yaşayan ve elverişsiz koşullarda başarı üretme çabasına giren fedakâr bir neslin temsilcisiydiler. Kimileri büyük kulüplerin gölgesine sığınıp fırsat kollayarak geçirdi ömrünü. Pundunu bulduğunda, büyük takımlardan içeri kapağı attı ve böylece o şerefli ismini Anadolumuzun güzide kulüpleri ile sıradanlaştırmamış oldu!

Fethi Demircan ise bu yurdun dört bir yanında görev aldı. Tıpkı vatani görevini yapan bir Mehmetçik bilinciyle hareket etti. Dağ demedi, ova demedi, köy demedi, kasaba demedi. Bu ülkenin tüm coğrafyasında onurla ve gururla hocalık yaptı. Nice anlı şanlı öğrenciler yetiştirdi. Nice kulüpleri kükreyen bir aslan haline getirdi.

Fethi Hoca, profesyonel kariyerine son noktayı koymuştu. Fakat henüz futbol onu bırakmaya niyetli değildi. Hayat sürprizlerle doluydu hâlâ…

 (Devam Edecek)

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1:Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

OTUZ ÜÇÜNCÜ HAFTANIN SIRRI

Malatyaspor2

Malatyaspor yöneticilerinin yoğun baskısı sonucu görevi kabul eden Fethi Demircan, yine de bir haftalık tereddüt yaşadı. Ümit Turmuş gibi başarılı bir hocaya şans tanınmasından yanaydı. O yüzden Fenerbahçe maçına kadar beklemeyi seçti. Bu müsabakayı tribünden izleyip notlar aldı. Ümit Turmuş hoca da dedikodular nedeniyle durumdan haberdardı ve son derece rahatsız olmuştu. Kendisini diken üstünde hissediyordu ve Fethi Demircan hocaya kızgınlığını her durumda açığa vuruyordu. Fakat geri dönüş yoktu, Fenerbahçe yenilgisi sonrasında, onurlu bir şekilde istifa etti ve görevi Fethi Hoca’ya devretti. Özellikle belirtmek gerekir ki Ümit Turmuş Hoca, oldukça başarılıydı. Belki de takımı sezon başında devralmış olsa, böyle bir son ne Malatyaspor için ne de Turmuş hoca için söz konusu bile olmayabilirdi. Ne yazık ki yönetimin sezon başında yaptığı yanlış hoca seçimi Turmuş Hoca gibi başarılı bir hocayı da yerinden etmişti. Yönetim ise tehlike çanlarının çaldığını çok geç fark etmiş, zirve hesapları tutmayan bir takımın doğrudan cehennem grubunda kalacağını sezememişti. Beş takımın birden düşecek olması nedeniyle, ligin yedinci sırası ile 18.sırası arasında kalan (15–32 puan aralığındaki takımlar) tüm takımların ecel terleri dökeceği çok önceden belli olmuştu oysa.

Göreve Samsunspor deplasman müsabakasıyla başlayan Fethi Demircan, buradan golsüz beraberlik koparmayı başardı ve ilk puanını kazandı. Boluspor deplasmanında kazanılan üç puan (sonuç: 2–0) takımı sekizinciliğe yükseltti. Puanları 33’e çıkmıştı ama 14.sırada yer alan Zeytinburnuspor da 30 puandaydı. Çok küçük bir aralıkta yedi-sekiz takım olağanüstü bir mücadele içindeydi.

Nisan başında ise Malatya’da ağırladıkları Bursaspor’u tek golle yenmeyi başardılar ve umutlarını artırdılar. Ligin 27.haftasıydı ve 30–37 puan aralığında tam dokuz takım ateşle imtihanını sürdürmekteydi.

Abdurrahman-Arici-MilletvekiliTrabzon deplasmanı çok zorlu geçti. Düşme hattından uzaklaşmak isteyen Malatyaspor, çok çetin bir mücadele vermesine rağmen, 1–0 yenilmekten kurtulamadı. Pek çok gol fırsatı kaçırdılar, Ünal’ın bir şutu direkten döndü. Gazeteler, “Trabzonspor’u ter bastı” diye yazıyor, Malatyaspor engelinin çok zor aşıldığına vurgu yapıyorlardı. Bu yenilgiyle birlikte şansları da terse dönmüştü. Bir sonraki hafta, Sarıyer’i kendi sahalarında ellerinden kaçırmışlar ve beraberliğe razı olmuşlardı. Sarıyer müsabakasının tam 89. Dakikasında, Ünal’ın pasıyla, Haluk’un Sarıyer ağlarına attığı golü, hakem Abdurrahman Arıcı, faul gerekçesiyle iptal etmiş ve maç 1–1 berabere sonlanmıştı. İşte bu müsabakada iptal edilen gol ve kaybedilen 3 puan, makûs talihin yaşanılacağının en belirgin işaretiydi. İptal edilen bu gol nedeniyle Malatyaspor, yıllarca Abdurrahman Arıcı’ya kızdı ve küme düşmelerini bile burada, hakem hatası nedeniyle, kaybedilen puana bağladı. Onu hiç affetmediklerini söyleyebiliriz. (Abdurrahman Arıcı daha sonra AKP’den Antalya milletvekili oldu ve halen eski bir milletvekili olarak, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcılığı görevi yapmaktadır.)

Müsabaka cetvelinin (fikstür) zorluğu da söz konusuydu. Sarıyer’den sonra şimdi de Galatasaray ile karşılaşacaklardı. Üstelik maç İstanbul’daydı.  Buna rağmen görkemli bir direnişle karşı koydular İstanbul Aslanına. Golsüz beraberlikle oradan da bir puan çıkarmayı başardılar. Gazetelerin spor manşetlerinde  “G. Saray’da Erken Tatil!” yazıyordu.

Fakat alınan bu bir puan yine de onları kurtarmaya yetmiyordu. Bitime dört hafta kalmıştı lakin 35–40 puan aralığında hâlâ dokuz takım vardı. Herkes kazanıyordu. Herkes müthiş bir başarı gösteriyor, puanlar yükseliyor ama tehlike grubu hep aynı kalıyordu. Kimse “artık bu iş bitti, kendimi kurtardım” diyemiyordu.

Düşmesi neredeyse kesinleşen Adanademirspor’u Malatya’da 4–0 yendiklerinde umut tazelediler, rahat bir nefes aldılar. Bu galibiyetle dokuzuncu sırada yer buldular. Fakat puan cetveli kimse için ikna edici değildi. Gruptaki takımlar aynıydı ama cetveldeki yerler değişiyordu her hafta. Samsunspor, Sakaryaspor ve Adanademirspor’un düşmesi kesindi. Düşecek diğer iki takım henüz belli değildi. On beşinci sıradaki Altay bile umut taşıyordu henüz.

Mayıs ayının ilk haftası ve sezonun 32. Haftası uzun süre konuşulacak ve şike iddialarına konu olacak bir müsabakanın yaşandığı hafta oldu. Düşmesi kesinleşen Adanademirspor, kendi evinde Boluspor’a 2–0 yenildi. Adanademirspor, Muammer’in ayağından bir de penaltı kaçırdı. Sonrasında ise bu müsabaka ile ilgili dedikodular aldı başını yürüdü. Boluspor da tehlike bölgesinde yer alıyordu ve şiddetle puana ihtiyacı vardı. Bu galibiyetle son iki hafta için büyük avantaj sağlamıştı.

Aynı hafta, Malatyaspor, kendisi gibi düşme bölgesinde yer alan İzmir takımı Karşıyaka’ya konuk oluyordu. Burada aldığı 1-0’lık yenilgiyle gerçek anlamda düşme korkusunu hissetti. Bir sonraki hafta çok çetin mücadelelere sahne olacaktı. Zeytinburnu, artık düşmesi kesin gibi duran Altay’a konuk olacaktı. Boluspor ile Karşıyaka oynayacak, Malatyaspor ise Ankaragücü karşısında şansını zorlayacaktı.

Tugrul-Koparan-AltayBCehennemin arifesinde şike dedikoduları ayyuka çıkmıştı. Altay Başkanı Tuğrul Koparan, bir beyanat (12 Mayıs 1990) vermek zorunda kaldı:

Yok, Zeytinburnuspor, 500 milyon liraya maçı almış. Bunun dışında Ankaragücü, Adanaspor, Konyaspor, Boluspor, Malatyaspor kendi aralarında karar vermişler. Teşvik primi yollayacaklarmış. Hepsi kulağıma geliyor. Ama bu hem benim, hem Altay’ın namus meselesi. Zeytinburnuspor’u yeneceğiz. Kimsenin bir kuruşuna ihtiyacım yok. Biz namusumuz için oynarız. Kimsenin durumu beni ilgilendirmez. Kendileriyle de konuştum. Maçı kaybederlerse (futbolcular), soyunma odalarına sokmam

Sırf bu beyanatta bile kaç kulübün adının geçtiğine bir bakarsanız, ne kadar çetin bir sonun yaşandığını hissedebilirsiniz. İşte öyle zorlu bir sezon finali yaşanmaktaydı Türkiye Birinci Lig’inde…

İşte Malatyaspor’un ateşlere düştüğü hafta bu hafta oldu. Ligin 33. Haftası. Kendi evinde Ankaragücü’ne 4–1 yenilen Malatyaspor, kendisini bir anda 14.sırada buldu. Bir hafta önce 11.sıradaydılar oysa! O an itibarıyla düşecek beşinci takım kendileriydi ve sadece son hafta müsabakaları kalmıştı. Malatya’ya bir anda kâbus çökmüştü. Kentin üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu.

Altay ise onca söze rağmen Zeytinburnuspor’a tek golle boyun eğmişti. Adanaspor, Sakaryaspor’u 4–1 yenmiş, Bolu ile Karşıyaka golsüz beraberlikle, Gençlerbirliği ile Konya 2-2’lik beraberlikle puanları paylaşmıştı. Malatyaspor’a nasılsa küme düşürmezler diye düşünenler, o hafta harikalar yaratmış, çok ince, çok hassas dengeler gözetmişlerdi. Diğer müsabakalarda öylesine ilginç sonuçlar alınmıştı ki son hafta, Malatyaspor, galibiyet bile alsa, düşmekten kurtulacağının garantisi yoktu. Bir de diğer rakiplerinin puan kaybını bekleyip dua etmeleri gerekecekti.

Kendi evlerinde Ankaragücü’ne yenilmelerinden anlıyoruz ki, kulüp yönetimi de takımlarına küme düşürülmeyeceğine inanmış gibiler. Yoksa Ankaragücü’nden bu kadar fark yemeleri şaşırtıcı…

ŞAMPİYONU YENİP AĞLAYAN TAKIM: MALATYASPORMalatyaBesiktas1990

Malatyaspor, sezonun son haftasında şampiyon Beşiktaş’ı ağırlamaktaydı. Elbette bu müsabakanın çok özel bir durumu vardı. Mutlak galibiyet gerekiyordu Malatya’ya. Fakat Beşiktaş gibi güçlü bir ekibi normal şartlar altında bile yenmek zordu. Malatyaspor sahada ve kâğıt üstünde şampiyon Beşiktaş’ı 2–1 yenmişti ama bu galibiyet futboldan öte şeylerle gerçekleşmişti. Beşiktaşlı futbolcular, düşme tehlikesi yaşayan rakiplerine karşı her zamanki oyunlarını oynayamamışlardı. Bu durumu şöyle dile getiriyorlardı: “Rakip takım oyuncuları sürekli manevi baskı yaptılar. Bu şartlar altında oynamamız mümkün değildi.

Malatyaspor şampiyonu yenip üç puanı almıştı ama düşmekten yine de kurtulamamıştı. Ligin son haftasında da birbirinden ilginç sonuçlar çıkmıştı ortaya. Bütün rakipleri puan almış, ihale Malatyaspor’a kalmıştı. Fenerbahçe, İstanbul’da Adanaspor ile golsüz berabere kalırken, Zeytinburnu; olağanüstü performansını sürdürmüş ve Gençlerbirliği’ni iki golle geçmeyi başarmıştı. Bir hafta önce deplasmanda canavar kesilen ve Malatya’yı Malatya’da 4–1 bozguna uğratan Ankaragücü, kendi evinde, Boluspor’a 4–0 ile teslim olmuştu. Karşıyaka, Bursaspor’u, Konyaspor ise Samsunspor’u, kendi evlerinde, ikişer golle uğurlamış, diğer takımlardan aşağı kalmadıklarını cümle âleme göstermişlerdi. Altay’dan sonra, düşen beşinci takım Malatyaspor olmuştu. Hüküm kesinleşmişti artık.

MalatyasporUnalMüsabaka sonrasında Malatya şehri mateme bürünmüştü. Hem futbolcular hem taraftarlar hüngür hüngür ağlıyordu. Ligde o ana kadar yaşanan olayları, kurtulma umuduyla, görmezden gelenler artık yaşlı gözlerle her şeyi dillendirmeye başlamışlardı. Kaptan Ceyhun kızgınlıkla gürlüyordu soyunma odasında:

Kimin şike yaptığını herkes biliyor. Boluspor, Adanaspora 275 milyon lira vererek üç puan aldı. İstanbul’da ve Türkiye’de maalesef şakır şakır maçlar satılmaktadır. Maalesef Malatyaspor; hem şu kadrosuyla hem de hükümetin takımı olmasına rağmen, küme düşmüştür. Geçmiş olsun. Şike olaylarını da İstanbul’da düzenleyeceğim bir basın toplantısıyla tek tek açıklayacağım.

Fethi Hoca da çok duygusal anlar yaşamaktaydı. İlk defa, yönettiği bir takım, küme düşmekteydi. Daha önce Boluspor, kendisinin ayrılması sonrasında böyle bir acıyı yaşamıştı ama kendisi, o an yaşadıklarını ilk kez yaşamaktaydı. Üzgün bir ifadeyle söyleniyordu hâlâ:

Malatyaspor düşürülmez, yok efendim Malatyaspora bir şey olmaz gibi imajlar nihayet olayı bu üzücü noktaya getirmiştir. Burada kimseyi de suçlamak istemiyorum. Ancak Pazar günü diğer maçlarda alınan sonuçların Türk spor kamuoyunda iyi değerlendirilmesi gerekir.

Bir gazeteci fısıldayarak soruyor Fethi Hoca’ya; “Hocam en çok yadırgadığınız sonuç hangisi?

Hoca cevaplıyor, öfkeyle hüzün birbirine geçmiş adeta:

Ankaragücü ve Fenerbahçe maçlarının skorlarını çok yadırgadım. Türkiye’de herkes her şeyi biliyor. Ama kimse yüreklilik gösterip de açıklayamıyor. Bir Ankaragücü’nün 4–0 yenileceğini düşünüyor musunuz? Acaba bir Fenerbahçe, şampiyonluğa oynasa skor böyle mi olurdu? Beşiktaş da belki işi hafife aldı. Ama benim istediğim herkesin şahsiyetli ve delikanlıca futbol oynamasıdır.

KumeDusunce19902006 yılına gelindiğinde dahi, Fethi Hoca bu buruk acıyı hissediyor ve gözyaşlarını tutamıyor. Malatya’da bulunduğu sırada, aradan 16 yıl geçmesine rağmen, yüreğinin yaralı olduğunu söylüyor:

Ben o zaman, ligin bitimine10 hafta kala takımın başına gelmiştim. 10 maçta 15 puan topladık. Ancak, haksız bir şekilde, şike ve çeşitli oyunlarla küme düştük. Bu hâlâ benim içimdeki bir yaradır. Şikenin ispatlanmasına ve 1. lige çıkma talebinde bulunma hakkının elde edilmesine rağmen, o dönemki yönetimin Futbol Federasyonu'ndan para alıp, 2. ligde mücadeleyi tercih etmesinin de yanlış olduğunu değerlendiriyorum.

Dürüst ve onurlu bir teknik adamın kızgınlığı ve hüznü, yıllar geçmesine rağmen adeta bir sağanak gibi devam ediyor.

OLAĞANÜSTÜ BAŞARIYA İMZA ATAN SIRADIŞI TAKIMLAR

1989–1990 sezonu tamamlandığında, on iki galibiyet, sekiz beraberlik ve on dört yenilgiyle toplamda 44 puan kazanan Malatyaspor,  bir alt kümeye düşen beşinci takım olmuştu. Aslında istatistiksel açıdan ilginç bir durum da söz konusuydu burada. Şöyle ki daha önce 1979–80 sezonunda Trabzonspor, on iki galibiyet sayısıyla (ve kazandığı 39 puanla) şampiyon olmayı başarmıştı. Üç puanlı sisteme geçildiğinde on iki galibiyet (ve 44 puan) ligde kalmaya bile yetmeyebiliyordu. Yine bir sezon sonrasına (1990–1991)baktığımızda, Malatyaspor ile aynı galibiyet ve beraberlik sayısına ulaşan ve toplamda 44 puan elde eden Fenerbahçe’nin ligi beşinci tamamladığını görüyorduk. Bu, 44 puanla alınan en iyi dereceydi. Malatyasporunki ise en kötü derece…

O günden bugüne değin 44 puanla elde edilen en kötü derece, tabi ki Malatyaspor haricinde, İstanbulspor (2000–2001 sezonu), (Karabükspor (2011–2012 sezonu) ve Sivasspor’un (2012–2013 sezonu) elde ettiği on ikinciliktir. Yani Malatyaspor, o sezon 44 puanla elde edilebilecek en kötü sıralamayı aldığı gibi, bu güzel puanla düşmeyi de başarmıştır. Bütün bunlar, o sezonda ne derece olağanüstü durumlar yaşandığını gösterdiği gibi, Malatyaspor’un nasıl bir oyuna geldiğinin ya da getirildiğinin ispatı olarak orta yerde durmaktadır.

Olayı Fethi Demircan’ın başarısı açısından değerlendirirsek, görev başında kaldığı on haftada 15 puan toplamayı başardığını ve maç başına puan ortalamasının 1,5 olduğunu görürüz. Bu oran normal şartlar altında oynanan bir lig için hatırı sayılır bir başarıdır. Kaldı ki bu on haftanın içerisinde G. Saray, Beşiktaş, Bursaspor, Trabzonspor gibi büyük takımlarla yapılan mücadeleler de yer almaktadır. Sezon boyunca Malatyaspor’u çalıştıran hocaları kıyasladığımızda Fethi Hoca’nın diğer iki hocaya nazaran daha başarılı olduğunu görmekteyiz. Fakat onun bu başarılı grafiği, takımını düşmekten kurtaramamıştır. Ayrıca belirtmek gerekir ki gerek Ümit Turmuş hoca ve gerekse Sunderman başarısız denilebilecek bir ortalamaya sahip değildir. Malatyaspor’un küme düşmesinde asıl ana etken diğer takımların göstermiş olduğu sıra dışı ve akıl almaz performanstır.

Ligin son on haftası itibarıyla bir puan cetveli yapılsa şampiyon Beşiktaş’tan sonra zirvede yer alacak üç takım vardır. Ligin 24. Haftasında 27 puanla 13. Sırada bulunan Karşıyakaspor, 34. Haftada puanını 46’ya çıkarmayı başarmış ve elde ettiği 19 puan ile bu dönemde maç başına 1,9 puan ortalamasını yakalamıştır. Sezon boyunca ve son on hafta itibarıyla şampiyon Beşiktaş’ın maç başı puan ortalaması 2,2 olmuştur. Keza, son on haftaya 26 puanla giren Zeytinburnuspor da çok büyük ve tarifi imkânsız bir başarıya imza atmış, sezonu 45 puanla kapatarak, Karşıyaka gibi maç başı 1,9 puan ortalamasını tutturmuştur. Gençlerbirliği ise 28 puanla girdiği son dönemeçten 17 puan kazanarak çıkmayı başarmış ve maç başına 1,7 puan ortalamasını (son on hafta itibarıyla) yakalamıştır. Özellikle bu üç takımın daha önceki maç başı puan ortalamaları (yaklaşık 1,1) göz önüne alındığında, pek çok takıma taş çıkartacak denli şevkli ve başarılı oldukları görülür. Hatta denebilir ki bu grafiği sezon boyunca tutturmuş olsalardı, şampiyon olmaları işten bile değildi.

Bütün bunlara rağmen denilebilir ki Malatyaspor, kendi kaderini kendi çizebilirdi. Eğer sahasında Ankaragücü’nü yenebilseydi, her şey farklı olurdu.  Ya da Sunderman döneminde, zirveye oynayamayacağını anladığı anda, lige tutunmak için gerekli tedbirleri ciddiyetle ele alsaydı, böylesine kötü bir kaderle yüzleşmezdi.TurgutOzal2

Merhum Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız Turgut Özal, bir Malatyaspor sevdalısı olarak, o dönemde, bu gerçeğe açık bir vurgu (22.5.1990) yapmaktaydı:

Bir Malatyalı olarak Malatyasporun düşmesine çok üzüldüm. Ancak Malatyaspor’un durumunun da son maça kalması bir şanssızlıktır.

ŞİKE ŞAKA OLDU: ŞİKE MAHKEMELİK OLUYOR AMA BURASI TÜRKİYE!

Sezon sona erdi ve lig müsabakaları tamamlandı. Fakat henüz mutlu son yoktu, çünkü şikeyle yüzleşme zamanı da gelmişti. Mayıs ayının son günlerinde, Malatyaspor yönetimi, şike ile ilgili olarak elde ettiği belgeleri Futbol Federasyonu yetkililerine sundu. Ayrıca bu belgelerin birer kopyasını da Cumhuriyet Savcılığı’na ileterek, suç duyurusunda bulundu. Hem futbolun yetkili mercilerinde hem de bağımsız mahkemelerde hakkını aramaya koyuldu. Özellikle Adanademirspor-Boluspor maçı üzerinde duran ve bu maçın şike olduğunu iddia eden Malatyaspor yönetimi, eninde sonunda hakkının teslim edileceğine inanıyordu. Umutluydu.

sike2Haziran ayının ortalarında, Futbol Federasyonu tarafından oluşturulan Şike Tahkik Kurulu; Boluspor, Adanademirspor ve Malatyasporlu yöneticilerin ifadelerini aldı. İfade alımı 7 saat sürdü. Şike Tahkik Kurulu, bilgi ve belgeleri inceleyerek, bir ay sonra kararını verdi. Delillerin yetersiz olduğunu ileri sürerek Malatyaspor’un şike ile ilgili itirazını reddetti. Bunun üzerine Malatyaspor, son itiraz ve karar mercii olarak Şike Tahkim Kuruluna başvurusunu (28 Haziran 1990) yaptı ve yürütmeyi durdurma kararı alınmasını istedi.

SenezErzikEylül ayının başlarında, Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu’nda A. Demirspor-Boluspor maçının şike olduğu ve bu nedenle Malatya’nın yeniden Birinci Lige döndürülmesi konusundaki görüşün ağırlık kazandığı ileri sürüldü. Fakat Tahkim Kurulu bir türlü toplanamadı. Kararın verilmesi gereken toplantı, Başkan Ekrem Amaç’ın hastalığını sebep göstermesi nedeniyle, belirsiz bir tarihe ertelendi. Kurulun üzerinde Şenez Erzik’in ağır bir baskısı vardı ve “şike var” diyecek cesareti bulamıyordu. Tarihler 20 Eylül 1990’ı gösterdiğinde, nihayet beklenen karar açıklandı. Şike Tahkim Kurulu, aylar süren çalışmasını tamamlamış ve bir karara varmıştı. İlgili müsabakada şike gerçekleşmiş ve Malatyaspor aleyhine bir durum ortaya çıkmıştı. Yani Malatyaspor, yaşanan bu şike olayıyla mağdur olmuş, mağdur edilmişti. Karar, iki oya karşılık, üç oyla yani oy çokluğuyla alınmıştı.

Futbol Federasyonu, bir taraftan gerekçeli kararı beklediğini söylerken, öte yandan Tahkim Kurulu’nun kararını asla uygulamayacağını ve ligleri aynı statü ile sürdüreceğini belirtmekteydi.

Malatyaspor, Federasyonu çözüm için masaya davet ediyor, Federasyon ise her seferinde bu çağrıları duymazdan geliyordu.

25 Eylül 1990 tarihinde basına sızan haberlere göre, Tahkik Kurulu ile Tahkim Kurulu arasındaki farklı kararın ayrıntıları belli olmuştu. Adanademirspor Kulübü Başkanı Fuat Özyardımcı, Şike Tahkik Kuruluna “şike yok” demesine rağmen, daha sonra Malatyaspor Başkanı Metin Kaya Çağlayan ile anlaşarak, Tahkim Kurulu’na farklı beyanda bulunmuş, “şike yaptık” ifadesini kullanmıştı. İşte şike kararına varılmasının ana sebebi buydu. Fakat Federasyona göre, bir yöneticinin şike yaptık demesi, şike yapıldığı anlamına gelmiyordu. Sağlam kaynaklardan elde edildiği söylenen bilgilere göre, Federasyon Başkanı Şenez Erzik, şike olayı ile ilgili olarak başka türlü düşünüyordu:

Bolusporlu bir futbolcu şike yaptık demediği müddetçe Boluspor’un ligdeki yeri korunacaktır. Ancak Bolu Başkanı Yılmaz Becikoğlu’na ceza verilecektir. Malatyaspor’un yeni sezonda Birinci Lige alınma isteği kabul edilmeyecek, ikinci ligde mücadele edecek ve şampiyon olursa birinci lige yükselecektir.

Futbol Federasyonu, Malatyaspor’un UEFA’ya başvuru yapmasının da önünü kesmeye çalışıyordu. İşler iyice karışmıştı. Kulüp yönetimi, her ne pahasına olursa olsun, UEFA nezdinde hakkını aramak için çalışmaya başlamıştı. Avukatlar ayarlanıyor, dosyalar titizlikle hazırlanıyordu. Federasyona tepki olarak, yönetimi bırakma kararı almışlardı. O günlerde gazetelerde “Malatyaspor yönetimi görevi bıraktı, kulüp valiye teslim” manşetleri yer alıyordu. Öte yandan, Cumhurbaşkanı Turgut Özal da kulübü valiye bırakan eski yönetime şike konusunda mücadeleni sürdür çağrısı yapmaktaydı.

Yine bu dönemlerde ilginç bir gelişme yaşandı. Malatyaspor’un İstanbul’da, Şişli’de bulunan bürosuna hırsız girmiş ve UEFA için hazırlanan şike belgelerini içeren dosya çalınmıştı. Belli ki ya Federasyon ne pahasına olursa olsun, kulübün UEFA’ya başvurusunu engellemekte kararlı davranıyordu ya da Malatyaspor Kulübü, UEFA’ya gitmeksizin federasyonla anlaşabilmek için bir senaryo uyguluyordu.

Derken bir bomba daha düştü şike davasının üzerine. Yargıtay 4.Hukuk Dairesi, Tahkim Kurulu’nun şike kararını onaylamıştı. Yani artık bir hukuki durum ortaya çıkmıştı. Malatyaspor’a Birinci Lige dönme hakkı doğarken, Boluspor’un küme düşürülmesi yeniden gündeme gelmekteydi. İşler iyice karışmıştı. Çünkü ligler (yeni sezon) hâlâ devam ediyordu. Sil baştan yapmak çok zordu. Federasyon, olayı fazla ciddiye almadığından, temyiz ve Danıştay’a başvuru süresini çoktan kaçırmıştı. Öte yandan, bir sezon süresince ikinci ligde oynatıldığı için, mağduriyet öne sürmesi halinde, Malatyaspor’a da tazminat hakkı doğmaktaydı. Danıştay’ın bu kararı sonrasında, Malatyaspor yönetimi, UEFA’ya başvurmaktan vazgeçmişti. İşi içeride çözme taraftarıydı. Federasyonla anlaşabileceğini umuyordu. Çiçeği Burnunda Başkan Nurettin Soykan uzlaşmacı bir tavır sergiliyordu:

Ne Boluspor’un ne de Adanademirspor’un küme düşürülmesine gönlümüz razı olur. Federasyon şu an sadece borçlarımızı üstlensin. Futbolculara, eski yönetime, dışarıya ve vergi dolayısıyla devlete toplam 12 milyar borcumuz var. Bunlar verilsin, biz ekonomik sıkıntıları aşalım, razıyız. Şu an ligleri karıştırmak, mevcut düzeni yıkmak; ne bize yakışır, ne de Türk futboluna bir şey kazandırır. Kaldı ki bize, şimdi hadi gelin ligde oynayın deseler bile, bunu kabul edemeyiz. Zira kadromuz birinci lig için yetersiz. İkinci ligde şampiyonluk mücadelesi veriyoruz. İnşallah bu mücadelenin sonunu da şampiyonlukla bitireceğiz. Bileğimizin hakkıyla çıkmak istiyoruz.

Federasyon ise kendi uygulamalarından asla vazgeçmiyor, yeni oluşturduğu kurullarla şike dosyasını sil baştan ele alıyor, kendine uygun kararlar üretmeye çalışıyordu. Asıl şike dosyası ise Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu’na ulaşmıştı bile. Orada inceleniyordu. Şenez Erzik, Mart (1991) ayı sonlarında, şike davası süreci ile ilgili olarak, “Bize hukuktan uygulanabilir bir karar gelmedi. Her şey başladığımız gibi devam ediyor” beyanatını vermekteydi.sike-saka-oldu

Haziran (1991) ayında gazete manşetlerinde şike ile ilgili olarak şu ifadeler yer almaktaydı: “Şike şaka oldu. Aynı tahkim yeniden toplandı. Şenez Erzik baskısıyla şike yok dedi.

Yani yepyeni üyelerle yeni bir tahkim kurulu oluşturulmuş ve yapılan baskıyla, şike olmadığı yönünde, karar aldırılmıştı. Hukukun aldığı karar hiçe sayılmıştı.

Tarihler 21 Temmuz 1991’i gösterdiğinde, Malatyaspor’un Federasyona tepkisi geldi. Çok ağır bir cevaptı bu. Kulüp, ligden çekildiğini açıklamıştı. Kulüp başkanı Nurettin Soykan, yaşadıkları mağduriyetin tazmin edilmesini istiyor ve aksi takdirde mücadelelerinin ivme kazanarak devam edeceğini belirtiyordu.NurettinSoykanMalatyasporBsk

Ağustos ayı başlarında, Federasyon Başkanı Şenez Erzik ile Malatyaspor Başkanı Nurettin Soykan, yaptıkları görüşme sonrasında mutabakata vardıklarını açıkladılar. Daha önce 20 milyar lira isteyen Başkan Soykan, Federasyon’un teklif ettiği 4 milyar liraya razı olmuştu. Formül şöyleydi; Şike Davası nedeniyle mağdur duruma düştüğü değerlendirilen Malatyaspor’a, Futbol Federasyonu tarafından 4 milyar lira tazminat ödenecekti. Fakat bu para, federasyonun cebinden çıkmayacaktı. Başbakanlık Toplu Konut Fonundan karşılanacaktı.

Sonunda şike davası tamama ermişti. Fakat sorular cevapsız kalmıştı. Sahiden şike olmuş muydu? Şike olduysa, yapan takımlar ceza almış mıydı? Malatyaspor, mağdur olduğunu kanıtlayıp tazminat aldığına göre, onu mağdur edenlere ne yaptırım uygulanmıştı? Federasyon, bu tazminatla ligin şaibesini sahiden temizlemiş miydi? Bu karar ve bu tazminat, Şenez Erzik’i ve Federasyonunu kurtarmaya yetmişti, Malatyaspor’u da tatmin etmişti ama ya vicdanlar? Türk Futbol Camiasının vicdanındaki sızı geçmiş miydi?

Gördüğünüz üzere, Malatyaspor’un, 1989–90 sezonunda, 44 puanla ve şikeyle ligden düştüğü, mahkeme sonucu ile sabit olarak ortaya çıkmış ve böylece Fethi Demircan hocamızın başarısı da bu hukuki karar ile tescillenmiştir. Malatyaspor, bir ilki başarmış, hakkını kimseye yedirmemiştir. Federasyonun vurdumduymazlığı nedeniyle, başka kulüplerin kaderiyle oynamamak için, uygun görülen tazminata razı olmuş ve mücadelesini İkinci Lig’de sürdürmüştür.

Fakat bu dava sürecinde yaşananlarla tespit edilmiştir ki bu ülkede, şapkadan tavşan çıkaranlar, şikeden de şaka çıkarmayı başarmışlardır.

Abrakadabra vaziyetleri yani…

(Devam Edecek)

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1:Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

FENERBAHÇE’DE FETHİ DEMİRCAN SESLERİfbdemircan

1987–88 sezonunda, Rizespor haricinde, bir başka takım çalıştırmayan Fethi Demircan, 15 Şubat 1988 tarihinde, Futbol Federasyonu tarafından düzenlenen ve milli takımı çalıştırmış tüm eski hocaların katıldığı bir değerlendirme toplantısına iştirak etmiştir. Bu sezonla ilgili olarak belirtilmesi gereken en önemli husus, sezon bitimine doğru, Fenerbahçe Kulübü’nde Fethi Demircan isminin gündeme alınmış olmasıdır.

İstikrarsız bir dönemden geçen Fenerbahçe, Mart 1988 başlarında, görevdeki Csernai ile yollarını ayırmayı düşünmektedir. Son bir şans olarak Sarıyer müsabakasına bakılacaktır. Eğer bir umut ışığı görülmez ise hoca değişimine gidilecektir. Yönetimin düşündüğü isimler arasında Veselinoviç adı ağırlık kazanmış durumdadır. Fakat yerli hocalardan Fethi Demircan ismine de özel bir önem verilmektedir. En azından sezon bitimine kadarki iki aylık süre için Fethi Hoca ile anlaşmak için kollar sıvanıyor. 

Sarıyer galibiyeti ile sular biraz durulur ama Sakarya yenilgisi ile (Türkiye Kupası’nda 5–1 yenildi) de hoca değişimi artık gündemin tek maddesi olur. Sezon sonuna kadar olmak kaydıyla düşünülen diğer bir seçenek ise Nedim Güner-Ömer Kaner ikilisi olarak değerlendirilmektedir. Fakat sezon sonuna kadar bu arayışlar ve tartışmalar sürüp gider. Sezon sonlanmadan hemen önce Veselinoviç ile söz kesilir ve Fethi Hoca ile Fenerbahçe arasındaki hikâye bir başka bahara kalır.

denizlispor214 Temmuz 1988 tarihinde Fethi Hoca, Denizlispor ile anlaşır ve göreve başlar. Denizlispor, o sezon Birinci Lig’den İkinci Lig’e düşen son takımdır ve yeniden Birinci Lig’e dönme arzusundadır. Hatta bunun için başka yollara da başvurur. Bir sezon öncesi tıpkı Bursaspor ve Kocaelispor’un yaptığı gibi idari mahkeme kanalıyla geri dönmeyi dener. Fakat Federasyon Başkanı Halim Çorbalı, bu şekilde geri dönüşlere karşıdır:

İdari mahkeme Denizlispor lehine bir karar verirse, Türkiye’de futbol anarşisi doğar. Liglerin durması ya da ertelenmesi gibi bir şey söz konusu olamaz.

Aralık ayı ortalarında Denizlispor’a başvurusunun reddedildiği haberi gelir. Bu kez şansını Danıştay’da deneyen kulüp yöneticileri bu müracaatlarından da bir sonuç çıkaramaz. Bu süreç, tüm sezon boyunca devam eder ama nafile bir arayıştan öteye geçemez.

DENİZLİSPOR VE FETHİ DEMİRCAN: UMUTLAR TÜKENİNCE

denizlispor1Denizlispor, 1988–89 sezonunda İkinci Lig C Grubu’nda şampiyonluk mücadelesi vermiştir. Bu grup gerçekten çetin ceviz denilecek takımların bulunduğu çok zorlu bir gruptur. Kocaelispor ve Göztepe gibi adından çok söz ettiren köklü kulüplerin yanında Antalyaspor, Zeytinburnu, Aydınspor, Eyüpspor ve Kuşadasıspor gibi güçlü ekipler de zirve mücadelesine ortak durumdadır. Sezon boyunca yarış genelde Zeytinburnuspor ile Denizlispor arasında geçer. Ligin başlarında Kuşadasıspor liderliği yakalar ve iddialı konuma geçer ama bu başarısını fazla sürdüremez.

Eylül ayında Denizlispor oldukça başarılıdır. Şampiyonluk iddiası bulunan Eyüpspor gibi güçlü bir takımı 4–1 gibi farklı bir sonuçla geçer ve rakibinin ümitlerini bir çırpıda suya düşürür. Ayın sonlarına doğru daha da başarılı bir hale gelir, haftanın takımı seçilir ve üçüncülükle başladığı yolculuğu zirve bayrağına ulaşarak sürdürür. Ekim ayı itibarıyla grubunun lideri konumundadır. Fakat Zeytinburnuspor’un amansız takibi sürmektedir.

Antalyaspor’a karşı şansı tutmayan Denizlispor, 15 Kasım’da liderlik bayrağını Zeytinburnuspor’a devreder. Aradaki fark sadece bir puandır. Zeytinburnuspor tam 10 maçlık bir galibiyet serisini sürdürmektedir ve çok inatçıdır. Puan farkını üçe çıkarmayı başarır. Fakat Aralık ayı başında iki güçlü rakibin kozlarını paylaşacağı müsabaka Denizlispor’a yeniden liderlik şansı sunar. Rakibini Denizli’de 1–0 yenen Denizlispor, yeniden lider olmuştur. “Horoz Kendi Çöplüğünde Öttü” şeklinde atılır manşetler. Milliyet Gazetesi’nde bu maçın yorum ve analizini yapan Metin Oktay, aradaki rekabetin nefes kesici olduğunu söyler: “Bu maç sonunda puanlar, galibiyet, beraberlik ve yenilgi sayıları aynı. Yendiği için lider Denizli. Nefes nefese bir yarış var!”

denizlisporhorozİlk devrenin son maçında Altınordu ile deplasmanda berabere kalan Denizlispor, zirveyi bir kez daha Zeytinburnuspor’a kaptırır. İlk yarının lideri Zeytinburnuspor olur.  İkinci devrenin ilk maçlarında istikrarsız sonuçlar alınınca, Denizlispor; bir daha liderlik bayrağını kapma şansı bulamaz. Artık hep bir nefes geridedir. Zeytinburnuspor, istikrarlı bir şekilde zirvenin tek hâkimidir. Fakat bir nefeslik duraksadığında hemen ensesinde Denizlispor vardır.  Zirve yarışından kopup ligden düşmeme mücadelesi verir hale gelen Eyüpspor, ilk yarıda ağır yenildiği Denizlispor’u İstanbul’da 2–0 yenerek şampiyonluk umutlarını iyice söndürür. Artık liderle ikinci arasındaki puan farkı büyümüştür. Altı yedi puan vardır arada. Bundan sonrasında kimi küçük umut fırsatları çıksa da değişen bir şey olmaz. Nisan ayı başlarında puan farkı 10 olur. Tarihler 23 Nisan 1989’u gösterdiğinde, Denizlispor hiç beklemediği bir yenilgi daha alır. Deplasmanda Menemenspor’a 3–0 yenilir. İşte bu her şeyin sonu olur. Zirvenin tek takipçisi de havlu atmıştır. Ligin bitimine üç hafta kala Zeytinburnuspor şampiyonluğunu ilan etme şansı yakalamıştır. Denizlispor, bir sene daha İkinci Lig’de mücadele edecektir.

Kaderin garip bir cilvesi olsa gerek; Zeytinburnuspor, şampiyonluk turunu rakibi Denizlispor’un evinde atmıştır. 30 Nisan 1989’da oynanan Denizlispor-Zeytinburnuspor müsabakasını şampiyon Zeytinburnu, 3–1 almış ve bir sezon boyunca yarıştığı rakibinin evinde şampiyonluk turunu atmıştır. Lig bitiminde şampiyon Zeytinburnu 85 puana ulaşırken, amansız takipçisi Denizlispor 66 puan toplayabilmiştir.

Türkiye Kupası’nda daha ilk eşleşmede Antalyaspor ile karşılaşan Denizlispor, ligde de yenemediği rakibine 5-2’lik sonuçla boyun eğmiş ve (daha 1. Kademede) kupaya veda etmiştir.

GERÇEK DOST, KÖTÜ GÜNÜNDE YANINDA OLANDIRsamsun1

Türk futbol tarihinin en dramatik olaylarından birisi de bu futbol sezonunda (1988–89) yaşanmıştır. 20 Ocak 1989 tarihinde Samsunspor kafilesi Malatyaspor ile deplasmanda oynayacağı müsabaka için bu şehre giderken vahim bir trafik kazası yaşamış, ölüm ve yaralanmaların olduğu bu kaza sonrası Samsunspor bir türlü kendisini toparlayamamıştır. Lig mücadelesini de sürdüremez hale gelen kulüp, müsabakalardan çekilince, bu duruma özel bir kararla çare bulunmuştur. Samsunspor’un maç yapmasa dahi Birinci Lig’de kalmasına, bu nedenle ligden düşecek takım sayısının 4’ten 3’e indirilmesine karar verilmiştir. Bu gelişme, İkinci Lig’den Birinci Lig’e çıkacak takımları da etkilemiştir. Puan ve averaj durumuna göre İkinci Lig’in grup liderleri sıralaması yapılmış, buna göre en iyi konumda olan Zeytinburnuspor ve Gençlerbirliği Birinci Lig’e yükselirken, B Grubu şampiyonu Bursaspor (B) takımı ve Bakırköyspor İkinci Lig’de kalmıştır. [Bursaspor (B) takımı zaten yönetmelik gereği yükselemiyordu, onun yerine Bakırköyspor şampiyon kabul edildi. Fakat onun da puan ve averajı düşüktü.]

SamsunfaciaSamsunspor’un yaşadığı kaza dramatik bir olay olmasının ötesinde, Türk futbol tarihi açısından da yaşayan bir efsanenin çöküşü anlamına gelmektedir. 1984–85 sezonunda Fethi Demircan ile başlayan Samsunspor’un o büyük yolculuğu, o efsanevi yükselişi; bu elim kaza sonrasında yerini bir var olma mücadelesine bırakmıştır. Acının yanına yokluklar eklenmiştir. Sahipsizlik eklenmiştir. Başlangıçta pek çok isim ortaya atılmış, para, pul sözü vermiş, futbolcu sözü vermiş ama iş icraata gelince herkes bir anda görünmez oluvermiştir. Gazete manşetlerine adını büyük harflerle yazdırıp Samsunspor’a destek veriyorum diyenler, sadece bir koca şehrin acısını sömürmüş, böylesi bir trajediyi kendi kişisel menfaati için kullanmış, sonra da inlere cinlere karışmışlardır. İşte böyle bir anda, az veren ama gönülden veren, candan veren birkaç isim Samsunspor camiası tarafından takdirle karşılanmıştır. Mart 1989 döneminde yönetimde görev alan ve daha sonra kulüp başkanlığı yapan Hakkı Tomaç, Samsunspor’un o dönemde yaşadıklarını anlatırken, içten ve samimi olarak desteğini sunan birkaç ismi özellikle gündeme taşır:hakkiTomacSamsunspor

Mitroviç, Adnan Dinçer ve Fethi Demircan ‘bir kuruş dahi istemeden göreve hazırız’ dediler, bu bize daha samimi geldi. Öylesine paralar, yardımlar vaat edip başımıza gelenleri sömürenler oldu ki böyle samimi desteklere daha bir değer verir olduk.

GAZİANTEPSPOR’DAN MUHTEŞEM DÖNÜŞ

Mayıs ayı (1989) sonlarına doğru, Fethi Demircan’ın adı Kartalspor’la anılmaya başlar. Hatta göreve getirileceği o kadar kesinlik kazanmıştır ki görev başındaki hoca Enver Kâtip, bu nedenle istifasını sunar. Gelin görün ki Kartalspor ile Fethi Demircan beraberliği bir türlü sağlanamaz. Belki de fethi Hoca, iddialı bir kadro talep etti ama karşılık bulamadı, istediklerini kabul ettiremedi, bilinmez. Nihayetinde yaklaşık bir bir iki hafta sonra, yani Haziran ayının ilk günlerinde, Fethi Demircan ile anlaşma sağlayan kulüp Gaziantepspor olur.gaziantepspor1

Gaziantepspor, 1982–83 sezonunda Türkiye Birinci Liginde mücadele etmiş ve o sezon 27 puan toplayarak, ligi 17.nci sırada tamamlamış ve küme düşmüştü. Bu Gaziantepspor’un Birinci Lig’den ilk (ve son) düşüşüydü ve Birinci Lig’de dördüncülük kazanmış (1980–81) bir takımın İkinci Lig’e ait olmadığını savunuyorlardı. Fakat 1983 yılından bu yana da bir türlü gereken sıçrayışı yapamıyorlardı. Bu kez Fethi Hoca gibi deneyimli bir hoca ile yeniden Birinci Lig’e dönebileceklerini, yıllardı hayalini kurdukları başarıyı yakalayabileceklerini düşünüyorlardı.

Gaziantepspor, o sezon (1989–90) İkinci Lig C Grubunda Mersin İdman Yurdu, Vanspor, PTT, Diyarbakırspor ve Petrol Ofisi gibi güçlü ekiplerle eşleşmişti.  Gaziantepspor, ilk haftalarda iyi bir başarı grafiği yakalamıştı. Rakiplerini bir bir geçiyordu. Erzincanspor, Polatlıspor, İskenderunspor, Keçiörenspor ve Şekerspor müsabakalarından galibiyet çıkarmıştı. Zirvedeki ekiplerinden birisiydi. İlk yenilgisini dişli rakibi Mersin İdman Yurdu karşısında oynadığı deplasman mücadelesinde aldı. Sonuç gerçekten moral bozucuydu, 4–1 yenilmişlerdi. Buna karşın Ekim ayı ortalarında, Fenerbahçe’den satın aldıkları Durmuş ile kadrolarını güçlendirdiler ve yola devam ettiler. Türkiye Kupası 2. Kademe müsabakalarında PTT’yi geçmeyi (1–1 ve 3–1) başardılar. Üst turda rakipleri Gençlerbirliği oldu.

Diyarbakırspor’u 3–0 ile geçerken, Erzurumspor deplasmanında bir yenilgi (2–0) daha aldılar. Niğdespor’u kolay geçerken, Vanspor ile deplasmanda berabere (2–2) kaldılar. Takım, dış sahada oldukça zorlanıyordu. Petrol Ofisi ile çekişiyorlardı ve lider Petrol Ofisi idi. Bir türlü liderlik koltuğuna oturmayı başaramıyorlardı.

22 Kasım 1989 tarihinde kendi evlerinde, Gençlerbirliği’ne 2–1 yenilerek, 3.kademede Türkiye Kupası’na veda ettiler. Lig’de Nevşehirspor’u 3-1’lik sonuçla kolay geçtiler ama şampiyonluk yolunda asıl rakipleri olan Petrol Ofisi’ne ve PTT’ye karşı aynı başarıyı gösteremediler. 2 Aralık’ta PTT karşısında 1-0’lık deplasman yenilgisi aldılar. Hemen ardından kendi evlerinde Petrol Ofisi’ne farklı (4–2) yenildiler. İşler iyi gitmiyordu ve takım şampiyonluğa olan inancını yitirmek üzereydi. Bu durumda yönetimin başvurduğu ilk çare teknik direktör değişimiydi. Fethi Hoca ile konuştular ve yollarını ayırdılar. Fethi Hoca, takımdan ayrıldığında Mersin İdman Yurdu liderdi. Gaziantepspor ise gol averajıyla ikinci sıradaydı.

İlk yarının son maçlarında takımın başında Zeynel Soyuer hoca vardı. Çok çekişmeli geçen grup mücadelesinde ilk yarıyı 35 puanla lider kapatmayı başardılar. Petrol Ofisi (33), Polatlıspor (32), Keçiörengücü (31) ve Mersin İdman Yurdu (31) bu grubun başa güreşen ekipleriydi.

Nihayetinde ikinci yarıda da çekişme sürdü. Fakat Gaziantepspor, Polatlıspor’u 6–0 ile, Mersin İdman Yurdu’nu 2–0 ile, PTT’yi 2–1 ile, Keçiörengücü’nü 1–0 ile geçmeyi başardı. Petrol Ofisi’ne ve Diyarbakırspor’a yenilmesine rağmen, grubu lider tamamladı ve yeniden Birinci Lig’e dönmeyi becerdi. Takım, o sezon, grubunda tam 60 gol atmayı başardı ve o gollerin 23 tanesini golcü futbolcuları Oktay attı. Aldığı 22 galibiyet ve 3 beraberlikle, en yakın rakibi Petrol Ofisi’ne ve Mersin İdman Yurdu’na 17 puan fark attı. Sezon boyunca 69 puan toplamayı başarmıştı. Şampiyon takımın başındaki hoca Zeynel Soyuer’di ve İkinci Lig’de yılın en başarılı hocası seçilmişti. Yılın üç takımından birisi de Gaziantepspor olmuştu.

Yeniden Birinci Ligde mücadele etme hakkını kazanan ve 1990–91 sezonundan bu yana (2014) bu ligde (şimdiki adıyla Süper Lig) tutunmayı başaran ve hatta kimi zaman zirvede yer alan Gaziantepspor’u takdir etmemek mümkün değil. O sezon, bu muhteşem dönüşünü gerçekleştiren isimler arasında elbette ki en büyük pay yılın hocası seçilen Zeynel Soyuer’e ve futbolculara ait. Fakat kulüp başkanı Abdulkadir Konukoğlu’nu ve Fethi Demircan’ı da bu başarının mimarlarından saymakta fayda var. Aksi halde, yarım sezon çalıştırdığı takımı zirvede pay sahibi olarak bırakan ve Zeynel Hoca’ya iyi bir miras devreden Fethi Hoca’ya haksızlık etmiş oluruz. Kocaelispor ve Samsunspor’u Birinci Lig’e çıkaran Fethi Demircan, Gaziantepspor’un Birinci Lig’e çıkmasında da pay sahibidir anlayacağınız.

SÜPER LİGİN EN ŞAİBELİ SEZONU: 1989–1990

Malatyaspor2Aralık 1989 ayı başlarında Gaziantepspor’dan ayrılan Fethi Demircan’ın yeni adresi 18 Mart 1990 tarihinde belli oldu. Yeni lig statüsü nedeniyle bu sezonu rahat bir şekilde atlatmak isteyen Malatyaspor, Fethi Hoca ile sezon sonuna kadar anlaşmıştı.

Şimdiki adıyla Süper Lig dediğimiz Türkiye Birinci Liginin 1989–1990 sezonuna “16 Haziran Kararları” denilen ve yeni uygulamaya konulan kararlar damga vurmuştu. Bu kararların en önemlisi, bundan böyle Birinci Lig’in 16 takımla oynanacak olması, bu nedenle de bu sezon (1989–90) beş takımın birden küme düşecek olmasıydı. Yani İkinci Lig’den Birinci Lig’e 3 takım yükselirken, alt kümeye 5 takım birden düşecek, takım sayısı 16 olarak sabitlenecekti. Kaldı ki bu 16 takımlı yapı 1994–95 sezonuna kadar uygulanmaya devam etti. Az takımlı lig uygulamasına baştan beri karşı çıkan Anadolu takımları ne yaptılarsa olmadı, Şenez Erzik başkanlığındaki federasyon, inatla bu uygulamayı savunuyor, daha kaliteli bir ligin ortaya çıkacağını ileri sürüyordu. Şenez Erzik, yapılan eleştirilere net bir şekilde şu karşılığı veriyordu:SenezErzik

Ligden beş takımın düşmesi kararını alırken çok araştırdık. Biz buna beş takımın düşmesi, üç takımın çıkması olarak bakmıyoruz. Türk futbolunun geleceğinin 16 takımla daha sıhhatli olacağı görüşünü taşıyoruz. Uygulama yapmadan dönmemizi istemek olmaz. Biz bu karardan dönmeyeceğiz.

Oysa ortada bir gerçek vardı; bu sezon beş takım düşecekti, yani ligi 14.sırada tamamlayan takım dahi bir alt kümeye inecekti. Bu sezon Anadolu kulüpleri için tam bir cehennem sezon olacaktı, öyle görünüyordu. Bir diğer kural ise üç yabancı uygulamasıydı. Ayrıca İdari Mahkeme kararıyla lige dönüş artık mümkün olamayacaktı.

sike2Türk Futbolunda zaman zaman büyük şike olaylarından söz edildiği olmuştur. Fakat bunların hiç birisi bu sezon yaşananların yanına dahi yaklaşamaz. Ne Ali Fevzi Bir ve Şike Çetesi ne de Aziz Yıldırım Olayı… Bu sezon, ligin ilk altı takımı (Dört Büyükler ve Bursaspor ile Sarıyer) hariç, geriye kalan 12 takımı tam anlamıyla bir can pazarı yaşamıştır. Daha ligin başlangıcında tehlikeyi bilmelerine karşın hiçbir Anadolu kulübü, son on haftaya kadar kendini sağlama alacak mücadeleyi sergileyememiş, son on hafta ise şampiyon takımı bile sollayacak derecede üstün performans gösteren takımlar ortaya çıkmıştır. Teşvik primi, hatır şikeleri ve para ile şike dedikoduları ayyuka çıkmış, buna rağmen sezon sonunda şikeden söz edilen bir tek maç tespit edilebilmiştir. Herhalde bu durum, ilgili o iki kulübün (Boluspor ve Adanademirspor) belki de acemiliğinden kaynaklanıyor olmalıdır.

Ligin güçlü ekiplerinden olan ve bu sezon zirveye oynayacağını düşünen Malatyaspor, ne yazık ki hüsrana uğramış ve küme düşmüştür. Kulübün kendisinden kaynaklanan hatalar olduğu gibi, diğer kulüplerin Malatyaspor’un asla küme düşürülmeyeceğine olan inancı da, Malatyaspor üzerine tezgâh kurulmasına neden olmuştur. Yaşanan dönem itibarıyla Turgut Özal’ın Malatyaspor’a açıkça görülen bir sempatisi ve desteği vardır. Bu da küme düşme konusunda Malatyaspor’u hedef yapan bir Bizans oyununun oynanmasının en gerçekçi nedenidir. Sezon boyunca dillerden düşmeyen, her yere yayılan ana dedikodu malzemesi “Nasıl olsa Malatyaspor’u düşürmezler” sözü olmuştur. Öyle ki sezonun son demlerine kadar Malatyaspor yönetimi dahi bu vesveseye kapılmış, tedbir almakta çok gecikmiş ve bunun bedelini çok ağır ödemiştir. Sezon süresince üç hoca değiştirmesine rağmen kaderini yenememiş ve hüzünlü bir küme düşme öyküsünün ana konusu olmuştur.

Sezon sonunda küme düşen takımlar için değerlendirmede bulunan spor yazarları, bu sezonun ne denli şaibeli ve çirkin bir sezon olduğunu ayan beyan ortaya koyan bir cümle sarf ederek, gerçek resmi kamuoyuna şu sözlerle takdim ediyorlardı: “Küme düşen takımlardan kiminin parası yoktu, kiminin de kafası!

Sezon tamamlandıktan çok sonra şike olaylarının mahkemelere yansıması nedeniyle konuşan Altay Kulübü eski başkanı Tuğrul Koparan’ın sözleri de bu sezon yaşanan olayları belgeler niteliktedir:

Eğer gerçekleri konuşmak gerekiyorsa, üstüne basa basa söylüyorum, geçen sezonun bütün maçları şaibeli. Geçen sezon federasyon vazifesini yapmadı. F. Bahçe, Beşiktaş, G. Saray düşerdi, Altay düşmezdi. Bile bile Altay takımını düşürdüler. Geçen sezon oynanan lig yasal değildir. Hiçbir lig maçı normal şartlarda oynanmamıştır. Büyük dolaplar döndü.

İşte her şey bu kadar netti ve yine her şey, herkesin gözünün önünde birebir yaşanmıştı.

ENKAZ DEVRALAN YÖNETİMİN YANLIŞ TERCİHLERİ

Malatyaspor ‘da göreve gelen yeni yönetim (Başkan Metin Kaya Çağlayan) tam bir enkaz devralmıştı. Buna karşın yine de kadrosu oldukça güçlüydü. Kaleci Carlos, o dönemler yıldızı parlayan Ünal, Şeyhmus, Ceyhun ve Feyzullah gibi çok önemli yıldızlara sahipti. Eğer kulüpteki işleri yoluna koyabilirlerse, zirveye oynamaları ve İstanbul’un büyüklerine kafa tutmaları işten bile değildi.

Kulübü kötü bir durumda devralmaları yönetimin elinde olan bir şey değildi, nihayetinde yanlışları düzeltmek arzusuyla göreve talip olmuşlardı. Fakat yaptıkları hoca seçimi tamamen yönetimin kendi hatasıydı. Türkiye liglerini bilen, deneyimli ve tedbirli nice hocalar varken, onlar Trabzonspor’da başarısız olarak değerlendirilen (1985–86 sezonu) Jurgen Sundermann ile anlaşmayı seçtiler. Yabancı bir hocanın kötü bir durumda olan Malatyaspor’da fedakârlıklara ne derece katlanabileceğini hiç düşünmediler bile.Juergen Sundermann

Sundermann, yine de bir Anadolu takımı için hatırı sayılır puanlar elde etmeyi başardı. Yılsonuna kadar görevde kaldı ve sezonun 14. Haftasında ayrılmak zorunda kaldı. Açıkçası diyebiliriz ki Malatyaspor’un hoca ile ayrılmak gibi bir niyeti yoktu fakat Sundermann’ın Alman Bild Gazetesi’ne verdiği bir demeç, hazin sonunu hazırladı. Sunderman, demecinde; Malatyaspor’un durumunu kötülüyor, çok olumsuz şartlarda bulunduklarını belirtiyordu. Daha da ötesi, yeni yönetimin, kulübü bir uyuşturucu kaçakçısından (Nurettin Güven dönemi kastediliyor) devraldığını ayan beyan söylüyordu. Aslında buraya kadar söyledikleri, öyle ya da böyle gerçeğe yakın şeylerdi. Fakat demecinin sonunda “Türkiye’den tiksiniyorum” gibi ağır bir ifade kullanması, ağır tepkilerin doğmasına neden oldu. Hatta kimi yerde fiziksel saldırıya ve sözlü tacize maruz kaldı. Böyle bir ifade kullanmadığını söylese de, artık damgalanmıştı ve geri dönüş yoktu. Yine de kulüp yönetimi, onu korumaya çalıştı. Onunla devam etmeyi düşündü. Ortalık yatışır diye umut besledi ve hocayı izinli saydı. Beklenen gelişmeler olmayınca da 31 Aralık 1989 tarihinde oynanan Malatyaspor-Karşıyaka müsabakası ile Ümit Turmuş Hoca’yı göreve getirdi.

Sezon boyunca üç hoca değiştiren Malatyaspor’da o sezon için en kötü performansı gösteren hoca, Sunderman oldu. Kaldığı 14 hafta boyunca, sıradan bir lig ekibinin yapabileceği kadarını becerdi. Belki de sezon finalinde yaşanacak hüzünlü hikâyenin baş mimarı oldu. Dört galibiyete karşın, altı yenilgi ve dört beraberlik kazanabildi. Elde ettiği 16 puanla, hemen tehlike bölgesi olan 13.sırada bir takım devretti, Ümit Turmuş hocaya. UmitTurmusMaç başına puan ortalaması ise 1,14 oldu. İlginç olan şu ki Sunderman’ın dersine iyi çalışmadığı, kulübün durumunu anlayamadığı aşikârdı. Üç yabancı kuralını iyi bilmediği için, yeni transfer edilen Bushman’ı oynatamaması, tam bir beceriksizlik olarak algılanıyordu.

Ümit Turmuş ve ekibi, 11 Mart 1990 tarihinde oynanan 24.hafta müsabakasına kadar görevde kaldı.

Fakat daha bir hafta öncesinden Malatyaspor yönetimi yeni hoca arayışına başlamış ve neredeyse Fethi Demircan hoca ile el sıkışılmıştı. Takımın gidişatından kimse memnun değildi. Sezon bitimine doğru büyük bir kıyamet yaşanacağını ancak fark edebilmişlerdi. Yine de Ümit Turmuş hocaya son bir şans tanıdılar ve 24.hafta maçı olan Fenerbahçe müsabakasından puan çıkarabilmesi halinde yola devam etme düşüncesine vardılar. Ne yazık ki o müsabakada Malatyaspor, kendi sahasında, Fenerbahçe’nin son dakikada gelen penaltı golüne engel olamadı ve o haftayı puansız kapadı. Ümit Turmuş hoca, kulübede yer aldığı 10 müsabakada 4 galibiyet, 1 beraberlik ve 5 yenilgi almış, takımına 13 puan kazandırmıştı. Takımı 16 puanla devralmış, 29 puana ve 11.sıraya taşımıştı. Maç başı puan ortalaması (1,3), Sunderman’ın üzerindeydi fakat Malatyaspor için yeterli değildi. Ligin tehlike bölgesinde bulunan (14.sırada) Zeytinburnuspor’un 26 puanı vardı ve bir nefes ötedeydi. Üstelik sonraki haftalarda Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor ve Samsunspor gibi çok tehlikeli rakiplerle oynanacaktı.

Türkiye Birinci Futbol Lig’inde asıl film yeni başlıyordu…

(Devam Edecek)

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1:Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

ESKİŞEHİRSPOR’DA DEVRİM ARAYIŞIeseslogo1

1986 yılının Temmuz ayı başlarında Eskişehirspor’un Fethi Demircan Hoca ile anlaştığı spor kamuoyuna duyuruldu. Fethi Hoca’nın takımın başına getirilmesi ile birlikte, Eskişehirspor’a bakış açısı da değişti. Sürpriz şampiyon adaylarından birisi olarak gösterilmeye başlandı. Dört büyükler kesin aday olarak gösterilirken, iki Anadolu kulübü de her an sürpriz yapabilecek aday olarak takdim edilmekteydi. Bu korkuyu salan takımlardan birisi Eskişehirspor iken, diğeri; o dönemlerin efsane takımı Samsunspor’du. Yani Fethi Hoca’nın yeni takımı ve eski takımı…

Eskişehirspor’un şampiyonluk yarışında sonuna kadar mücadele edeceği ve bu güce de sahip olduğu spor sayfalarında açıkça yazılmaktaydı:

Göztepe deneyiminden yıllar sonra, şampiyonluk deparına, üç büyük takımla birlikte bu kez başka bir Anadolu takımı daha oturacaktı. Eskişehirspor’du bu takımın adı. Türkiye statları artık Es-Es, Ki-Ki avazeleri ile inliyor, kendilerine Kırmızı Şimşekler adı verilen bu takım Türkiye’nin hangi kentine gitse arkasından on beş bin Eskişehirli gidiyordu. Bu denli seyirci desteğine, takım bünyesi içinde olağanüstü teknik futbolcularına rağmen Eskişehirspor da tüm maç tehditlerine karşın yine de üç büyüklerin şampiyonlukları kitleyen anahtarını kırma başarısını gösteremeyecekti.

İşte böylesine bir büyük umutla çıkılmıştı yola o sezon. Dirençli ve mücadele dolu bir takım yaratma becerisine sahip olan Fethi Hoca takımın başına getirilmiş, ayrıca geçen yılın golcü ismi Ahmet de kiralanmıştı. Artık beklenen şey, sezonun bir an önce başlamasıydı.

Fakat sezonun ilk maçı olan Gençlerbirliği deplasmanında Eskişehirspor’un korkması gereken şeyin rakipleri değil taraftarları olduğu gerçeği ilk işaretini verecekti. Seyircisinin fanatikliği ve taşkınlığı, haksızlıklara razı gelmeyerek ne pahasına olursa olsun takımına sahip çıkma çabası, ilerleyen süreçte tam aksine bir etki yaratacaktı. Es-Es diye bilinen Kırmızı Şimşekler, Gençlerbirliği’ne 1–0 yenilecekti ama maça damgasını vuran sahada yaşanan futbol dışı olaylar olacaktı. Hakemin kararlarını beğenmeyen Eskişehirsporlu taraftarlar, maç sonunda sahayı taş ve şişe yağmuruna tutuyorlardı. Takımlarına yapılan haksızlığa tepki gösterirken sınırları aşıyorlar, taş ve şişe haricinde, tribün tahtalarını söküp sahaya fırlatıyorlardı. Nereye ve kime denk geleceğine bakmıyorlardı bile… Bu taraftar taşkınlığı esnasında Gençlerbirliği kalecisi Okan ne yazık ki yaralanmıştı.

Ortalık sakinleştiğinde Eskişehirspor yönetimi kendilerine çıkartılacak ceza faturasının ne denli ağır olacağını kara kara düşünüyordu. Sahadaki on bir futbolcuyu yönetmek, onları sorumlu davranmaya teşvik etmek kolaydı ama ya onca taraftar nasıl kontrol altına alınabilirdi ki? Muhteşem bir taraftar kitlesine sahip olan Eskişehirspor, bu kitleyi kontrol edemediği takdirde kötü günler yaşayacağına, arzuladığı başarı çizgisini yakalayamayacağına dair endişeler hissetmeye başlamıştı.

ESKİŞEHİRSPOR-FENERBAHÇE MAÇINDA BÜYÜK ARBEDEeses-fb-olayli-mac

Sezonun ikinci maçında kendi evinde Fenerbahçe gibi dev bir takımla karşılaşan Kırmızı Şimşekler, bir Fethi Demircan klasiği olarak, rakibine sahada geçit vermedi, maç golsüz beraberlikle sonuçlandı. Yazarlar, “Fenerbahçe Terledi”, “Es-Es Fenerbahçe’yi Elinden Kaçırdı” manşetleri ile süslediler spor sayfalarını. Fenerbahçe’nin hocası Stankoviç, diş geçiremediği rakibinin büyüklüğüne saygı duyuyor ve Eskişehirspor’un mücadeleci ruhunu onurlandırıyordu:

Bir puan büyük kazanç! Eskişehir, şampiyonluğa oynayacak bir ekip. Güçlü ve genç bir kadrosu var. Sahasında zor puan kaybeder. Ligin üst sıralarında yer almazsa yazık olur.

Spor sayfalarının sütunlarını Eskişehirspor’un başarısı süslerken, gazetelerin ana sayfasında Eskişehirspor’un fanatik taraftarları bir kez daha manşete çıkıyordu. Maç öncesi yaşanan olaylar artık spor gündemi değil, Türkiye gündemiydi. Maç sabahı saat 06.15 civarında Atatürk Stadı’nın önünde karşılaşan iki rakip taraftar önce sözlü atışmaya giriyorlar, söz düellosunun ardından mahalle kavgasını andıran taşlı, sopalı bir sokak kavgasına başlıyorlardı. Facia güç bela önleniyordu ama fatura çok ağırdı. Yirmi beş yaralı ve tam 134 gözaltı vardı. Emniyet’in raporuna göre, Fenerbahçe kulübünün sağladığı otobüslerle kente gelen taraftarların içinde olay çıkarmaya meyilli bir grubun olduğuna vurgu yapıyordu. Emniyet yetkilileri, “Biz gerekli önlemi aldık fakat olay çıkarma niyetiyle gelen bir gruba engel olmak o kadar kolay değil” serzenişinde bulunuyordu. Böylece, olaylara Fenerbahçeli taraftarların aşırı saldırgan tutumunun sebep olduğu raporlara ve basın bildirilerine yansımış oluyordu. Yani Eskişehirspor ile birlikte Fenerbahçe kulübü de ağır bir cezaya çarptırılacaktı.

Bir sonraki hafta sessiz sedasız geçti ve Es-Es, deplasmanda oynadığı Malatyaspor’u bir golle yenme başarısını gösterdi. O hafta, Futbol Federasyonu, takımlara biçilen cezaları da açıkladı. Fenerbahçe’ye bir maç, Eskişehirspor’a ise iki maç ceza verildi. Çünkü Eskişehirspor’un Gençlerbirliği deplasmanı da olaylı geçmişti. Buna göre, Es-Es; kendi evinde oynaması gereken Denizlispor maçını Afyon’da, Samsunspor maçını ise Adapazarı’nda oynayacaktı.

Bu arada puan cetvelinde Eskişehirspor’un durumu da hayli dikkat çekiciydi. Ligin dördüncü haftası sonrasında, takım; bir galibiyet, iki beraberlik ve bir yenilgi almıştı. On dokuz takımlı ligde, 4 puanla dokuzuncu sıradaydı. Asıl ilginç olan ise attığı gol sayısıydı. Dört maçta sadece bir gol atmış ve attığı bu bir golle tam dört puan almayı başarmıştı. Üstelik puan cetvelinde 12. Sırada olan G. Saray gibi bir büyük takımı bile geçmeyi başarmıştı. Yaşanan bunca olumsuzluğa rağmen umut mücadelesi devam ediyordu. Bursaspor deplasmanında alınan 2-0’lık yenilgiye rağmen, olumlu bir takım gelişmeler de vardı.

İdari Mahkeme, Eskişehirspor’a verilen iki maçlık ceza ile ilgili olarak yürütmeyi durdurma kararı aldı. Bu karara göre, kulübün cezası 90 günlük süreyle ertelenmişti. Yani Samsunspor maçını kendi evinde oynayabilecekti.zalad1

Samsunspor ile Eskişehirspor’un mücadelesi golsüz beraberlikle sonuçlandı. Samsunspor, kazanmış olduğu bir penaltıyı Tanju ile kullandı ama Bay Gol Tanju Çolak, penaltıyı kaçırdı. Maç sonu yorumlarında lider Samsunspor’un kaleciye takıldığı söylemi ağırlıktaydı. Türk futbol tarihinde çeşitli sebeplerle büyük yeri olan Eskişehirspor kalecisi Zalad, Tanju’nun penaltısını da kurtararak, lidere geçit vermemişti. Manşetlerin diliyle; lider Samsunspor, Zalad’a takılmıştı… Bir önceki seneye göre farklı kulübelerde bulunan, takımları değiş tokuş eden hocalar yenişememişti. Samsunspor’un hocası Mitroviç, üzgündü. Penaltının kaçması ile üç puan elinden kayıp gitmişti. Fethi Hoca ise Eskişehir’de Samsunspor’u yenme planlarının çöküşüne yanıyordu. Yine de beraberlik onu teselli ediyordu. Öyle ya; takımı yine gol atamamış fakat liderden zor da olsa bir puan almıştı. Beraberlik sayısı üçe çıkmış, altı haftada tek gol atmasına rağmen, puanını beşe yükseltmiş, sıralamada 12.liğe yerleşmişti.

Bu maç sonrasında Eskişehirspor için yapılan değerlendirmeler hiç de iç açıcı değildi. Lig başlarken zirveye oynamak üzerine hesaplar yapan takım, sezonun ilk beş haftasında kötü bir bilançoyla karşı karşıyaydı. Çok sayıda futbolcuyu kadrosuna katmıştı ama yine de zirveye tutunamamıştı. Sakatlıklar, kırmızı kartlar, seyirci olayları, cezalar peş peşe gelmiş ve takım bunlardan çok olumsuz etkilenmişti.

Bir sonraki hafta, deplasmanda Boluspor ile oynamış ve buradan da golsüz bir beraberlik almayı başarmıştı. Beraberlik sayısı yükselmeye devam ediyordu. Yedi haftada dört beraberlik, bugünü kurtarıyordu ama gelecek için umut vermiyordu. Nihayetinde umutla beklenen gol sesi Zonguldak maçında duyuldu. Özlenen galibiyet sonunda geldi. Kendi evinde (Eskişehir) Zonguldak’ı iki golle yenmeyi (Sonuç: 2–0,Tarih: 12 Ekim 1986) başardı ve uzun süre sonra iki puanı hanesine yazdırdı. Bu galibiyetin moraliyle, bir sonraki hafta hiç umulmadık bir başarı daha yakaladı. Ligin iddialı ve dişli ekiplerinden Sarıyer’i Ahmet’in tek golüyle, hem de İstanbul’da (18.10.1986) yenmeyi başardı. O dönemin Sarıyer kulübü gerçekten de güçlüydü, kadrosunda Rıdvan Dilmen vardı. Bir döneme damga vuran etkili oyuncu Sercan vardı. Fakat Eskişehir’de kalede Zalad vardı ve fark yaratıyordu. “Sarıyer’e Es-Es Darbesi” diye atılıyordu başlıklar…eseslogo2

Kendi evinde aldığı Ankaragücü beraberliği nedeniyle galibiyet serisini devam ettiremeyen Es-Es, onuncu hafta itibarıyla 3 galibiyet, 5 beraberlik ve 2 mağlubiyet ile 11 puana ulaşmış, ligdeki 19 takım arasında sekizinciliğe değin yükselmeyi başarmıştı. Kasım ayı başında İstanbul’un devlerinden Beşiktaş ile deplasmanda karşılaşmış fakat rakibine gol fırsatı vermemişti. Golsüz beraberlik yeniden zuhur etmişti. Beşiktaş’ın hocası Milutinoviç; “Rakip savunmayı aşamadık” beyanatı verirken, spor yazarları başka şeyler söylüyordu, Beşiktaş’ın Es-Es karşısında tel tel döküldüğünü yazıyorlardı.

Kasım ayı içinde aldığı iki yenilgi, yukarıya tırmanmak adına umutları söndürmüştü. Kendi evinde Altay’a karşı 1–0 kaybetmiş, deplasmanda Rizespor’a da aynı sonuçla boyun eğmişti. Bu iki yenilgi sonrasında Eskişehirspor, yeniden zirve takımı olmak adına hoca değişikliğine sıcak bakmaya başlamıştı. Fethi Hoca da Eskişehirspor’da yaşadığı deneyim sonrasında, hâlihazırdaki durumda, bu takımı zirveye oynatmanın zor bir olasılık olduğunu görüp kabullenmişti. Bu sezon için Es-Es adına zirve hesabı yapmak gerçekçi bir hedef değildi. Seyirci olayları, cezalar ve sakatlıklar Eskişehirspor’un hedefinden sapmasına neden olmuştu ve gelecek adına da pek bir beklenti yoktu. Ancak ve ancak ligi orta sıralarda bitirebilecek, düşme derdi yaşamayacak bir takım vardı. Dolayısıyla Fethi Hoca’nın kendi hedefleriyle de uyuşmayan bir hal söz konusuydu.FETHIDEMIRCAN

Bu şartlar altında Fethi demircan, Eskişehirspor’un başında son maçına çıktı. 23 Kasım 1986 tarihinde, kendi evinde (Eskişehir) Kocaelispor’u 3–0 gibi net bir skorla devirdi ve iki puanı hanesine yazdırdı. 29 Kasım 1986 tarihinde ise beklenen açıklama yapıldı. Fethi Demircan, görevinden istifa ettiğini bildirdi. ”Beş ay hizmet ettiğim Eskişehirspor’dan yönetim kurulu ile anlaşarak ayrılıyorum” diyerek, Eskişehirspor sayfasını kapattığını belirtti. Kulüp yönetimi de kendisine teşekkür etti. Gerçekten de örnek olacak nitelikte, centilmenlik dolu bir ayrılış yaşandı.

Fethi Demircan, tam 14 hafta boyunca Kırmızı Şimşeklerin başarısı için ter döktü. Son Kocaelispor galibiyeti ile birlikte, dört galibiyet, 6 beraberlik ve 4 yenilgi yaşadı. Onun döneminde Eskişehirspor; attığı yedi gole karşılık, kalesinde beş gol gördü. Ligin dişli ekiplerine (Samsunspor, Sarıyer, Beşiktaş, Fenerbahçe) ecel terleri döktürdü, kaldı ki bu durum zaten bir Fethi Demircan klasiğidir. Büyük takımlara karşı olağanüstü dirençli bir takım meydana getirir fakat diğer takımlara karşı çok kolay yenilgi alabilir.

Eskişehirspor, ligin 14. Haftası itibarıyla, 19 takımın arasında 14 puanla, sekizinci sırada yer buldu. Lider Samsunspor’un 20 puanı vardı. G. Saray, 18 puanla ikinci, Trabzonspor ise 17 puanla üçüncü sıradaydı. Dördüncü olan Beşiktaş ile beşinci Altay ve altıncı F. Bahçe’nin puanları 16 idi ve sıralamadaki yerlerini averajları belirliyordu. Yedinci Ankaragücü ve sekizinci Eskişehirspor’un puanları ise 14 idi. Görüldüğü üzere, her ne kadar şanssızlıklar Kırmızı Şimşeklerin peşini bırakmasa da Fethi Hoca gibi deneyimli bir hocanın sayesinde, zirvenin bir adım yakınında durmayı başaran mütevazı bir ekip söz konusuydu. Eğer bir takım aksilikler yaşanmamış olsa belki de ligin zirvesinde yer bulabilecek bir Eskişehirspor’dan bahsedilebilirdi. Nihayetinde o sezon ligin ilk yarısı tamama erdiğinde, yeni gelen hoca da (Georgy Gerum) pek fazla bir şeyi değiştirememiş, takım ilk yarıyı tıpkı Fethi Hoca’nın bıraktığı gibi sekizinci sırada bitirmişti. Puanı ise 19 olmuştu. 1986–87 sezonu bittiğinde de durum pek farklı değildi, Eskişehirspor kazandığı 34 puan ile dokuzuncu sıradaydı.

Anadolu’nun efsane takımlarından birisi olan Eskişehirspor ile Fethi Demircan’ın yolları bu sezon kesişmiş ve ortaya gerçekten iddialı bir ekip çıkmıştı. Fakat yaşanan şanssızlıklar, bu takımın zirveye oynamasına mani olmuştu.eses-kupa-basbakanlik

Eskişehirspor, belirtmiş olduğumuz aksilikler nedeniyle, ligin zirvesinde yer alamasa da Fethi Demircan sonrasında, Türkiye Kupası’na (Federasyon Kupası) tutunmayı başarmış, çeyrek finalde Galatasaray’ı, yarı finalde Samsunspor’u geçmiş ve Gençlerbirliği ile final oynama hakkını kazanmıştı. Ne yazık ki finalin ilk ayağında şanssız bir şekilde farklı (5–0) yenilmiş ve rövanşta galibiyet alsa da (2–1) kupayı kazanmak için gerekli sonucu sağlayamamıştı. Buna karşın kupa ikincisiyle, lig ikincisinin karşılaştığı Başbakanlık Kupası’nda Beşiktaş’ı penaltı atışları sonrası yenerek, bu kupayı müzesine götürmeyi başarmıştı. Ligde istediğini alamayan Eskişehirspor, o sezon kupada direnmiş, müzesine hatırı sayılır bir kupa katmayı başarmıştır.

Kırmızı Şimşeklerin inatçı ruhu asla teslim olmamış, sonraki sezonlarda da İstanbul’un büyüklerine kafa tutmaya devam etmiş, pek çok başarı öyküsüne yarenlik yapmıştır.

ŞAMPİYONU TİTRETEN ANADOLU TAKIMI: RİZESPORRizesporlogo1

3 Ocak 1987 tarihinde Fethi Demircan, Rizespor Kulübü ile 1,5 yıllığına anlaştı. Rizespor’un Başkanı Turgut Yılmaz, Fethi Hoca’nın 8 Ocak’tan itibaren takımın başında bulunacağını ve Rizespor’un başarısı için ter dökeceğini açıkladı.

Fethi Hoca, genelde hep zirveye oynayan ya da zirve umudu taşıyan takımlarda teknik direktörlük yapmıştı. Çalıştırdığı takım ister Birinci Lig’de olsun, ister İkinci Lig’de, eğer geleceğe dair bir umudu yoksa eğer zirveye tırmanmak ya da zirvedekiler için çetin ceviz olmak gibi hedefleri yoksa o takımı ile Fethi Hoca’nın yan yana gelmesi dahi düşünülemezdi. Oysa o sezon, Rizespor’un hali pek de bu tanımlamaya uymuyordu. Rizespor, Birinci Lig’de var olma mücadelesi vermekteydi. Düşme hattının hemen üstünde yer almaktaydı ve oralardan bir an önce kurtulma telaşındaydı. 29 Aralık 1986 tarihinde Türkiye Birinci Futbol Ligi’nin ilk yarısı tamamlanmış, Rizespor; 18 müsabakada aldığı 6 galibiyet, 3 beraberlik ve 9 yenilgi ile ancak 15.inci sırada kendine yer bulabilmişti. Attığı 16 gole karşılık tam 32 golü kalesinde bulmuş ve 18 haftada 15 puan toplayabilmişti. 19 takımın bulunduğu ligde cehennem hattına düşmemek için gerçek anlamda bir sıçrama yapması gerekmekteydi ve bu yüzden Fethi Demircan seçimi yapılmıştı.turgut yilmaz-rizespor

Fethi Demircan ise bu sezon öyle ya da böyle Rizespor’un lige tutunacağına inanmaktaydı. Takıma yükleyeceği kondisyon ve oluşturacağı mücadeleci ekip ruhu, bu sezonu mutlak surette kurtaracaktı. Onun asıl istediği, gelecek sezon için zirve hesapları yapacak bir takımın kendisine hazırlanmasıydı. Rizespor yönetiminden beklentisi bu yönde olmuştu. Kaldı ki Turgut Yılmaz ismi nedeniyle, bu beklentinin karşılıksız çıkma olasılığı yok gibiydi. Turgut Yılmaz, başbakanlık görevinde de bulunmuş siyasetçimiz Mesut Yılmaz’ın kardeşiydi. Mesut Yılmaz, o dönemde Kültür ve Turizm Bakanı’ydı ve daha sonra Dış İşleri Bakanlığı yaptı. Turgut Yılmaz, Rizespor yönetimine 1987’nin yılbaşında gelmişti. Henüz çok yeniydi. İlk icraat olarak, takımı kurtarmak ve geleceğe dair hedefleri büyütmek amacıyla Fethi Demircan ile anlaşmıştı. Fethi Demircan ile Rizespor beraberliğinden mucize başarılar çıkabileceğine inanıyordu.

Rizespor, o sezon için amacına ulaştı. Ligi 33 puanla 13. Sırada tamamladı. Deplasmanda Sarıyer’i ve Diyarbakır’ı yendi. Kendi evinde ise Ankaragücü, Altay, Antalyaspor, G. Saray ve Fenerbahçe’yi yenme başarısı gösterdi. Tipik Fethi Demircan klasiği yine yaşanmıştı. Büyüklere geçit yoktu. G. Saray ve Fenerbahçe’yi yenen Rizespor, Trabzonspor’a da şans tanımamış ve onu golsüz beraberlikle uğurlamıştı. Beşiktaş ile İstanbul’da oynadığı müsabakada Kara Kartal’a 3–0 yenilmekten kurtulamamıştı. Sezonun finalinde Malatyaspor ile deplasmanda oynadıkları müsabaka tam bir gol düellosu şeklinde geçmiş ve Malatyaspor karşısında 7-4’lük bir mağlubiyet yaşamışlardı. Küme düşme derdi olmayan Rizespor, Malatyaspor’a karşı fazla bir direnç gösterememiş, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştı.

Mart ayı ortalarından itibaren lig sıralamasında on üçüncülükle on dördüncülüğe yerleşen ve buralarda gelgitler yaşayan Rizespor, oynadığı 36 müsabakadan 13 galibiyet ve 7 beraberlik çıkarmayı başarmıştı. Topladığı 33 puanın 18’ini sezonun ikinci yarısında kotarmıştı. Fethi Hoca, altı galibiyetle aldığı takımı, 13 galibiyete taşımış, net olarak yedi galibiyetin yanında dört beraberlikle toplamda 18 puan kazandırmıştı.

Mayıs ayı başlarında oynanan Trabzonspor müsabakasında bazı pozisyonlar nedeniyle, Başkan Turgut Yılmaz, hakemlere veryansın etmekteydi. Özellikle İzmir Bölgesi hakemlerinin Rizespor’un üzerine oynadıklarını söylemekte, bu sözleriyle de Yavuz Karaozan’ı ve Ahmet Akçay’ı işaret etmekteydi. Karaozan, Kocaeli deplasmanında Rizespor’un maçını yönetmiş ve Rizespor, bu müsabakadan 1-0’lık yenilgiyle ayrılmıştı. Akçay ise bizzat Rizespor’un kendi evinde, Rizespor’a karşı bir tutum takınmış ve Rizespor, Trabzonspor’dan koparabileceği ekstra bir puandan olmuştu. Maç golsüz beraberlikle sonlanmıştı. rize2gsaray0-1987

İkinci yarının en çok ses getiren maçları şüphesiz Fenerbahçe ve Galatasaray ile oynanan müsabakalardı. Bu iki devi de sürpriz bir şekilde dize getiren Rizespor, adından övgüyle söz ettirmiş ve galibiyetleri spor medyasında fırtınalar estirmişti. Özellikle G. Saray’ı Rize’den 2–0 gibi net bir yenilgiyle uğurlaması, İstanbul Aslanı’nı neredeyse şampiyonluktan edecekti. Ligin o haftasına kadar G. Saray’ın ve Beşiktaş’ın puanları eşitti. Şampiyonluk için birbirleriyle yoğun bir rekabet içindeydiler. On dört yıldır şampiyonluğa hasret kalan G. Saray, böylesi bir fırsatı kaçırmaktan korkuyordu. Oynanan 32 müsabaka sonucunda her iki takım da 48 puana sahipti. Rizespor ise 29 puan ile tehlike bölgesine çok yakın durmaktaydı. Tehlike hattında bulunan ve düşme korkusu yaşayan Bursaspor’un puanı 26 idi. Eğer Rizespor yakın bir zamanda güzel bir galibiyet yakalayamaz ise kendini düşme hattında bulabilirdi. Korkulu kâbus görmemek için işi sıkı tutması gerekiyordu. İşte bu şartlar altında o sezonun şampiyonu olan Galatasaray’ı yenmişlerdi. Spor manşetleri Rizespor’u göklere çıkarıyordu: “Rizespor, Cim Bom’a Dur Dedi!

Rizespor, bu galibiyet ile o haftanın en başarılı takımı oldu. Zirvede Beşiktaş tek başına kaldı. Aslan, şampiyonluk yolunda çok ağır bir yara aldı. Sezon tamamlandığında ise Rizespor’un bu başarısı, istatiksel anlamda da bir değer buldu. Şampiyonun sezon boyunca aldığı beş yenilgiden birisi bu mağlubiyet olmuştu. Aslan, sezon boyunca sadece Fenerbahçe, Trabzonspor, Bursaspor, Gençlerbirliği ve Rizespor karşısında sahadan boynu bükük ayrılmıştı. Üstelik şampiyonun bu yenilgileri hep 1–0’lık yenilgilerdi. Sadece Rizespor’unki (2–0/ 16.5.1987) farklı tarifeydi. O sezon G. Saray’a karşı en farklı, en net galibiyeti yaşayan tek takım Rizespor olmuştu. Rizespor’un lig tarihi boyunca G. Saray’a karşı aldığı galibiyet sayısının çok sınırlı olduğunu düşünürseniz (2014 itibarıyla 27 maçta 4 galibiyet), bu dönemdeki zaferin ne denli önemli olduğunu da görmüş olursunuz.

G. Saray, 14 yıl aradan sonra görkemli bir şampiyonluk yaşıyordu. O sezon, Beşiktaş’ı burun farkıyla geçerek, 54 puanla şampiyon oldular. Beşiktaş, son hafta Bursaspor’u kolay geçti ama G. Saray, Ali Sami Yen’de Eskişehirspor’u 2-1’lik sonuçla devirince, Kartal çaresiz bir şekilde, kaderine razı oldu. G. Saray, şampiyonluk yolunda ilerlerken, Samsunspor galibiyeti sonrasında işi seriye bağlamıştı. Peş peşe galibiyetlerini sürdürüyordu. Bu galibiyetler serisini deviren takım Rizespor olmuş, Aslan, Rize’de kükreyememişti. G. Saray’ın başında o dönem, Türk futbolunun gelişimine büyük katkılar sağlayan Jupp Derwall vardı.

Fenerbahçe ise o sezonu beşincilikle tamamlamış ve zirve yarışından çok erken kopmuştu. Sezon boyunca F. Bahçe’nin başında tam üç hocanın görev aldığını söylersek, ne denli kötü bir sezon olduğunu anlamanız kolaylaşır. Son beş haftaya kadar takımın başında Stankoviç vardı. Sonra 3 haftalığına Teoman Çakır görev aldı. Kalan iki haftada ise kulübede Yılmaz Yücetürk görev aldı. Rizespor, Fenerbahçe’yi ligin sondan ikinci haftasında konuk etti. Yılmaz Yücetürk’ün hoca olduğu bu dönemde, Rizespor, Sarı Kanaryaları 2–1 yenerek, İstanbul’a uğurladı.

Türkiye Kupasında ise Rizespor, çeyrek finale yükselme başarısını gösterdi. Beşinci kademede Erzincanspor’u 5–2 ve 2-1’lik sonuçlarla yendi. Altıncı kademede ise Diyarbakırspor ile kendi evinde 1–1 berabere kaldı fakat deplasmanda rakibini 1–0 yenmeyi başardı. Böylece çeyrek finale yükselen takımlardan birisi oldu. Çeyrek finalde eşleştiği Malatyaspor’u ise yenmeyi başaramadı. Kendi evinde 1–1 berabere kalırken, Malatya’da rakibine 3–0 gibi net bir sonuçla boyun eğdi. Böylece kupaya buradan veda etti. 1986–87 sezonunda Türkiye Kupasını kazanan takım ise sürpriz bir kulüptü, Gençlerbirliği; tarihinde ilk kez bu kupayı kazanmış ve müzesine götürmüştü.

YENİ SEZON: RİZESPOR DÜŞME HATTINDArizesporlogo2

Yeni sezonun başlangıcı oldukça ilginçti. Öncelikle puan sistemi değişmişti. Galibiyetin daha çok ödüllendirildiği 3 puanlık sisteme geçilmişti. Fethi Demircan gibi, çalıştırdığı takımlarda genelde beraberlik sayısı fazla olan hocalar için çok zor bir dönem başlamaktaydı. Bir galibiyet eskiden iki beraberliğe eşitken, şimdi üç beraberlik bir galibiyet demekti. Ligdeki bütün takımlarla sezonun tüm maçlarında berabere kalsanız dahi, yani hiç yenilgi yüzü görmeseniz bile düşmeyeceğinizin garantisi yoktu. Daha iyi yerlere gelmek için daha çok galibiyet sayısına ulaşmanız gerekmekteydi. Bu alışılmadık durum, özellikle ligin düşme hattında ve ortalarında yer alan takımları olumsuz etkileyecekti. Teknik kadrolar, sığındıkları 1 puanlık beraberlik sistemi doğrultusundaki eski alışkanlıklarını değiştirmek zorunda kalacaklar ve ister istemez daha atak bir futbol düşüneceklerdi. Gol demek galibiyet demekti. Galibiyet ise 3 puan.

Bu sezonu ilginç yapan bir diğer gelişme ise İdari Mahkemelerce alınan kararlardı. Geçtiğimiz sezon düşen dört takımdan Bursaspor ve Kocaelispor; sezona İkinci Lig’de başladılar fakat İdari Mahkeme’nin verdiği karar doğrultusunda tekrar Birinci Lig’e geri döndüler. Şüphesiz bu olayda, dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın da oldukça etkili olduğunu söylememiz gerekir. Bu iki takım İkinci Lig’de iki hafta bulundular ve müsabakalarını yaptılar. Birinci Lig’e geri dönülmesi kararından sonra ise fikstür/müsabaka cetveli yeniden düzenlendi. Kendi aralarında oynayacakları maçın ilk hafta müsabakası sayılmasına karar verilirken, gelen yoğun tepkiler dolayısıyla ligden düşecek takım sayısı da federasyon tarafından azaltıldı. Bu sezon 4 takımın düşmesine karar verildi. Yaşanan bu gelişme ister istemez bütün takımların kafasını karıştırdı.

Fethi Demircan ve Rizespor için işleri zorlaştıran bir başka gelişme ise Rizespor sahasının çimlendirilmesi çalışmalarıydı. Saha zemini yeni sezona yetiştirilememişti ve yaklaşık olarak hazırlık dönemi de dâhil iki buçuk ay boyunca Rizespor maçlarını dış sahalarda yapmak zorunda kalmıştı. 15 Ağustos 1987 tarihinde başlayan yeni sezonun ilk dört maçını dış sahalarda oynaması takımı olumsuz etkilemişti. Bu süreçte oynanan 4 müsabakadan iki beraberlik ve iki mağlubiyet çıkmıştı. Özellikle G. Saray karşısında alınan 5-0’lık yenilgi, çok moral bozucuydu. Geçen sezonun şampiyonunu en farklı yenen takım olan Rizespor, bu kez kendisi hezimete uğramıştı.

Oysa Rizespor lige başlarken oldukça umutluydu. Yönetim çok başarılı transferler yapmıştı. Trabzonspor’dan Hasan Vezir, Eintracht Frankfurt’dan Jurgen Pahl (kaleci), Orduspor’dan K. Turgut, Zonguldakspor’dan Tupayiç ve Rize’de yetişen Hakan Tecimer önemli isimlerdi. Hasan Vezir, o dönemlerde parlamış ve daha sonra G. Saray ile F. Bahçe’nin arasına kara kedilerin girmesine vesile olmuştu. Hakan Tecimer ise Rizespor’daki güzel futboluyla, hemen bir sezon sonra F. Bahçe’ye geçiş yapmıştı.

RİZESPOR-TRABZONSPOR: TEL ÖRGÜLER AŞILINCA

Kadro olarak tam Fethi Hoca’nın arzuladığı takım hüviyetindeydi Rizespor. Fakat ilk dört haftanın dış sahalarda oynanması ve başarısız sonuçların ortaya çıkması moralleri bozmuştu. Üstüne üstlük Eylül ayı ortalarında bir de Fethi Hoca’nın hastalığı çıkmıştı ortaya. Sol ayağındaki eski bir sakatlığı nüksetmişti.

rize trabzon olayli-mac-1987-88

Eylül ayının son günlerinde nihayet saha çimlenme çalışması tamamlandı. Rizespor, o sezon ilk kez kendi seyircisi önünde oynayacaktı. Üstelik Trabzonspor’la… Trabzonspor’un ligin dört büyüğünden birisi olmasının ötesinde bir de bölgesel Rize-Trabzon rekabeti söz konusuydu. Bu da maçın tansiyonunu oldukça yükseltiyordu.

Sonuç tabelasında 1-1’lik beraberlik vardı ama gazeteler bu beraberliğin yanına bir sözcük daha koymuşlardı: “Olaylı Maç Berabere” yazmaktaydı manşetlerde. Müsabaka bittikten sonra Trabzonsporlu taraftarların olduğu tribüne dışardan taş atılmış, bu taraftarlar da can havliyle sahaya doğru yönelmişti. Tel örgüler kırılınca da panik olan Trabzonlular kendilerini sahada buluvermişlerdi. Tahrip ve taciz rekabeti başlamıştı. Taş atanlara karşılık, kendilerini saha ortasında bulan Trabzonspor taraftarları, çimleri ve sonuç tabelasını (skorboard) tahrip etmişlerdi. Maç sonrası yapılan açıklamaya göre, yaşanan olaylarda 10 kişi yaralanmıştı. Artık Rizespor için ceza da gündemdeydi. Hem daha yeni kavuştukları sahaları mahvolmuştu hem de kaçınılmaz olarak hatırı sayılır bir ceza kapıdaydı. Bu şartlar altında ligin yukarılarını hedeflemek anlamsız bir hayaldi.

Nihayetinde bu olumsuz şartlar altında ne yenilgi bitti ne de ceza. Fenerbahçe’ye 2–0 yenildi. Kendi evinde oynaması gereken Beşiktaş müsabakasını ceza nedeniyle Ankara’da oynadı ve 3–0 yenildi. Spor kamuoyunun başlattığı bir diğer kampanya ise Fethi Demircan için bardağı taşıran son damla oldu. Güya Rizespor siyaseten kollanıyordu. Başkan Turgut Yılmaz’ın Dış İşleri Bakanı Mesut Yılmaz ile kardeş olması, bu tip dedikoduların ateşlenmesine sebep oluyordu. Rizespor, daha ağır bir ceza alması gerekirken, bir maç saha kapama ile çok ucuz sıyırmıştı. İstanbul büyüklerinin yaptığı haramiliklerde gözleri âmâ olanlar, Rizespor’a sıra gelince gözlerini faltaşı gibi açıyorlardı.

Kaleci Pahl’ın ve K. Turgut’un sakatlığı da işin tuzu biberi olmuştu. Rizespor’da çöküş başlamıştı. Eskişehirspor’u çalıştırırken karşılaştığı seyirci olaylarının bir benzerini Rize’de gören Fethi Demircan, yaptığı değerlendirme sonrasında Rizespor yönetimine istifasını sundu. Gelecek için kaygılı olduğunu, takımın zirve mücadelesi değil ancak ligde kalma mücadelesi yapabileceğini vurguladı. Hatta bu şartlarda takımın ligde tutunmasının dahi büyük bir başarı sayılması gerektiğinin altını çizdi.

İlerleyen haftalarda Fethi Hoca’nın haklılığı ortaya çıktı. Takımın başında Davut Şahin vardı. Zonguldakspor’dan büyük umutlarla alınan orta saha oyuncusu Tupayiç, zorlu Gençlerbirliği deplasmanı öncesi ülkesine kaçtı. Takımını yalnız bıraktı. Rizespor, Ankara’da ağır bir yenilgi aldı. Sonuç tam bir hezimetti: 6-1’lik bir mağlubiyetti yaşanan.

Rizespor iyice dibe doğru sürükleniyordu.

Tarihler 28 Ekim 1987’yi gösterdiğinde Rizespor’un yeni bir hocayla anlaştığını yazıyordu gazeteler. Takımın başına Alman Adolf Remmy getirilmişti. Fakat tüm sezon Rizespor için çetin geçecekti. Adeta bir varlık yokluk mücadelesi yaşanacaktı.

Sezon tamamlandığında Rizespor, küme düşmekten kıl payı kurtuldu. Ligi 16. sırada tamamladı. Düşenlere en yakın olan takımdı. Sıralamada 14–15 ve 16. Takımların puanları 46 idi. Averajla sıralanmışlardı ve bunların içinde en kötü durumda olan Rizespor’du. Düşen en son takımın (Denizlispor, on yedinci) puanı ise 45 idi.

O sezon için bu bile takdir edilecek bir başarıydı. Onca olumsuz şartlara rağmen Rizespor ayaktaydı. Umutlarını bir sonraki sezona taşımayı becermişti.

Fethi Demircan’ın Rizespor’u çalıştırdığı dönemlerde top bir türlü sahaya inmemişti. Rizespor’un gidişatını ve kaderini hap saha dışı gelişmeler belirlemişti. O güzelim kadroyla çok şey yapılabilirdi oysa. Tek kelimeyle şanssız bir dönemdi yaşanan. Hem Rizespor adına hem de Türk futbolu adına…

(Devam Edecek)

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1:Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

NERDEN ÇIKTI BU SAMSUNSPOR?samsunspor1

Türkiye’de Süper Lig’in tarihini yazanlar, 1985–86 sezonu ile birlikte gerçek bir efsanenin başladığı konusunda hemfikirdirler. Genç ama tecrübeli, ekip olmayı başarmış futbolculardan kurulu güzide bir Anadolu kulübü, şampiyonluk şansını sonuna kadar zorlamakta, tarihe not düşülmüş anlı şanlı büyük kulüpleri muhteşem bir şekilde kıvrandırmaktadır. Belki yönetim olarak büyük kulüp diplomasisine sahip olsa, şampiyonluk ipini göğüslemek işten bile değildir. Yine de zoru başarmaya çalışmak, en ileriye tırmanmaya çabalamak, geride kalan tarih sayfalarında adından ve sanından izler bırakabilmek onurlu ve meşakkatli bir iştir. İşte bu yüzden, Samsunspor’un 1985 yılından itibaren yaptıkları ve futbolseverlere yaşattıkları, tam anlamıyla gerçek bir efsane kesitidir.

Samsunspor’un seyirciyi de mest eden o önü kesilemez şahane futbol kasırgası sanki adım adım yepyeni bir şampiyon çıkaracak gibidir.  Karadeniz Fırtınası Trabzonspor’un destansı yükselişi adeta yeniden ve bir başka Karadeniz takımıyla yaşanır gibidir. Her yıl zirveye oynamakta, şampiyon olamasa bile artık adından “Büyük” diye söz ettirmektedir. Her sezon yeni bir tecrübe kazanmakta, hedefe adım adım biraz daha yaklaşmaktadır. Kaçınılmaz olarak şampiyonluk yaşanacak gibidir, kaldı ki yaşattığı heyecanla zaten tüm Türkiye’de gönüllerin vazgeçilmez şampiyonu olmuştur. Fakat öyle bir an gelir ki…samsun-kaza2

Öyle bir an ki 20 Ocak 1989 tarihinde, Malatyaspor ile oynayacakları Süper Lig müsabakasına giderken,  Samsunsporlu futbolcuları büyük bir trafik faciası karşılar. Azrail sahadadır ve efsane ayrımı yapmamaktadır. Her şey bir rüyaymış, bir masalmış gibi kalır geride. Büyülü sahne atmosferi siyah perdeyle kapanmış, hayatın ışıkları sönmüştür bir anda. Umudun yerini umutsuzluk almıştır, hayatta kalma savaşına dönüşmüştür mücadele. Bundan sonrası; var olmak ya da yok olmak arasında incecik bir sırat köprüsüdür. Büyük düşler bitmiş, varoş hayallerine geri dönüş yaşanmıştır mecburen. Hedef, mitlerdeki gibi yine ve yeniden küllerinden doğmak, yeni efsanelere konu olmaktır ama artık, menzil çok uzaktır…

Bu öyle koca bir dramdır ki tam da efsaneye yakışır rivayetler türetir. Bu büyük facia, kimilerince Samsunspor tehlikesini bertaraf etme amaçlı bir komplo olarak yorumlanır. Türkiye halkı, gönlüne yerleştirdiği bu güzide insanlara günlerce, aylarca gözyaşı döker. Büyük takımların yapamadığını Azrail yapmış, efsane Samsunspor’u yok etmiştir.

1985–88 yılları arasında büyüklere karşı tartışılmaz bir üstünlüğü vardır Samsunspor’un. Özellikle de Fenerbahçe’ye karşı! Bu tarih aralığında, Fenerbahçe ile oynadığı dokuz resmi maçta, sadece bir yenilgi almış, ilk altı maçtan beşini kazanırken kalesinde gol dahi görmemiştir. Toplamda 14 gol atıp, 3 gol yemiştir. Hatta 4-0’lık galibiyetleri sonrası, İstanbul minibüsçülerinin “arkayı fenerleyelim abiler” tarzında günlük espriler ürettiği görülmüştür. Bunun yanında, aynı dönemde Beşiktaş’a karşı oynadığı yedi maçı da kaybetmemiştir. Trabzonspor’a ise kendi evinde (Samsun’da) hiç galibiyet şansı tanımamıştır. Şansı tutmayan tek büyük takım Galatasaray olmuştur. Samsun Yolspor’dan gelen gencecik bir çocuk, adı Bay Gol diye geçen Tanju Çolak; Kral Metin Oktay’ın tahtına aday olmuştur.Metin-Oktay-TanjuveOktay

İşte böyle bir efsanevi dönemin başlangıcını yapmıştır Fethi Demircan!

Elbette futbolcusu, yönetimi teknik ekibi ve taraftarıyla bir yürek olmak, gerçek bir takım oluşturabilmek; işin asıl boyutudur.

Sezon başlamadan hemen önce, 10 Ağustos 1985 tarihinde, Fethi Demircan; Milliyet Gazetesi’nde “İngiltere’de ve Bizde Milli Takım Olayı” başlıklı bir yazı yayımlar ve ülkemizin milli takım anlayış ve felsefesine çeşitli eleştiriler getirir. Kendi dönemi de dâhil olmak üzere, nelerin değişmesi gerektiğine dair yorumlar yapar, geleceğe ışık tutmaya çalışır.

Eylül ayına girilmesiyle birlikte, lige de (1985–86 Sezonu) başlanır. İkinci Lig’den yeni gelmiş bir takım için çok zor bir başlangıç karşılar onları. İlk rakipleri G. Saray’dır. İstanbul’da oynanan bu müsabakada, Savaş’ın kırmızı kart görmesiyle, on kişi kalır Samsunspor ve fazla direnemez. G. Saray’ın 3-0’lık üstünlüğüne boyun eğer. Sonrasında ise Rizespor’a karşı patlama yaşar, maçı 3–0 alır, Bay Gol sahneye çıkar. Yine de ligin yeni takımı olmanın çekingenliği yaşanır. Birkaç hafta tutuk ve tutarsız oyun sergilenir, dördüncü haftada hanesine 2 galibiyet ve 2 mağlubiyet yazılmıştır. Sıralamada yedincidir. Altıncı haftaya gelindiğinde yükseliş başlamıştır; 3 galibiyet, 1 beraberlik ve 2 mağlubiyetle ligin üçüncü sırasına atmıştır kendisini. Önünde Eskişehir ve Galatasaray vardır. O günlerde, Samsunspor’dan Orhan, Milli Takım için davet alır. Bu davet, doğru yolda olduklarının bir göstergesidir.

Beşiktaş ile İstanbul’da 12 Ekim’de oynanan müsabaka, ligin yeni ekibi Samsunspor’un gerçek gücünü göstermesi açısından son derece önemlidir. Spor manşetleri bu maçın ardından şöyle çıkar: “Beşiktaş penaltıyla kurtuldu. Bjk:1-Samsun:1

Ekim ayı onlar için güzellik ayı olur. Bay Gol, Tanju Çolak; neredeyse her hafta, gazetelerin seçtiği en iyi on birde yer almaktadır. 27 Ekim’de deplasmanda Ankaragücü’nü 1-0’la geçmeyi başarırlar ve Ankara’da liderlik koltuğunu devralırlar. Dokuzuncu hafta itibarıyla, hanesine 5 galibiyet, 2 beraberlik yazdırmış, ilk haftalarda aldığı 2 mağlubiyete karşın ilerleyişini sürdürmüştür. Hemen arkasında yine iki Anadolu takımı vardır; Sarıyer ve Gençlerbirliği. Yalnız, unutmayın, bu Sarıyer; Rıdvan Dilmen’li Sarıyer’dir ha!dort-buyuk-araniyor-1985

Gazeteler, ertesi gün (29.10.1985)çok çarpıcı bir spor manşeti ile çıkar: “Dört Büyükler Aranıyor.” Zirveye en yakın büyük takım, Trabzonspor’dur ve beşincidir. Beşiktaş ve birer maç eksikleri olan Fenerbahçe ile Galatasaray, ligin orta sıralarındadır. Samsunspor’un hocası Fethi Demircan, adeta keyif çubuğu tüttürmektedir: “Liderlik çok güzel. Bu fark ve başarı kolektif çalışmanın ürünüdür. Başarımız sürekli olacak.

Kasım ayı içinde de başarı grafiği aynı şekilde sürmektedir. Milli takıma iki kişi daha verilmiştir; kaleci Fatih ve golcü Tanju! Milli takımın en önü ve en arkası Samsunspor’ludur artık. Ayrıca, 10 Kasım’da bir sevindirici haber daha gelir; Futbol Federasyonu’nun o dönemki uygulaması gereği, 4 haftada 8 gole ulaşan Samsunspor’a bunun karşılığında para ödülü verilir. Kazanılan bu 6 milyon lira, kulübü maddi olarak güçlendirir.

12 Kasım’da bir hoşluk, bir güzellik daha yaşanır. Türk futbolunun ve G. Saray’ın efsane ismi Metin Oktay, çok nazik bir jest yapar Tanju Çolak için. Tamı tamına 33 gol attığı ayakkabılarını yeni nesil golcüye armağan eder. Sanki eski efsane, yeni efsaneye yolun açık olsun, yüreğim seninle der gibidir. Sanki aralarında bir devir-teslim töreni yapılıyormuş gibidir. Yeni efsane, eskisinden el alıyor gibidir. Tanju, bu nazik jeste, gurur ve onurla karşılık verir: “Metin Oktay’ın izindeyim!

HASBİ MENTEŞOĞLU: DEPSUNLAR DOPU, ALSUNLAR PARAYU!hasbi mentes1

26 Kasım itibarıyla 12.hafta oynanmıştır ve liderlik hala Samsunspor’un hegemonyasındadır. G. Saray, ikinciliğe, F. Bahçe ise üçüncülüğe yerleşmiştir ve Samsunspor’un açığını kollamaktadırlar. Samsunspor, galibiyet sayısını 7’ye, beraberlik sayısını 3’e çıkarmış ve puanını 17’ye yükseltmiştir. İlk üç sıranın puanı aynıdır, sıralamayı averaj belirlemektedir.

Samsunspor’un bu mütevazı yükselişi ile birlikte, kulübün başkanı Hasbi Menteşoğlu (1938–2002) da Türkiye’nin gündemine oturmuştur. Futboldan hiç anlamayan ama etrafındakilerin etkisiyle kulüp başkanlığına soyunan Hasbi Başkan, kendisine özgü, kaba ama hoş şivesiyle futbolcularını motive etmekte, dört büyüklere bıyık altından gülümsemektedir. Onun özlü sözlerinden birisi de şu olmuştur: “Depsunlar dopu alsunlar parayu!

Onun başkanlığı döneminde Samsunspor, maddi olarak yokluk yaşamamış ve hep zirveye oynamıştır. O ise Samsunspor gibi bir futbol güzelliğiyle gündeme gelmenin bedelini ağır ödemiş ve ilerleyen dönemlerde hayali ihracat hikâyelerine konu olmuştur. Kim bilir, belki bu denli namlı, şöhretli olmasaydı, üstüne bu kadar kolay gidilmezdi. Tüm olumlu ve olumsuz yönlerine karşın Türkiye halkının sevdiği, sempati duyduğu ilginç bir başkan tiplemesi olarak yüreklerde yeri olduğuna inanıyorum.

Aralık ayının başında Samsunspor, Denizli deplasmanından yenilgiyle (2–0) ayrılır ve bir anda zirveden beşinciliğe düşer. Puanı 17’de kalmıştır, G. Saray,19 puanı ve bir maç eksiğiyle yeni lider olmuştur. Liderin arkasında ise F. Bahçe, Eskişehirspor ve Beşiktaş vardır. Bir hafta sonra, kendi evinde Kayserispor’u 3-0’la geçince, yeniden zirveye doğru tırmanışa geçer, averajla ikinciliğe oturur. Lider, yine 20 puanı ve maç eksiğiyle, G. Saray’dır. Beşiktaş ve F. Bahçe ile birlikte 19 puanı bulunan Samsunspor, onları gol üstünlüğüyle geçmektedir. Aralık ayı boyunca ikincilikle, beşincilik arasında gelgitler yaşanır hep. Malatyaspor’a deplasmanda 2–0 yenilince; beşincilik, sonraki hafta alınan sonuçla üçüncülük sırasına geçer.

BORDEAUX’U ELEYEN FENERBAHÇE, SAMSUN’DA HEZİMETE UĞRUYOR!

Fenerbahçe’nin Avrupa Kupalarında aldığı en başarılı sonuçlardan birisi 1985 yılında Fransız devi Bordeaux’u Şampiyon Kulüpler Kupası’ndan eleyişidir hiç kuşkusuz. Dönemin efsane futbolcularından oluşan (Tigana, Giresse gibi) kadrosuyla, tam anlamıyla göz korkutan bir ekipti Bordeaux. Herkesin hezimet beklediği bir maça çıkmıştı Fenerbahçe. İşte bu maçtan yüzünün akıyla galip ayrılmış, Fransız devini 3–2 yenmeyi başarmıştı. Daha sonraki süreçte de (2 Ekim 1985) rakibi ile 0–0 berabere kalacak ve tur atlayacaktı. 18 Eylül tarihinde koskoca Fransız devini alaşağı eden Fenerbahçe, 22 Aralık tarihinde Samsunspor’la karşılaşıyor ve Samsun’da kelimenin tam anlamıyla darmadağın oluyordu. Maç bittiğinde, skor tabelası 4-0’lık bir sonucu gösteriyordu. Fakat bir yanlışlık vardı, galip gelen F. Bahçe değil, Samsunspor’du. Koskoca bir Avrupa devini harcayan F. Bahçe, Karadeniz’in hırçın çocuğu Samsunspor karşısında tutunamamış, Türkiye liglerinde hiç de alışık olmadığı ağır bir yenilgi almıştı.

Futbol tarihçileri, bu yenilginin Fenerbahçe için o zamana kadar (lig tarihinde) yaşadığı en ağır ikinci yenilgi olduğunu söylüyorlardı. 18 Aralık 1960 tarihinde, G. Saray karşısında aldığı 5-0’lık yenilgiden bu yana böyle bir sonuç, ne görülmüş ne de duyulmuştu. İşte Samsunspor, zaman içinde alışkanlık haline getirdiği F. Bahçe serisi galibiyetlerine böyle başlamıştı.22-Aralik-1985 Samsunspor-Fenerbahce

Ertesi gün gazetelerin spor manşeti “Fenerbahçe Battı: 4–0” şeklinde endam-ı arz ediyordu. Bu maç sonucuyla Samsunspor, zirvedeki üçüncülüğünü (16. Hafta) sağlama alıyor, 21 puana ulaşıyor ve zirvedeki G. Saray ile Beşiktaş’a “dikkatli olun, takipteyim” diyordu.

Yılın son günlerinde merhum Başbakan Turgut Özal’a yılın en önemli spor olayı hangisidir diye soruyorlardı. Başbakan Özal, gayet alicenap bir şekilde, hem F. Bahçe’nin Bordeaux’u yenip elemesinin, hem de aynı Fenerbahçe’yi Samsunspor’un 4–0 gibi bir ağır sonuçla ezip geçmesinin, yılın en önemli iki büyük spor olayı olduğunu söylüyordu.

Fakat Fenerbahçe galibiyeti, Samsunspor’a bir uğursuzluk getiriyordu. Ya da bir büyük takımı farklı yenmek, takımda şımarıklığa varacak denli bir özgüven yükselmesine neden oluyordu belki. Çünkü bu maçtan sonra, ilk yarının kalan iki maçında da sahadan istediğini alamadan ayrılıyordu kırmızı-beyazlılar. Deplasmanda Gençlerbirliği ile 1–1 berabere kalıyorlardı. Kendi evlerinde kardeş takım Orduspor’a karşı alınan o, 1-0’lık yenilgi ise çok ağırlarına gidiyordu.

İlk yarı tamamlandığında, aldıkları yenilgi sayısı 5’e çıkıyordu. Beşiktaş, 27 puanla liderlik koltuğuna otururken, bir maç eksiğiyle G. Saray, ikinci (25 Puan) ve F. Bahçe üçüncü (23 Puan)sıraya yerleşiyordu. Samsunspor ise 22 puan ile dördüncü sırayı kabullenmek zorunda kalıyordu. Tanju Çolak ise ilk yarıda attığı 20 gol ile gol krallığında emin adımlarla ilerliyor ve ilk yarının futbolcusu seçiliyordu.

İlk yarıdaki futboluyla sporseverlerin beğenisini kazanan, dört büyüklerin imrenerek izlediği bir oyun ortaya koyan Samsunspor, aldığı çok farklı sonuçlarla da adını zoraki manşetlere yazdırmayı başardı. İlk yarıda 6-0’lık Zonguldakspor galibiyeti ile birlikte, 4-0’lık Sakaryaspor ve Fenerbahçe zaferleri, taraflı tarafsız herkesin dikkatini çeken sonuçlardı. İlk yarı sonrasında yapılan bir Samsunspor değerlendirmesi şöyleydi:

Teknik direktör F. Demircan, kendilerini çok iyi tanıdığı futbolcularına, imkânlar dâhilinde modern futbolun saha içi uygulamasını en iyi şekilde yaptırma çabası içinde oldu. Demircan, böyle bir uygulama içine girerken, hemen hemen her maçta takımını atak ve cesur bir futbola yöneltmeye çalıştı. Nitekim böyle olduğu içindir ki olumlu ve cesur futbol sonunda 18 maçta 34 gol ortaya çıktı. Kısacası Samsunspor’un 6-0’lık Zonguldakspor,  4-0’lık Sakaryaspor ve Fenerbahçe galibiyetleri başta olmak üzere, tüm galibiyetleri ve hemen hemen attığı tüm goller bir tesadüfe bağlı değil, kırmızı-beyazlı takımın birlik ve beraberliğe dayanan güzel futbolunun getirdiği galibiyet ve gollerdi.

Samsunspor’u geçmişte o kudretli, şampiyonluklar kovalayan Trabzonspor’un yolunda gördük.

Anlayacağınız, Samsunspor; şampiyonluk yolunda inatla ilerliyor, ısrarlı bir şekilde, dört büyüklere kafa tutmaya devam ediyordu.

Türkiye Birinci Liginde fırtına gibi esen Samsunspor, Türkiye Kupası’nda aynı başarıyı gösterememiş, daha çeyrek finale dahi gelemeden (5. Kademe), (Tanju’nun oynamadığı maçta) Kayserispor’a 2–1 yenilerek, kupaya veda etmişti.

1986: EN BAŞARILI YERLİ ANTRENÖR FETHİ DEMİRCAN

Sezonun ikinci yarısı yine zorlu G. Saray müsabakasıyla başlıyordu. Bu kez Samsunspor, kendi evinde mücadele edecekti. G. Saray’ın başında Derwall vardı. Fethi Demircan, eski takımı olan G. Saray kafilesini ve Bay Derwall’i karşılıyor, onlarla yakından ilgilenip misafirperverlik gösteriyordu. Antrenman sahası ihtiyacı olan G. Saray’a kendi sahalarını öneriyordu elbette şakayla karışık söylenen tek bir şartla: “Sahamızı size veriyoruz ama bizi yenmek yok.

Bu ince esprinin ardından kahkahalar yükseliyordu. Maç gününe son derece dostane bir havada giriliyordu. Fakat müsabaka bu denli dostça geçmeyecekti. Çok çetin bir mücadele yaşanacaktı. G. Saraylı Erdal’ın kırmızı kart gördüğü müsabaka 1–1 beraberlikle bitecek, bu kez İstanbul Aslanı bulduğu bir puanla yetinmek zorunda kalacaktı.

samsun-bjk 1986Rize’de deplasmanda aldığı beraberliğin ardından, Eskişehir’i bir golle geçince, üçüncülüğe terfi eden Samsunspor, elinden geldiğince burada tutunmaya çalışacaktı. Kendi evinde Trabzonspor’a geçit vermeyecek, onu da beraberlikle (1–1) uğurlayacaktı. Bu beraberlikler nedeniyle zirvedeki Beşiktaş ve G. Saray’dan kopmaya başlamıştı. Namağlup Beşiktaş, 9 Mart 1986 tarihinde Samsun’da bu unvanını bırakmak zorunda kalacak, Samsunspor ise arayı kapatmak adına az da olsa ümitlenecekti. Beşiktaş’ın hocası Stankoviç üzgündü, şampiyonluk yolunda hiç kazasız ilerlerken Samsun’a bir golle boyun eğmişlerdi. Spor manşetleri, “Beşiktaş Artık Yenilmez Değil!” diye yazıyordu. Bay Meszöly’den sonra (F. Bahçe’nin Hocası), Bay Stankoviç de Samsunspor’dan nasibini almıştı.

Bir hafta sonra çıkagelen Bursaspor deplasman mağlubiyeti, Samsunspor’un zirveyi paylaşma hesaplarına ipotek koyuyordu. Bir türlü yukarıya zıplayamamanın acısı belirgin olarak yaşanıyordu Samsunspor’da. Mart ayı sonunda eski günlerinin anısını yâd eder gibi 4-0’lık bir sonuçla geçmişlerdi Kocaelispor’u. Ama artık şampiyonluk uzak bir hayaldi. Mucize gerekliydi onlara. Bundan sonra yapabilecekleri şey, sımsıkı üçüncülüğe tutunmak ve becerebilirlerse eğer, ikinciliği kotarabilmekti.

Nisan ayı içinde Sarıyer gibi güçlü bir ekibi yenmelerine karşın, ligin dirençli ekibi Altay karşısında 3-1’lik bir bozgun yaşamışlardı. Ligin otuzuncu haftası itibarıyla G. Saray, 46 puan ile liderken, Beşiktaş; onun hemen bir puan gerisinden geliyor ve ipi göğüslemek için fırsat kolluyordu. Üçüncü Samsunspor ise zirveden kopmuş, 37 puanla sıralamadaki yerini koruma telaşına düşmüştü. Bu haftanın bir sonrasında Beşiktaş, G. Saray’ı yakalayacak ve zirveye konacaktı.tanju-colak1

Mayıs ayının başında 30 gole ulaşan Tanju Çolak, gözünü Avrupa Altın Ayakkabı ödülüne dikmişti. France Football dergisi ile Adidas’ın düzenlediği Avrupa Altın Ayakkabı ödülü yarışmasında rakipleri Ajaxlı Van Basten ve Avusturyalı Polster’di.

Ligin sonları yaklaşırken kupada yenemediği Kayserispor’u sanki intikam alırcasına görkemli bir galibiyetle, 5-0’lık bir sonuçla geçiyordu. Üstelik maç Kayseri’de oynanıyordu. Ardından Malatyaspor’u 2-0’la geçiyor ve Fenerbahçe’nin karşısına yine diri ve moralli çıkıyordu. 18 Mayıs 1986 tarihinde İstanbul’da oynanan bu mücadelede Fenerbahçe, kazandığı bir penaltıyı gole çeviremeyince, yine o mukaddes sonuca varıyordu: F. Bahçe:0- Samsunspor:1

Lig sona erdiğinde çok ilginç bir tablo ortaya çıkıyordu. Beşiktaş ve G. Saray, aynı puana sahipti. Her ikisi de 56 puandaydı. Üstelik G. Saray, namağlup tek takımdı. Bu sezon ligde hiç yenilgi yüzü görmemişti. Fakat gol averajıyla şampiyon Beşiktaş olmuştu. Beşiktaş’ın +44 averajı varken, G. Saray’ın averajı +37 idi. Samsunspor, 48 puanla üçüncü olmuş, kendi adına bir büyük başarıya imza atmıştı. Dördüncü Sarıyer’in puanı 43, ardından gelen F. Bahçe’nin puanı ise 42 idi. Samsunspor, 1985–86 sezonunu 19 Galibiyet, 10 Beraberlik ve 7 mağlubiyet ile tamamlamıştı. Son anlara kadar şampiyonluk yarışına ortak olmuş, ilk yarıda aldığı mağlubiyetler nedeniyle ipi göğüsleyememişti. Buna karşın yine de üçüncü olarak, adını lig tarihine yazdırmıştı. Türkiye İkinci Liginden, Birinci Lige yükselen ve yükseldiği ilk sezonda en başarılı, en üst dereceyi elde eden futbol takımı olmuştu. Daha önce hiçbir takım Birinci Lig’e çıktığı sezon bu denli başarılı bir grafik çizememiş, bu denli yukarılara tırmanamamıştı. Karadeniz Fırtınası Trabzonspor bile ilk sene ancak dokuzuncu olabilmişti. İşte Fethi Demircan yönetimindeki Tanju Çolak’lı kadro ki bu kadronun büyük kısmı efsane kadro diye anılır, böylesine büyük bir başarıya imza atmıştı.samsun86-fethihoca

Ligin kapsamlı bir değerlendirmesini yapan spor yazarları hiç tartışmasız bir karara varmışlardı. Ligin en başarılı yerli hocası Fethi Demircan seçilmişti. En başarılı futbolcu da yine Samsunspor’dandı. Bay Gol Tanju Çolak, attığı 33 gol ile hem ligin gol kralı hem de en başarılı futbolcusuydu. Ona en yakın isim 21 golde imzası bulunan Malatyasporlu Oktay’dı. İkinci Ligden Birinci Lige yeni yükselen ve yükseldiği sezon pek çok tarihsel başarıya imza atan Samsunspor, şampiyon olamasa da yılın takımıydı. Samsunspor, ilk kez gol kralı çıkarmış, ilk kez zirve yarışına ortak olmuş ve üçüncülük gibi çok değerli bir derece elde etmişti.

Avrupa ligleri tamamlandığında Altın Ayakkabı Ödülü’nü alan futbolcu da belli oldu. Marco Van Basten, tam 36 gol atarak bu ödülün sahibi olmuştu. Tanju Çolak, attığı 33 gol ile Bronz Ayakkabı sahibi oldu. Bu listeye giren ilk Türk futbolcu olma onurunu yaşadı ve yaşattı. Daha sonraki yıllarda Tanju Çolak, önce Altın Ayakkabı Ödülü’nü, sonra da Gümüş Ayakkabı Ödülü’nü alma başarısı gösterdi ve hepimizi gururlandırdı.

Mitrovic-SamsunsporSamsunspor yönetimi yeni sezonda Türkiye Lig şampiyonluğunda daha iddialı olabilmek için sezon sonunda hoca değişikliğini uygun gördü ve Fethi Demircan ile yollarını ayırdı.  Burada da ilginç bir durum ortaya çıktı. Samsunspor, Eskişehirspor’un Hocası olan Mitroviç ile anlaştı. Eskişehirspor da Samsunspor’un hocası olan Fethi Demircan ile. Yani sanki iki takım arasında bir hoca takası yapılmış gibi oldu.

Samsunspor’un yükseliş dönemini Milliyet Blog köşesinde yazılarıyla anlatan Blog Yazarı Şevket Çorbacıoğlu, Samsunspor için Türk Futbolunun Spartaküsü benzetmesini yapar:

Samsunspor; Fethi Demircan ile 1985-86’da başlattığı başarısını, 1986-87 sezonunda da Milorad Mitroviç ile sürdürdü.

Öylesi bir başarı çizgisi yakalandı ki, TRT, istemeye istemeye uzun haftalar ilk onun maçlarını gösterir oldu, çünkü uzun süre liderdi.  Ne zaman ki, liderlikten indirildi(evet, indirildi), TRT sunucusunun (Abidin Aydoğdu olabilir), ‘nihayet Samsunspor liderlikten indi’ şeklindeki derin nefes alışı hâlâ konuşulur. Derin nefes, çünkü futbolun efendilerinin tekerine taş koymak üzere idi Samsunspor. Kurulu ve kurgulu düzene başkaldırış idi. Futbolun Spartaküs’ü idi Samsunspor, o yıllarda. O Spartaküs, içimizdeki Marcus Crassuslar aracılığıyla çarmıha gerildi.

Emin Kar-SamsunsporSamsunspor’un gelmiş geçmiş en iyi on biri olarak nitelenen efsane kadroda kendisine yer bulan Emin Kar’ın sözlerine de yer verelim isterseniz. Samsunspor’da Kırkayak lakabı takılan ve kaptanlığa kadar yükselen bu oyuncu, o çok bilinen trafik kazasından kurtulanlardan birisi. Kurtuldu elbette ama aktif futbol yaşamı sona erdi. Çok sonraları Samsunspor efsanesini yeniden hayata geçirebilmek için başkanlığa soyundu. Bakın o mucizevi dönemleri nasıl anlatıyor:

Şimdiki futbolcular tamamen paraya endeksli, bizde ise o zamanlar forma aşkı ön plandaydı. Biz, o zamanlar, tam bir takım olmuştuk, tam anlamıyla ekiptik. O takım 4–5 milli oyuncuya sahipti. Akıllı transferlerle çok iyi bir kadro oluşturulmuştu, şimdi ise yararlı transferler yapamıyoruz. Bizler o yüzden efsane olarak anılıyoruz bugün bile.

Ayrıca şimdiki tesisler, imkânlar elimizde olsaydı, biz şampiyon olurduk. Bizim idman yapmaya sahamız bile yoktu. Ya kumlukta idman yapardık ya da Azot İşletmesi’nin sahasında. Şimdi ise 3 tane çim sahamız, saunalarımız, her futbolcuya özel odalarımız var, buna rağmen başarıyı yakalayamıyoruz maalesef.

samsunspor1985-86-lig-3ncusu

İşte Fethi Demircan Hocamızın Samsunspor ile kesişen yol hikâyesi böyle yaşanmıştı. İkinci Küme’den Birinci Lig’e yükselen mütevazı bir Anadolu ekibi, şampiyonluk yarışında söz sahibi olmuş, zirveye adını yazdırmış, haftalarca en iyi on birlere oyuncular sokmuş, dört büyükleri korkutmuş, Milli Takıma kaliteli oyuncular kazandırmış, bırakın Türkiye’yi; Avrupa’da dahi adından söz edilir bir gol kralı çıkarmıştı.

Çok daha önemlisi; taraflı tarafsız tüm futbolseverlerin beğenisini kazanmış, dilden dile dolaşan gerçek bir efsane olmayı başarmıştı. (Devam Edecek)

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1:Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

1981–1982 SEZONU: DÜZCESPOR’UN BİRİNCİ LİGE ÇIKMA ÇABASIduzcespor1

Eleme grup maçlarının bitmesi sonrasında, milli takımda yaşanan belirsizlik ortamında verdiği bir ani kararla, Düzcespor’u çalıştırmaya başladı Fethi Demircan. İkinci Lig A Grubu’nda mücadele eden Düzcespor, Birinci Lig’e yükselmeye çok istekliydi. Hatta kadrosunu epey güçlendirmiş, o dönemlerin büyük golcüsü Güvenç Kurtar’ı da ekibe katmayı başarmıştı. Deneyimli bir hoca arzuluyordu Düzcespor yönetimi. 1981 yılının Ekim ayı ortalarında, Fethi Hoca’yı kadronun başına getirerek, üst lige yükselme hedeflerine doğru büyük bir adım attılar.

İkinci Lig A Grubu, dört gruptan birisiydi ve İstanbul Bölgesi takımlarından oluşuyordu. Bu grubun en iddialı takımları Sarıyer ve Düzcespor’du.

guvenckurtar1980Bugün Düzcespor taraftarları bilirler ki o dönemki kadro ve o dönemki başarılı sezon, bir efsanedir. Düzcespor’un tarihinde, bir zirve noktasıdır. Fethi Hoca’nın Kocaelispor’da da birlikte çalıştığı talebesi Güvenç Kurtar, o yıl yine gol kralı olmuştur. Düzcespor’un golden yana bir sorunu olmamış, sadece büyük bir şanssızlık yaşamış, kıl payı Birinci Lig’i kaçırmıştır.

Düzcespor ile Sarıyer arasındaki kıyasıya mücadele sezon sonuna kadar sürdü. Mayıs ayı sonlarında, tam da sezon finaline doğru, Edirne deplasmanında alınan 2-0’lık mağlubiyet, şampiyonluk rüyasının sonlanmasına neden oldu. Liderlik koltuğunu kaybetti. Dahası, rakibi Sarıyer arayı açtı ve Düzcespor ancak ikinci olabildi. Bir büyük fırsat kaçmış oldu böylece. Bir dönemler adından çok söz ettiren Düzcespor, hayalini gerçekleştirememiş, Birinci Lige çıkamamıştı. Oysa son ana kadar her şey o kadar iyi gitmekteydi ki… Yaklaşık 20 maç boyunca yenilgi yüzü görmemişti. Edirne’ye lider olarak gitmiş ama eli boş dönmüştü. Sarıyer; oynadığı 28 maçta, 43 puan alırken, Düzcespor ancak 39 puan kazanabilmişti. Gol averajı, rakibinden daha iyiydi, Sarıyer’de bu rakam 26 iken, Düzcespor’da 27 olmuştu. Güvenç Kurtar’ın sihirli ayaklarıyla, takımın attığı gol sayısı elli biri bulmuştu oysa. İş averaja kalsaydı, belki de büyük mucize gerçekleşecekti.

fethidemircan1O sezon Düzcespor, Türkiye Kupası mücadelelerinde de oldukça başarılıydı. Altıncı kademeye kadar geldi ve yine şanssızlık eseri burada Diyarbakırspor’a elendi. İlk maçta deplasmanda 1–0 yenilmişti. Kendi evinde ise Diyarbakırspor’u 2–1 yenmeyi başarmıştı. Fakat kendi evinde rakipten yediği o bir gol, kupadan elenmelerine sebep olmuştu.

Sezon tamamlandığında, Fethi Demircan, şampiyonluğu kaçıran bir teknik direktör olarak hayli üzüntülüydü. Fırsatı nasıl kaçırdıklarını samimiyet dolu şu sözlerle açıkça ifade ediyordu:

Düzcespor’da göreve sezon içinde geldim. Takım 20 maç mağlubiyet yüzü görmedi. Edirne deplasmanına lider olarak gittik. Ne var ki Edirne’de her şey tersine döndü. Edirnespor maçını kaybetmemiz, bizi şampiyonluktan uzaklaştırdı. Evet, Düzcespor, şampiyonluğa Edirne’de veda etti. Fakat bu takımın yeri İkinci Lig değil, kesinlikle…

Düzcespor macerası da bu şekilde noktalanmış oluyordu.

KOCAELİSPOR’DA İKİNCİ DÖNEM: HAYALKIRIKLIĞIKocaelispor1

Tarihler 18 Haziran 1982’yi gösterdiğinde Fethi Demircan, Kocaelispor ile anlaşma imzalamaktadır. Kocaelispor’u Birinci Lig’e çıkaran Hoca, ikinci kez takımın başına geçecektir. Genç ve güçlü bir kadrosu olan Kocaelispor’un en azından orta sıralarda kendisine yer bulacağından emindir. Hatta sezon hazırlıkları kapsamında Fenerbahçe ile yapılan müsabakada alınan 0–0 beraberlik, bu kadronun ne denli güçlü olduğunun bir göstergesidir.

Gelgelelim daha sezon başlamadan sorunlar da başlamıştır. Üç Büyükler, Kocaelispor’un gençlerine göz koymuştur. Gazeteler, Beşiktaş’ın Metin ile, G. Saray’ın Ahmet ile ve F. Bahçe’nin de K. Turgay ile ilgilendiğini yazmaktadır. Büyük patronlar Kocaelisor’a rahat yüzü göstermemektedir.metintekin2

Bu arada Ağustos ayı sonlarında Türkiye Futbol tarihinin en ilginç transferlerinden birisi gerçekleşir. Beşiktaş, bir hülle ile Kocaelispor’un genç yıldızı Metin Tekin’i renklerine bağlar. Bu transfer için bir kuruş dahi bedel ödemez. Burada Kocaelispor yönetiminin ve eski/yeni teknik kadronun da büyük hatası vardır. Genç milli takıma kadar yükselen Metin, bir türlü Kocaelispor’un A takımında oynatılmaz, kendisi ile profesyonel sözleşme yapılmaz. Amatör olarak genç takımda bulunan Metin, Beşiktaş’ın kendisine gösterdiği ilgiyi karşılıksız bırakmazmetinTekin1. O yıl üniversite sınavları sonucu, kaydını İstanbul’daki bir okula yaptırır. Hülle de burada başlar. Amatör futbolcunun okuduğu ildeki bir kulübü seçme hakkı vardır. Daha doğrusu böyle bir kural henüz koyulmuştur. Bu durumdan faydalanan Metin Tekin, tercihini Beşiktaş’tan yana yapar ve Kara Kartal’ın Sarı Fırtınası olarak yıllarca adından söz ettirir. Beşiktaş’ın o muhteşem üçlüsünden (Metin-Ali-Feyyaz) birisi olur. Yönetmeliklerde kargaşa vardır; bir yönetmeliğe göre, Metin, Kocaelispor’undur, diğer yönetmeliğe göre ise Beşiktaş’ın. Bu kargaşadan kârlı çıkan elbette ki güçlü olandır, Beşiktaş’tır. Kocaelispor, göz göre göre bir yıldız oyuncuyu kaptırmıştır. Yönetimin acemi davranması ve genç milli kadroya yükselmiş bir oyuncusuna ciddi şekilde sahip çıkamaması sonucu, Kocaelispor, ağır bir bedel ödemiştir. Metin Tekin, 2 Eylül 1982 tarihinde, Karagümrük karşısında ilk kez siyah beyaz formayı giymiş ve Kocaelispor ile yollarını tamamen ayırmıştır.

Fethi Demircan’ın ikinci Kocaelispor dönemi ne yazık ki kötü geçmiştir. Takımın savunmadaki sorunları ve bireysel oyundan vaz geçemeyişleri peş peşe yenilgileri getirmiştir. O güzelim kadro, büyük takımların transfer kapanına yakalanmış ve bir türlü toparlanamamıştır. İlerleyen dönemde yönetimle de ters düşen (Başkan Ömer Gençal) Fethi Hoca, en sonunda görevinden istifa ederek ayrılmıştır.

Takımın başında bulunduğu yedi hafta boyunca iki galibiyet, bir beraberlik ve dört yenilgi almıştır. Sıralamadaki yeri, 5 puanla on ikinciliktir. Son olarak Beşiktaş karşısında 1-0’lık bir mağlubiyet almıştır. Fakat istifanın sebebi bu yenilgi değildir. Teknik direktörün bilgisine başvurulmaksızın yönetim tarafından bazı oyuncularla ilgili kararlar alınması, zaten zor durumda olan takımda, kontrolün iyice kaybedilmesine sebep olmuş, Fethi Hoca da bu duruma tepkisini göstermiştir. İstifa açıklamasında; Kocaelispor yönetim kurulu tarafından yapılan olağanüstü toplantıda, kaptan Mahirin süresiz kadro dışı bırakılması ile 6 futbolcunun lig kadrosundan çıkarılarak, kiraya verilmesi kararının prensiplerine ters düştüğünü ve bu yüzden istifa ettiğini belirtmiş, bu konularda fikri alınmaksızın hareket edilmesinin prensiplerine aykırı olduğunu vurgulamıştır.

Kocaelispor’daki ikinci dönemi 18 Haziran’da başlamış, 19 Ekim’de son bulmuştur. Ne yazık ki işler umulduğu gibi gitmemiştir.

Bir sonraki haftanın maçı (rakip sahada Adana Demirspor ile) için Kocaelispor hakkında yorum yapan Spor-Toto erbapları, “Bu maça banko 1 oynayınız çünkü Kocaelispor’un hocası gitti, takım bir boşluk içinde” diyerek durumu tam anlamıyla özetlemişlerdir. Bu müsabakadan 2-0’lık yenilgiyle ayrılan Kocaelispor, daha ligin başlarında, kendisini düşme hattında, on altıncı sırada bulmuştur.

Kocaelispor sonrasında sessiz bir dönem geçiren Fethi Hoca, modern futboldaki değişimleri yerinde görmek için Mart ve Nisan (1983) aylarında İngiltere’ye gitmiş, Nisan ortalarına doğru yurda dönmüştür. Londra’da Arsenal Kulübü’nün tesislerinde G. Saray’ın eski hocalarını bir araya getiren Milliyet Gazetesi’nden Nuri Çolakoğlu, onların değerlendirme ve yorumlarını okuyucularına aktarmıştır. 3 Nisan 1983 tarihindeki bu röportajın konukları Don Howe, Fethi Hoca ve Malcolm Allison olmuştur.

ÜSKÜDAR ANADOLU TECRÜBESİuskudaranadolu2

Fethi Hoca, 1983–1984 sezonu başladığında bir başka takımın başındadır. İkinci Lig’den Birinci Lig’e çıkmayı arzulayan Anadolu Spor Kulübü, Fethi Demircan ile anlaşmış ve iddialı bir ekip haline gelmiştir. 24.7.1983 tarihinde yapılan görkemli açılışta, Asbaşkan Orhan Ergenekon; hedeflerinin büyük olduğundan söz etmiş, üst lige çıkmak istediklerini ve umut dolu olduklarını dile getirmiştir.

burhan-felekVakti zamanında, bizzat Burhan Felek, bu takımın rozetini Fethi Hoca’nın yakasına gururla taktığı için, Fethi Hoca’nın bu kulübe karşı fark edilir bir ilgi ve sempatisi vardır.

O sezon İkinci Lig B Grubu’nda mücadele eden Anadolu Spor Kulübü, oldukça zorlu rakiplerle karşı karşıyadır. Lig, nefes kesen mücadelelere sahne olur. Fakat Anadolu Kulübü, bir türlü istediği başarıyı yakalayamaz. Üst sıralara tırmanacak mücadeleyi ortaya koyamaz. 17 takımın bulunduğu ligde ilk 7 maçta ancak bir galibiyet alabilir. Beraberlik sayısı ise dörttür. İlerleyen dönemlerde hafif bir kıpırdanma olsa da gelecek için umut yoktur.

On birinci hafta sonunda galibiyet sayısı 3’e, beraberlikler ise 5’e çıkmıştır. Sıralamada on üçüncülükten yedinciliğe çıkılmıştır. Mersin İdman Yurdu gibi ciddi bir rakibin olduğu bu kulvarda, durumu pek iç açıcı görmeyen Fethi Hoca, 24 Kasım 1983 tarihinde, Anadolu Kulübü ile yollarını ayırmıştır. sevketyorulmazKulüp Başkanı Şevket Yorulmaz, hocanın kendi arzusuyla ve işlerinin çokluğu nedeniyle ayrıldığını bir bildiriyle basına açıklamış ve naçizane bir şekilde nezaket göstermiştir.

Anadolu Kulübü, o sezonki kötü gidişine son verememiş, düşmekten kıl payı kurtulmuştur. Oynadığı 32 maçta ancak 7 galibiyet alabilmiş, 13 beraberlikle yakaladığı beraberlikler serisinin pek bir faydasını görememiştir. Ligi 27 puanla, ancak 15’inci sırada tamamlayabilmiştir.

Sonraki dönemlerde çok büyük karışıklıklar yaşayan bu güzide kulüp, bugün eski günlerini arar durumdadır. Daha da önemlisi, o karışık dönemlerden sonra, ortaya iki farklı Anadolu (Üsküdar) Kulübü çıkmıştır. Bunlardan birisi amatör ligde yaşam mücadelesi verirken, diğeri profesyonel ligde (3.Lig) varlığını sürdürmektedir.

Fethi Demircan, 1983 yılının Aralık ayında Futbol Federasyonu Denetleme Kurulu’nda görevlendirildi. Bu süreçte, Galatasaray’ı denetleyen grupta yer aldı.

SAMSUNSPOR EFSANESİNİ BAŞLATAN ADAMsamsunspor1

Kadrosunda Tanju Çolak olmasına rağmen, 1982–83 sezonunda İkinci Lige düşmekten kurtulamayan Samsunspor, 1983–84 sezonunda A Grubunda şampiyonluk mücadelesi vermiş fakat Birinci Lige yükselmeyi başaramamıştır. Karşıyaka ve Eskişehir’i geçememiş, grup üçüncülüğüyle yetinmiştir. Birinci Lige ait olduğunu düşünen Samsunspor, 1984–85 sezonuna büyük hazırlıklar yaparak girmiş ve üst lige çıkmayı bir onur meselesi haline getirmiştir. Bu sezon C Grubunda mücadele veren Samsunspor, 19 Haziran 1984 tarihinde hedefine uygun bir hoca seçimi de yapmış, genç ve dinamik takımı, Fethi Demircan Hoca’ya teslim etmiştir. Demircan Hoca’nın etkisi daha ilk aylarda kendisini göstermiş, Samsunspor; 29 Temmuz 1984 tarihinde Kemal Dikmen’in jübilesi nedeniyle Beşiktaş ile Samsun’da oynanan müsabakayı 1-0’lık sonuçla kazanmayı başarmıştır.

samsun1984Sezonun ilk haftalarında iki sürpriz yenilgi alsa da hedefinden şaşmamış, şampiyonluk yolunda emin adımlarla ilerlemiştir. Olaylı biten Galata-Samsunspor maçında, tek kale oynayan Samsunspor, ani kontrataklarla gol arayan Galata’ya son dakika golüyle 1–0 yenilince, futbolcular birbirine girdi ve ortalık zor sakinleşti. Bundan sonra aynı sonuçla D.Ç. Karabükspor’a da yenilen Samsunspor, bir daha yenilgi yüzü görmedi ve sezonu 2 yenilgiyle tamamladı.

Sezonun ilk yarısı bittiğinde (30 Aralık 1984), Karşıyaka lider, Samsunspor ise averajla ikinci durumdaydı. Galibiyet, beraberlik ve mağlubiyet sayıları tastamam eşitti fakat Karşıyaka’nın 6 gol fazlası vardı. İlk yarının en göze çarpan müsabakası Vefa-Simtel deplasman maçıydı. Burada Karagümrüklüler, Samsunspor taraftarına saldırmış ve taraftarlar arasında büyük bir arbede yaşanmıştı. İlginç olan ise bu maçın Karagümrük maçı değil, Vefa maçı olmasıydı.

TanjuColaksamsunsporSamsunspor, Karagümrüklülerin bu kırıcı tutumuna, ikinci yarının ilk haftalarında, onurlu bir karşılık veriyor, onları kendi evlerinde 3–2 yeniyor ve mücadelenin centilmence, sahada yapılacağına işaret ediyordu. İlk yarıyı Karagümrük karşısında 2–0 mağlup tamamlayan Samsunspor, muhteşem bir dönüşle ikinci yarı, maçı 3-2’ye getirirken, sahneye Bay Gol lakaplı Tanju Çolak çıkıyordu.

İkinci yarının ilk haftalarında liderlik koltuğuna oturan Samsunspor, sezon sonuna kadar bu koltuktan hiç mi hiç kalkmıyordu. Nereye gitse yeniyor, kim gelse deviriyordu. Mart ayının ortalarında, erken final denilen mücadelede ve hem de İzmir’de Karşıyaka’yı 1-0’la geçiyordu. Böylesi bir müsabakadan sonra, kaçınılmaz olarak olaylar yaşanıyor, Karşıyakalı futbolcular, hakem Erkan Göksel’e saldırıyordu. Fakat gerçek olan şey, Samsunspor’un doludizgin ilerlemesiydi. Durdurulamıyordu. Samsunspor koşuyor, Tanju atıyor, takım kazanıyordu…

Sezonun bitimine haftalar varken Samsunspor, şampiyonluğunu ilan ediyor, yeniden Birinci Lige yükselmenin coşkusunu yaşıyordu. Artık tüm hazırlıklar gelecek sezon içindi. Öyle ki bir ara Özkan Sümer Hoca’ya yeni sezon için teklif dahi sundular. Fethi Hoca ile devam konusunda bir tereddüt mü yaşadılar, bilemiyoruz. Fakat yeni sezonda da takım, Fethi Hoca’nın ellerine teslimdi.

1984–85 İkinci Lig C Grubunu lider tamamlayan Samsunspor, oynadığı 32 maçın 21’ini galibiyetle, 9’unu beraberlikle kapadı. Koca sezonda sadece 2 yenilgi aldı. Attığı 49 gole karşılık sadece 15 gol yedi. Elli bir puan ve +34 averajla en yakın rakibi Karşıyaka’ya tam 9 puan fark attı.

O sezon, Türkiye Kupası’nda da 4. Kademeye kadar yükselme başarısını gösterdi. İlk kademede Erzurumspor’u, ikinci kademede Giresunspor’u ve üçüncü kademede Tekirdağspor’u saf dışı bıraktı. Dördüncü kademede Denizlispor’a elendi. Kendi evinde yediği bir şanssız golü bir türlü çıkaramadı. Deplasmanda da 0-0’lık sonuç tura yetmeyince, kupaya veda etti.

O dönemlerde İkinci Lig Grup liderleri arasında İkinci Lig şampiyonunu belirleme müsabakaları düzenlenmekteydi. Bu müsabakalarda diğer grup liderlerinden Kayserispor ile berabere kalırken, Rizespor’a 2–1 yenildi. Bu sonuçlarla İkinci Lig şampiyonluğu Kayserispor’un oldu. Fakat Federasyon yine de her üç takımı şampiyon ilan etti. Kayserispor’un Başbakanlık Kupasında oynama hakkını kazandığını bildirdi.leventeris1984

O sezonki Samsunspor’da geleceğin büyük yıldızı Tanju Çolak vardı. Bunun yanında yine geleceğin en iyi İkinci Lig hocalarından birisi olacak olan Levent Eriş de futbolcu olarak bu ocaktaydı. Fatih Uraz, Emin Kar, Zafer Çabalar gibi önemli isimler de bu koca çarkın önemli birer parçasıydı. Sezonun hemen başlarında Galatasaray, Tanju Çolak’ı kiralamak istedi, Tanju da Galatasaray’a karşı ilgiliydi. Hatta 2 Kasım 1984 tarihinde, Lüleburgaz deplasmanı öncesi, Tanju; G. Saray ile antrenmana bile çıkmıştı. Fakat Samsunspor’un ille de Birinci Lig’e çıkma arzusu ve Tanju’nun kendisini bu kulübe karşı borçlu hissetmesi, işin daha da ilerlemesine mani oldu. Galatasaray ile olan aşkı birkaç yıl ötelendi. Öncelikle Samsunspor, Türk Futbolunda iyi bir yerlere taşınmalıydı, sonra transfer söz konusu olabilirdi.

Artık kırmızı beyaz bir hikâye başlamıştı, Samsunspor efsanesiydi adım adım yaklaşan…

(Devam Edecek)

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1: Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

ATEŞTEN GÖMLEK: MİLLİ TAKIM HOCALIĞI

Yetmişli, seksenli yıllarda milli takım hocası olmak gerçekten zor bir işti. Yapılan teklifi onur meselesi sayıp kabul ediyordunuz ama başınıza gelecekleri de gayet net biliyordunuz. Çünkü o dönemlerde milli takımın sadece adı vardı. Bir kulüp havası verilemeyen ve takım kurgusu çeşitli nedenlerle oluşturulamayan milli takım, teknik direktörlerin çaresizlik içinde günü kurtarma maksatlı yaptığı futbolcu seçimleriyle, tesadüfi başarılar için şansını zorlamaktan öte bir şey yapamıyordu. Milli maçlar, haydi çocuklar toplanın, öteki mahalleye gidiyoruz edasıyla yapılan mahalle maçlarına benziyordu. Kulüp takımları hep ön plandaydı ve onlardan futbolcu alıp hazırlık kampı yapmak, takım oyunu çalışmak çok zordu. Milli takımın ne bir tesisi vardı, ne bir bürosu. Ne de kendine ait idman sahası. Fethi Demircan, kendi dönemini anlatırken şu vurguyu özellikle yapmaktadır:

O dönem milli takımın ne forması, ne topu vardı. Kamp yaptığımız yerde çay, kola içmek bile problem olurdu. Hatta şartlar iyi olmadığı için bazı oyuncuların gelip beni Milli Takım’a seçmeyin dediğini hatırlıyorum. O dönemler, çok zor dönemlerdi.

O dönemlerde alınan başarısız sonuçlar için ne futbolcular suçlanabilir ne de teknik direktörler ve ekipleri. Çünkü ana sorun zihniyet sorunuydu. Tesis yokken, organizasyon yokken, plan ve program yokken, çamur sahalardan başka sahalar yokken bir başarıdan söz edebilmek elbette ki mümkün değildi. Akşama düş kurup sabaha gerçeğe uyanmaktı yapılan. Başarı için önce zihniyetin değişmesi gerekliydi. Ancak ondan sonra diğer şartlar değişebilir, yokluklar giderilebilir ve başarıya giden yol açılabilirdi. Bu anlamda, o dönemlerde milli takıma hocalık yapmış tüm teknik direktörler, gerçek manada büyük fedakârlıklar yapmış, zorluklara ve baskılara göğüs germiş ve ellerinden geldiğince, olumsuzluklardan zaferler üretmeye çalışmış cesur insanlardı.

Olayları abarttığımı düşünüyorsanız, o günlerin bazı önemli olaylarına, eylem ve söylemlerine şöyle kısaca bakarak, satırbaşlarına dokunarak, Fethi Hocamızın milli takım hocalığı dönemine geçiş yapalım isterim.

Galatasaray’da hocalık yapan Malcolm Allison’un sözlerine bir bakalım isterseniz, şunları söylüyordu İngiliz Hoca:

Her maçta 50 bin taraftar toplayan bir takımın antrenman yapacak bir çim sahası yok” ve bir başka sözü: ”Berbat sahalarda oynanan futbolunuz karşısında bir gün taraftar isyan edecek.

1975 yılının Eylül ayında rakibi Beşiktaş’ı izlemek için Türkiye’ye gelen İtalyan ekibi Fiorentina’nın gözlemcisi Biagotti, maçın oynandığı sahaya bakarak şöyle haykırıyordu:

Doğrusu sahanın toz toprak içinde olduğunu bilseydim, Türkiye’ye gelmezdim. Dünyanın hiçbir ülkesinde artık birinci lig takımları toprak sahada oynamıyorlar.

1981 yılının Şubat ayında Beşiktaş ile Bursaspor golsüz berabere kalıyor ve gazeteler şu manşeti atıyor: “Beşiktaş, Bursa’yı ve çamuru geçemedi…” Evet, doğru duydunuz, Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birisi, maçlarını çamur bir sahada oynuyor ve bu saha, milli maçlar için de kullanılıyor.

Milli takıma hocalık yaptığı dönemde (29.4.1981), (Çekoslavakya yenilgisi sonrasında) Fethi Hoca’nın da durumu özetleyen, anlamlı bir açıklaması var:

Bana soruyorlar, Çeklerin fizik gücü bizden üstün mü? Tabii ki üstün. Çünkü onlarda saha var, tesis var fakat bizde sadece futbolcu var. Saha ve tesis yok. Düşünün ki hazırlandığımız Sarıyer sahasında Şenol, Tuncay ve Muzaffer sakatlandılar. Bu da saha ve tesis bakımından nerede olduğumuzu gösteriyor. Laf kalabalığı yerine eksikliklerimizi giderme yolunu aramalıyız. Gerisi boştur.

Ayrıca tesisleşmenin önünü tıkayan bürokrasiden de bahsetmek gerekir. Malcolm Allison, G. Saray’dan ayrıldıktan sonra bu konuda şöyle bir söz sarf etmişti:

Bırakın Ali Sami Yen’i çimlendireyim dedim, bırakmadılar, bölge yapacak dediler. 15 ay geçti, bir hareket yok. Onlar yapar belki torunlarınız görür.

Milli takımın gerçek bir takım kimliği kazanamayışı, yenilgilerin ana sebeplerinden birisiydi. Bu durum, öyle iki günde bir hoca değiştirilerek çözülecek bir hâl değildi. 1980 yılının Kasım ayında Çekoslovakya ile yapılacak maç için yurt dışına giden milli takım kafilesi, yolculuğunu borç para ile yapıyordu. Elde nakit kalmadığı için Türk Hava Yolları’ndan borç bilet alınıyordu. Bir takım işleyişi olmadığı için plan ve program da yoktu, bütçe ayarlaması da…

Bir de kulüplerin dinmeyen serzenişleri vardı tabii ki! Bir büyük kulüpten futbolcu alsan niye aldın şampiyonluğumuzu etkiliyorsun, almasan; niye bizim futbolcumuzu almıyorsun, milli kadroya lâyık değil mi, söylemleri hiçbir zaman bitmek bilmedi.

1981 yılının Ağustos ayı sonlarında, Fenerbahçe meneceri Necdet Niş, Milli Takım Hocası Fethi Demircan’a veryansın ediyor. Fethi Hoca, F. Bahçeli Alpaslan ve Cem’i kendi taktik oyun kurgusu gereği, denemek istiyor. Bu oyuncuları 45 dakika izledikten sonra kadrodan çıkartıyor. Necdet Niş, haykırıyor;

Alpaslan ve Cem denenir mi? Onlar denenecek oyuncu mu?

Yahu ya o oyuncular, hocanın oynatmak istediği sisteme uymuyorsa? Milli takımın hocası Necdet Niş değil ki, o mertebedeki insana saygı duymak gerekir, oraya öylesine adam getirmiyorlar ki…

Zaten milli takım hocası bir kadro açıklamayıversin, ortalık şenleniyor hemen. Eski hocalar, yeni hocalar, menecerler, başkanlar, futbolcular ve spor yazarları başlıyorlar oradan buradan eleştirmeye. Takım daha maç oynanmadan o denli yıpratılıyor ki yenilgi için rakibe dâhi ihtiyaç kalmıyor.

mustafagunaydinTrabzonspor1982 yılının ilk günlerinde, Trabzonspor Kulüp Başkanı Mustafa Günaydın, milli takıma gönderilen oyuncular nedeniyle puan kayıpları verdiklerini söylüyor:

Puan kayıplarımızın bir başka önemli nedeni de, Dinamo Kiev ile Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasında oynadığımız maçlar oldu. Takımımız Dinamo Kiev’e karşı Rusya’da mükemmel bir oyun çıkarınca, teknik direktör Fethi Demircan, milli takıma Trabzonspor’dan birçok oyuncu almak istedi. Demircan’a futbolcularımın yorgun olduklarını ve hem milli takımda hem de Trabzonspor’da görev yapmalarının mümkün olamayacağını bildirdim. Demircan, başka çaresinin olmadığını belirtip Trabzonspor’dan tam altı futbolcu aldı. Daha sonra milli takım hezimete uğradı.

Öyle ya kulüplerin lig şampiyonlukları, milli takımlardan çok daha önemli o günlerde. Her şey kulüplerin başarısı için. Kimse Dünya Kupasına ya da Avrupa Şampiyonasına katılabilecek bir milli takım yapılanmasını gerçekçi bulmuyor, o kupaların ne denli önemli olduğunu anlamak istemiyor.

Bir gün iş o raddeye geliyor ki milli takım bir uluslararası turnuvaya gönderecek kadro oluşturamıyor. İslam Oyunlarında sahaya çıkacak 11 futbolcu bulunamayınca, Futbol Federasyonu Başkanı Mazhar Zorlu, 30 Eylül 1980 tarihinde şu demeci veriyor:

İzlanda maçı için 28 kişiyi kampa alınca avaz avaz bağıranların, şimdi 11 futbolcuyu sahaya sürebilmek için ecel teri döktüğümüzü görmelerini isterim.

yasingassarayBir de idman sevmeyen yıldız futbolcu sorunumuz var elbette. Fethi Hoca’dan önceki dönemlerden bir örnek verelim bu konuda. Gazetelere de yansımış olan Yasin örneğini aktaralım. Don Howe, bakın milli kalecimiz için neler söylemiş:

Yasin; hem fiziği hem de kaledeki duruşu ile bence Avrupa çapında bir kaleci. Ancak kendisi antrenman yapmayı pek istemiyor. Evvela eli çatladı ben İstanbul’dayken. Karşıma geldi: ‘Sir, ben idmana çıkacak mıyım?’ dedi. Ona ‘elbette ayağında sakatlık yok ki’ diye cevap vermiştim. İdmana çıktı tabii. Ancak idmandan bir şey alacağına, kuvvetleneceğine, aksine sıkıntı ile çalıştı. Sonra Torpedo maçı öncesi beş gün otel odasında yattıktan sonra sahaya çıktı… Bana kalsa oynatmazdım ama yardımcılarım istedi. Ayrıca diğer futbolcuları ve seyircileri olumlu etkileyecekti. Nitekim milli takım teknik direktörü de Yasin’den İrlanda maçında vazgeçemedi.

Milli takımda görev başındayken elinden geleni yapmaya çabalayan Fethi Demircan’ın yaşadığı bir olay da tam anlamıyla ibretlik bir manzara sunuyor bize. 7 Ekim 1981 tarihinde oynanacak olan Sovyetler Birliği milli maçı öncesi hazırlık kampı yapılıyor, çalışmalara başlanıyor ama bilin bakalım kaç kişiyle? Milli takım tam dört futbolcuyla hazırlanıyor o milli müsabakaya. Çeşitli nedenlerle, takımlar, futbolcularını geciktirebildikleri kadar geciktiriyorlar.

islamcupiElbette kaçınılmaz son, milli takıma hoca dayanmıyor. Sistem yok, altyapı yok, tesis yok, plan ve program yok. Avrupa kupalarında tutunamayan kulüpler, ülkedeki kupa başarılarıyla yetinmeyi seviyor. Uluslararası tecrübe hiç yok. O halde kaçınılmaz olarak birileri kurban edilecek. En başta da futbolcular ve teknik adamlar. Bakın o dönemlerde hem harcanan milli takım hocalarına hem de kısa sürede gönderilen kulüp hocalarına vurgu yapan yazar İslam Çupi nasıl çarpıcı bir sözle bu durumu dile getirmiş: “İran’da Şahçıları, Türkiye’de ise antrenörleri asıyorlar.

Her ne kadar yıpratıcı olsa da milli takım hocalığı yine de cazip bir yer. Kariyer defterine bu unvanı da eklemek isteyenler hiç eksik olmuyor. Üç beş maç sonra, şerefli mağlubiyetlerle görevden ayrılmak kader olsa bile milli takım hocalığına göz koyan, böyle bir görev bekleyen nice isimler var. Bunlardan kimileri daha ilk maçtan sonra, görevdeki hocaya en acımasız eleştirileri yaparak göze girmeye çalışıyor. İşte o dönemlerde de İzmirli bir antrenör olan Emin Gürler, çok ağır sözlerle Fethi Demircan’ı eleştiriyor. Fakat bu olumsuz eleştirilere tokat gibi bir cevap alıyor. Cevabı veren Fethi Hoca değil, daha önce onunla birlikte görev yapan Özkan Sümer:

Biz hatalarımızı gizlediğimiz sürece bir yere varamayız. Hangi antrenör bulunduğu kente tesis kazandırmaya çalışıyor? Bu hepimizin ayıbıdır. Türkiye’de açlıktan ölen yoktur. Ama haysiyetsizlikten ölen çoktur. Birbirimizi horlayarak, karalayarak; birbirimizin yerine göz dikerek bir yere varamayız. Birbirimize saygı duyup sahip çıktığımız sürece varlığımızı kanıtlayabiliriz. Hak ve kabiliyetlerin emrettiği yoldaki mücadele şereflidir.

İşte o dönemlere damgasını vuracak, o dönemleri en açık şekilde ifade edecek bu çarpıcı sözleri bir meslektaşını korumak adına sarf ediyor Özkan Sümer.

ŞEREFLİ MAĞLUBİYETLERLE ÇİZİLMİŞ HAZİN TABLO

ozkansumer1 Kasım 1980 tarihinde milli takımın başına getirilen Özkan Sümer ve onunla eş yetkili hoca olarak görev yapan Fethi Demircan, şöylesi bir tabloyla karşı karşıya idiler:

Almanya’nın tanınmış futbol dergilerinden Fussball-Aktüell dergisi tarafından yapılan Avrupa uluslararası milli futbol takımları 1980 yılı başarı klasmanında Türk Milli takımı 34 ekip arasında sonuncu sırayı almıştır. Başarı klasmanında Lüksemburg, İsrail, Arnavutluk, Kıbrıs, Finlandiya ve Malta Türkiye’nin üzerindeki sıraları paylaştı. 1980 yılında, yaptıkları karşılaşmalardan tek bir puan bile çıkaramayan ekipler ise Malta ve Türkiye olmuştur.

Takvimler 18 Ekim 1980 tarihini gösterirken, spor basını milli takımın acınası durumunu dile getirmekteydi. Sabri Kiraz yönetimindeki milli takım, son 3 hafta içinde yapmış olduğu 3 müsabakada tam 9 gol yemiş, sadece 2 gol atabilmişti. Libya’dan 2 gol ve İzlanda’dan 3 gol yenmiş, sonrasında Galler’den yenen 4 gol ise bardağı taşıran damla olmuştu.(Suudi Arabistan ve Malezya’ya karşı alınan 3-0’lık galibiyetler pek önemsenmedi.) Seyirci; Cardiff’te “Yeter artık” diye bağırır hale gelmişti bu manzara karşısında. Federasyon, tepkilere dayanamamış ve Sabri Hoca’nın görevine son vermişti. Artık yeni bir hoca arayışı başlamıştı. Ahmet Suat Özyazıcı, yapılan teklifi nazik bir şekilde geri çevirince, Muhtar Tunçaltan’a yöneliyordu ilgililer. On, on beş günlük bir arayıştan sonra milli takımın yeni yapılanması oluşturuluyordu.

Milli takımın hocalığına Özkan Sümer getiriliyordu, yardımcılığını ise Fethi Demircan yapacaktı. Teknik danışmanlık görevi ise Fenerbahçe’nin hocası Rausch’a veriliyordu. Yakın plandaki Çekoslovakya maçı öncesi milli takımı bu üçlü hazırlayacaktı. Her üç hoca da bu işi fahri olarak yapacaklardı. Yani hâlihazırda çalıştırdıkları takımda görevlerini sürdüreceklerdi. Fethi Demircan, hem Bursaspor’daki görevine devam edecek hem de milli takıma katkı sunacaktı.

Bu üçlü yapı daha işin başında sallanmaya başlıyordu. Futbol Federasyonu Başkan Vekili Doğan Andaç, milli takımda Özkan Sümer ve Fethi Demircan’ın eşit şartlarda, yani eş yetkili olarak, görev yapacaklarını açıklayınca; Özkan Sümer; “Futbol Federasyonu tarafından ihdas edilen ve bana verilen görevde yetki eşitliğinin mümkün olmayacağı ortadadır. Bu konuda daha işin başında tartışmalara girmek üzücüdür” beyanında bulunuyordu. Federasyon bu konuda biraz bastırınca, Özkan Hoca; “Milli takım çalışmalarını F. Demircan ile birlikte yürüteceğiz. Kendisi yardımcım değil, en az benim kadar yetki sahibidir” açıklamasıyla, tartışmalara son noktayı koyuyordu.

Eş yetkili hoca kavramı, Türkiye insanı için sorunlu bir kavram olarak algılanır genelde. İnsanlar, herhangi bir göreve geldiklerinde ya da getirildiklerinde tüm günahları ve sevapları kendi hanelerine yazdırmak isterler. Paylaşımlı yönetim, bizde, tartışmaları ve fikir ayrılıklarını büyütür. Başarıdan ziyade, başarısızlığa payanda olur. Siyasette de koalisyon hükümetleri en başarısız hükümetler olagelmiştir bu yüzden. Her ne kadar Özkan Sümer, durumu kabullenmiş olsa da ülkemiz insanının yabancı olduğu bu eş yetki kavramı kargaşası, uzunca bir vakit sürecekmiş izlenimi vermektedir. Fakat federasyonun imdadına, Fethi Hoca’nın almış olduğu ceza yetişir. Fethi Hoca, Gaziantep’te oynanan Gaziantep-Bursaspor maçında hakem Cumhur Demir’e söylemiş olduğu kötü sözler nedeniyle 3 aylık bir ceza alır. Merkez Ceza Kurulu’nun vermiş olduğu bu ceza, milli takımdaki görevi için de uygulanır. Hem de nasıl, son anda Çekoslovakya maçı kafilesinden çıkartılarak. Yani tebligat son anda yapılır, bir büyük ayıp işlenir.

Böylece Federasyon zaten hocalar arasına bir hiyerarşiyi otomatik olarak koymuş oluyordu. 16 Aralık 1980 tarihinde milli affa uğrayıp yeniden göreve davet edilinceye kadar Fethi Demircan, milli takımdan uzaklaştırılmıştı.

Özkan Sümer Hoca da şerefli mağlubiyetler serisine dur diyememişti. Eksi 12 derecede oynanan Çekoslovakya maçı, 2–0 mağlubiyetle sona ermişti. Spor medyası, fark yemediğimiz için mutluydu. Üstelik milli kadro, oynadığı futbolla göz doldurmuş, gelecek adına umut vermişti. Oyun beğenilmişti ama yine de yenilgiden kurtulamamıştık. Az fark ve geleceğe dair umut, tesellimiz olmuştu.

Bu maç sonrasında da istifa dedikoduları ve beklentileri ile Özkan Sümer yıpratılıyor, arada bir ‘istifa etmedim, görevimin başındayım’ açıklaması yapmak zorunluluğu hissediyordu. Hiyerarşi sorunu da çözülmüştü, basın, Özkan Sümer hoca için Milli Takım Baş Antrenörü tanımlamasını kullanıyordu. Eş yetki paylaşımı sonlanmıştı.

Mart 1981 ayı sonlarında kendi evimizde Galler karşısında almış olduğumuz 1-0’lık mağlubiyet, Özkan Sümer Hoca’nın da istifasını hazırladı. Galler’e burada yenilmiş ve onu kendi elceğizimizle İspanya’daki Dünya Kupası’na uğurlamıştık. Dünya Kupası Elemeleri 3. Grupta mücadele eden takımımız, oynadığı dört maçtan puan çıkaramadığı gibi, yediği 10 gole karşılık ancak ve ancak bir gol atabilme kabiliyetini göstermişti. İstifa sesleri Özkan Hoca’yı çileden çıkarmıştı, ‘golü kaçıran ben miyim, istifayı düşünmüyorum’ dese de kaçınılmaz son çok yakın bir zamanda yaşanacaktı. Grubumuzda dörtte dört yapan Galler, birinciydi. Sovyetler ikinci, Çekoslovakya üçüncüydü. Dördüncü İzlanda’nın ardından son sırada Türkiye bulunuyordu.

Hemen bir gün sonra istifa süreci gerçekleşmişti. 28 Mart 1981 tarihli gazeteler, Özkan Sümer’in istifasının kabul edildiğini, Milli Takım Teknik Direktörlüğü’ne Fethi Demircan’ın getirildiğini yazıyordu. Dağ gibi bir hoca olan Özkan Sümer de ateşten gömleği giyiyorum diyerek başladığı yolda heba olmuş, milli takım değirmeninde öğütülmüştü.

FETHİ DEMİRCAN’IN TEK MAÇLIK DÖNEMİ

Milli takımın Fethi Demircan’lı dönemini dört bölüme ayırabiliriz. Bunlardan birincisi Özkan Sümer ile eş yetkili olarak görev yaptığı dönemdir ki zaten söylediğimiz gibi Özkan Sümer adı genel anlamıyla Milli Takım Baş Antrenörü olarak geçmektedir. Fethi Hoca, bu bölümde milli takıma katkı sunmuş olsa da yardımcı hoca olarak kabul görmektedir. İki maçlık serüven, Özkan Sümer hocamızın hanesine yazılmaktadır.

Fethi Hocamızın milli takımdaki ikinci dönemi, 27 Mart 1981 tarihinde, Özkan Sümer’in istifasının kabulüyle başlar. Bu dönemde Fethi Hoca, federasyon ile Nisan ayı sonuna kadar olmak kaydıyla, bir maç üzerinden (Çekoslovakya maçı) anlaşmıştır. O da milli takım önemli bir maç öncesi ortada kalmasın, sahipsiz durmasın diye. Fakat federasyon yetkililerine, eğer kulübü Bursaspor izin verirse, Nisan ayı sonrasında da milli takımda göreve devam edebileceğini bildirmiştir. İşte bu bir maçlık dönem, Fethi Demircan’ın milli takımdaki ikinci dönemidir. Yardımcısı Nevzat Güzelırmak olmuştur. Ümit Millilere ise Erkan Kural bakmıştır.

CekoslavakyamaclariornegiFethi Demircan’ın milli takımın tek yetkilisi olarak görev başında bulunduğu ilk maç olan Çekoslovakya müsabakası, 15.4.1981 tarihinde, Ali Sami Yen Stadı’nda oynandı. Ne yazık ki makûs talihimiz değişmedi. Yediğimiz 3 gol ve grupta sıfır puanla yola devam ettik. Bu maç sonrasında da her yenilgi sonrası olduğu gibi benzer hikâyeler yaşandı. Hocaya eleştiriler, kadroya eleştiriler, federasyona eleştiriler…

Fethi Demircan, yapılan eleştiriler karşısında en sonunda suskunluğunu bozdu ve daha önce de aktardığımız o malum sözleri sarf etti:

Bana soruyorlar, Çeklerin fizik gücü bizden üstün mü? Tabii ki üstün. Çünkü onlarda saha var, tesis var fakat bizde sadece futbolcu var. . Saha ve tesis yok. Düşünün ki hazırlandığımız Sarıyer sahasında Şenol, Tuncay ve Muzaffer sakatlandılar. Bu da saha ve tesis bakımından nerede olduğumuzu gösteriyor. Laf kalabalığı yerine eksikliklerimizi giderme yolunu aramalıyız. Gerisi boştur.

Federasyon yetkilileri Çekoslovakya maçı sonrasında Fethi Hoca’nın görevinin tamamlandığını ve milli takıma yeni hoca arayışı içinde olduklarını basına açıklar. Böylece 24.4.1981 günü yapılan bu beyanatla, Fethi Hoca’nın milli takımdaki ikinci dönemi tamamlanmış olur.

Mayıs ayı başlarında yeni bir söylenti ortaya atılır. Buna göre, federasyon yine Fethi Hoca ile yola devam etmek niyetindedir fakat Bursaspor, ligde yaşadığı zorluklar ve düşüş nedeniyle hocaya izin vermeyi düşünmemektedir. Bu gelişmeler karşısında Fethi Hoca, o dönem itibarıyla kimsenin cesaret edemediği bir karara varacak ve sadece milli takımın hocası olarak görev yapma arzusunu eyleme dönüştürecektir. İşte bu süreç, onun milli takımdaki üçüncü dönemi olacaktır.

PUANIMIZ DA YOK İDDİAMIZ DA!

Milli takım ne zaman istikrarsız seyir izlese ya da başarısız olmaya başlasa, hemen uygulamaya fahri teknik direktörlük kavramı sokulur. Başarısızlıklara alıştığımız bu dönemde de Sabri Kiraz sonrasında bu uygulama denenmiştir. Bir hoca olarak elinizde sihirli değnek yoksa eğer; öyle bir, iki maçta hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Büyüleri bozamazsınız. Teknik direktör öğüten bir değirmene dönen milli takım hocalığı, tehlikeli bir mevkidir. Birkaç maç sonra başarısız ilan edilip açıkta kalacağınız aşikârdır. O yüzden hem kariyer açısından onur duyulan, beklenen ve talep edilen bir yerdir hem de korkulan, karabasanlara sebep olan makamdır. Tehlikeli iştir vesselam. Fahri hocalık, yani başka bir takımı çalıştırırken, milli takımı da çalıştırma işi, teknik direktörler açısından bir tür güvencedir, açıkta kalmayı önleyici bir tedbirdir. Zaten 1981 yılına geldiğimizde, hiçbir hocanın bu sorumluluğu tek başına ve doğrudan almaya cesaret edemediğini görüyoruz. Özkan Sümer Hoca bile kolayca pes ettikten sonra, o makamda dirayetle durmak gerçek bir kahramanlık gösterisidir.

Fethi Demircan, tek maçlık dönem sonrası bu işin ne derece tehlikeli bir süreç olduğunu görmüştür. Bugün için bir şey yapamayacağının farkındadır ama geleceğin milli takımını oluşturabileceğine inanmaktadır. Saha, tesis, antrenman, genç kadro, maç deneyimi gibi pek çok şeyi uygulamaya sokarak uzun vadede iyi günlerin görülebileceğine inanmaktadır. Bu yüzden milli takım konusunda, federasyona, yola devam edebileceği işaretlerini vermektedir.

Takvimler 12 Haziran 1981 tarihini gösterdiğinde, Fethi Demircan’ın tek başına milli takım sorumluluğunu aldığı görülür. Zor olan bir işe soyunduğunun bilincindedir. Ya her hocanın başına gelen o korkulası kâbusları yaşayacak ya da düşlediği başarıya doğru maceralı bir yolculuğa çıkacaktır.  Fethi Hoca’nın bu gözü pek kararı, fahri takım çalıştırma modasının başladığı anda bitmesine neden olacaktır ki bu bile hem kısa, hem uzun vadede milli takım için önemli bir kazanımdır. Umuda yapılan maceralı yolculuk ise o kadar da kolay değildir. Günübirlik başarılara alkış tutan bir spor kamuoyunun o denli uzun vadeli bir sabır senedi imzalamayacağı ortadadır.

Aynı dönemde genç millilere Adnan Dinçer bakacaktır. Bursaspor’un başına ise Gündüz Tekin Onay getirilmiştir. Milli takımda, gelecek adına umut arayan bir hocayla, yepyeni bir süreç başlamıştır fakat eski hatıralar üzerinde yürüyüş devam etmektedir. Geçmişin hayaleti geleceğin başarılarına ipotek koymaya devam etmektedir.

Eylül ayına doğru girilirken, kimsenin kısa vadede başarı bekleyerek hayallere kapılmasını istemeyen Fethi Demircan, spor basınına bu durumu açık bir mesajla iletir:

Puanımız gibi iddiamız da yok, geleceğin milli takımını hazırlıyoruz.

Böylece yakın zamanda oynanacak olan İzlanda ve Sovyetler Birliği maçı için milli takımın kolayca yıpratılmasını önlemeyi, umutlanma adına zaman kazanmayı amaçlamıştır. Kısa bir dönem için hoşgörü istemiştir.

9 Eylül 1981 tarihinde deplasmanda İzlanda’ya 2–0 yenilen milli futbol takımımız, 23 Eylül’de yine deplasmanda, Sovyetler Birliği’ne 4–0 yenilmekten kurtulamamıştır. Hemen sonrasında, 7 Ekim 1981 tarihinde, bu kez kendi evimizde ve yine Sovyetler Birliği’ne 3–0 yenilmiş olmamız, kısa vadede başarı bekleyenler için hayal kırıklığı yaratmış ve öğütücü değirmenin çarkları devreye sokulmuştur. Anlaşılmıştır ki Fethi Demircan dönemi, ancak ve ancak hocanın sabrı ile sınırlıdır. Üzerine gelen baskılara ne derece dayanabileceği, görev süresinin de belirleyicisi olacaktır.

Moskova’da alınan yenilgi sonrasında, dokunsanız ağlayacak bir durumda eleştirilere yanıt vermeye çalışır. Başarısız olduğunun farkındadır ama birkaç müsabaka sonrasında yakalandığı o ağır bombardımana isyandadır, istediği umutlu bekleyiş döneminin kendisine tanınmayışına kızgındır. Çok kolay harcanışına içerlemiştir: “Ben tombaladan çıkmadım. On yıldır profesyonel kulüplerde çalışıyorum” diyerek metanetli durmaya çalışmaktadır:

Göreve geleli 6 ay oldu. Geldiğim zaman da milli takım sürekli yeniliyordu. Bu Fethi Demircan, Hasan-Hüseyin meselesi değil. Ben olmasam sonuçlar değişik mi olacaktı? Problemlerle karşı karşıyayım. Kiralık oyuncular oynamıyor, sakatlar bir yanda bir de asker oyuncular var. Bunlara da izin alamıyoruz. İskelet bozuldu diyorlar… Hangi iskelet vardı da bozuldu? Benim kadromda iki sene önceki milli takımdan yedi futbolcu var. Neyi bozmuşum? Sihirbaz mıyım? İki günde bir milli takım teknik direktörü değiştirmekle milli takım şahsiyeti kalmadı. Şimdi önümüzde Sovyetler Birliği maçı var. Sahaya yine galibiyet için çıkacağız. Ama sonuç ne olur bilemem!

KjartanssonizlandaHocasiDünya Kupası Avrupa Eleme Grubunun son maçı, İzmir, Alsancak Stadı’nda Sovyetler’e karşı yenilgiyle tamamlandığında, gruptaki tablomuz da netleşmiştir. Yenilen 22 gole karşılık, atılan bir gol ki o da penaltıdan ve koskocaman bir “sıfır” puan. Bir de İzlanda maçı sonrası Fethi Hoca, “gücümüz bu kadar” derken, İzlanda’nın hocası Kjartansson’un o alaycı sözleri var ki asıl insanın ağrına o sözler gidiyor. “Demek ki İzlanda’dan daha zayıf bir takım varmış” diyordu Karjarttson, skor tabelasındaki 2-0’lık sonuca bakarak.

Fethi Demircan, Dünya Kupası Elemelerinde kalan son dört maçın başında sahaya çıkmıştı. Zaten şansı kalmayan milli takımı, geleceğin ümit veren takımı yapmaya çalışmıştı. Daha uzun süreli hazırlık kampları yapmayı denemişti. Fakat planlamasını yaptığı bu kamp çalışmalarında kimi zaman sadece dört, beş futbolcuyu hazır bulabilmişti. Milli takımın takım ruhu kazanabilmesi, bir ekip oyunu kurgulayabilmesi için kamp yaptığı şehirlerde büyüklü, küçüklü takımlarla hazırlık müsabakaları yapmıştı. Büyük takımların bağırış, çağırışına rağmen, sistemine uygun oyuncu arayışına girmiş, beğenmediği oyuncuları geri gönderebilme cesareti gösterebilmişti. Başarı için federasyondan bazı taleplerde bulunmuş ama bundan bir karşılık alamamıştı. Yani Futbol Federasyonu da günübirlik başarıları önemsiyor, kolayca teknik direktör harcayan spor kamuoyunun dolduruşuna geliyordu. Fethi Hoca, milli takımı gerçek anlamıyla bir kulüp havasına sokmak niyetindeydi. Sahası, tesisi, topu, forması, idman sahası olacaktı. Umut veren gençlerin üzerinde durulacaktı. Çalışmaları bu yöndeydi. Fakat görülmekteydi ki ona bu şans tanınmayacaktı. Bileti kesilmek üzereydi.

Grup maçları tamamlandığında, Fethi Demircan’ın milli takımdaki üçüncü döneminin perdeleri de kapanmaktaydı. Federasyondan aldığı olumsuz işaretler üzerine, Ekim ayı ortalarından itibaren İkinci Lig’de yer alan Düzcespor’u çalıştırmaya başladı. Her an milli takım hocalığından istifa etmesi istenebilirdi.

TEKNİK KURUL DÖNEMİ: MAÇ YOKSA YENİLGİ DE OLMAZ

MilliHocalarDünya Kupası Eleme Grubunda alınan ağır yenilgiler, federasyonu da çok yıpratmıştı. Kısa vadede yapılacak pek bir şey yoktu, ilerisi için adımlar atılmalıydı. Fakat gelin görün ki sabırsız bir spor kamuoyu vardı. Onları sakinleştirip susturacak tedbirler alınmalıydı. “Gururluyum, istifa etmeyeceğim, direneceğim” diyerek,  “iki günde bir hoca değiştirmekle milli takımda şahsiyeti bırakmadınız” haykırışını yapan Fethi Hoca’yı da hemen bir çırpıda harcamaya gönülleri elvermiyordu. Mutlaka bir ara çözüm olmalıydı.

Osmanlı’da vakti zamanında göreve gelen bir Milli Eğitim Bakanı (Maarif Nazırı) hatırlarda kalacak hoş bir söz söylemiş. “Şu mektepler olmasaydı maarifi (eğitimi) ne güzel idare ederdim” demiş. Bizim futbol federasyonu da tam bu söze yakışır bir çözüm üretmiş: Zorunlu kalmadıkça, A Milli Takım seviyesinde müsabaka yapmazsak, yenilgi yüzü de görmeyiz. Şark kurnazlığıyla hareket ederek, bu fikre uygun bir yeni yapı kurmuşlar.

15 Kasım 1981 tarihinde yapılan açıklamaya göre, milli takım için üçlü bir komite oluşturulmuştur. Teknik Komite adı verilen bu komite, Fahri Somer, Sahir Gürkan ve Erdoğan Şenay’dan oluşacak ve Federasyon Başkanı Yılmaz Tokatlı’ya bağlı olarak çalışacaktır. Milli takımın geleceği için çalışacağı belirtilen komite, milli kadroyu belirleme yetkisine de sahip olacaktı. Yani açıkçası, teknik direktör Fethi Demircan’ın yetkileri tırpanlanıyordu. Milli takım için oyuncuları teknik kadro seçecek, hoca da bunları maça hazırlayacaktı. Yani Fethi Hoca, kendisi oyuncu seçemeyecek, başkasının seçtikleri ile çalışacak, onları oynatacaktı. Bu, dolaylı yoldan verilen bir işaretti. Mesaj açık ve net bir şekilde, “yakın zamanda istifa etmeni bekliyoruz hocam” anlamını taşımaktaydı.

Ayrıca, bundan sonra yapılacak maçlar, ümit milli takım üzerinden yapılacak, mecbur kalınmadıkça A milli takım düzeyinde müsabaka oynanmayacaktı. Ümit milli ve genç milliler üzerine emek harcanacak, yeni A milli takım bu genç yapılanmadan oluşturulmaya çalışılacaktı. Kısacası Fethi Demircan, artık hiç maç oynamayacak olan bir takımın teknik patronuydu.

Oysa o, federasyona tam tersi taleplerde bulunmuştu. Daha sık maçlar oynayarak, daha tecrübeli bir takım oluşturulmasını, araya genç ve yetenekli oyuncuların karılmasını, milli takıma tesis ve altyapı olanakları sağlanarak, bir kulüp havası verilmesini, daha sık bir araya getirilecek kadroyla milli takıma takım oyunu oynama kabiliyetinin kazandırılmasını istemişti. Oysa karşısında uzatmalara oynayan bir federasyon vardı. Makyajlama yaparak, hastalığı görünmez kılıyorlardı ama bu bir tedavi değildi ki… Genç ve yetenekli bir nesil yakalansa bile bu nesil mutlaka ve mutlaka tecrübesiz olacak ve bunun bedeli de yine ağır olacaktı. Bu karar; geçmiş hezimetlerin şimdilik görünmez kılınıp geleceğe aktarılmasından başka bir şey değildi.

Fethi Demircan, artık neredeyse var olmayan bir takımın başındaydı. Ortalık derin bir sessizliğe bürünmüştü. Aradan geçen birkaç ayın sonrasında, yeni yıla birkaç gün kala milli takımla ilgili yeni dedikodular kulağa çalınmaya başladı. Milli takımın başına Candan Tarhan’ın getirileceği söylenmekteydi. Federasyon Başkanı Yılmaz Tokatlı, bu haberi yalanlarken bile doğruluyor gibiydi:

Teknik kurulumuz görev başındadır. Gelecek için bazı çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar kapsamında Zonguldakspor’un hocası Candan Tarhan ile de görüşmüş olabilirler. Söylentiler tamamen yakıştırmadan ibarettir.

Yeni yıla girildiğinde, milli takımda bir hoca değişikliğinin yapılacağı artık kesinlik kazanmış gibiydi. Fethi Demircan zaten istediği ortamı bulamamış, taleplerine destek sağlayamamıştı. Bundan sonra ille de kalacağım diye diretmek anlamsızdı. 10 Ocak 1982 günü bu koltuktaki son beyanatını verecek ve istifasını sunacaktı. Basına yaptığı samimi açıklama zaten bütün gerçeği olanca çıplaklığıyla ortaya koymaktaydı:

Federasyona milli takımlarımızın çalışmaları için gerekli plan ve programları vermiştim. Bugüne kadar bir cevap alamadım. Federasyon Başkanı ile görüştüğümde, uygulanacak, planlayacağız gibisinden cevaplar aldım. Her türlü fedakârlığı yapıp görev kabul eden kişilere karşı bu tip davranışlar Türk futbolu adına yanlıştır. Artık milli takıma hizmet etmem mümkün değildir.

A Milli Futbol takımı, bir teknik direktörü daha kolayca eskitmişti. Fethi Demircan’ın hiç maç oynanmadan geçen dördüncü milli takım dönemi de sonlanmıştı. Fakat başarı hâlâ çok uzaklardaydı. Geçici pansumanlar yine tutmayacak, hezimetlerle dolu skor tabelaları uzunca bir süre bize unutulan gerçekleri hatırlatacaktı.

CoskunOzariAynı gün, gazeteler, yeni teknik direktörün adını büyük puntolarla yazıyordu. Yeniden fahri hocalık devrine dönülmüştü. Milli takımı Coşkun Özarı çalıştıracaktı. Halen Adana Demirspor’u çalıştıran Özarı, sezon sonuna kadar iki görevi bir arada yürütecekti. Milli kadronun yeni hocası olarak, ekibini 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası Elemeleri için hazırlayacak, mecbur kalmadıkça milli maç yapmayacak ve teknik komite ne derse ona uyacaktı. Ümit ve Genç Milli takımlara ağırlık verecek ve onlardan yepyeni bir A takım yaratacaktı.

Gerçekten de o yıl Eylül ayına kadar milli maç yapılmadı. 22 Eylül 1982 tarihinde Macaristan ile yapılan ilk özel maçta yine şerefli bir mağlubiyetle selamladı bizi yeni ekip. Macaristan’a 5-0’lık skorla boyun eğmiştik.

Hiç mi ilerleme olmadı derseniz, 1982 ve 1983 yılları içinde oynanan maçlarda kendi evimizde Arnavutluk’u 1–0 yenmeyi başardığımızı, deplasmanda ise ancak beraberlik sağlayabildiğimizi söyleyebilirim. Özellikle 1983 yılının sonlarına doğru, kendi evimizde yenmeyi öğrenmeye başladık ki bu bile o dönemler için koca bir adım. Yani bir nebzecik de olsa ilerleme kaydettiğimiz ortada. Fakat gerçek başarılar kalıcı olandır. Saman alevi gibi bir parıldayıp bir sönen geçici ışıltılar insana boş ümitler sunar. Ne zaman ki Türkiye, altyapı ve tesis atılımları yaptı, ne zaman ki büyük kulüplerin milli takım üzerine koyduğu ipotekler nispeten kaldırıldı; ne zaman ki zihniyet devrimi, şark tipi makyajlamayı devirdi; işte o zaman gurur duyduğumuz o dünya üçüncüsü milli takımımız ortaya çıktı.

Fakat bir dönem değirmen gibi hoca öğüten milli takımın o taş devri hiç ama hiç unutulmadı. O günlerde, bilgi ve tecrübesini, şanını, şöhretini ve itibarını kaybetmek pahasına; milli takıma hizmet vermekten onur duyan Fethi Demircan ve Özkan Sümer’e, Coşkun Özarı ve Sabri Kiraz’a ve daha nicelerine selam olsun. (Devam Edecek)

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1:Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

MALCOLM ALLİSON DÖNEMİ: HAYALLER VE GERÇEKLER

Galatasaray, yeni sezon (1976–77) hazırlıkları için yaptığı planlamayla Türkiye’de bir ilke imza atar. Takım hazırlık kampını İngiltere’de yapacaktır. Başkan Beyazıt, “G.Saray’ı yeni sezona İngiltere’de en şöhretli hocalar hazırlayacak” der ve ekler: “İsveç ve İngiltere’de büyük takımlarla maçlar yapacağız. Teknik kadronun başına laf olsun diye değil, ciddi anlamda bir İngiliz hoca getirilecektir. Londra’da kamp yapacağız ve takımı bir ay süreyle İngiliz Milli Takımı teknik direktörü Don Revie ile Don Howe çalıştıracak

Fethi Demircan ve Turgan Ece ikilisi ile yakalanan başarı yönetimi tatmin etmemiştir. Hâlâ yabancı hoca ile çalışma sevdası sürmektedir. Bunun iki büyük sebebi vardır, birincisi, lig şampiyonluğu hedefi henüz yakalanamamıştır, ikincisi ise G. Saray’ın mutlak surette Avrupa’da da adından başarıları ile söz edilen bir kulüp olması arzusudur. Avrupalı G. Saray için atılan en önemli adım, bu yurt dışı kampı olmuştur. İlk defa bir Türk takımı yurt dışında hazırlık kampı yapmaktadır.

Yine aynı dönemlerde Fethi Hoca da bir aylık bir kurs için İngiltere’ye gidecektir. G. Saray’ın yabancı hoca arayışını fırsat bilen kimi kulüpler, Fethi Hoca’ya teklifler sunar lakin Fethi Hoca bu teklifleri “döndüğümde yine G. Saray için çalışacağım” diyerek geri çevirir. Fethi Hoca, takımın İngiltere’deki kampı ile de yakından ilgilenecek ve kurs bitiminde takımın hazırlık kampında görev alacaktır.

Yabancı hoca arayışları tam hızıyla sürmektedir. İngiliz antrenör Danny Mc Lennan, G. Sarayı çalıştırmak için başkan Selahattin Beyazıt ile görüşme yapar. İskoç asıllı olan hoca, o dönemlerde Irak Milli Takımını çalıştırmaktadır. Öte yandan kimilerince yine Bobby Charlton adı gündeme taşınmaktadır. Daha önce G. Saray’ın teklifine yüz vermeyen Charlton, en sonunda kendisine layık bir yer bulmuştur; Güney Afrika’da çalışmaktadır.

G. Saray’ın Londra’daki kampı başladığında Don Revie ile Don Howe beklentisi boşa çıkar. İki farklı isim belirir: Malcolm Allison ve Arthur Cox. Bu arada teknik ekibin yerli hoca kısmı olan antrenörler Ahmet Karlıklı ve Yılmaz Gökdel’in görevine son verilir. Yerli hoca olarak bir tek Fethi Demircan bırakılır.

Bu arada Avrupa Kupaları kurası çekilmiş ve rakip takımlar belli olmuştur. G. Saray’ın rakibi İsveç’in A.İ.K takımıdır. İsveç takımının hocası, G. Saray’ın İngiltere kampına en çok sevinen isimdir; “Türkiye’ye gitme zahmetinden kurtulduk, onlar ayağımıza geldi” diyerek, G. Saray’ın hazırlık maçlarını dikkatlice izleyeceklerini söyler.

Hazırlık kampının patronu Malcolm Allison’dur. İngiltere’nin alt liglerindeki takımlarla hazırlık maçları yapılmaktadır. Genelde başarısız sonuçlar alınmaktadır fakat dikkat çeken şey; Allison’un takımı sahiplenmiş olmasıdır. Yeni sezonun hocasıymış gibi davranmaktadır. Zaten bir İngiliz hoca arayan yöneticiler de ona öyle davranmaktadır. Bu hazırlık kampı bir nevi Malcolm Allison’u ikna etme kampı gibidir. Yine de Allison “Hazırlık maçlarını gördükten sonra fikrimi söyleyeceğim” gibi kararsız ifadeler kullanmaktadır.

Nihayetinde İngiltere Hazırlık Kampında ortaya bir üçlü teknik ekip çıkmıştır. Allison, Cox ve Fethi Demircan. Fakat bu durum Fethi Hocayı üçüncü konuma düşürmektedir. O yine de gocunmadan G. Saray’a hizmet etmeyi sürdürmekte, görevini layıkıyla yerine getirmektedir. G. Saray, Türkiye’ye döndüğünde İngiliz hocalar da takım kafilesinde yer almaktadır. Yeni teknik ekip İstanbul’da tam anlamıyla şekillendirilecektir.

Bu arada Fenerbahçe ile bir hazırlık maçı yapılır. Yenilgiyle biter. Allison, kendisinin sihirbaz olmadığını vurgulayarak şöyle der: “Şu anda başarı beklemek bir mucizedir. Sihirbaz değilim ve de mucizelere inanmıyorum. Geçen yıl başkan istedi gelemedim ama bu yıl geleceğimi söyledim. Para pul için değil, başkanla olan dostluğum için buradayım. Yardımcılarım Cox ve Demircan işinin ehli olan kişiler. G. Saray iyi bir çalıştırıcı ekibin elindedir. Bize güvenin.

ARTHUR COX’UN TUHAF HİKÂYESİ

Arthurcox1973SunderlandAğustos ayı ortalarında, Turgan Ece, Galatasaray’da hoca sorununun halledildiğini ve iki yabancı hocanın da İstanbul’da takımın başında kalacağını açıklar. Hemen sonrasında teknik ekipteki detaylar belli olur. Buna göre; Turgan Ece, idari menecer olacak, Allison takımın daimi müşavir/danışman hocası olacaktır. Arthur Cox’a teknik direktörlük görevi verilmiştir. Yardımcısı ise antrenör olarak görev yapacak olan Fethi Demircan’dır. Bu dönemlerde Arthur Cox, İngiltere futbolunda yepyeni bir devir açan hoca olarak takdim edilmektedir. Bir ikinci lig takımını (Sunderland) İngiltere’de ilk kez Kral Kupası Şampiyonu yapan ekipte yer almış ve bizzat kraliçenin elinden kupa alma şerefine nail olmuştur.

Yeni sistemde ipler Allison ve Cox’un elinde gözükmektedir fakat on, on beş gün sonra hiç beklenmedik bir gelişme yaşanır. Arthur Cox’un görevine aniden son verilir. Söylenen şey, “bir aylık deneme sürecinde sizin G. Saray’a faydalı olamadığınızı gördük ve sizinle çalışmaktan vaz geçtik” sözleridir. İşin aslı, bu sistem yürümemiştir. Hazırlık maçlarında Fenerbahçe’ye karşı iki kez başarısız olunmuş, Beşiktaş ile berabere kalınmıştır. Ligin ilk maçında da Bolu deplasmanından yenilgiyle dönülünce, Cox ile yapılan başlangıç, hüsran dolu bir öyküye dönüşmüştür.

Öte yandan kulüp yönetiminin arzusu, başta kariyerli bir yabancı hoca ve yanında da Türkiye ligini bilen bir yerli hoca ikilisinden oluşan bir ekiple yola devam etmektir. Başarı için belirlenen ideal yapı budur. İşin içine iki yabancı ve bir de yerli hoca girdiği zaman takım içinde mutlak surette sorunlar çıkması kaçınılmazdır. İşte Arthur Cox’un gönderilişinin kısacık ve bir o kadar tuhaf hikâyesi böyle gerçekleşmiştir.

SAHADA FETHİ HOCA, TRİBÜNDE ALLİSON   

Malcolm Allison futbol takımının patronudur, Fethi Hoca ise yardımcısı durumundadır. Fakat yine de ortada bir gariplik vardır çünkü oynanan maçlarda Allison tribünde oturmakta ve kulübeye talimatları oradan vermektedir. Kulübede Fethi Hoca ve Turgan Ece, Allison’un verdiği talimatları yerine getirmeye çalışmaktadır. İşin aslı sonradan ortaya çıkar; Allison ile henüz sözleşme yapılmamıştır. Yani resmi olarak henüz takımın hocası değildir. Nihayetinde Ekim ayı ortalarında mukavele yapılır ve Allison kulübedeki yerini alır, takımını sahadan yönetip yönlendirmeye başlar.

anderlethBu sezon Avrupa Kupa Galipleri Kupasında yarışan G. Saray’ın rakibi A.İ.K. takımıdır, ilk maç deplasmanda Rasunda Stadı’nda oynanır ve G. Saray müsabakayı 2–1 kazanır. Rövanş maçı İstanbul’da oynanır, bu kez A.İ.K. takımı daha dirençli çıkar fakat G. Saray’ı eleyecek sonuca ulaşamaz. Maç 1–1 sonuçlanır ve G. Saray ikinci tura yükselir. Avrupa Kupalarında sadece Trabzonspor ve G. Saray bir üst tura yükselme başarısı gösterirken, Fenerbahçe ve Adanaspor elenmekten kurtulamaz. Tur atlayan her iki takıma da çok dişli rakipler çıkar. Trabzonspor’un Şampiyon Kulüpler Kupası’ndaki rakibi Liverpool olur. G. Saray’ın rakibi ise geçen sezon Avrupa’yı alt üst eden ve Avrupa Süper Kupası’nı kazanan Anderlecht takımıdır. Artık daha yukarılara çıkmak hayal ötesi bir şeydir. G. Saray, Brüksel’de ve İstanbul’da rakibine aynı sonuçla (5–1) yenilir. Fakat her iki maçta da hücum futbolu oynayıp rakibi korkutmaktan geri kalmaz. Belçika’nın Le Sport Gazetesi bu turu şu şekilde özetler: “G. Saraylı futbolcular, Anderlecht önünde çok büyük bir cesaretle ve saygı duyulması gereken bir oyunla mücadele ettiler.” Trabzonspor ise kendi evinde yenme başarısı gösterdiği Liverpool takımına rakip sahada 3–0 yenilmekten kurtulamaz. Böylece hem Türk takımlarının hem G. Saray’ın bu sezonki Avrupa seferi noktalanmış olur.

KUPADA VE LİGDE BÜYÜK HÜSRAN

Malcolm Allison yönetimindeki Galatasaray, iyi kötü ligi götürmektedir. Üçüncülük sırasına yerleşmiş gibidir. Allison, Türkiye’deki ilk hatasını o dönemlerde yapar, milli takım yetkilileri ile görüşmek istemez. Yani milli takım hocalarının kulüp futbolcuları hakkında bilgi alışverişi yapmasına sıcak bakmaz ve bu yüzden federasyon tarafından dikkatinin çekilmesine karar verilir.

fb6gs124 Kasım 1976 tarihinde yaşanan acı bir deprem felaketi nedeniyle (Van/Çaldıran Depremi) bir futbol turnuvası düzenlenir. Turnuva Depremzedelere yardım amacıyla düzenlenmiştir. İstanbul’un üç büyük kulübü ve Eskişehirspor’un katılımıyla bu organizasyon gerçekleştirilmektedir. İşte bu depreme yardım turnuvasında; G. Saray, Fenerbahçe karşısında aldığı 6–1’lik yenilgiyle tam bir hezimete uğrar. Bir önceki hafta Adanaspor karşısında alınan 3-1’lik mağlubiyet de göz önünde bulundurulunca, takım içinde bir şeylerin kötü gittiği hissine kapılan Turgan Ece, sesini yükseltmeye başlar, Allison’dan ve uygulamalarından rahatsızlığını dile getirir. Gazete sütunlarına yansıyan dedikodulara göre; Turgan Ece ve Fethi Hoca’nın Malcolm Allison ile aralarına kara kedi girmiştir, birbirlerine küs durumdadırlar. Fethi Hocadan ziyade idari menecer Turgan Ece’nin duruşu daha dikkat çekicidir. Nihayetinde Fethi Hoca, Allison ile birlikte çalışmak ve onun direktifleri doğrultusunda takımı hazırlamak durumundadır. Daha ileri boyutlarda tavır koyması pek olası değildir.

Her ne kadar Bay Allison; G. Saray’da futbolun patronu benim dese de kimi zaman çeşitli hastalıkları bahane ederek, kimi zaman ise sahiden ciddi derecede rahatsızlığından dolayı antrenmanlara gelmemeye başlar. Küskünleri barıştırma girişimleri olur ve göstermelik bir barış yapılır. Fakat Ece ve Allison ikilisi arasındaki sürtüşme, gazeteler aracılığıyla yapılan atışmalara ve karşılıklı göndermelere kadar varır. Turgan Ece, Allison’un İngiltere’de başarıları ile değil, yakışıklılığıyla ünlü olduğunu söyler. Allison ise bir İngiliz soğukkanlılığıyla davranır, bunun çok güzel bir iltifat olduğunu ifade eder. Başarılarını bir bir sıralar.

Bu çekişmenin neticesinde, 8 Ocak 1977 tarihinde, Turgan Ece, görevinden istifa etmek zorunda kalır. Basına sunulan sebep, Turgan Ece’nin başkan Beyazıt ile olan anlaşmazlığıdır. İstifanın Allison ile hiçbir alakası yoktur. Turgan Ece’nin yerine getirilen isim ise Doğan Koloğlu olur. Artık takım içindeki huzursuzluk, görüntü itibarıyla giderilmiştir.

Sezonun ilk yarısı sona erdiğinde G. Saray üçüncülüğünü sürdürmektedir. Son maçlarda Beşiktaş ile 2–2 berabere kalmış, Cemil’in golüyle yine Fenerbahçe’ye 1–0 yenilmiştir ama bu yenilgi sıralamada yer değişimine sebep olmamıştır. Aynı puana gelen iki takım arasında üstünlük gol averajı nedeniyle G. Saray’dadır.

İkinci yarının ilk maçında Boluspor karşısında alınan 2-1’lik yenilgi sinirlerin iyice gerilmesine neden olur. G. Saray kendi evinde mağlup olmuş ve şampiyonluk yolunda ağır yara almıştır. Bay Allison en sonunda dayanamamış ve eleştirilere şu karşılığı vermiştir: “Ne yapayım? Çıkıp sahaya ben mi oynayayım?

Galatasaray’da düşüş devam etmektedir. Şampiyonluk yolunda galibiyetler serisi yakalamak düşlenirken, art arda beraberlikler ve yenilgiler gelmektedir. Ali Kemal’in golüyle Trabzonspor’a karşı da mağlup olurlar, artık sıralamadaki yer altıncılıktır. Mart ayı başlarında Trabzonspor erken şampiyonluğunu ilan etmiş ve en yakın rakibine 6–7 puan fark atmıştır, Trabzon genel kaptanı Süha Akçay, İstanbul’un üç büyüklerine nazire yapmaktadır: “Erken şampiyonluk bizi üzüyor. Bu pazar Adanaspor maçının galibiyeti ile ligde şampiyonluğumuzu ilan edeceğiz. Bunun için son derece üzgünüm.

G. Saray’ın aldığı Altay yenilgisiyle taşlar yerinden iyice oynar. Seyirci takımını protesto eder. Artık sıralamadaki yeri onunculuktur. Başkan dayanamaz ve sitem dolu bir konuşma yapar: “İngiltere dediniz İngiltere’ye götürdük. Para dediniz para verdik. Ailevi problemleriniz oldu, polisle askerle ilişkileriniz oldu, hepsini hallettik, hiç kimsenin haberi olmadı… Sizden, yapılanların karşılığını istiyorum. G. Saray, onunculuğa düşmüştür. Bunun suçlusu hepimiziz… Sizleri bir yere kadar taşırım. Sonra kaderinizle baş başa kalırsınız.

Başkanın konuşması gidişatı değiştirmemiştir. Mart ayı ortalarında ezeli rakip Fenerbahçe ile oynanan müsabaka tamamen bir prestij/onur mücadelesidir, tadı tuzu yoktur. Zaten 2-2’lik skor da bunu doğrulamaktadır.

G. Saray, geçen senenin kupa şampiyonu olduğu için Türkiye Kupası kuralarına çeyrek finalden başlamıştır. Rakibi Orduspor’dur. Her iki maç da Mart ayı içinde, yani düşüş döneminde oynanmıştır ve G. Saray elenmiştir. İnönü’deki ilk maç 1–1 bitmiş, Ordu’daki rövanştan gol sesi çıkmayınca, Orduspor yarı finale çıkmış, G. Saray ise kupaya da erkenden havlu atmıştır.

Malcolm Allison yeni hedefi belirlemiştir, “Amacımız ilk dörde girip UEFA Kupası’na katılmak” fetvasını vermektedir. Fakat onunculuktan altıncılığa zar zor gelinmiştir. İlk dörde girmek bile artık çok zordur. Göztepe ile oynanan maçta B. Mehmet bir penaltı kaçırır, İnönü Stadı’nda beraberliğe razı olunur. İşte bu maç sonrası spor yazarı Coşkun Özarı, Galatasaray’ın o sezonki durumunu şu ibretlik sözlerle anlatır: “Koca G. Saray; ne kupada, ne ligde ne de futbolda var.

Olaylı Samsunspor maçından sonra Pakistan’ın kurucusu Cinnah adına düzenlenen turnuvadan da eli boş dönen G. Saray, (finalde Altay’a penaltılarla elendi) sezonun bitiminde ancak beşinci olabilmiş ve bu sezonu hayal kırıklığıyla tamamlamıştır. Bay Allison, sezon sonu içinde bulunduğu durumu şöyle özetlemiştir: “G. Saray’da elverişli çalışma şartlarım olsaydı, Avrupa ölçülerinde bir futbol takımı yaratırdım. Berbat sahalarda oynanan futbolunuz karşısında bir gün taraftar isyan edecek.

MALCOLM ALLİSON’UN TEDİRGİNLİĞİ   

yetmislerdeMalcolm AllisonHüsranla biten sezona rağmen G. Saray yönetimi Malcolm Allison ile çalışmaya devam kararı almıştır. İngiliz hocanın yenisini aramaktansa eldekini tutmak daha cazip görünmektedir. Öyle ya geçen sezon ilk deneyimini yaşamış ve Türkiye Ligi’ni tanımıştır. Bu kez başarılı olması ihtimali çok daha yüksektir. Allison ise bu devam kararının baskı ve tedirginliğini içten içe yaşamaya başlamıştır; daha hırslı ve daha asabidir.

Haziran ayı içinde G. Saray’ın iki hocası da (M. Allison ve Fethi Demircan) Londra’da bir kursa katılır. Lilleshalle Spor Merkezi’nde icra edilen 15 gün süreli Futbol Antrenör Geliştirme Kursu’na İngiltere’den başka ünlü teknik direktörler de katılmaktadır.

Bu kurs sürecinde, Londra’dayken, Türk futbolu hakkında bir değerlendirme semineri  (açık oturum) de yapılır. Konu başlığı, “Futbolda Gelişmeler ve Türk Futbolu“ olur. Bu seminere Fethi Hoca başkanlık eder. Dave Saxton, Terry Venables, Alan Wade, Arthur Cox, Malcolm Allison ve Don Howe gibi değerli isimler katılımcı olarak iştirak ederler. Hocalar fikir ve görüşlerini sunarlar. Varılan noktada Türkiye’de ana sorunun altyapı ve tesis noksanlığı olduğu görüşü savunulur.

Türkiye’ye dönüşte Boluspor Fethi Demircan Hoca’ya teknik direktörlük teklifi sunar. Fethi Hoca, menecer Doğan Koloğlu ile görüşüp yeni sezon için durum değerlendirmesi yapmayı müteakip bu teklife cevap vereceğini belirtir. Eğer yeni sezonda G. Saray, Fethi Hoca ile çalışmak istemez ise Boluspor’un teklifine sıcak bakacaktır. G. Saray ona gönül kapılarını açmıştır ve bu yüzden G. Saray istemedikçe, bir başka kulübe gitmesi söz konusu değildir. Bu durumu şu sözcüklerle dile getirir: “Bana git demedikleri müddetçe sarı-kırmızı renklerin hizmetindeyim.

fethidemircanULUDAĞ KAMPINDA MÜTHİŞ İDDİA

Temmuz ayı kamp ayıdır ve bu kez takımın kamp yeri Uludağ’dır. Uludağ kampının en ilginç olayı ise bir tepeye tırmanış konusunda girilen iddia oldu. Aynı dönemde Trabzonspor da Uludağ’da kamp yapmaktaydı ve iki kulüp arasında samimi bir ortam oluşmuştu. Fethi Demircan Hoca’nın antrenörlük öncesindeki mesleğinin assubaylık olduğunu ve orduda komando olarak görev yaptığını bilmeyen Allison ile Trabzonspor’un Hocası A. Suat Özyazıcı, müthiş bir şekilde faka basarlar. Uludağ’ın zirvesindeki bir sarp tepeye çıkma konusunda Fethi Hoca’ya karşı iddiaya girerler. Bu iddiaya Galatasaraylı ve Trabzonsporlu futbolculardan da katılım olur. Kimse Fethi Hoca’nın zirveye ilk tırmanan kişi olacağına şans vermez. Öyle ya gencecik futbolcuların yanında yaşlı başlı bir adam nasıl birinci gelecektir? Oysa Fethi Hoca, zirveye tam 32 dakika 14 saniyede çıkarak kendisiyle bahse girenleri kelimenin tam anlamıyla tuş eder. M. Allison’dan 1000, Özyazıcı’dan 500 lira kazanırken, futbolculardan kendisine gelen hediyeler, çamaşır makinesi ve saat olur. Bu iddia olayı, Uludağ kampında yaşanmış tatlı bir hatıra olarak akıllarda kalır.Coskun-Ozari

Daha sonra Ankara’da bir kamp yapılır ve Kırıkkalespor, Şekerspor gibi bölge takımları ile hazırlık maçları oynanır. Ardından İstanbul’da Trabzonspor ile ciddi bir hazırlık maçı yapılır, sonuç ümit vericidir, maç 1–0 kazanılmıştır. O dönemler sezon açılışında geleneksel olarak düzenlenen TSYD Kupası’nı da kazanan Galatasaray olmuştur ki bu kupanın kazanılması da hayli ilginçtir. G. Saray ilk maçta Beşiktaş’ı 4–0 gibi net bir skorla yenmiş, Fenerbahçe ise ikinci maçta Beşiktaş’a mağlup olmuştur. Fenerbahçe ile G. Saray arasında oynanan son maçta G. Saray 2–1 mağlup olmasına rağmen, Beşiktaş’ı farklı yendiği için averajla kupanın sahibi olmuştur. Yani o günlerde spor sayfalarının manşetinde yazıldığı gibidir durum: “Galibiyet Fenerbahçe’nin, Kupa Galatasaray’ın!

BRİAN BİRCH RUHU GERİ Mİ GELDİ?

Hazırlık maçları serisi devam etmektedir ve bu kez yer İzmir’dir. Ne yazık ki İzmir’de oynanan Altay maçı sezon içinde yaşanacak olayların ilk işaretini vermiştir. Bay Allison geçen seneden farklıdır, hırslı ve hırçındır. Talimatlar gereğince eşofmanlı olarak sahada bulunması gereken Allison, bu kuralı bilmediğinden ya da önemsemediğinden farklı bir kıyafetle maça gelir. Saha komiseri durumu fark edince, Bay Allison’u sahaya sokmak istemez ve kızılca kıyamet kopar. Bay Allison, çok aşırı tepki gösterir. İtiraz eder ama nafiledir. Maçı tribünden izlemek zorunda kalır. “Üç gün içinde ülkenizi terk edeceğim” diye veryansın eder, “Konuk takım olduğumuz için misafirperver olunmalıydı” der fakat talimatnameyi bilmediğini ve kendisine yapılan davranış karşısında oldukça sinirlendiğini de itiraf eder. Bu gergin ortamda oynanan müsabakadan 1–0 mağlup ayrılan G. Saray, bunun acısını Göztepe’den çıkarır, Göztepe’yi 4–1 mağlup eder.

28 Ağustos 1977 tarihinde sezonun ilk maçı Zonguldakspor ile yapılır. Maç, İstanbul’dadır ve bu müsabakayı G. Saray, Gökmen’in golüyle 1–0 kazanır. Ne yazık ki bu maç olaylı bir maç olmuştur. Müsabakanın 75.nci dakikasında G. Saraylı Fatih ile Zonguldaksporlu Sinan arasında bir tekmeleşme sahnesi yaşanır. Bu sezon kaybetmeye müsamahası olmayan Bay Allison, bir anda sahaya doğru fırlar. Rakip oyuncu olan Sinan’ın üzerine yürür. Fethi Hoca ve Gökmen, zor bela Allison’u engellemeyi başarırlar. Sanki Brian Birch’ün olaylı gidişi yeniden yaşanır gibidir.

Hakem Ertuğrul Aybay ve saha müşahidi, Allison’un izinsiz olarak sahaya girişini raporlarında belirtirler. Ayrıca Zonguldaksporlu yöneticiler de Federasyona şikâyette bulunurlar. Eylül ayı başlarında Federasyondan beklenen ihtar gelir. Federasyon Başkanı İbrahim İskeçe imzalı yazı ile Bay Allison uyarılır. Bundan sonra benzer davranışlar yaparsa ortaya tehlikeli sonuçlar çıkabileceğine vurgu yapılır ve daha dikkatli davranması istenir. Bay Allison, Türkiye’de ikinci ihtarını almıştır.

MALCOLM ALLİSON’UN GÖZYAŞLARI

gsfbrekabetiOrtalık artık ısınmıştır, ikinci Brian Birch vakası yaşanmıştır ve artık geri dönüş pek mümkün değildir. Bir sonraki maçta Allison, kulübede yer almaz. Londra’dadır. Eskişehir’deki deplasman müsabakasında kulübede Fethi Hoca vardır ve sonuç (2–2) beraberliktir. Bir sonraki maçta Allison görevinin başındadır.

G.Saray’ın bu sezon Avrupa maçı yoktur fakat Fenerbahçe Avrupa arenasındadır. Rakibi Aston Villa takımıdır. Eylül ayının ikinci yarısında oynanan müsabakalarda; Aston Villa, Fenerbahçe’yi ilk maçta 4–0, ikinci maçta ise 2–0 yenerek tur atlar. İlk maç sonrası, Aston Villa’nın teknik direktörü Ron Saunders, bir açıklama yapar ve Fenerbahçe hakkında verdikleri bilgiler için iki İngiliz hocaya teşekkür eder. Bu iki isimden birisi daha önce G. Saray’ı kısa bir süre çalıştırmış olan Don Howe, diğeri ise halen çalıştırmakta olan Malcolm Allison’dur.

Don Howe için sorun yoktu çünkü ülkesindeydi fakat Bay Allison ajanlıkla suçlanmış ve bir anda çok güç durumda kalmıştı. İki ihtar ve bir eşofman olayından sonra şimdi de ajanlık olayı patlak vermişti. Allison, bu suçlama karşısında kendini tutamayıp şöyle bir serzenişte bulunmuştu: “Zaten iki ülke futbolu arasında dünyalar kadar fark var. Mucize her zaman olmaz. Ayrıca casusu değilim. Ekmek yediğim takımın ülkesine nankörlük etmem.

Yine de bu olay bir şekilde sabıka dosyasına işlenmişti. Kaçınılmaz sona doğru koca bir adım daha atılmıştı.

Eylül ayı sonunda deplasmanda Trabzonspor ile oynanan müsabaka golsüz berabere bitmiş ve bir puan kazanılmıştır ama bu bir puanın kahramanı yeni transfer edilen Yugoslav kaleci Kajganiç olmuştur. Yani G. Saray, Trabzon’da ecel terleri dökmüştür. Sıralamadaki yer altıncılıktır.

Daha önce G. Saray’ı çalıştıran hocalardan bilmekteyiz ki sabıka dosyası kabaran bir hocanın ipi çekilecekse bu genelde bir Fenerbahçe yenilgisi sonrasında gerçekleşir. İşte Bay Allison için de o final sahnesi gelmiştir. 2 Ekim 1977 tarihinde iki ezeli rakip arasında oynanan derbi maçı Fenerbahçe 2–0 kazandığında, ilk serzeniş Doğan Koloğlu tarafından yapılır. Futbolcuların dikkati çekilir, Galatasaray’ın sıradan bir takım olmadığı hususuna vurgu yapılır. Sonra Bay Allison ile ilgili eleştiriler birden artmaya başlar. Sık sık Londra’ya gidip gelmeler ve keyfi davranışları sıkça gündeme getirilir. Fakat Bay Allison oldukça hazırcevaptır: “Kontratımda, G. Saray, her maçı kazanacak diye bir madde yok” sözleriyle eleştirilere karşılık verir. G. Saray ile F. Bahçe arasındaki çok özel rekabeti anlamazlıktan gelir. Sıradan bir maçmış gibi bahseder. Artık kıyamet saatleri çok yakındır.

9 Ekim 1977 tarihinde Mersin deplasmanında oynanan müsabakada kulübenin lideri Fethi Demircan’dır. Bay Allison ortalıkta yoktur. Maç 1–1 berabere bitmiş, puanlar paylaşılmıştır. Olayın aslı birkaç gün sonra ortaya çıkar. Yönetim Bay Allison’a takımdan el çektirmiştir. Mersin’de otel odasında misafir olarak kalmış, kadroyu menecer Doğan Koloğlu ile Fethi Demircan hazırlamıştır. Hikâyenin sonunda Malcolm Allison’un payına düşen, Adana Havaalanı’nda gözyaşları eşliğinde istifasını açıklamak olmuştur. Takım kafilesinin geri dönüşü esnasında yaşanan bu olayı, spor medyası “Allison maç sonrası Adana Havaalanında istifasını açıkladı, hüngür hüngür ağladı” şeklinde duyurur ülkeye. Bir gün sonra Bay Allison için veda yemeği tertiplenir ve ayrılış gerçekleşir. Malcolm Allison, önce Londra’ya gidecektir sonra da bir başka takımı çalıştırmak üzere A. B. D.’ye… Başkan Beyazıt, Bay Allison ile bağlarını koparmadıklarını ve onu teknik konularda müşavir/danışman hoca olarak gördüklerini, gerektiği zaman bilgi ve deneyimine başvuracaklarını açıklayarak, nazikâne bir jest yapar.

Bay Allison, birkaç gün sonra İngiltere’den açıklamalarda bulunur: “Patron olarak geldim. Haysiyetli ve şerefli bir patron olarak gidiyorum. En son olarak Mersin’de işime karışmak istediler. Eğer onlara boyun eğseydim şimdi yine takımın başındaydım. Bunu yapmadım.

Ayrıca yaptığı açıklamalarda Fethi Demircan için güvenoyu verir. Onun Türkiye’deki en iyi dostlarından birisi olduğunu söyler, ona çok şey öğrettiğini, onun deneyimli olduğunu ve başarısına inandığını belirtir. Galatasaray’ın şanlı tarihinde bir İngiliz hocanın daha sayfası hüzünle kapanmıştır.

Artık ikinci Fethi Demircan dönemi başlamak üzeredir. (Devam Edecek)

 

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1:Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

NOT–4: 19 Kasım 2013 tarihinde, İstanbul’da, 29 Mayıs Hastanesi’nde kalp ameliyatı geçiren sevgili Fethi Demircan Hocamıza acil şifalar diliyorum.

Sayfa 1 / 2

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ