manset

 

Ya nasip deyip akabinde

Ucu yemsiz oltamızı sarkıtdığımız 5802 sayılı Astsubay Kânun’unun ışıltılı sularında

Gezinmeye sabır ile devâm edeceğiz.

Fakat

Devriyemize kısa bir ihtiyaç molası verip

Bir sitemimi yolluyorum siz kıymetli müdâvimlere...

*  *  *

Top Saati

Yine geldi çatdı bilmem kaçıncı Dünya Ayaktopu Müsâbakası...

İşi gücü bırakdık

Gözümüzü Brezilya’ya çevirdik!

Oynayanı da

Ömründe ayağına hiç top değmeyeni de

Bir ay boyunca

Herkes top konuşacak

Her yer top kokacak.

Herkes top satacak

Herkes top alacak...

Memleketimin güzel insanları

Saatini maça göre ayarladı.

Yemek saati, topa göre

Uyuma saati, topa göre

Uyanma saati, topa göre

İftar saati olmasa da

Sahur saati, topa göre...

İş

Borç harç

Alış veriş

Fiş piriz...

Gezmeler tozmalar gene topa göre ayarlandı.

Kimisi

İşini gücünü başka günlere tehir etdi.

Harç bitmedi, yapı paydos da edilmedi

Fakat

Kimisi de

Maçlar bitesiye kadar çalışmamaya karar verdi.

Yurdumda

Nefesler tutuldu

12 Haziran-13 Temmuz 2014 tarihleri arasında

Herkes saatini topa göre ayarladı...

Meselenin tuhaf

Ve bir o kadar da acıklı tarafı ise

Bu kadar gürültüsü kopartılan bu ayaktopu yarışında

Memleketimiz Türkiye yok!..

*  *  *

image-01Portekiz ve 3F

Portekiz Coimbra Üniversitesi’nde iktisât profesörüyken 1928’de Mâliye Bakanlığına atandı. Bir fırsatını bulup 1933 senesinde iktidarı ele geçirdi. 1974 senesine kadar ülkesini zorbalıkla idâre etdi.

İktidarda kaldığı 40 sene boyunca Portekiz vatandaşlarını 3F kuralı ile yönetdiğini itiraf etdi; Fiesta, Fado, Futbol...

O’nun adı Antonio SALAZAR idi.

Fiesta; çok uluslu şirketlerin insanlara dayatdığı bitip tükenmek bilmeyen aşırı harcamalar ve eğlence düşkünlüğü demek idi. Bir başka ifadeyle isder kazan isder kazanma. Fakat mutlaka harca!..

Fado; hiçbir sanat değeri ve anlamı olmayan müziği anlatıyordu. Bizdeki arabesk müziğin diğer adı.

Futbolu ise anlatmaya değmez!

*  *  *

image-02İspanya ve 3F

Komşusu Portekiz’deki 3F mikrobu İspanya’ya da bulaşdı. Futbolun insanları yönlendirmede  çok etkili  bir araç olduğunu farkeden sâdece SALAZAR değildi.

İspanyol diktatör Franco da futbolun kitleleri yönlendirmede üstün gücüne inanan bir devlet adamıydı.

1939′da Demokratik Cumhuriyetin yıkılmasıyla sonuçlanan ve üç yıl süren İspanya İç Savaşı‘nda milliyetci güçlere önderlik etdi. Kazandığı iç savaşın ardından tam 36 yıl boyunca, hastalanıp 1975 yılında ölünceye kadar ülkesini zorbalıkla yönetdi.

Komşusu SALAZAR’dan daha büyük düşündü. O’na göre bütün stadyumlar birer “uyku tulumuydu” ve bu “uyku tulumları” ne kadar büyük olursa, içine o kadar çok insan atmak mümkün olabilecekdi. Bu sebepden dolayı hemen büyük stadlar yapılmasını emretti. 27 Ekim 1944′te, Banco Mercantil e Industrial’e talimat vererek, 80 bin kişilik Santiago Bernabeu inşaatını başlattı. 75.145 kişilik yapılan bu stad tam üç senede tamamlandı.

Fakat bu kadar büyük bir stad dahi O’na yetmedi. Daha büyük stad, daha büyük “uyku tulumu”, daha büyük “uyku tulumu” da “uyuyan daha çok insan” demekdi. 1954 yılında bu stad büyütdü ve tam 125.000 kişiyi uyutmaya başladı.

O’nun adı darbeci subay Francisco Franco idi.

Futbol ile oyalanan vatandaşlar böylece siyâsetden uzak tutuldu. Ve siyâsetciler ülkeyi kendi keyiflerine göre hovardaca idâre etmenin keyfini çıkardılar.

İnsanları futbol ile uyutup yöneten zihniyetler için stadlar birer “uyku tulumu” olarak kırklı ellili senelerde uzun süre hizmet etdi. Ve sancılı da olsa Avrupa, bu hastalıkdan yakın zamânda kurtuldu.

Fakat aynı dümen ve aynı tezgah benim memleketimde

İçinde yaşadığımız şu 2014 senesinde hâlâ hükmünü sürdürüyor.

Hem de Avrupa’dakinden çok daha şiddetli bir şekilde...

75.000 kişilik TT Arenayı yapdık, bitirdik çok şükür!

Bakalım bu stadı ne zaman 125.000’e çıkartacağız!..

*  *  *

Türkiye ve 3T

Fasişt diktatör SALAZAR Portekiz’i,

Darbeci subay FRANCO ise İspanya’yı 3F ile uyutdu, avutdu ve yönetdi; Futbol, Fiesta ve Fado...

Benim memleketim Türkiye’yi ise 3T ile uyutuyorlar; Top, Tütün ve Televizyon.

Dördüncü T olan Turgut da cabası...

*  *  *

Meş’ûm Meşin Yuvarlak Ve Türk Milleti!..

Topcu denen 22 dâne adam

Uzatmaları hâriç

Tam bir buçuk saat boyunca meşin bir yuvarlağın peşinden koşacak.

Bıyıklısından, bıyıksızından milyonlarca adam da

Kimisi evinde

Kimisi de köy meydanında, kahvehânede, çay bahçesinde, avluda, çardakda oturup

Bu topculara bakacak...

Âzad edilmek vaadiyle kölelerin

Arena denen meydanlarda

Birbirleriyle

Veya

Aslan ile ölümüne dövüşdürülmesi gibi vahşi bir oyun...

Baban bir yana

Git!

Dedene sor!

Ayaktopu nedir, bilmeden bu dünyadan geldi geçdi. Hiçbir şey de kaybetmedi.

Kölelerin arenada aslan ile dövüşdürülmesi biteli 500 sene oldu

Peki

Meşin yuvarlak uğruna bugün senin bu kadar kudurman niye?..

*  *  *

Nöbetden, teftişden, geçici görevden, tatbikatdan, fazla mesaiden, uçuşdan, dalışdan, seyirden fırsat bulup

Atmışsın kendini akşam eve yorgun argın

Hapur hupur şapur şupur kısa bir akşam yemeği faslından sonra

Etrâfındaki insanların daha gözlerinin içine bile bakmadan

Miskinler tekkesinin münzevi dervişi gibi

Soyutlayıp kendini

Soğuk, hissis, tatsız, kokusuz, cansız

İki buutlu camdan mamûl dünyaya hapsedip

Aptal kutusunun karşısındaki koltuğun üsdüne atıp kendini löngedenek

Patates gibi köskelmişsin.

Bardak bardak çay, ucuzundan hapaz hapaz çekirdek...

Tuzu kuru olanlar da çeşit çeşit kuruyemiş, tabak tabak meyveyi

Ölügötüne pambık deper gibi yolluyorsun peşpeşe mideye...

Gevurun sabun köpüğü dediği cinsden

Ucuz, ruhsuz, âdisinden, edepsizinden bitmez tükenmez televizyon dizileri, folimlerinin

Daha birisi bitmeden ötekini oynatıyorlar

Ya da

Dünyayı morfinleyen dana derisinden meşin bir yuvarlak...

Ve bunun etrafında

Eyyâmın bâhurunda

Gıçını büvelek böcüğü sokmuş deli danalardan da beter

Hasan Sabbah’ın afyonlanmış fedâileri gibi

Amaçsız bir şekilde oraya buraya koşuşduran topcular...

Televizyoncusu

Çenesi düşük, arsız, pişkin yorumcusu

Reklâmcısı

Şapkacısı

Çorapcısı

Atletcisi

Sucusu

Şemsiyecisi

Çekirdekcisi

Kurabiyecisi

Kokoreccisi

Köftecisi

Kesdânecisi

Kaşkolcusu...

Hepsi el birliği etmişler

Malı götürüyorlar.

İştahla söğüşlüyorlar seni be kardeşim!..

Hele bir de avuç dolusu para verip seyretmeye gitmişsen

Yandı gitdi gülüm keten halva!

Yiyorsun, yemek için para veriyorsun

İçiyorsun, içmek için para veriyorsun

İşiyorsun, işemek için gene para veriyorsun

Donuna kaçıra kaçıra helâ kuyruğunda beklemesi de cabadan.

Bacasız, dumansız sanayii buna derim ben!

Amigo, şetâretden lasdik top gibi zıp zıp zıplıyor. Bahşişler cebinden dışarı taşmış.

Menecerler mutlu, paraları avuç dolusuyla alıyorlar.

Her ne demekse teknik direktörler mes’ut! Niye olmasın ki? Torba torba kazanıyorlar.

Topcu dersen ağzı sevinçden ıhlara vadisi gibi olmuş! Alt dodağı yerde, öteki gökde. Çuval çuval götürüyor paraları...

İçmek için su,

Yemek için zeytin, pendir alıyorsun yüzde 8 KDV ödüyorsun

Çocuğuna süt alıyorsun yüzde 8 KDV ödüyorsun.

Temizlenmek için sabun alıyorsun yüzde 18 KDV ödüyorsun,

Fakat

Milyon dolarlar verip yerlisinden ecnebisinden topcu alıp-satıyorsun KDV yüzde sıfır!

Bu memlekete bu kadar kötülük yeter de artar bile...

Asgarî ücretin yarısını vergi olarak geri alan Çankaya’nın şişmanı Conisever Turgut ÖZAL

Milleti afyonlayıp mışıl mışıl uyutmalarının ödülü olarak

Topcuların aldıkları çuval dolusu paralardan bir tek kuruş vergi kesmedi.

Büyük Turgut’dan sonra o koltuğa oturan Başbakanların hepsi

Vatandaşları uyuşdurup oyalasınlar diye

Bu topculardan hâlâ tek guruş vergi almıyor, biliyor musun?

*  *  *

İyi kötü, az çok, Allah ne verdiyse doldurdukdan sonra mideni

Daha şükür Ya Rab! demeden

Kasılıp aptal kutusunun karşısına

Nefes nefes çekiyorsun ağulu boz dumanı içine...

Körpe çocuğunun tâze ciğerine duman doldurduğuna kör bakıp

Yarısını yukarıdan üfürüyorsun; ağızdan, burundan...

Diğer yarısını da

Aşağıdan dehliyorsun dışarı; dübürden!

Kokusu taaaa buralara kadar geldi

Cayır cayır

Yelleniyorsun mütemâdiyen be kardeşim...

*  *  *

Birinci T: Top

Kendi ülkesinde yiyecek ekmek bulamayan insan bozması yamyamlar

Senin ülkende top koşdurmak bahânesiyle

Malı götürüp

Senin memleketinin her türlü nimetinden doya doya nasiplenirken

Sen

Siftini siftini

Yutkunuyorsun sâdece...

Sen

Guruldayan midenin sesine sağır olurken

Ve

Okaaça Okaaça! diyerek onun kapısının önünde nefes tüketip

Dilenci edâsıyla bağırırken

Ya da

image-03Pascal, Pascal bizi diskoya götür! diye ucuz yalvarışlar haykırıp

Küçülüyorsun!

Saf olma!

Pascal seni diskoya niye götürsün?

O

Kimleri götüreceğini senden iyi biliyor...

Senin ülkendeki elin cibilliyetsiz gevuruna

 Sen, makbul insan muamelesi yaparken

Sen kendini

Kendi ülkende köle yerine koyduğunun farkında bile değilsin.

Yazık!..

Kendi yurdumuzda bile

Çoğu Türk dahi olmayan

Soysuz, sopsuz, sünnetsiz, meşrepsiz

Zencisinden, sarısından yamyamına kadar ne idiğü belli olmayan topcularmilyon

Dar alanda top yuvarlayıp

Senin sırtından servet kazanıyor.

Ayağına belki de bir kere dahi bile olsun top değmeyen

Sen

Ne yapıyorsun be yiğidim?

Gasıla gasıla gömülüp oturduğun gadife goltukda

Osdura osdura

Gooooooooooooooooooooooooooool!” diye bağırıp

Dübürünün damarı çatlayıncaya gadar gıçını yırtıyorsun!

Ya da

Pişmiş kelle gibi

Bu da mı gol değil, bu da mı gol değil diyerek

Dudulaşıyorsun!

Ayıp be garındaşım!

Yakışmıyor sana vallahi!

Aptal kutusuna bakmakla adam olunsaydı

Dünyadaki yekûn mahlûkâtın hepsi iki ayak üstünde yürür idi.

Top yuvarlayan hokkabazları seyretmekle gönenseydi Âdemoğlu

Dünyadaki bu rezilliği, şu sefâleti görmezdi gözlerimiz...

image-04Senin ağzını açarak, gıçını yırtarak bakdığın o Brezilya’da

Açlıkdan ölmemek için

Fırından bir dilim guru ekmek çalan beşinde, onundaki tâze çocukları

O memleketin kahraman(!) polisleri sokak ortasında köpek gibi öldürüp

O körpe cesetleri leş sürükler gibi yerde sürükleyip

Sonra da götürüp

Çöp niyetine çöp varillerine atıyor.

Gel!

Vazgeç gönüllü olarak morfinlenmekden!

Dur!

Ve düşün bir hele!

Ne yapdığını idrâk et artık!

Ayık be garındaşım!

Git!

Ufkunu nar kabuğu gibi patlatacak bir şey yap be yiğidim!..

Al!

Meselâ

Mutlaka bulursun

Ara!

Seni heyecanlandıracak, hislerini coşduracak bir kitap oku

Ruhunu besleyecek bir türkü, şarkı dinle

O kadar medenî cesâretin

Ve hele de mârifetin var ise

Bir müzik âleti çal veya türkü söyle!

Böyle yaparsan beni de çağır yanına

Meşk eyleyelim seninle!

Ya da

Her Astsubay sanatkârdır. Kendi mesleğinin ustasıdır.

Yalan mı?

Ne bileyim, sanatını konuşdur. Sana zevk verecek birşeyler yap. Mesleğinle ilgili bir şeyler icâd et. Edersin sen!..

Meselâ

Al eline kalemi

Birisine,

Söz temsil şu kelâmı dökdüren fakire

İki cümle karala...

En iyisi

Al gözünün bebeği eşini, çocuğunu karşına

Tut ellerini sımsıkıca...

Doya doya bak gözlerinin içine

Çocuk ol!

Onlarla birlikde, çocukluğunu yaşa.

Hanım ol!

Yemek pişir, ev süpür, çamaşır yıka eşin ile birlikde.

Hem de hergün yap bunları.

Top denen o mel’un meşin yuvarlağa aval aval bakmakdan daha eftâldir!

Bu gerçeği anla artık lutfen...

Çünkü

Onların elini tutabileceğin

Gözlerinin içine doya doya bakabileceğin günlerin sayılı be gardeşim!

*  *  *

İkinci T: Televizyon

Biz Türkler,

Dünyanın en çok televizyon seyreden ikinci milleti olduk.

Gözümüz aydın!..

Peki,

Düşündün mü hiç?

Niye böyle oldu?

Sen

En kıymetli sermâyen olan ömrünü, emeğini ve aklını

Aptal kutusu karşısında bedavadan öğütürken

Dünyada en fazla televizyon seyreden ülkenin insanları ne yapdı?

Ay’a ayak basdı...

Dünyayı istilâ etdi,

Gözüne kesdirdiği devletlerin iliğini kemiğini kanırta kanırta sömürüyor.

Bir okka mazota sen beş lira veriyorsun

Coni kendi eyâletinde

Sâdece 1 lira veriyor be can dostum.

Nüfusu, dünya nüfusunun sâdece yüzde beşi

Fakat

Dünyada üretilen mazotun tam dörtde birini onlar içiyor.

Bu da ediyor

Nüfusunun tam beş katı...

İşde sırf bundan dolayı

Sen kendi ülkende

Mazotu benzini damla damla kokluyorsun

Coni ise

Dört buçuk okka demek olan galon galon içiyor...

Dünyanın en çok televizyon seyreden o insanları

Şimdi de uzayı zapdetmeye çalışıyor!

Sen de

O’nun imâl etdiği televizyona bakıyorsun aval aval!

Elindeki telefon

Dizindeki bilgisayar

Kolundaki saat

Gözündeki gözlük

Cebindeki cıgara

Ayağındaki ayakkabı

Gıçındaki pontul...

Hepsini

Televizyona en çok bakan o insanlar yapdı?

Ve sana satdı...

Peki

Sen

Ne yapıyorsun?

Sen

Neredesin be garındaşım?

Oturduğun yer ahır sekisi,

Çığırdığın Istanbul türküsü...

*  *  *

Üçüncü T: Tütün

Daha şunun şurasında 30 sene evvel Türkiye

Dünyanın en iyi tütününü üretiyordu.

Türk tütünü içmek Avrupalılar için bir övünç ve itibar meselesi idi.

Bir gün

Turgut ÖZAL denen bir adam geldi bu topraklara

Gerdanı boyundan uzun bu götlü göbekli adam

Türk çiftcisine tütün ekmeyi yasakladı.

Toprak bizim, tohum bizim, güneş bizim, su bizim, çiftci bizim.

Elin gıçı boklu gevurunun emrine boyun eğen Turgut denen insan ucubesi adam

Tütün ekmeyi yasakladı kendi memleketimizde.

Dünyanın en iyi tütününü üreten insanımız

Artık dünyanın öbür ucundan,

Dünyanın en kötü, en zehirli, en çok kanser yapan tütününü Coni’den satın alıyor!sigara

Üsdelik çil çil yeşilleri tomar tomar vererek...

Gıçınıza gınayı yakın gaaari!..

Önce

Seni kanser yapacak cıgarayı satıyor sana

Sonra da

Kanser ilacını...

image-05Coni’nin yapıp satdığı cıgaraya para veriyorsun

Tam 20 milyar lira...

İçiyorsun, kanser oluyorsun.

Tedâvi olmak için ilaç satın alıp gene para veriyorsun

Tam 12 milyar lira.

Cem’an yekûnu eder 32 milyar lira...

Senin kendi askerine bir senede verdiğin paradan

Çok daha fazlasını

Sen

Önce cıgara içip kanser olmak için

Sonra da ilaç almak için

Coni’nin avucuna döküyorsun.

Askerine 20 milyar lira veriyorsun

Fakat

Cıgara ve ilaç için

Coni’ye her sene 32 milyar lira veriyorsun.

Adam cıgarayı kendi icâd etdi.

Fakat artık kendisi içmiyor.

Dünyanın en çok televizyon seyreden insanları

Aynı zamânda dünyanın en zengin memleketi oldu.

Biliyor musun be garındaşım?

Ya sen?

Sen ne yapıyorsun?

Ne ile meşgulsun?

Ey Türk Milleti?..

*  *  *

Cebinde Asubay kimliği taşıyan yiğit meslekdaşlarıma sesleniyorum!

Bilmem kaçıncısı oynanan Dünya Top Yarışmasında

O meşin topun peşinde koşduran milyar liralık ecnebî topcuları seyretmek için ayırdığınız zamânın

Sâdece yarısını

Bu makâleyi okumak için ayırmaya mecbursunuz.

Şu mübârek Ramazân-ı Şerifde

Göz nuru döküp

Eyyâmın bâhurunda kurdeşen olmak bahasına

Asubay haklarını gasp etmek için çevirilen orostopollukları ortaya çıkartan er kişi olarak

Sizden bunu istemeye hakkım var.

Sizi, bu hususda

Önce

Yüce Rabbime

Sonra da

Kendi temiz, sağlam vicdânınıza havâle ediyorum!..

*  *  *

Siz can dostlarımıza şunu imdiden hatırlatalım

Bilesiniz ki

Turpun en irisi

Makâlemizin beşinci ve son bölümünde!..

*  *  *

Sitem dolu işbu girizgâhdan sonra

İmdi girelim mevzumuza...

Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar levhası altında ictimâ eylediğimiz 5 bölümlük işbu makâlemizin

Birinci bölümünde;

  • 5802 sayılı ve 1951 tevellütlü Astsubay Kânun’u Meclis’de müzâkere edilirken “Gedikli Erbaş” dedikleri askerlerden bir kişiyi dahi kimsenin Meclis’deki toplantıya davet etmediğini açıkladık.

İkinci bölümünde;

  • “Astsubay” kelimesinin, askerî mevzuâtımıza ilk defâ duhûl eylemesini teşrih etdik.

Üçüncü bölümünde;

  • “Astsubay” kelimesine ‘s’ ve ‘t’ harflerinin ilâve edilmesi için döndürülen orostopolluk çarkını ve
  • Bugün “Astsubay” olarak bilinen biz asker kişileri nitelemek için “Assubay” kelimesinin askerî mevzuâtımızda hiçbir zaman kullanılmadığını cümle âleme ilân etdik.

Şu anda okuduğunuz dördüncü bölümünde ise;

  • Bu Kanun ile astsubayların 2 sene eğitim almaları şartına çerâğ tutacağız.

*  *  *

Genelkurmay Başkanımız Orgeneral M. Nuri YAMUT

1950 senesinde ‘Gedikli Zâbitliği’ elinden aldığı askerlere

Kuvvetli bir dirsek atıp

İki sınıf birden aşağıya itekledi ve ‘Gedikli Erbaş’ yapdı.

Daha bir sene bile dolmamışdı ki yapdığı kânun tam anlamıyla dibe vurdu. Ordunun asıl yükünü çeken orta sınıf askerliğe hiç rağbet eden olmadı. Gedikli Erbaş yapacak genç bulamadı. Kendilerini akıllı, Türk gençlerini ahmak zanneden goca gıçlı gomutanlarımız rezil rüsvâ oldu. Ordumuzu değil fakat önce zevâhiri, sonra da kendi koltuklarını kurtarmak için alelâcele bir kânun hazırladılar.

Bir günde iki sınıf aşağı itekleyip Gedikli Erbaşlığa tenzil etdikleri askerleri

Bu kez de ikrâh ederek bir sınıf yukarı çekdiler.

Gedikli Erbaşlara 1951 senesinde bu kez de “Astsubay” unvanı verdiler.

İki geri, bir ileri...

Bu değişim-dönüşüm-başkalaşım sürecini evvelki bölümlerde açıkladık.

image-06Coni’nın aklıyla hareket eden omuzu püsküllü NATO’cu gomutanlarımız

Bakdılar ki bu yapdıklarıyla aslında sıçıp sıvamışlar! Daha bir sene bile geçmeden orduyu bitirdiler. Gedikli Erbaş yapacak genç bulamadılar. Sokaklarda bir tellâl çağırtmadıkları kaldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral M. Nuri YAMUT’un başını çekdiği bu sünepe subaylar güruhu zevâhiri kurtarmak için bu kez başka bir tezgah çevirdiler. Gedikli Erbaş Kânun’unu yalayıp boyayıp parlatdılar. Astsubay Kânun’u adı altında cilâlı bir ambalaj ile tekrar piyasaya sürdüler.

Yapdığı bu doldur-boşalt; yap-boz; indir-bindir tezgahıyla Orgeneral M. Nuri YAMUT, bugün Astsubay denen asker kişilere Cumhuriyet tarihinin en büyük kötülüğünü yapdı. Tarih bu hakikâtı bugün farketdi ve böylece kayıt etdi.

Gedikli Erbaşlar’ 1951 senesinde ‘Astsubaylığa’ terfi(!) etdirildi.

Ve

Bu kânun ile aynı zamânda Astsubay denilen asker kişilere 2 sene eğitim verilmesi de hüküm altına alındı.

Bizim bu bölümde asıl mürekkep damlatmak istediğimiz mesele işde budur can dostlarım. Bu cümleden olmak üzere, Astsubay Kânun’u ile Astsubaylara verilecek iki senelik eğitim aşağıdaki madde ile hüküm altına alındı.

Bu hüküm ile T.C. devleti, Astsubay unvanı verdiği askerlere iki sene eğitim vereceğini taahhüt ve beyân etdi.

image-07 

image-081956 neşetli Jandarma Astsubay Sayın Mehmet KAYALI

Kânun’un bu hükmü mubicince

1953 senesinde intisâb etdiği Jandarma Astsubay Sınıf Okulunda

1 senesi ihtisâs eğitimi olmak üzere

Toplam olarak 3 sene tahsil aldıkdan sonra

1956 senesinde Jandarma Astsubay Onbaşı rütbesiyle mezun olan ilk Astsubaylarımızdandır.

Devlet idâresinin üzerine çöreklenen NATO’cu mamacı subay güruhunun adâleti bakınız  o tarihlerde nasıl tecelli etdi;

  • Necdet ÖZEL Harbiyede 2 sene okudu Subay oldu.(bknz.)

image-09Fakat

  • Mehmet KAYALI Sınıf Okulunda 3 sene okudu Astsubay oldu!..

Gel de

Hayıra yor bu rüyâyı!..

*  *  *

O tarihe kadar 1 sene olan eski unvanıyla Gedikli Erbaş, yeni unvanıyla Astsubay olan askerlerin eğitim süresi 2 seneye çıkartıldı çıkartılmasına da...

Bu kez de başka bir yasak duvarı örüldü Astsubayların burnunun dibine.

Astsubay Kânun’unun 23 üncü maddesine sıkışdırılan tek cümlelik bir hüküm ile

Astsubayların yüksek tahsil görmesi yasaklandı.

  • Genelkurmay Başkanı Org. M. Nuri YAMUT Astsubaya 2 senelik tahsil adı altında yeni bir hak verdi.
  • Fakat bu hak mukâbilinde yüksek tahsil hakkını Astsubayın elinde peşin olarak geri aldı.

Nasıl?

Bir şey veriyorsan

Karşılığında muhakkak bir şey almalısın!

Tam bir beyaz adam-kızılderili pazarlığı değil mi?

*  *  *

Tarihden Bir Nefes; Beyaz Adam - Kızılderili Pazarlığı

image-10 

Peki

Nedir beyaz adam-kızılderili pazarlığı?

Duydunuz mu?

Bugün değil Nii York,

Coni’nin memleketinin en değerli bölgesi olan Manhattan adasını

Amerika kıtasını istilâ eden Avrupalı beyaz adam

O vakitlerde o adanın sahibi olan Lenape kızılderili reisinden

Kaç paraya satın aldı biliyor musunuz?

Sâdece 60 Gulden’e...

 60 Gulden’in bugünkü karşılığı ise

Sâdece 24 Coni Doları...

Üsdelik Beyaz adam

Ucunu gösderdiği Gulden’leri kızılderiliye vermedi.

Para yerine incik-cincik-boncuk ve dahi

Bir kaç şişe de ateş suyu verdi. Hepsi o kadar.

Karşılığında ise

Binlerce seneden beridir kızılderili atalarının yaşadığı bu adayı kızılderili reisinin elinden aldı.

Biliyor musunuz?

Bugün bu adada yaşayan insanların sâdece yüzde yarımı kızılderili...

Öldürmek için masraf edip bomba atmaya ne hâcet var!

Utanması olmayanlar için

Şeref, namus ve haysiyet fukarası olanlar için

İnsanları kandırmanın bedeli sıfır lira nasıl olsa...

Peki

Bu kıssanın konumuz ile bağlantısı nedir?

Gedikli Erbaşlıkdan Astsubaylığa terfi(!) ettirilen asker kişilere

Orgeneral M. Nuri YAMUT’un yapdığı da

İşde tam burada olduğu gibi ahlâksız bir pazarlıkdan ibâret.

İşde, Astsubaylara kendi parasıyla bile olsa yüksek tahsili yasaklayan kânun maddesi.

image-11 

Astsubay Kânun’u madde 23 ile yukarıda mezkur “Astsubaylar hakkında uygulanacak” hüküm,

Aşağıda gördüğünüz “yüksek tahsil” yasağı idi.

image-12 

Genelkurmay Başkanımız

Subaylara serbest

Fakat

Astsubaylara yassak etdiği yüksek tahsil meselesinin bir yerlerden patlak vereceğini sezmişdi.

Hiçbir Kânun’unun Anayasa’nın üzerinde olamayacağını bilen

Ve yüksek tahsil yapmanın faziletine inanıp yola çıkan Astsubaylar olacakdı elbet.

Tıpkı Subayların yapdığı gibi

Tıbbıyeden doktor

Fakülteden mühendis

Ya da

Subayların mezun olduğu mülkiyeden hukuk diplomasını alıp gelen Astsubayların

Genelkurmayın kapısına dayanacağını biliyordu.

İşde bu neticeyi bekleyen subaylarımız tedbiri taa başından aldılar.

Tıpkı düşman mevzilerinin önüne hendek kazıp mayın döşeyip

Bir de dikenli tel çeker gibi

Yüksek tahsil yapan Astsubayların önüne de hemen bir mânia koydular.

Üsdelik 1951’de 2 seneye yükseltilen Astsubayların tahsil süresini

27 Mayıs’ın darbeci subayları 1964 senesinde tekrar 1 seneye düşürdü.

Ben de 1 senelik eğitim veren Deniz Astsubay Sınıf Okulundan mezun olan bir Astsubayım.

Kıymetli meslekdaşım Sayın Aydın KULAK,

Subay darbeleri Astsubayları iki kere vurmuşdur diyorsa

İşde bunun en güzel örneklerinden birisi de

Eğitim konusunda Astsubaylara vurulan darbelerdir.

*  *  *

Genelkurmay Başkanımız

image-13Astsubay denen asker kişilere

Kendi parası ile yüksek tahsil yapmayı 1951 senesinde yasaklar iken

Bu arada subaylarımız ne yapıyordu?

Elleri şeker, dilleri lokum mu eziyordu?

Sağ tarafınızda temâşa etdiğiniz sararıp solmuş siyah beyaz resim çerçevesine sıkışıp kalmış

Genelkurmay Başkanımız

Orgeneral M. Kâzım ORBAY’ın 1945 senesinde kabul etdirdiği aşağıda gördüğünüz Kânun ile

Subaylarımız;

  • Hem devletden maaş alıyorlar
  • Hem karargâhda fiilen(!) hizmet görüyorlar
  • Hem de “uzmanlık ve görgüsünü arttırmak” üzere kendi nam ve hesaplarına üniversitede tahsil yapıyorlardı.

image-14Harp okulu mezunu olan hâkim kisveli Abdullah Bey,

İşde bu kânun’un bir mahsulü olarak

Bugün  Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığı koltuğunda sanatını icrâ eyliyor. (bknz.)

image-15 

*  *  *

Genelkurmay Başkanımızın kabul etdirdiği yukarıda gördüğünüz kânun’un “Geçici maddesiyle

Subaylara

  • Hem yüksek tahsil hakkı verildi
  • Hem uzmanlık ve görgüsünü artırmasına imkân verildi
  • Hem de tahsilleri karşılığında “sınıf değiştirme hakkı” ikrâm edildi.

Genelkurmay Başkanımızın verebileceği başka haklar olsa onu da verecekdi subaylarına. Fakat o kötü canından gayrı verebileceği başka bir şeyi de kalmamışdı aslında...

image-16

Fakat sıra Astsubay denen askerlere gelince

  • Hem yüksek tahsili yasakladılar
  • Hem de Subaylar ile aynı fakülteden bile olsa aldığı diplomalarının hiçbir işe yaramayacağını daha 1967 senesinde ilân etdiler.

image-17

Asubayların hâriç tutulduğu 24 üncü maddenin yukarıda gördüğünüz (d) fıkrası

Hemen onun üsdündeki kânun maddesiydi.

Tefsir edelim bu ifadeyi;

Subaya serbest,

Asubaya yasak!

*  *  *image-18

Bu hakkını kullanmak için pusuda bekleyen

Harbiyeli Abdullah,

Devletin parasıyla okuyup mülkiyeden mezun oldu.

MYO’lu Abdullah da okuyup aynı mülkiyeden diploma aldı.

Üsdelik kendi parasıyla okuyup mezun oldu...

Genelkurmay Başkanımız;

  • Harbiyeli Avukat Abdullah’ı Askerî Yüksek İdâre Mahkemesinin başına oturtdu.
  • MYO’lu Avukat Abdullah’ı ise kışlaya tâlime yolladı…

*  *  *

İnsanız ya!

Dayanılmaz bir öğrenme isteği var içimizde.

Her şeyi öğrenmek isteyenler kahrından ölmeyi göze alabilmeli.

Ben de

Ölmek yerine

Öğrenmeyi tercih etdim.

Bu saik ile

Def çalıp ayı oynatır gibi

Raksetdirdim ucu gara galemi

Ak gerdanlı kâğıdın üstünde...

Ve

Merak buyurup öğrenmek için

Bir sual yolladım Necdet beye.

Dedim ki;

Türk Silahlı Kuvvetlerinde;
  1. Aslî görevinden muaf tutularak subaylara kendi nam ve hesabına yüksek öğrenim yapma imkânı verilmiş midir?
  2. Bu imkân verilmiş ise;
    a.Hangi tarihler arasında verilmişdir?
    b.Her bir subaya kaç sene verilmişdir? 20.07.2013.

4 aydan ziyâde bir süre düşündü

Ve sonra

Şöyle bir cevâp gönderdi  sayın gomutanımız.

601 282 sayılı BİMER Müracaatı

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)

11 Kasım 2013, 9:56 AM

To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Başvurunuz, 4982 sayılı Bilgi edinme Hakkı Kanunu’nun “Kurum İçi Düzenlemeler” başlıklı 25’inci maddesi kapsamında değerlendirilmiştir.

Erinmeyip açıp bakdım

Yukarıda tarassut eylediğiniz Bilgi Edinme Kânun’u madde 25 şöyle diyor;

kurumiciSucukcu Necdet beyin

Geven otu geveler gibi ağzında gevelediği cevâbını özetler isek şöyle dedi bana;

Devletin parasıyla kaç dâne subaya kaç sene yüksek tahsil hakkı vereceğimi ben bilirim.

Sen Asubaysın, böyle işlere burnunu sokma! Haydi bakayım, sen kışlada talime; Uygun adım! Marş, marş!..

Böylesi basit ve mâsum bir suale dahi cevâp veremiyorsa

Demek ki

Subaylara devletin parası ile ikrâm edilen yüksek tahsil hakkında

Karargâhda arz-ı endâm eyleyen gomutanlarımızdan

Bâzılarının gıçı çakıldak dolu...

*  *  *

Şâyet

Biz, bir aile isek

Çünkü

Gomutanlarımız böyle diyorlar ise

Ve bu ailenin iki efrâdı subay ve asubaylar ise

Ve şâyet subaylar hem devletten maaş alıp hem de kendi namlarına yüksek tahsil yapıyorlar ise

Ailenin öteki ferdi olan Asubaylara kendi parasıyla yüksek tahsil yapmayı tam 50 sene boyunca niçin yasakladınız?

Bugün şâyet birileri hâlâ “biz bir aileyiz!” diyorsa

Bu Kânunlara ve yapılan bu haksızlıklara bakıp

Söylediğini bir kez daha düşünsün!..

Bu Kânunlar ilgâ edildi. Bugün artık Asubaylara yüksek tahsil yasağı yokdur diyebilirsiniz.

Bu kısmen de olsa doğru da

Ben hâlâ bana 30 sene evvel yapılan haksızlığın acısını çekiyorum. Ben hâlâ bu Kânunların mağduruyum.

Mânevî mağduriyetimi kimse ödeyemez. Onu Allah’a havâle etdim.

İntibâkların Seyir Defteri tabelalı makâlemizde teşhir etdik.

Muvazzaflar bir yana

Emekli her Asubay meslekdaşımızın ayrı, farklı ve yürek yakan mağduriyeti var.

Hangisine sorsan uğradığı başka bir haksızlıkdan bahsediyor.

Neredeyse hergün yeni bir haksızlığın örtüsünü kaldırıyoruz.

Bok çukuru gibi karışdırdıkca insanın burnunun direğini kıran yeni kokular yayılıyor ortalığa

Hepsinin uğradığı haksızlık, maruz kaldığı hukuksuzluk elvan çeşit.

Çünkü özlük hakları bakımından Asubayların bugünkü durumu yamalı bohçadan kötüdür.

Peki bu maddî mağduriyetimizi bir nebze de olsa telâfi etmek için

Bugünkü subay gomutanlarımız ne yapıyorlar?..

Bugüne kadar bilerek ve isdereyek yapmadıkları

Bugünden sonra yapmayacaklarının habercisidir bizce...

Biz alırsak, o başka!..

*  *  *

Türkiye’de ilk Meslek Yüksek Okulları 1975 senesinde eğitime başladı. Bu cümleden olmak üzere Sayın Ersen GÜRPINAR, Urfa Meslek Yüksek Okulu 1979 senesi mezunlarındandır.

Lise mezunu gençlerimiz 2002 senesine kadar 1 senelik eğitim aldıktan sonra Asubay nasbediliyorlar idi.

Asubay Sınıf Okullarının ismi Nisan 2002 senesinde Astsubay Meslek Yüksek Okulu (AMYO) olarak değiştirildi ve,

Tahsil süresi de 2 seneye yükseltildi.

Ve 2 senelik eğitime ancak 2003 senesinde başlayabildiler.

Hem de YÖK’den tam 28 sene sonra.

Asubayların tahsil seviyesini 2 seneye yükseltmekle matah bir iş yapdığı zehâbına kapılan Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey dönüp 1951 senesine bir baksa!

image-19 

Ve o tarihlerde bile Asubayın eğitim süresinin 2 sene olduğunu görse kendisini nasıl hisseder?

Tam 51 sene kovaladıkdan sonra yakaladığı etli kıl yumağının

Aslında kendi kuyruğu olduğunu fark eden köpek kıssasını hatırlar mı acap?..

*  *  *

Konu,

O saate kadar Gedikli Erbaş denilen ve Kânun kabul edildikten sonra “Astsubay” unvanı verilen asker kişiler.

Fakat Kânun hakkındaki görüşmelere sâdece vekiller ve emekli subaylar iştirâk etdi.

Kendileri hakkında Kânun kabul edilirken Gedikli Erbaş denilen bu askerlerden bir tek kişiyi Meclise çağırmadılar. Meclisdeki bu toplantıya iştirak eden vekillerden hiçbirisi de bu askerlerin derdini, isteğini, itirazını kendi ağzından dinlemeyi akıl edemedi. Emekli bir hâkim subayın verdiği yalan bilgiye istinâden Asubay sınıfını teşkil etdiler.

Yeni teşekkül etdikleri Asubaylık sınıfının bir rütbesi için

Komisyondaki konuşması esnâsında

Deniz Kuvvetlerinden emekli subay Rifat ÖZDEŞ

Pîr olmadan aşka geldi ve

Şöyle dedi;

(Başgedikli) unvanı yeni kanunla (kıdemli başçavuş) oluyor. Bunun mânevi zevki çok büyüktür arkadaşlar!

Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı yeni bir Kânun yapmış. Eski Kânun’da “Başgedikli” dediğin asker kişilere yeni Kânun’da “Kıdemli başçavuş” diyeceksin!..

Ve yapdığın bu tenzil-i rütbe ile iftihar edeceksin!..

Öyle mi, emekli subay Rifat ÖZDEŞ?..

Sayın Ersen GÜRPINAR’ın deyişiyle

Kıdemli Başçavuş kadar daş düşsün senin başına inşallah!..

*  *  *

Dünyanın gelmiş geçmiş en aptal kadını olarak gösterilen Fransa kraliçesi Mari Antuvanet,

Yiyecek bir dilim kuru ekmeği olmadığı için sokağa dökülüp isyân eden kendi vatandaşlarına

Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!” dedi.image-21

Ve sarfetdiği bu sözüyle Mari Antuvanet

Dünyanın en aptal kraliçesi unvanını aldı.

Kendisi subay olduğu hâlde paldımı aşarak

Astsubay sınıfı hakkında sarfetdiği bu edepsiz, saygısız ve

Bu pişkin sözüyle Rifat ÖZDEŞ

Türk Ordusunun en aptal denizci subayı unvanını aldı!..

*  *  *

Makâlemizin şu ana kadar okuduğunuz dördüncü bölümünde

5802 sayılı ve

1951 tarihli Astsubay Kânun’u ile

Asubay unvanı verdikleri biz asker kişilere

Genelkurmay Başkanı Orgeneral M.Nuri YAMUT’un yapdığı orostopolluğu

Şöyle özetleyebiliriz.

  • Astsubay Kânun’u ile Asubayların tahsil düzeyi 2 seneye yükseltildi.
  • Bunun karşılığında Asubaylara yüksek tahsil yasağı konuldu.
  • Üsdelik 2 seneye yükseltdikleri tahsil süresini 60 darbesini yapan subaylar 1964 senesinde tekrar 1 seneye tenzil etdi.
  • Aynı kânun ile Asubayların belli bir görev süresinden sonra Subaylığa yükseltilmeleri hüküm altına alındı.
  • Fakat bu konuyu tatbikata koymak için gereken iç düzenlemeyi yapmadı. Bu kânun ile Asubaylara verilen Subaylığa yükselmek hakkı kâğıt üzerinde kaldı.
  • Erbaş sınıfına ait olan rütbeleri aynı kânun ile Asubay sınıfına yükledi.
  • Rütbelerini daha belirgin hâle getirdikleri Subay sınıfını daha mesafeli ve müstâkil bir yapıya kavuşdurdu.

Şimdi

Parmaklarımızla bir hesap yapsak

5802 sayılı Astsubay Kânun’u ile

Asubayların kazandıklarını ve kaybetdiklerini teker teker yazsak

Ve

Mahsuplaşsak!

Söyleyiniz bakalım yiğit yârenler!

Mütebâki nedir?

Bu kânundan kârlı çıkan kim?

Asubaylar mı?

Subaylar mı?

 brove

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

(***  Devâm edecek)

Kaynakca beşinci ve son bölümdedir.

Okumak için resimleri tıklayınız!

 

Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -1-

manset

 

 

 

 

Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -2-

manset

 

 

 

 

Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -3-

manset

 

 

 

manset

 

5802 sayılı ve 1951 tarihli Astsubay Kânun’unun

Goca gafalı

Geniş gırtlaklı

Derin mideli

İri dişli

Aç gözlü

Ve dahi

Üsdüne üstlük

Yalancı sazan balıklarının

Fütursuzca, ahlâksızca, edepsizce ve aynı zamânda

Kânunsuzca voltalar atdığı ağulu sularını

Oltamızın ucundaki yemsiz zoka ile tarassuta

Hakkımızın tahakkukuna olan sarsılmaz inancımızın bize verdiği

Azim, şevk, umut ve ilhâm ile devâm ediyoruz can dostlarım.

Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar künyeli 5 bölümlük makâlemizin

Birinci bölümünde;

  • 5802 sayılı Astsubay Kânun’u Meclis’de müzâkere edilirken

Gedikli Erbaş” dedikleri askerlerden bir kişiyi dahi kimsenin Meclis’deki toplantıya dâvet etmediğini açıkladık.

İkinci bölümünde;

  • “Astsubay” kelimesinin, askerî mevzuâtımıza ilk defâ duhûl eylemesinden bahsetdik.

Şu anda kıraat etdiğiniz üçüncü bölümünde ise;

  • “Astsubay” kelimesine;
  • Önce  ‘s’ harfi
  • Sonra da ‘t’ harfinin ilâve edilmesini ve
  • Bugün “Astsubay” olarak bilinen biz asker kişileri nitelemek için “Assubay” unvanının askerî mevzuâtımızda hiçbir zaman kullanılmadığını cümle âleme gene ilk defâ olmak üzere fâş edeceğiz.

*  *  *

Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar ismiyle maruf beş bölümlük işbu makâlemizin

Okuduğunuz şu üçüncüsünün esas oğlanı Asubay kelimesi idi.

Asubay

Ve

Bu kelimeden türetilen Assubay ve Astsubay kelimeleri konusunda

Geriye dönüp bakdığımızda

Arkamızda bilinmedik hiçbir şey bırakmayacağız.

Şemsipaşa bosdanından körpe bir kelek kopardır gibi

Mâzinin marazlı mahzenlerine cebren ve hileyle sindirilip saklanmış bütün hakikâti

Kulağından nâzikce

Fakat sımsıkı kavrayıp

Günün yüzüne çıkartacağız.

Makâlemizin bu bölümünü okuyup son cümlesine vâsıl oldukdan sonra

  • Kıymetli meslekdaşlarımız ‘Assubay’ ve ‘Astsubay’ gömleğini değiştirecekler.
  • Millî Savunma Bakanlığımız askerî mevzuâtını yeniden yazacak.
  • Şâyet lutfederse TEMAD hemen dâva açacak.
  • Bugün Astsubay dediğimiz askerlerin tarihcesini yeniden yazmamız gerekecek.

Şimdi

Neredeyse 80 seneden beridir

Dizinde mütemâdiyen sallayıp yalandan nenniler söyleyerek

Tarihin

Ancak 2014 senesinin Kiraz ayına kadar uyutabildiği hakikâtleri

Ve

Asubay kelimesine

Önce

s

Sonra da

t’ ekleyen sahtekârları

Şâyet iltifat buyurursanız

Sırasıyla fâş eyleyelim yiğitler.

*  *  *

ATATÜRK’ün Türetdiği ‘Asubay’ Tâbirine İlk Tecâvüz: ‘s’ Harfi İlâvesi

Saatli Maarif takviminin

Üçüncü sınıf saman kâğıdından mâmûl o samanî meşhur yaprağı

1938 senesinin

Kiraz ayının

Gündönümünden sonraki altıncı gününü gösteriyordu.

ATATÜRK hayatta idi.

1935 senesinde meriyyetde olan aşağıda gördüğünüz 2771 sayılı Ordu Dâhili Hizmet Kânun’una göre

O vakitlerde ordu teşkilâtımızda iki muvazzaf asker sınıfı mevcut idi.

Bunlar;

  1. Erbaşlar
  2. Subaylar

Subaylar da kendi içinde 3 sınıfda tefrik edilmiş idi.

Bu sınıflar;

  1. Asubaylar
  2. Üstsubaylar
  3. General/Amiraller

Bu sınıflardan birincisi olan aşağıda kahverengi çerçeve içinde görünen ‘Asubay’ tâbirinin “mânâsında” değişiklik yapmak hâsıl oldu. Sene, gene aynı sene idi.

kanun

Zamânın Başbakanı Sayın Celâl BAYAR Hükûmetinin Meclis’e arz etdiği kânun tasarısında bu husus açıkca görülüyor.

Tek maksat bu idi...

image-01 

Bu cümleden olmak üzere

Sayın Celâl BAYAR hükûmetinin kânun teklifindeki metin aşağıdaki gibiydi.

image-02 

Yukarıdaki kânun teklifi metninde sizin de gördüğünüz üzere ‘Asubay’ kelimesinin adı bile geçmiyor.

Fakat

Millî Savunma Komisyonu,

Hükûmetin bu teklifinin hâricinde olmak üzere

O vakit Ordu Dâhili Hizmet Kânun’unun ikinci maddesinde ‘Asubay’ şeklinde mevcut olan kelimeye ‘s’ ilâve etdi

Ve

Kânun metninde ‘Assubay’ olarak değişdirdi.

image-03

Yapılan bu değişikliğin kânun’un asıl maksadı ile hiçbir alâkası yok idi.

Kurnaz bir subay yapdığı orostopolluk ile

Asubay kelimesine ‘s’ harfi ilâve edilmesini Meclis’den kaçırdı.

Bir başka deyişleimage-04

Bu yapılan tam anlamıyla bir sahtekârlık idi.

Ve böylece Millî Savunma Komisyonu

Başbakan Sayın Celâl BAYAR’ı açık olarak aldatdı.

Komisyonun başındaki subay da

Bâdem bıyıklı Mirlivâ Kâzım idi.

image-05

Yukarıda gördüğünüz ‘Asubay’ sınıfına dahil olan rütbeler, mevcut kânunda “Yarsubay, asteğmen, teğmen, yüzbaşı” idi.

Aşağıda gördüğünüz 3387 sayılı ve 16.5.1938 tarihli Kânun ile yapılan değişiklik neticesinde

Asubay’ sınıfına ait rütbeler “Asteğmen, teğmen, üstteğmen, yüzbaşı” olarak değişdirildi.

Asıl maksat ‘Asubay’ tâbirinin “mânâsında” değişiklik yapmak idi.

Bunu yapdılar.

Fakat bunu yaparken aslında bir başka değişiklik daha yapdılar. Asubay kelimesinin imlâsında...

Mirlivâ Kâzım, kelimedeki ‘s’ harfinin yanına kaçak olarak bir ‘s’ ilâve edip ‘Assubay’ yapdı.

Kolay anlaşılması için yapılan bu sahtekârlığı şöyle özetleyelim;

  • 3387 sayılı Kânun’un amacı, Asubay tâbirinin sâdece içeriğinde değişiklik yapmak idi.

Fakat

  • Millî Savunma komisyonu Asubay kelimesine ‘t’ harfi eklemek için rapor hazırlamadı.
  • Asubay kelimesine ‘s’ harfi eklenmesi konusunda Meclis tutanaklarında tek kelime yok.
  • Asubay kelimesine ‘s’ harfi eklenmesi konusunda Başbakan’ın haberi yok. Onayı yok.
image-06

Eller kalkdı, Eller indi.

Bir maddelik bu kânun’un kabul edilmesiyle

2771 sayılı Ordu Dâhili Hizmet Kânun’unun sâdece ikinci maddesi değişdirildi.

Bu değişiklik ‘Asubay’ kelimesinin sâdece mânâsında yapılacakdı. Bunu yapdılar.

Fakat bu arada bir dalavere çevirdiller. ‘Asubay’ kelimesinin imlâsını da değişdirdiler.

Bu maddedeki ‘Asubay’ kelimesi hiçbir hukûkî, aklî ve ilmî gerekcesi ortaya konulmadan ‘Assubay’ olarak kânunlaşdı.

Tam bir yalan dolan ve subayların çevirdiği sahtekârlık var bu işin içinde...

Ve böylece

Asubay tâbiri

Kânunsuz bir şekilde

Assubay oluverdi.

Aklımız bize burada şu suali soruyor; ‘Üstsubaylar’ tâbirini niye ‘Üssubay’ şeklinde tâdil etmediler?

Yukarıdaki sahtekârlığı çeviren subaylar kendi kuyruklarına basmadılar. Ve bu kelimeye dokunmadılar.

İşde cevâbı...

Kendi hazırladığı askerî terimler kitabında ATATÜRK,

Üstsubay’ tâbirinin imlâsına dokunmadı. Aşağıda gördüğünüz üzere aynen muhâfaza etdi.

image-07

*  *  *

ATATÜRK’ün Türetdiği ‘Asubay’ Tâbirine İkinci Tecâvüz: ‘T’ Harfi İlâvesi

5802 sayılı Astsubay Kânun’u 1951 senesinde Meclis’de müzâkere edilirken

Kastamonu vekili, Millî Savunma Komisyon Sözcüsü ve emekli hâkim subay olan Rıfat TAŞKIN

Astsubay’ tâbirinin İçhizmet Kânun’umuzda o tarihde zâten mevcut olduğunu iddia etdi ve yalan söyledi.

Şimdi gözlerimizi Meclis tutanaklarına çevireceğiz.

Ve hukukcu subay Rıfat TAŞKIN’ın yapdığı bu sahtekarlığın izlerini süreceğiz...

Hazırladığı Astsubay Kânun’u tasarısında Millî Savunma Komisyonu, söze konu bu kelimeyi raporuna önce “Ast subay” şeklinde kayıt etdi.

Ve raporun ilerleyen bölümlerinde bu sözcüğü hep “Astsubay” şeklinde yazdı.

image-08

İşde ‘Astsubay’ tâbiri devletimizin resmî kayıtlarına ilk defâ 18 Haziran 1951 tarihinde bu şekilde duhûl eyledi.

Sonra,

Kânun tasarısı hem Bütçe hem de Meclis komisyonunda müzâkere edildi. Müzâkerede söz alan Millî Savunma Komisyonu Sözcüsü emekli hâkim subay Rıfat TAŞKIN isimli vekil, komisyon görüşme tutanağına kaydedilen konuşmasında şöyle dedi. “Astsubay tâbiri bizim İçhizmet Kanunumuzda mevcuttur.

İşde o ifâdesi...

image-09

*  *  *

Vekil, hukukcu ve subay da olsa bir insanın yalan söylediğini ortaya dökmek hoş bir iş değil.

Hazzetmediği söylemeliyim.

Fakat insanoğlu bu,  çiğ süt emmiş!..

Vekil de olsa

Hukukcu da olsa

Subay da olsa

Yalan söyleyebiliyor...

Çünkü hamurunda çiğ süt var!

İşde bu minvâl üzere

Rıfat TAŞKIN isimli subayın bahsetdiği Kânun’a bakdığımızda kendisinin âşikâre yalan söylediğini görüyoruz.

  • ATATÜRK’ün 1935 senesinde ‘Asubay’ şeklinde askerî mevzuâtımıza kazandırdığı

Ve

  • 1938 senesinde Kâzım isimli bir subayın ‘Assubay’ şeklinde tahrif etdiği bu kelimeye

Bu kez de;

  • Vekil ve emekli hâkim subay Rıfat söylediği yalan ile ‘t’ ilâve etdi ve bu kelimeyi bir anda ‘Astsubay’ yapdı.
  • Üsdelik bu kânun tasarısının kabul aşamasında Millî Savunma Komisyonu rapor hazırlamadı. “Assubay” tâbirine niçin ‘t’ eklendiği ve “Astsubay” şeklinde tâdil edildiğinin hiçbir hukûkî  ve ilmî gerekcesi de yok.
  • Konunun asıl sahibi olan Türk Dil Kurumu’na kimse danışmadı.

Yalan ise yalandır!

Başka ne diyeceğiz?

Hukukcu subay Rıfat TAŞKIN’ın “Astsubay” tâbiri için kaynak gösderdiği 3387 sayılı Kânun’un ilgili kısmını kesdik biçdik.

Kolay anlaşılacak bir şekilde aşağıya yapışdırdık.

Bir dikiz atınız bakalım hele yiğitler!..

Yalancı Rıfat TAŞKIN’ın iddia etdiği gibi

Astsubay tâbiri bizim İçhizmet Kânunumuzda o tarihde mevcut muymuş?

Sarı renkli kutunun içine nazâr eylerseniz şâyet

Emekli subay Rıfat TAŞKIN’ın yalan söylediğini siz de görürsünüz. Rıfat TAŞKIN’ın “Astsubay tâbiri bizim İçhizmet Kânunumuzda var” dediği tarihde İçhizmet Kânun’unun aşağıda gördüğünüz maddesi meriyyetdeydi.

İşde isbatı...

image-10 

Hâlbuki Rıfat TAŞKIN’ın Meclis’de bahsetdiği Kânun’da o tarihde mevcut olan kelime, “Astsubay” değildi.

Bu kelimenin ‘t’ siz yazılmış biçimi olan “Assubay” idi.

Üsdelik yukarıdaki kânun maddesinde görüldüğü üzere

Bu sözcük o tarihde “Asteğmen, Teğmen, Üstteğmen ve Yüzbaşı” rütbesindeki subayları tavsif etmekte idi.

Kânun maddesinde “Üstteğmen” kelimesinin çift “t” ile yazıldığını farketmişsinizdir!

Bir başka ifâde ile Askerî Yargıtay’dan emekli Hâkim Korgeneral Rıfat, komisyona yalan bilgi verdi.

Komisyon üyesi vekilleri alenen kandıran Rıfat TAŞKIN, bu kelimenin “Astsubay” olduğunu söyledi.

Tabi ki söylediği bu ifâde ucuz bir yalandan ibâret idi.

Ucu sipsivri, keskin ve yemsiz zokamıza

Bu kez

Vekil, hâkim ve korgeneral unvanlı subay Rıfat takıldı!

*  *  *

Haber Ola, Beri Gele!..image-11

Sağ cenâhınızda bir gazete haberi var.

Özetle şöyle yazıyor; “Astsubayların dil kurumuna (kuralına demek istemiş) aykırı olduğu gerekcesiyle meslek isimlerindeki “T” harfinin kaldırılması için yaptığı başvuruya Millî Savunma Bakanlığı’ndan olumsuz yanıt geldi.

MSB ‘Astsubay’ ifadesinin literatüre (her ne demekse! “askerî mevzuâta” diyememiş) ilk kez 2 Temmuz 1951’den itibaren girdiğini ve uygun olduğunu belirtti.

Peki, tamam M.S.B.’nin  cevâbını aldık ve kabul etdik.

Kabul etmesine etdik de yiğit Astsubaylar

Bugün itibâriyle

Devletin belgeleri üzerinden ortaya dökdüğümüz bu sahtekârlıkları kim yapdı?

Zamânın M.S.B. Komisyon üyesi subaylar.

Doğru mu?

Evet, doğru.

Belgeler, kânunlar, Meclis Tutanakları hepsi bu sahtekârlığı isbatlıyor.

Şimdi sual sorma sırası bizde

ATATÜRK’ün bize emânet etdiği ‘Asubay’ kelimesine

  • 1938 senesinde ‘s’ harfi
  • 1951 senesinde ‘t’ harfi eklenmesinde

Zamânın Başbakanlarının haberi ve onayı var mı?

El cevâp yok!

Bugün M.S.B. koltuğunda oturan Sayın Bakanın

Kendi komisyonunun tezgahladığı bu sahtekârlıklardan haberi var mı?

El cevâp yok!

Astsubaylara yapılan haksızlıkları açıkladığımız makâlelerimizin üslubunun sert olduğunu söyleyen dostlarımız var.

Bize yapılan haksızlıklar karşısında susup da dilsiz şeytana yoldaş mı olalım yârenler?

İşde, Meclis çatısı altında yapılan bu orostopollukları gözler önüne serdik.

Üsdelik bunlar sâdece arayıp bulabildiklerimiz...

Uğratıldığımız haksızlıkları anlatmak için kullandığımız üslup, bu sahtekârlıklar karşısında keten halvadan bile hafif kalır.

*  *  *

Netice itibâriyle

Eski Tüfek diyor ki;

T.C. Cumhurbaşkanı ATATÜRK,

Akıl ve bilimi kendine kılavuz edinip

1935 senesinde

Asubay tâbirinin izâhını şiir gibi yapdı. Makâlemizin ikinci bölümünde bu hususu teşrih ve ispat etdik.

ATATÜRK’ün teşkil etdiği Türk Dil Kurumu’unun

Bugünkü dilbilimcilerinin

İlmi ve aklı ise

Sâdece

Teamül’ demeye,

Gelenek” demeye

Kakafoni” demeye yetdi ancak.

Senin teâmül dediğin şeyin aslının

Subayların çevirdiği sahtekârlık çarkı olduğunu işde sana gösterdik.

Bugüne kadar uydurduğunuz ‘teamül’, “gelenek” ve “kakafoni” yalanları şimdi kabak gibi başınızda patladı!..

Türk Dil Kurumu olarak sen

Ve

Millî Savunma Bakanı olarak sen

Bu sahtekârlığın belgelerini görünce şimdi ne diyeceksin bakalım?

Savundukları Astsubay tâbirinin

Askerî mevzuâtımıza sahtekârlıklar ile, hülle ile girdiğini öğrenince ne yapacaklar acap?

ATATÜRK’ün türetdiği bir kelime hakkında hiçbir devlet memurunun laf geveleme hakkı olamaz!

Asubay kelimesi konusunda ATATÜRK’ün irâdesi ve emri ortada dururken

‘Teamül’ erir, ‘gelenek’ parçalanır, “kakafoni” toz olur, kül olur!

ATATÜRK,

Asubay kelimesini

Önce Assubay

Ve sonra da Astsubay şeklinde değişdiren memurları ve subayları bugün görse idi

Hepsinin yüzüne tükürürdü.

M.S.B.’nin

TDK’yı arkasına alıp

TEMAD’ın isteğine verdiği bu ucuz cevapda ileri sürdüğü gerekcelerin hepsi

Bugün ortaya dökdüğümüz belgelerden sonra temelinden çürüdü ve boşa düşdü.

Çünkü ortada sahtekârlıklar var.

Yalan dolan üzerine binâ inşâ edilmez.

Fikir beyân edilmez.

Karar verilmez.

Kânun ise hiç yapılamaz...

Meclis çatısı altında kendi subaylarının çevirdiği bu dolapları bugün öğrendikden sonra

Kendisi de aynı zamânda bir hukukcu olan

Bakanımız Sayın İsmet YILMAZ yukarıdaki kararını derhâl gözden geçirmelidir.

Çünkü

Kânunsuz tesis edilen hüküm

Keenlem yekûndur.

Hem de

Mürur-i zamân işlemez!

*  *  *

Devlet, Burada. Memuru Nerede?

Devlet hizmetinde devâmlılık esâsdır.

image-12Tam 100 sene evvel yapıldığı iddia edilen

Sözde bilmem ne için

Başbakan ERDOĞAN

Ordumuzu arkadan hançerleyen Ermeni komitacılara tâziye dilemedi mi?

63 sene evvel, 76 sene evvel devletin memurları ve subayları sahtekârlık yapmışsaimage-13

Bunun mesuliyeti bugün o koltukda oturan haleflerine aitdir.

Sayın Millî Savunma Bakanı, subayların yapdığı bu sahtekârlıkdan kendini sıyıramaz.

Devlet memurluğu, bunu icâb etdirir.

Akıl ve bilimadamlığı ile uzak yakın hiçbir alâkası olmayan

Yukarıdaki bu mesnetsiz açıklamaları bir kenâra bırakıp

Millî Savunma Komisyonunun

1938 ve 1951 tarihlerinde

T.B.M.M. çatısı altında çevirdiği dolapların ve sahtekârlığın hesâbını vermelidir.

*  *  *

ATATÜRK’ün bizzat kendisinin türetdiği “Asubay” kelimesine bakınız subaylar neler etdiler;

  • 1935 senesinde Kâzım SEVÜKTEKİN isimli bir subay “Asubay” kelimesinin anlamını değiştirdi.
  • 1938 senesinde Mirlivâ Kâzım SEVÜKTEKİN bu kez de kelimeye ‘s’ ekleyip “Assubay” yapdı.
  • 1951 senesinde Askerî Yargıtay’dan emekli hâkim subay Rıfat TAŞKIN ‘t’ ekledi ve “Astsubay” yapdı!..

Bu iki subay

Yapdıkları bu sahtekârlık ile hukukumuzdaki tanımıyla “Evrakda sahtecilik” suçunu işlediler!

Böylece “Asubay” terimi;

  • 1935 senesinde “Zâbit Vekili” denilen Asteğmen oldu.
  • 1938 senesinde ‘s’ harfini alıp “Asteğmen, Teğmen, Üstteğmen ve Yüzbaşı” oldu.
  • 1951 senesinde ‘t’ harfini alıp “Astsubay” oldu.

1938 senesinde

Mirlivâ Kâzım

1951 senesinde ise

Koramiral Rıfat isimli subay

Ucu sipsivri ve yemsiz zokamıza hasbîden takıldı.

*  *  *

Makâlemizin bu kısımında bugün bir hakikâti daha sizlere muştulayalım.

  • ATATÜRK’ün türetdiği ve 1935 senesinden buyana neredeyse 80 seneden beridir dillerde dolaşan,
  • Askerî mevzuâtımızda yazılıp çizilen
  • Ve 2014 senesi itibariyle bugün son şekli “Astsubay” olan bu mübârek kelime

bakınız hangi fırınlarda yanıp pişerek günümüze kadar geldi.

Şöyle ki;

  1. 1935 - ASUBAY: Bu kelimeyi o tarihde “Zâbit Vekili” denilen ve bugün “Asteğmen” olarak bilinen subay rütbesini tefrik etmek üzere bizzat ATATÜRK 1935 tarihinde türetdi. Aynı sene içinde kabul edilen 2771 Sayılı Ordu Dahilî Hizmet Kânun’u ile Asubay kelimesinin anlamı değiştirildi. Zabit Vekili olan mânâsı “Yarsubay, Asteğmen, Teğmen ve Yüzbaşı” oldu. Makâlemizin ikinci bölümünde bu konuyu belgesiyle açıkladık.
  2. 1938 - ASSUBAY: Ordu Dahilî Hizmet Kânun’una 16 Mayıs 1938 tarihinde 3387 sayılı Kânun ile eklenen değişiklik ile bu kelime hiçbir gerekce gösderilmeden “Assubay” yapıldı. Asteğmenleri tefrik etmek üzere ATATÜRK’ün “Asubay” şeklinde türetdiği sözcüğe zamânın Genelkurmay Başkanı, ‘s’ ekledi. Anlamını değiştirdi. Ve bu kelimeyi o tarihdeki mevzuâtda “Erbaş”, bugünkü askerî mevzuâtımızda ise “Astsubay” dediğimiz sınıfı tefrik etmek üzere “Assubay” yapdı. Bu hainliğin yapıldığı tarihde ATATÜRK sağ idi. Duysaydı bunu yapan subaylara ne söylerdi acap?..
  3. 1951 - ASTSUBAY: ATATÜRK’ün türetdiği kelimeye harf ekleme seferberliği devâm etdi. 1951 senesinde bu kelimeye bir harf daha eklediler. 5802 sayılı Astsubay Kânun’u Meclis’de müzâkere edilirken emekli hukukcu subay olan Rıfat TAŞKIN, komisyona yalan söyledi. Bu kelimenin o zamanki Ordu Dahilî Hizmet Kânun’unda “Astsubay” şeklinde yazıldığını söyleyip Meclis komisyon üyelerini resmen kandırdı. Hâlbuki Rıfat Bey’in bahsetdiği Kânun’da bu kelime “Assubay” şeklinde yazıyordu. Hâkim kılıklı emekli subay Rıfat TAŞKIN bu kelimeye kendince ‘t’ harfi ekledi.

1951 senesinden beridir de bu kelime askerî mevzuâtımızda “Astsubay” şeklinde arz-ı endâm ediyor.

Bütün bu eklemeler ve anlam tadilâtı yapılırken Meclis’de bunun sebebini kimse sormadı.

  • “Asubay” sözcüğünü niye “Assubay” yapdın diyen olmadı.
  • “Assubay” kelimesini sen nasıl “Astsubay” yaparsın demedi.
  • ATATÜRK’ün emânetine ATATÜRK’ün subayları ihânet etdiler.
  • ATATÜRK’ün bizzat türetdiği “Asubay” kelimesini hem “mânâ” hem de “imlâ” olarak değişdiren subaylarımız meselenin ilmî veçhesini öğrenmek ve ona göre ilmî ve aklî bir düzenleme için tenezzül edip de işin asıl sahibi Türk Dil Kurumu’na danışmadı.
  • Meslekdaşlarımızdan bâzıları işin esâsını öğrenmek için aklın emrine râm olup Türk Dil Kurumu’na müracaat etdiler. Meselenin asıl sahibi ve yetkili en yüksek makâmı olan Türk Dil Kurumu da câri askerî mevzuâtımızda bugün “Astsubay” şeklinde yazılan kelimenin mâruz kaldığı sâdece “imlâ” kaymalarını izah etmeye çalışdı. Akıldan ve bilimden uzak bu tecâvüzü “teamül” ile açıklamaya yeltendi kendileyin. Fakat bu “teamül” ün altında yatan subayların yapdığı sahtekârlığı T.B.M.M. zabıtlarından incelemek zahmetine katlanmadı.
  • Ayrıca kelimenin bu zamân zarfı içinde uğradığı “mânâ kaymasını” tetkik etmek kimsenin aklına gelmedi.

Hâlbuki Asubay tâbiri;

  • Hem imlâ
  • Hem  de mânâ olarak

Kendini bilmez bir iki subayın ihânetine mâruz kaldı ve tahrip edildi.

*  *  *

Erinmedik, yerinmedik. Bize 4 EGO biletine mâl olan kısa bir ziyârete çıkdık. Türk Dil Kurumu’nun Kavaklıdere’deki Merkezine gitdik. 1983 senesine kadar Türk Dil Kurumu’nun neşretdiği 8 sözlüğün hepsini yeğân yegân tetkik etdik. Ve aşağıdaki tabloyu hazırladık.

Bu tabloda görüldüğü üzere TDK, söze konu bu kelimeyi neşretdiği sözlüklere hep Assubay olarak yazdı. Taa ki 1980 Zottirik Kenan darbesine kadar.

Neşredilmesi 1983 senesine denk gelen darbe sonrası ilk Türkce sözlükde ise bu kelime emir-gomuta zenciri dâhilinde birden bire Astsubay oluverdi.

image-15

Dikkatli okurlarımızın burada şöyle bir sual sorması gerekir. Mâdem ki kelimenin aslı Asubay. Ve bu tâbiri ATATÜRK türetdi de. TDK’nun sözlüğünde Asubay niçin yok? Önce bu suali soranları tebrik edelim ve açıklayalım yiğitlerim.

Türk Dil Kurumu, ilk Türkce sözlüğü yukarıdaki tabloda gördüğünüz üzere 1944 senesinde neşretdi. 1938 senesinde Asubay kelimesi, Assubay yapıldı. Hikâyesini yukarıda izah etdik.  Türk Dil Kurumu, kânun’da Assubay şeklinde yazan bu kelimeyi, hazırladığı ilk Türkce sözlüğe 1944 senesinde Kânun’da yazıldığı şekliyle, Assubay olarak dâhil etdi. İşde sırf bu sebepdendir ki Asubay kelimesi TDK’nın sözlüğünde hiç yer almadı.

Yukarıda ortaya dökdüğümüz bilgi ve belgelere bakıldığında TDK’nın bugüne kadar beyân etdiği açıklamaların ilmî ve aklî bir veçhesinin, doğru bir mesnedinin ve hattâ hiç kıymetinin olmadığını görüyoruz.

Meclis çatısı altında Asubay kelimesi hakkında yapılan sahtekârlıkları ortaya çıkartdıkdan sonra Türk Dil Kurumu’nun Assubay ve Astsubay kelimeleri konusunda bugüne kadar piyasaya sürdüğü ucuz ve mesnetsiz açıklamaların hiçbir değeri ve önemi olamaz.

image01

İşin doğrusunu söylemek gerekirse

 Türk Dil Kurumu, Astsubay kelimesi konusunda bugüne kadar üfürdüğü savunmalarda

12 Eylül 1980 Zottirik Kenan darbesinin ayak izlerini gizlemekde tam anlamıyla çuvallamışdır.

*  *  *

Astsubay tâbiri üzerindeki bütün bu ameliyâtları Genelkurmay Başkanlarımız askerlik sanatı, bilim, akıl, vicdân, vefâ, hukuk, kânun ve ahlâk mefhumlarını umursamadan kendi paşa keyiflerine göre yapdı;

  • Kimi zamân ben yapdım oldu, dedi.
  • Kimi zamân T.B.M.M. çatısı altında subay vekiller yalan söyledi.

Netice itibâriyle askerî mevzuatımıza 1935 senesinde duhûl eyleyen ‘Asubay’ terimi;

  • 1938 senesinde “Assubay” şekline sokuldu
  • 1951 senesinde de “Astsubay” şeklinde tahrif edildi.

Kıymetli meslekdaşım Sayın Aydın KULAK’ın deyişiyle

Subay darbeleri Astsubay unvanlı askerleri iki kere

Sahtekâr subaylar da

ATATÜRK’ün bize emânet etdiği Asubay tâbirini iki kere vurdu!

2014 senesinin Kiraz ayı itibâriyle

Hem

Assubay

Hem de

Astsubay terimlerinin taşları yerinden oynadı.

Okgalı bir Osmanlı tokadı aşk etdik ve temellerini yıkdık.

Bu sözcükler artık ayar tutmaz.

*  *  *

Küçük Zâbit,

Gedikli Zâbit,

Gedikli Küçük Zâbit,

Gedikli Küçük Subay,

Gedikli Subay,

Gedikli Erbaş,

Asubay,

Assubay

Ya da

Bugün bildiğimiz şekliyle

Astsubay...

İşbu makâlemizin maksadı

Herhangi bir kelimeye takılıp küp çürütmek değildir.

Bu unvanların hepsi

Biz Türk askerinin ruhuna, canevine ve alnına vurulmuş Peygamber mühürüdür.

Hepsi bizimdir!

Hepsiyle müşerref oluruz.

*  *  *

image-16 

  • Marah+scalc kelimelerinin birleşmesinden türetildi. 13 üncü asırda Alman askerî terim külliyâtına dâhil edildi.
  • Önce Frenkistan’a gitdi. Oradan da İngiltere’yi dolaşdıkdan sonra 1826 senesinde memleketimize geldi.
  • Büyük Osmanlı Devleti döneminde Müşir imlâsıyla 1833’de askerî mevzuâtımıza  dâhil edildi.
  • Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikde ATATÜRK, 1935 tarihinde Mareşal imlâsıyla askerî mevzuâtımıza aldı.
  • Türetildiği ülkede ve tarihde bu kelime; at bakıcısı, seyis anlamında kullanıldı.
  • Bugünkü askerî mevzuâtımızda ise en yüksek asker rütbesinin ismi oldu.

Bu kısa bilgiden murâdımız şudur canlarım

İçi iyi doldurulduğu sürece bize verilen unvanların hepsine de hörmet ve muhabbet ile bakarız.

Ancak ne var ki

Hem son 65 seneden beridir

Hem de bugün

Biz Astsubaylar konusunda kabul edilen Kânunlarda

Askerlik, bilim, akıl, hukuk, kânun, ahlâk, vicdân, arkadaşlık, vefâ ne arar!..

Ayının kırk türküsü var

Kırkı da ahlat üsdüne!..

İşde esâs  mesele budur yiğit Astsubaylarım!

*  *  *

Şimdi,

Can silahdaşlarım!

Arabanızın sileceğinin ön camınızı silip tâzelediği gibi

Dimağınızı şöyle bir silip tâzeleyiniz.

Ya da

İstanbul’un Kısıklı’sındaki üç katlı bir saray yavrusunda

2013 senesinin karakış fırtınasından altı gün sonra

Birilerinin kamyonlarla taşıya taşıya bitiremediği dolarları, dolmazları ve avroları, mavroları ‘sıfırladığı’ gibi

Zihninizi şöyle bir anlığına sıfırlayınız...

Ve

Buraya kadar ifşâ etdiğimiz bilgi ve belgeler tahtında şu tespitleri ortaya koyalım;

  • ‘Asubay’ kelimesini imlâ ve mânâ olarak 1938 senesinde ATATÜRK türetdi.
  • Bu kelimeye subaylar önce  ‘s’ harfi ekleyip 1938’de ‘Assubay’ yapdı. Ve ortaya uyduruk bir kelime çıkdı.
  • Sonra ‘t’ harfini ekleyip 1951’de ‘Astsubay’ yapdı. Ve ortaya daha uyduruk bir kelime çıkdı.
  • Kelime üzerinde bu ameliyatlar yapılırken subaylar açıkca yalan söyleyip Meclis’i kandırdılar. Ya da hiçbir açıklamaya yapmaya tenezzül etmediler. Bu sebeple her iki ekleme de kânunsuzdur, hukuksuzdur. Ortada tam anlamıyla subayların çevirdiği sahtekârlıklar silsilesi vardır.
  • Ayrıca bu harf eklemelerinin dilbilgisi bakımından da ilmî hiçbir izâhı yokdur.

Genelkurmay Başkanının emir-komutasında hareket eden subayların çevirdiği bütün orostopollukların arasındaki tek gerçek şudur;

5802 sayılı kânun mucibince

1951 senesinden beridir

Biz asker kişilerin unvanı, hukûkî olarak ‘Astsubay’ dır.

Ancak ne var ki kânun’un bu hükmü bir yalanlar silsilesi üzerine inşâ edildi.

İsder ‘Assubay’ deyiniz

İsder ‘Astsubay’ deyiniz

Farketmez!

Her iki tâbir de keenlem yekûndur.

Belgeleri yukarıda ortaya dökdük

Sahtekâr subayları suçüsdü yakaladık!

Ve

Astsubayların gözlerinin önünde

65 seneden beridir arsızca sırıtıp duran

Zulmet perdesini yırtdık!

Büyüleri bozduk!

Yukarıda gördüğünüz belgeleri ortaya dökdükten sonra

2014  Kiraz ayı itibâriyle

Her iki sözcüğün meşruiyeti ve mevcudiyeti boşa düşdü.

Hem

‘Assubay’ tâbiri

Hem de

‘Astsubay’ tâbiri

İlimden, akıldan ve haysiyetden mahrum sahtekâr subayların peydahladığı sahte ve uyduruk sözcüklerdir.

Her ikisi de ATATÜRK’ün emânetine yapılmış hıyânetdir.

Şimdi,

Geliniz ATATÜRK’ün askeriyemize 1935 senesinde hediye etdiği

Asubay’ kelimesinin aklî ve ilmî izahâtına bir daha bakalım.

image-17 

Aynı cümleden olmak üzere bakınız ATATÜRK Asteğmen tâbirinin imlâsını nasıl izâh etdi.

image-18

Asubay kelimesi ile aynı yönteme göre türetilen ve izâh edilen Asteğmen kelimesine 1935 senesinden beri kimse dokunmadı.

Fakat aynı gerekceler ile türetilen Asubay kelimesine memurundan subayına kadar müdahâle etmeyen kalmadı.

ATATÜRK;

Yukarıda gözetlediğiniz

Asubay tâbirini

Hem kendisi türetdi

Hem de kendisi izâh etdi.

Bugünün tarihinde Astsubay unvanı taşıyan biz askerler,

ATATÜRK’ün bize emâneti olan Asubay kelimesini

Haysiyet fukarası ve sahtekâların tâdil ve tevil etmesini

Tarih, ilim, akıl ve millet önünde şiddetle takbih ediyor

Ve

Kökden reddediyoruz.

*  *  *

Biz,

Asubay kelimesinin

1935 senesinden 1951 senesine kadar mâruz kaldığı tâdil, tevil, tebdil ve tecâvüzün tarihini yazdık.

Bugüne kadar meçhul, muamma, muallak, müphem, meşum olan bir meseleyi gün ışığına çıkartdık.

Bir sahkekârlığın parmak izlerinin sahiplerini kulağından tutup tarih önünde teşhir etdik.

Aynı zamânda

Makâlemizin buraya kadarki bölümlerinde ortaya dökdüğümüz devlet belgeleriyle

Assubay ve Astsubay tâbirlerinin kânunsuz, temelsiz, soysuz sopsup, uyduruk olduğunu ispatladık!

Ve

Çok sinsi ve gizli tezgahlar kurularak unutturulmak istenen Asubay kelimesine

Tâze hava dolu yeni bir hayat bûsesi verip canlandırdık.

2014 senesi

Kiraz ayının

Gündönümünü idrâk etdiğimiz şu günlerde

Assubay

Ve

Astsubay

Unvanları meşruiyetini kaybetdi.

Herkes bilsin ki

Artık

Asubay unvanı bizimdir!

*  *  *

ATATÜRK;

En hakîki mürşit, ilimdir” dedi.

Türk Milletine

Ve tabi ki

Türk Ordusuna

Mirâs olarak

Bilimi ve akılı bırakdı.

Türk Ordusu;

ATATÜRK’ün mirâsı olan akıl ve bilime

Ve

ATATÜRK’ün bize emâneti olan

Asubay tâbirine

Sahip çıkmaya

Ve

Sahibine iade etmeye mecburdur.

ATATÜRK’ün bu mukaddes emânetine

Eski Tüfek olarak ben de sahip çıkıyor

Ve

Bugüne kadar Astsubay olan unvanımı

Bugünden kelli

Asubay olarak değişdiriyorum.

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

(***  Devâm edecek

Kaynakca beşinci ve son bölümdedir.

Okumak için resimleri tıklayınız!

 

 

Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -1- 

manset

 

 

 

 

 

 

Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -2- 

manset

 

 

 

 

 

 

'T' Vak'ası

Haziran 18, 2014

 

Askerinden, memurundan, siyâsetcisinden, yazarından, çizerinden

Sokakdaki bağrı yanık insanımıza

Ve

Bâhusus gazetecisine kadar

Her meslekden her meşrepden her rütbeden vatandaşımızın

Kimisi Assubay

Kimisi de Astsubay

Dedi, söyledi, yazdı, çizdi.

Bu güzel insanlarımızdan bâzıları da

Kelimenin üçüncü harfine şizofren mertebesinde kafayı takdı. Kânundan neşet eden hakkını kullanmak cesâretini gösderdi. Üşenmedi, aldı kalemi eline ve ‘t’ harfi kaldırılsın diye Meclis Dilekce Komisyonuna yazılı olarak müracaat etdi.

Assubay Devrimi_ T Vak'ası_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

image-02Curcuna makâmından icrâ edilen bu tartışma kervânına

Tek temsilcimiz

TEMAD bile bayrak açıp dâhil oldu.

2 Ocak 2014 tarihinde saat 19.15’de

Filaş televizyonuna mülâkat veren Başkanımız Sayın Ahmet KESER,

Kenan EVREN döneminde yazılı bir müracaatla

Kelimenin Astsubay’a dönüştürüldüğünü iddia edip ‘t’ harfinin kaldırılmasını istedi.

image-03 T Vak'ası_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK image-05 image-06 image-07

Televizyondaki konuşmasında Sayın KESER

Kânun 1951 senesinde ‘t’ li çıkmış dedi.

Mülâkatının devâmında “hukukcularımz ile bir araya gelip bu ‘t’ meselesini değerlendireceğiz. Gerekiyorsa hukûkî mücâdelemizi de veririz” dedi.

Sayın Başkanımız Ahmet Bey

emekliassubaylar.org’un kadim müdâvimlerindendir.

Kendisi

Hukukcularıyla bir araya gelip de mücâdele kararı vermişse şâyet

Dâva açmadan evvel

Önce

Bizim işbu makâlemizi

Sonra da

Emekli “Assubayların” özgür sesinin yankılandığı

emekliassubaylar.org mecrâsında bugünlerde neşredeceğimiz

Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar ismiyle maruf makâlemizin üçüncü bölümünü okumasında sayısız faydalar var.

Zirâ

Her iki makâlemizde

TEMAD’ın açmayı düşündüğü dâvanın neticesini kökden etkileyecek çok önemli mehazlar fâş edeceğiz.

 

*  *  *  *  *

5802 sayılı ve 1951 tarihli Astsubay Kânun’un kabul edilmesiyle askerî mevzuâtımıza duhûl eyleyen Astsubay tâbirinin aslı asdarı soyu sopunu

Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar isimli 5 bölümlük makâle tefrikamızın üçüncüsünde bugünlerde fâş eyleceğiz.

Sabrı yâren eyleyip uykusuz gecelerimize

Bu kelimenin

Anamın babası rahmetli Hakkı dedemin

Defter-i Kebir dediği

Nüfus Kütüğüne kadar nüfuz eyledik.

Tarihin unutturmaya yeltendiği belgelerden

Bu kelimenin soy ağacını çıkartıp kamuoyuna ilân etdik. Öğütdük, un eyledik. Artık bu konuda söylenecek söz kalmadı.

Astsubay kelimesinin menşei hususunda taşlar yerli yerine oturdu oturmasına da.

Bu kelimenin üçüncü harfi olan ‘t’ harfinin akıbeti konusunda kamuoyumuz

Henüz ortak bir müşterekde ictimâ eyleyemedi.

Haklı olarak

Vicdânlar sükûn bulmadı.

Makâlemize konu işbu kelimenin soldan üçüncü sırasında keyif çatan ‘t’ harfinin

1980 Subay darbesinden sonra buraya cebren ve hile

Ve dahi

Emir gomuta zenciri dahilinde oturtulduğuna dair kamuoyumuzda yaygın bir kanaat hâsıl oldu son zamanlarda.

 

*  *  *  *  *

 

Hadi gene iyisiniz yiğit yârenler!

İştiyâkınız sabrının ödülünü bugün alacak.

İki farklı siperde mevzilenen bu eşhâsa

Şartlı bir müjdemiz var.

Bu saflardan sâdece birisi kazanmak koşuluyla

Gözünüz aydın!..

Bu meseleye öyle bir palta vuracağız ki

Bâtıl zâil olacak

Hak da bâki...

Üç otuz seneden ziyâde bir zamândan beridir

Astsubay unvanlı asker kişilerin gündeminde

Gugu çiçeği misâli ipil ipil salınıp duran

Gözümüzün önünündeki bu sis perdesini aralayacak

Ve

Bügüne kadar yanlış bilinen bir iddiayı

Bu makâlemizde bugün inşallah zâil eyleyeceğiz.

 

*  *  *  *  *

 

Kandilde yağ,

Gözlerde fer

Bedende ömür

Divitde mürekkep tüketip

Emek ve zamân öğütmek bahasına

Arayıp bulup

Anlayıp inanmak yerine

İşin kolayına kaçıp

Bize anlatılanlara

Daha da kötüsü

Duyduklarımıza inanmaya alıştırıldık 1980 subay darbesinden buyana.

Düşünmeden inanmaya alışdırılan insanlarımız

Çankaya’nın şişmanı Turgut ÖZAL ve Zottirik Kenan EVREN’in milletimize dayatdığı eğitimin ürünüdür.

Çünkü

Bir milleti önce köleleştirip

Sonra da sömürmek için böyle yapmak en kolay ve en tesirli yöntem sömürenlere göre.

Hangi konuda neyi, nasıl düşüneceğimizi

Nasıl anlayacağımızı ve

Ne söyleyeceğimizi bizden olmayanlar kabul ettiriyorlar bize.

Bir bakıyoruz hiç duymadığımız bir kelime dolanıyor ahâlinin diline;

Sürdürülebilirlik,

Farkındalık,

Mahalle baskısı,

Geçmişiyle yüzleşme,

BOP,

GODKAP,

RTE,

Medeniyetler ittifâkı, buluşması, sevişmesi...

İtibarsızlaşdırma,

Bilmem ne meselesi,

Açılım Süreci,

Çözüm süreci...

Bakıyorsun bir gün bütün münevverlerimiz(!)

Kümesdeki hint tavuğu gibi hep bir ağızdan

Aynı anda aynı kelimeyi gıdaklıyor.

Pimi çekilmiş el bombası gibi ortalıkda dolaşan bütün bu tuzak mehfumlar hakkında herkes kendileyin bir şeyler söylüyor da

Bunların içinde ne olduğunu kim, ne kadar biliyor?..

Söz var, aslında bizden değil.

Mesele var, aslında bize ait değil.

Çözüm süreci var, aslında gene bizim değil.

Türk Milletine son yarım asırdan ziyâde bir zamândan beridir dayatılan bu beşeriyyet mühendisliğinin bir benzerini de biz astsubayların unvanı olan kelime hakkında piyasaya sürüldüğünü görüyoruz; Assubay...

 

*  *  *  *  *

 

Şu anda kendisi ne yapıyor, bilmiyorum

Fakat

SöyleyinizT Vak'ası_ 12 Eylül darbecisi subayı zottirik Kenan EVREN_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  • Darbeci zottirik sevinsin!..

İşbu makâlemizde ortaya dökeceğimiz

Islak imzâlı

Ve dahi

Devletimizin mühürlü belgeleriyle

Bugüne kadar kendisine isnâd edilen

Astsubay kelimesine ‘t’ harfi eklediği suçlamasından

Darbeci Kenan

Biz Astsubayların huzurunda bugün beraat edecek...

  • Meslek unvanının “Assubay” olduğunu iddia eden meslekdaşlarımız ise

image-08Bizi bağışlasınlar!..

Astsubay tâbiri konusunda

50 seneden belli dillere dolanan bir ezberi bozacak

Ve

İstemeyerek de olsa

Kendilerini sukût-u hayâle uğratacağız...

 

*  *  *  *  *

 

Zottirik Kenan ve ‘t’ Vak’ası...

Astsubay tâbirindeki ‘t’ harfi kaldırılsın diyerek

Bıldır

Meclis’e dilekce veren kıymetli meslekdaşlarımıza da şu bilgiyi verelim.

Neteki "T" Harfini Ekledik Yalanı! T Vak'ası Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Meslekdaşlarımızın Meclis Dilekce Komisyo’nuna verdiği yukarıdaki dilekcede

Altını kırmızı çizgi ile ayırt etdiğimiz cümlede gündem etdikleri iddia doğru değildir.

Astsubay terimine ‘t’ harfini Zottirik Kenan ilâve etmedi, etdirmedi...

Zottirik Kenan bu hususda sütden çıkmış ak kaşıkdır.

Bir başka ifâde ile söyleyelim; ‘Assubay’ kelimesini ‘Astsubay’ şeklinde değiştiren subay, Darbeci Kenan değildir.

Merâk buyurmayınız can dostlarım!

ATATÜRK’ün 1935 senesinde bizzat türetdiği Asubay kelimesine

1938 senesinde ‘s’ harfi ekleyen

1951 senesinde ‘t’ harfi ilâve eden sahtekâr subayların çevirdiği orostopolluğu

Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar isimli beş bölümlük makâlemizin üçüncüsünde bugünlerde neşredeceğiz...

 

*  *  *  *  *

 

Peki

Astsubay terimine ‘t’ harfini ilâve etmedi, etdirmedi de

Zottirik Kenan

Ne yapdı öyleyse?..12 Eylül darbeci subayı zottirik Kenan EVREN_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Kimseye hayrım yok, artık al canımı!” diyerek

Bugünlerde Azrâil Aleyhisselâm’a yakaran

Darbeci Kenan

Kudretli günlerinde ve devr-i iktidârında

Astsubaylara elvân çeşitli haksızlık, zulüm ve

Keşişdağının 82’lik Tarzanı

Emekli Jandarma Astsubay Sayın Mehmet KAYALI’nın deyişiyle “cürüm îkâ” etdi.

Fakat meslek unvanımız ‘Astsubay’ kelimesine dokunmadı.

image-11 

Zottirik Kenan

Emir buyurup

5802 sayılı ve 1951 tarihli Astsubay Kânun’unun

Yukarıda gördüğünüz birinci maddesindeki hükümün

Sâdece yerine getirilmesini istedi.

Hepsi o kadar.

Kamuoyuna hörmet ile fâş eyleriz.

 

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

1951 tarihli ve 5802 sayılı

Astsubay Kânun’unun sır dolu sularına olta salladığımız tefrikamız ifşaata devâm ediyor.

Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar ismiyle müseccel 5 bölümlük makâlemizin

Birinci bölümünde;

  • 5802 sayılı Astsubay Kânun’u Meclis’de müzâkere edilirken

Gedikli Erbaş” dedikleri askerlerden bir kişiyi dahi kimsenin Meclis’deki toplantıya dâvet etmediğini açıkladık.

Şu an okuduğunuz ikinci bölümünde ise;

  • Astsubay” kelimesinin, askerî mevzuâtımıza ilk defâ duhûl eylemesinden” bahsedeceğiz.

*  *  *

Bugün “Astsubay” olarak bildiğimiz kelimenin

Aslının ne olduğunu ve

Askerî mevzuâtımıza nasıl dahil olduğunu merâk etmeyenimiz yokdur. Ben de bu konuyu epeydir araştırıyordum.

Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’ın “Başımızın belâsıdır, kökünü kazıyacağız!” dediği tivittır mecrâsında

Prof.Dr. Sayın Şükrü Halûk AKALIN’ın kendi sayfasında bu konuda kısa bilgiye ve bir belgeye rastladım.

image008Asubay” kelimesinden bahseden bir sayfalık bu belgenin devâmının olması gerekiyordu. Çünkü rütbeler hakkında yazılmış askerî bir kitap söz konusuydu. Bu belgenin tamamını görebilmek amacıyla muhterem hocam ile irtibat kurup görüşmek isteğimi ilettim. Sağolsunlar! Teklifimi gâyet müsbet bir tavırla karşıladı. O kadife gibi ses tonuyla “Beytepe yerleşkesindeyim. Gelin, görüşelim!" dedi.

Bebekliğinden beridir Belediye Başkanlığı yapan Sayın İ. Melih GÖKÇEK Ankara Belediye Başkanlığını altmış altıncı kere kazanmamışdı daha o günlerde.

Şair TARANCI

Affan Dede’ye para sayıp

Çocukluğunu satın almışdı nasıl olsa!

Ben de

İ. Melih GÖKÇEK’e para sayıp

CNG ile işleyen ve kırkayak böceğine benzeyen EGO otobüslerinin birinden

Tek binişlik bir oturak satın aldım.

Gözüme kesdirdiğim ön sıralardaki bir koltuğa emen eşken köskelip

Hâcettepe Üniversitesinin Beytepe yerleşkesine gitmek üzere

Mecnun gibi çöle değil fakat

Ankara’nın büklüm büklüm yollarına vurdum kendimi.

Evden ayrılırken hanıma görünmemeye bâhusus dikkat etdim. Ağaç sansarının tavuk kümesine sinsice sızması gibi bir fırsatını bulup sezdirmeden sıvışdım. Çünkü evden dışarı çıkmak için kapıya doğru ne zamân hamle yapsam kadıncağız calba otu gibi hemen burnumun dibinde bitiyor. Ve elime bir erzak listesi tutuşturmak istiyor.

Ne yani! Üç ay önce istediği bir kilo yemeklik yağı eve hâlâ getirmediysem ne olmuş canım?

Bak, şunca zamândan beridir yemekleri yağsız pişiriyor. O yemekleri ben de yediğime ve ölmediğime göre...

*  *  *

Gecenin hükmünü yitirip de

Katran karası renginde teslim aldığı zulmeti

Binbir masallar anlatıp ninniler söyleyerek

On iki saatden ziyâde koynunda uyutdukdan sonra

Fecir olarak gündüze devretmesiyle

Kehkeşândan ödünç aldığı

Gurup rengine bürünmüş binbir çeşit ışıklar Başkent'in üzerine üşüşürken

Günün ilk selâmını vermek için

Güneşin doğduğu yerde

Bütün heybetiyle mağrur bir Seğmen gibi dimdik nöbete durup

Biraz tasalı ve fakat üzgün

Hattâ biraz da kızgın ve öfkeli bir edayla

Meclis’i

Ve bâhusus

Çankaya’yı gözetleyen Hüseyingâzi Dağı’nın eteklerinden havalanıp

Şahikâlarında yek vücut olmak için ictima eyledikden sonra

Kendine esecek yön arayan ilkbaharın lâtif ürüzügârı

Sabahın sessiz, sâkin, sepserin seher deminde

Ankara’nın tozlu sokaklarında emen eşken fakat usulce sevişip

Günün o vakitlerinde gündelik hayat gailesinin içinde yitip gitmiş

Telâş ile dört bir yana yeldiren Seğmenlerin yanağına

Biraz çekingen

Fakat

Şefkât ve arzu dolu ipeksi bûselerini kondururken

Sıhhıye köprüsünün üzerindeki durağından hareket eden günün ilk EGO’sunda muvakkat bir koltuk buldum kendime.

İşimiz belli; dâvete icâbet!..

Önce

Sayın Hocamın mihmânı olmak.

Sonra da

Sâdece bir sayfasını görebildiğim şu meşhur belgenin tamamına nüfûz etmek...

Menzil belli; Hâcettepe Üniversitesi Beytepe Yerleşkesi...

Ben Yerleşkeyi, isminden de anlaşılacağı üzere Beytepe dolaylarında bir yerlerde zannediyordum. Çünkü adresde Beytepe yazıyor. Fakat otobüs hareket etdikden kısa bir zamân sonra Gâzi mahallesine teveccüh edince telâşlandım. Bir anlığına da olsa yanlış otobüse bindiğim zehâbına kapıldım. Şoför ile hasbıhâl kıvâmında kısa bir istişâreden sonra meseleyi anladım. Meğerse Üniversite’nin iki ayrı giriş kapısı varmış. Birisi Beytepe tarafında... Öteki de Eskişehir Yolu üzerinde. Farketmez abi ikisi de aynı yere gider dedi şoför, münâdi edasıyla ve o çatlak davûdî sesiyle. Rahatladım! Bindiğim EGO, Eskişehir Yolu üzerindeki giriş kapısına gidiyormuş. Eh demek ki bu cihetde her yol Hâcettepe’ye çıkıyormuş!

Ne bileyim üniversite denen böyle yabancı diyârları ben. Hiç gitmedim ki! Daha doğrusu gidemedim. Çünkü göndermediler! Ankara Üniversitesinin giriş sınavını kazandık tâze bir astsubay iken... (bknz.)image010

Gidelim, tahsil eyleyelim! Vatanımıza milletimize, ordumuza daha faydalı olalım dedik özel Necdet Bey’in şu sağ tarafınızda tavsırını gördüğünüz selefine. Kânun fermân buyurup subay efendilerin burnuna dayadıkları yüksek tahsil hakkını bize vermediler. Sebep ise astsubay olmamızdı elbetde.

Ekserî şehirler gibi Ankara sabah dolar, akşam boşalır. Sabah Ankara’dan dış semtlere giden cihetdeki yollar tenhâ olur. O gün de ayniyle vâki oldu! Çok değil, 15-20 dakikalık kısa bir seyâhatden sonra Üniversitenin nizâmiyesine vâsıl olduk.

O civârlardan geçerken ATATÜRK’ün öz mülkünün üzerine Başbakan’ının kaçak olarak inşa etdiği 500 odalı saltanat sarayını, İ. Melik GÖKÇEK’in yapdırdığı cambazlar-hokkabazlar-kumarbazlar-tırnakcılar panayırını, kokoreçcileri, pamuk helvâcıları ve oradaki indirek-bindirek-döndürek-sallayak-kaydırakları üzüntüyle seyretdim.

Daha on sene evveline kadar ekilen biçilen ve rençberlik yapılan bu topraklar üzerinde İ. Melih GÖKÇEK şimdi ahâliyi eğlendirmek için ucuz hokkabazlıklar, sihirbazlıklar ve soytarılıklar yapıyor ne yazık ki.

ATATÜRK’ün tapulu tarlasının üsdüne subaylar orduevi yaparsa

Bu arsız-hırsız-görgüsüz siyâsetci takımı da işde böyle saraylar-panayırlar inşâ eder.

Çiftçilik yapılsın diye Türk Milletine bağışladığı ATATÜRK’ün kendi has mülkünün üzerinde yapılan bu kepâzelikleri görünce yüreğim bir kez daha sızladı. Türk milleti, bu soysuz ve arsız talânı yapanlardan bunun hesabını soruncaya ve o topraklarda yeniden tarım yapılıncaya kadar ATATÜRK mezârında muazzep olacak.

Neyse bu ihâneti bir kenara yazıp yolumuza devam edelim. Türkiye’nin ilk ve tek T.C. Profesörü Sayın Oktay SİNANOĞLU’nun deyişiyle yolculuğumuz evrenkent’in önünde hitâm buldu. Otobüs girişde durdu. İçeri bir güvenlik görevlisi girdi. Tıpkı asker nizâmiyesindeki gibi güvenlik görevlisi herkese kimlik sordu. Fakat görevli, otobüsdeki yolculardan sâdece bana farklı muamale yapdı. Yanına kadar gelen görevliye herkes cebinden birşeyler çıkartıp gösterdi. Gözlerini yolcuların elinde gösterdiği şeye odaklayan görevli onlara birşey demedi. Sıra bana gelince ben de bir şey göstermek gerekdiğine karar verdim. Kendi kimliğimi gösterdim. Ne yalan söyleyeyim! Bizim askeriyede herkesin selâm çakdığı kimliğimiz Hâcettepe Üniversitesinde işe yaramadı. Şükrü Hocamı görmeye geldim dedim görevliye. Beni otobüsden inmeye dâvet etdi nazikce. İndim. Nizâmiyede kısa bir sorgu faslından sonra kendi kimliğimizi verdik. Karşılığında ziyâretci kartını alıp yakamıza takdık.

Şükrü Hocamın adresi elimde. Görevliye sordum. Yürürseniz yarım saatte ancak varırsınız. Beklerseniz 10 dakika sonra başka bir otobüs gelir dedi. Ben ikincisini tercih etdim. Güvenlikci gencin dediği gibi takriben 10 dakika sonra gelen ve kovana bal taşıyan arılar gibi yerleşke civârında vızır vızır dolanan Melih Bey’in gıcır gıcır başka bir otobüsüne bindim. Bilet basmak istedim. Şoför çok kibarmış doğrusu. Gerekmez abi, dedi. Bana kanının kaynadığını telâkki edip kendisine sağol kardeşim deyip arkaya doğru ilerledim.

Adaşım Sayın Şükrü Hocam ile tam vakdinde buluşmak üzere evden epeyi erken çıkmışdım. Bu sebepden okula erken vardım. Doğrusunu söylemek gerekirse aslında fenâ da olmadı. Çünkü evden ayrılırken hanıma yakalanmadım ya! Eve erzâk götürmekden kurtuldum böylece. Ona seviniyorum.

Şükrü Hocamın çalışdığı binânın önünde otobüsden indim. Kısa bir asker keşfi yapıp hocamın odasını buldum. Saatime bakdım. Görüşmeye 35 dakika var. O civârda sırça bir mekân buldum. 1 TL verip bir bardak tâze çay satın aldım. Etrafdaki çamın, çimin, çiçeğin, böcüğün, kelebeğin güzelliği ile gözlerime; burcu burcu tomurcuk kokan kâğıt bardakdaki demleme çayın nefâsetiyle de damağıma küçük bir ziyâfet çekdim orada.

Bâdehu etrafa bakmak için şöyle bir dolaşayım dedim. Allahım! Hâcettepe Ünivesitesinin Beytepe yerleşkesi ne kadar büyükmüş öyle! Arâzinin bir sınırı Beytepe-İncek dolaylarında... Sınırı semâ ile öpüşüp ufuk hattını aşıp gitmiş, nerede bitdiği belli değil. Öteki sınırı Eskişehir Yoluna kadar uzanıyor. Diğer iki hududunun ise nerelerde bitdiğini göremedim bile. Zannederim ki bir ucu Sivrihisar’da diğer ucu da Çubuk’da filân olmalı... Her çeşitden ağaçlarla, çimenlerle, çiçeklerle bezenmiş hafif meyilli yemyeşil bir arazisi var ki görmesi bile canlara tâzelik aşılıyor. Ankara çölünün ortasında tam bir vâha gibi...

Acaba dedim kendi kendime. Felekden bir gün aşırsam da... Hanımı, çocukları yanıma alsam da... Biraz tavuk kanadı... Bir-iki somun ekmek... MANÇO misâli domates biber patlıcan hani!.. Yolu öğrendim nasıl olsa! EGO’ya binip buraya kadar gelsek! Mangal yakmak için bizi içeri alırlar mı acap?

Kavaklıdere’deki uzun kavakların pamukumsu çiçek tozları caddeleri, sokakları teslim almışsa Ankara’ya yaz mevsimi gelmiş demekdir.

Yaz gelip insanı bunaltan sıcaklar basdırınca oturup soluklanmak için Ankara’da bir ağaç gölgesi bulmak

Tahâretlenmek için Konya ovasında taş bulmakdan daha zor. Tam bir kısmet işi anlayacağınız.

Askeriyenin Ankara’da o kadar mesire yeri var. Zannımca hiçbirisi Hâcettepe Üniversitesinin Beytepe yerleşkesi kadar büyük olamaz. Hattâ hepsini cem edip bir araya getirsen bile... Çardaklar çoğunda ilk dakika içinde bitiyor. Tahsis işlemi saat 09.00’da başlıyor. Önce ararsan tahsis etmiyorlar. Ben de 09.01’de telefon ediyorum. Cevap “yerimiz kalmadı!” Kim, ne zamân aradı da bu çardakları kimler aldı kardeşim?

Diğerlerine ise gitmeye değmez. Laf aramızda et ete, böt böte...

Etin kokusu bötün kokusuna karışıyor. Gitmemek daha ehven!..

Üniversiteler böylesi güzel yerlerde kendi insanları için nefes alacak tesisler kurarken bizim omuzu püsküllü subay gomutanlarımız neler yapıyordu dersiniz?

*  *  *

Bu cız-bız, çiçek-böcek, kömür-kebâb faslından sonra meselemize teveccüh edelim muhterem yiğitler!image014

Sağ cenâhınızda gördüğünüz şu belgeye dikkatli bakınız lutfen.

Baskı yöntemi ve kullanılan ifâdelere bakıldığında bu belgenin içinde olduğu söze konu askerî terimler kitabı 1932 ilâ 1937 tarihleri arasında neşredilmiş. Kitabı kendi elleriyle açıp bana gösteren Prof.Dr. Sayın Şükrü Halûk AKALIN böyle dedi. Yekpâre bir kâğıda basılan kitabı kimin yazdığına, nerede ve hangi tarihde basdığına dair kitapda herhangi bilgi yok.

Fakat sağda gördüğünüz resimin sol sayfasına kendi el yazısı ile kaydetdiği üzere Sayın Prof.Dr. AKALIN;

  • Kitapdaki askerî terimleri bizzat ATATÜRK’ün türetdiğini ve
  • Kitabı Türk Dil Kurmunu’nun neşretdiğini görüşmemiz esnâsında şahsen kendisi de ifâde etdiler.

Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı deriz. Bit pazarına nur yağdı mı, doğrusu ben de işitmedim. Lâkin orada bulup da artık sizin olan bir şey bâzen kendi türünün tek örneği olabilir. Şükrü Hocamın elindeki bu kitap da işde bu neviden eşsiz bir kaynak imiş. Kendisi Ankara’da bir sahafda tesâdüfen görüp almış. Malûm, Sayın Prof.Dr. AKALIN on bir sene Türk Dil Kurumu Başkanı olarak görev yapdı. Asker rütbelerini anlatan bu kılavuz kitabın ikinci bir nüshasını Sayın Hocam kütüphânelerde göremediğini söylediler.

2771 Sayılı Ordu Dahilî Hizmet Kânun’u 1935 senesinde kabul edildiğine göre Sayın AKALIN’ın tahmininin isabetli olduğunu görüyoruz. Çünki bu kitapda bahsedilen terimlerin tamâmı kânunda aynen mevcut.

Bu cümleden hareketle makâlemizin konusu “Asubay” kelimesini ATATÜRK’ün 1935 senesinde türetdiği anlaşılıyor.

Bu tesbitimizi teyit eden belgeyi de aşağıya ekledik.

Rütbeler konusunda yapılacak bu çalışmanın tâlimatını

Aşağıda gördüğünüz 1934 târihli kânunun üçüncü maddesi ile

Ȃli Askerî Şûrası (Yüksek Askerî Şûra) ve İcrâ Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) ne vermişler.

ek-1

***

Gücük ayının ikinci haftasının beşinci günü

Sayın Şükrü Hocam’ın dâveti üzerine görev yapdığı Hâcettepe Üniversitesi Beytepe Yerleşkesi’ne gitdik. Kendisi ile makâm odasında söze konu bu kitap hakkında konuşup bilgilendik.

image016 Hâcettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sayın Şükrü Halûk AKALIN’dan aldığım aşağıda bir sayfasını gördüğünüz bu belge bugün Astsubay dediğimiz terimin ilk kaynağını teşkil ediyor.

Bizi makâmında misâfir edip uzunca bir vakid ayıran muhterem Şükrü Hocama bu vesile ile hörmetler ediyorum. Ziyâretimden sonra verdiği güzel hediyesi için de kendisine ayrıca teşekkür ederim.

*  *  *

Kitap hediye eden altın liralar bulsun!

image017Başkent’in en merkezî yerindeki Abdi İPEKCİ parkında

TEMAD Yönetim Kurulu

T.C. tarihinde ilk ölüm orucunu tutarken

Eşim ve ben de oralardaydık.

Hemen her gün gitdik ölüm çadırına. Portakal renkli yeleği sırtımıza giyip Başkanımız Sayın Ahmet KESER’e bir nefes de olsa desdek verdik.

Sayın AKALIN’ın hediye etdiği kitap elimde o gün orada nöbet tutarken meslekdaşım Sayın Sâmi BAŞKAYA kolumdan kavradı beni. Kendine özgü hızlı konuşmasıyla şöyle dedi; “Epeyden beridir kitabımı vermek istiyordum size. Kısmet bugüneymiş!

O kadar hızlı konuşdu ki ancak bu kadarını anlayabildim. Başka şeyler söylediyse vebâli Sâmi Bey’in kendi boynunadır. Çünkü ben ancak bu kadarını yakalayabildim. Daha ne dediğini anlayamadan Prangalı Düşler’i elimde buldum. Kendisine teşekkür bile edemeden kar kümesinin üzerine düşüp de ânında kaybolup giden bir kar dânesi gibi konuşmasından daha hızlı bir şekilde oradaki insan deryâsının içine karışıp gitdi.

Prof.Dr. Sayın Şükrü Halûk AKALIN’dan imzâlı hediye bir kitap; Seyyâh-ı Âlem Evliya ÇELEBİ,

Bir imzâlı hediye kitap da kıymetli meslekdaşım Sayın Sâmi BAŞKAYA’dan; Prangalı Düşler...

Böylesi mübârek bir günde iki hediye kitap!

Hem de ikisi de ıslak imzâlı.

Hiç de fenâ değil doğrusu...

image023Allah bereket versin!

Denk geldi.

Her iki kitabı da İstanbul seyâhatim esnâsında yanıma almışdım.

Otobüs ile İstanbul’a giderken Prangalı Düşler ile

Dönüş seyâhatim esnâsında da Seyyâh-ı Âlem Evliya ÇELEBİ ile yârenlik etdim.

Süzme koyun yoğurdundan yapılmış

Yağlı ve bol köpüklü buz gibi bir tas ayranı

Eyyâm-ı bâhurda bir yudumda içer gibi

Bir solukda okuyup bitirdim her ikisini de.

Yazanların eline, kalemine, gönlüne sağlık...

Hani şöyle dedim kendi kendime.

Muvazzafıyla emeklisiyle 220 binden ziyâde Astsubayımız var bugün çok şükür. Kalem ehli, kelâm ehli, gönül ehli bu astsubay meslekdaşlarım bir defâya mahsus söz birliği etseler. Ve imzâlı sâdece bir kitap hediye etseler şu fakire. Cem’an yekûnu eder 220.000 kitap. Ben de siz alicenap Astsubaylar sâyesinde dünyanın en çok kitabına sahip meslekdaşınız olurum evvelallah.

Nasıl fikir? İstemez misiniz?..

Kitap hediye edenleriniz altın liralar bulsun vesselâm!..

*  *  *

Kısmet Bugüneymiş!

15 Mart 2014 Astsubay Yürüşü’ne iştirâk etmek gâyesiyle

Belediyelerin tedârik etdiği bîlâ bedel ve yorgun otobüslere binerek

Uzak memleketlerden Ankara’ya gelenler arasında

On sene, yirmi sene...

Hattâ 30 seneden fazla bir zamândan beridir görmediğim kader arkadaşlarım, meslekdaşlarım ile buluşdum.

Mübârek Cuma gününde bereket sağanağı devâm etdi.

Daha önce sâdece tavsırlarından bildiğim 3 meslekdaşım ile tanışdım.

  • emekliassubaylar.org sitesinin pişdârı ve Kardelen’den Sayın Ersen GÜRPINAR,
  • Sitemizin İdârecilerinden ve ATILGAN’dan Sayın M. Emin ATILGAN
  • Aydınlık’dan Sayın Erdal GÜNŞER...

Senelerden beridir gıyâben bilip yazışdığımız sitemiz emekcileri ile buluşup tanışmak bugüne kısmetmiş!

*  *  *

Şimdi gözlerimizi tekrar konumuza çevirelim. Aşağıda gördüğünüz askerî terimleri açıklayan kitap; açık pembe renkli, kaliteli ve yekpâre bir kâğıda basılmış. Aradan 80 sene geçmesine rağmen daha dün basılmış gibi yepyeni... Bahse konu kitapda, ATATÜRK; asker rütbelerinin Türkce, Osmanlıca, Fransızca ve Almanca emsâllerini tetkik etmiş. Bu tetkik neticesinde ordumuzda o tarihde mevcut olan Osmanlıca askerlik terimlerinin Türkcesini türetmiş. Ve bu değerlendirme neticesinde de 1935 tarihi itibariyle askerî mevzuâtımızda kullanılmasını istediği yeni rütbe isimlerini bizzat kendisi tesbit etmiş.

image024 

Makâlemizin esâs oğlanı, malûmâliniz, ‘Asubay’ sözcüğü.

Biz de bu kitapda bahsedilen bilgilerden sâdece bu kelimeye dokunacağız.

Kitabın 9 uncu satırında bakınız ATATÜRK, ‘Asubay’ terimini nasıl izah etmiş.

image025

Yukarıda gördüğünüz bu belgeyi gündem etmemizin iki sebebi var.

  • Birincisi; “Asubay” terimini ATATÜRK bizzat kendisi türetdi. İmlâsını ve dahi mânâsını kendisi tesbit etdi.
  • İkinci husus; “Asubay” tâbirini ATATÜRK, o zamanlarda “Zâbit Vekili” denilen “Asteğmen” rütbesinin yerine ikâme etdi. Yukarıdaki belgede gördüğünüz üzere meselenin aslı böyle... Bu önemli hakikâti hatırımıza yazalım.

ATATÜRK’ün bizzat tesbit etdiği söze konu bu tâbir konusundaki tarihî hakikât bu minval üzere iken

2771 Sayılı Ordu Dahilî Hizmet Kânun’unun 1935 senesinde kabul edilmesiyle birlikde

Zamânın Genelkurmay Başkanı “Asubay” kelimesini tahrif etdi.

Kelimenin imlâsı aynı kaldı. Fakat anlamını değiştirdiler. Aşağıdaki Kânun’da gördüğünüz üzere üç subay sınıfından birincisine dâhil  olan “Yarsubay, Asteğmen, Teğmen ve Yüzbaşı” rütbesindeki subayları tefrik etmek üzere “Asubay” sözcüğüne farklı ve yeni bir anlam yüklediler.

1 

Bu konuda yeni bir bilgiyi daha sizlere duyuralım can dostlarım!

Hemen yukarıdaki Kânun maddesinin sol yanında bâdem bıyıklı bir subay ve

Sağ cenahında ise tavşan kızların taç niyetine saçlarına takdığı cinsden beyaz papyon takmış başka bir zat görüyorsunuz.

Bu tavsırlar zamânın Diyarbekir Vekili emekli Mirlivâ Kâzım SEVÜKTEKİN’e ait.

Peki, kimdir Mirlivâ Kâzım?

Mirlivâ Kâzım, ATATÜRK’ün emânetine ihânet eden bir subaydır.

Hem de ATATÜRK hayatta iken!..

Nasıl mı ihânet etmiş?

Şöyle izâh edelim yiğitlerim!

Makâlemizin önceki bölümünde defaten bahsetdik. Asubay terimini bizzat ATATÜRK türetdi. Bu kelimeyi ATATÜRK bugünkü askerî mevzuâtımızda “Asteğmen” olarak bilinen “Zâbit Vekili” unvanının yerine ikâme etdi. İşde ATATÜRK’ün türetdiği Asubay tâbirine ilk tecavüz eden subay yukarıda tavsırlarını gördüğünüz emekli Mirlivâ Kâzım Bey’dir.

Mirlivâ Kâzım “Zâbit Vekili” olan “Asubay” kelimesinin anlamını değiştirdi.

Ve bu tecâvüzden sonra

1935 tarihinden itibaren ‘Asubay’ terimi bu kez de “Yarsubay, Asteğmen, Teğmen ve Yüzbaşı” rütbelerinin ortak adı oldu.

Ucu yemsiz zokamıza ilk takılan Mirlivâ Kâzım Bey oldu.

Bâdem bıyıklı bu subayı

Tarih bugünden kelli

ATATÜRK’ün yadigârı “Asubay” teriminin anlamına ihânet eden ilk subay olarak yazacak!..

*  *  *

Kânun yapmak ciddî işdir yiğit yârenler!..

Her şeyden önce

Kifâyetli hukuk bilgisi,

Sonra

Hazırlanan Kânun hakkında engin bilgi ve tecrübe.

Ve en son olarak da

Sağlam bir vicdân...

Bu hasletlerden birisinde zâfiyet varsa yapılan kânunda mutlaka eksik-yanlış birşeyler olacak demekdir.

İkinci haslet ise

image033Yapılan bir kânun ertesi gün değiştirilemez. Meclis burası. Mahalle gayfehanası değil! Bakınız, şu sağ tarafdaki kânun maddesinin ilk sırasında ve kırmızı çerçeve içinde gördüğünüz Onbaşı rütbesi de bir imlâ hatâsının kurbânı olmuş!

Kânun tasarısı Meclis’de görüşülürken Ordumuzdaki rütbeler aşağıda gördüğünüz gibi  birinci sırada 1) Çavuş rütbesi olacak şekilde sıralanmış;

Onbaşı

Erbaşlar:

1) Çavuş.

image036 

Fakat Meclis Zabıt Kâtibi birinci sıraya “ 1) Onbaşı ” şeklinde yanlış yazmış. İkinci sıraya da “ 2) Çavuş ” yazmış.

Birinci sırada ‘Çavuş’ rütbesi olması gerekirken sehven ‘Onbaşı’ rütbesini yazmışlar. Burada gördüğünüz bu hatâ öylece kânunlaşmış.

kanunlar 

Yukarıdaki kânun maddesinde kırmızı çerçeve içinde gördüğünüz “1) Onbaşı” rütbesinin sıralamasında yapılan bu yanlışlık 2771 sayılı Ordu Dahilî Hizmet Kanun’u iptal edilip de 211 Sayılı İç Hizmet Kânun’u 1961 tarihinde yürürlüğe girdiğinde 26 sene sonra ancak düzeltilebilmiş.

Bu hatâların ve yanlışların

Kimisini sehven,

Kimisini zuhûlen,

Fakat ekseriya

Kasden yapmışlar...

Sonsuz terfi esâsına dayanan ordumuzun yekpâre yapısını bozmak için

Bâzı münâfık subaylar elinden gelen hainliği yapdılar.

Bu hainlikler neticesinde

En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün rütbeleri içinde barındıran yek vücut ordu teşkilinde ayrışmalar başladı.

Ve bugün hiçbir zümresi memnun olmayan çok sınıflı, çok parçalı bir ordu yapısına gelindi.

*  *  *

image038ATATÜRK’ün bize emânet etdiği Asubay kelimesinin “anlamını” ilk hacamat eden fâili bugün itibariyle teşhir etdik.

Sağ cenahda tavsırını gördüğünüz

Bâdem bıyıklı  Mirlivâ Kâzım! Tarih, 1935.

Bu subayın ATATÜRK’e bir ihâneti daha var.

Telâffuz güzelliği ve kolaylığı için ATATÜRK’ün ‘Üs’ şeklinde türetdiği kelimeye bu subay ‘t’ ekledi ve ‘Üst’ yapdı.

Ve ATATÜRK’ün ‘Üsçavuş’ dediği rütbe ismini bâdem bıyıklı Mirlivâ Kâzım ‘Üstçavuş’ şeklinde tahrif etdi.

image039 

*  *  *

Yeri gelmişken bir hakikâti daha ifşâ edelim.

Biz astsubayların unutduğunu kimse farz ve kabul etmesin!..

5619 sayılı Kânun ile askerî mevzuâtımıza 1950 senesinde giren “Gedikli Erbaş” tâbiri

5802 sayılı Astsubay Kânun’unun meriyyete girmesiyle bir sene sonra, 1951 senesinde ilgâ edildi.

image046

2000 senesinde kabul edilen 4551 sayılı Kânun ile “Gedikli” terimi askerî mevzuâtımızdan tamamen çıkartıldı.

Fakat mevzuâttan silinmesi için Genelkurmay Başkanlarımız

Düşman siperlerini dürbünle gözler gibi

Elleri böğründe tam 50 sene daha bekledi.

image054 

Bugün artık kimisi renkli,

image050Çoğu da sararmış solmuş siyah beyaz resimlerin insâfına terkedilmiş

Omuzu püsküllü 18 Genelkurmay Başkanımız

İki darbe yapıp iki hükûmet devirdiler.

Ve

3 muhtıra verip Türkiye’ye 3 kere çelme takdılar.

Kimisi

50 sene evvel ölmüş üç beş subaya kılıç vermek için

Kimisi

Yüksek tahsil imkânı vermek için

Çoğu da

Elvan çeşit tazminât vermek için

Subaylar hakkında sayısız kânun fermân buyurdular.

Fakat

Sıra Astsubay unvanı verdikleri asker kişilere gelince

Gedikli” unvanını askerî mevzuâtımızdan silmek için

Tek cümlelik bir kânun çıkartmadılar.

Yukarıda tavsırını gördüğünüz Muhterem Genelkurmay Başkanlarımız

Astsubay unvanı verdikleri askerlere

Tam 50 sene boyunca daha

Kânunsuz olarak

Gedikli” demeye devâm etdiler.

*  *  *

Şimdi sırada ‘Asubay’ terimine;

  • ‘s’ ekleyen kişiyi ve
  • ‘t’ ekleyen kişiyi bulup teşhir etmek var!

Sizleri sevdiğimizin emâresidir.

Dimâğınıza hamallık yapdırmayalım.

Oltaya bağlı ipin ucunu verelim; Her iki failin de unvanı subay!

Künyelerini de kalemin ucundaki mürekkebe az önce üfledik!

Evvel’in sularına boca etdiğimiz oltanın ipini

Ya nasip deyip

Biraz daha kuvvetli ve azimli çekerseniz

Bu makâlenin müteakip bölümlerinin bir yerlerinde size kavuşacak inşallah.

Ha gayret can yiğitler!..

Rastgele...

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

(***  Devâm edecek

Kaynakca beşinci ve son bölümdedir.

Okumak için resimi tıklayınız!

Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -1-

manset

 

 

 

 

manset

Yukarıdaki resimlere aldırmayınız yiğitler!

Konumuz ile doğrudan hiçbir hısımlığı, akrabalığı yok!

Malûm,

Bu kelâmı sizlere yollayan şu fakir, denizcidir.

Epeyi zamândan beridir iyot hasretiyle

Seğmenler diyârında gündüz vakdinde ılgımlar görmektedir kendisi.

Başkent’de deniz olmadığından olsa gerek

Tatilcilerin bavullarını hazırladığı

Şehr-i Mayıs’ın şu güzel günlerinde

Gözlerim bir anlığına da olsa bayram etsin diye

Kendim için yapışdırdım onları oralara.

Şöyle göz ucuyla seyreyleyin yeter.

Desdâncının görevi

Bilip, bulup anlayıp yazmakdır!..

Vakit yazmak vakdidir,

Zamân,

Zarfa değil fakat mazrûfa bakmak zamâdır şimdi...

*  *  *

İleriye doğru gitmek için

Geriye doğru bakılır mı? demeyiniz.

Âhiri görmek için bâzen

Evvel’e bakmak gerekir.

Çünkü istikbâli tesis etmenin sırrı

Mâzinin kapağı tozlanmış Kânun sayfaları arasında saklanmış olabilir!

*  *  *

Yarışma esnâsında koşuculara dikkatli bakınız.

En önde koşan yarışmacının kafasını sık sık geriye çevirdiğini ve arkasına doğru bakdığını görürsünüz.

Peki, var gücüyle ileri doğru koşan bir yarışmacı niçin geriye doğru bakar?

Her yarışma, rekâbet esâsına dayanır. Her yarışma sonunda da bir kişinin birinci olması beklenir.

Üstün olmak, birinci gelmek her insanın fıtratında vardır. Hepimiz en güçlü, en birinci olmak isteriz.

Çünkü bırakın biz insanları

Tabiatın kendisi bile daima güçlünün, birincinin yanında olmak isder.

Çünkü eşit, açık, sınırsız ve şeffat rekâbetin olduğu bir yarışda

Sürekli bir tekâmül, tekemmül bir teveccüh vardır.

Hulâsaten,

Rekâbetde kemâlat vardır can dostlarım!..

Rekâbetin olduğu bir vasatda her yarışmacı rakiplerinin durumunu bilmek ister. Ve kendi vaziyetini rakiplerinin vaziyetine göre tâyin eder. Çünkü yarışı kazanmasının diğer rakiplerin durumuna bağlı olduğunu bilir. Bunu bilmesi için arkasına bakmaya mecburdur. Rakibi kendisine yaklaşıyor ise kendi süratini arttırır. Hemen arkasındaki rakibi ile arasında yeterli mesâfe var ise kendini zorlamaz. Hemen koşu hızını düşürür. İpi göğüsleyeceğini anlayan yarışmacının kendisini fazla zorlamadığını görürsünüz.

Rekâbet eden her kişinin maksadı iştirak etdiği yarışı kazanmakdır. Yarışmayı kazanması da rakiplerinin durumuna bağlıdır. En önde koşan yarışmacı kendi konumunu muhafaza etmek için rakiplerinin anlık durumunu bilmeye mecburdur.

İşde bu sebepdendir ki koşucular kafalarını sık sık geriye doğru çevirip arkasından gelen rakiplerine bakarlar.

image009 image010 image011 image012 image013 image008

*  *  *

Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar ismiyle şereflenen bu makâlemizde

Biz de ya nasip! deyip

Âhirimizi ışıtsın diye

Evvel” isimli bulanık ve tehlikeli sulara oltamızı sallayacağız.

Ucu sipsivri, çok keskin ve yemsiz zokamıza bakalım neler takılacak!..

Tehlikeli ve bulanık suya salladığımız oltanın ucunda bir Kânun var. 5802 Sayılı ve 1951 tarihli Astsubay Kânun’u.

5619 Sayılı ve 1950 tarihli Gedikli Erbaş Kânun’unu ilgâ eden bu Kânun ile biz astsubaylar,

Gedikli Erbaş’lıkdan Astsubaylığa terfi (!) etdik!

Makâlemizin temelini teşkil eden söze konu bu Kânun, 1951 senesinde Meclis’de kabul edilip meriyyete girdi.

16 sene yürürlükde kaldıkdan sonra 1967 senesinde ilgâ edildi.

Artık Evvel’de kalan bu Kânun’u bugün tekrar tetkik ettiğimizde ilginç, hattâ insanı hayrete düşüren gerçeklerle yüz yüze geleceğiz.

Bugün biz astsubayları yakıp kavuran sıkıntılarımızı, dertlerimizi kökden ve ebediyyen halledecek çârenin de

Aslında gene bu Kânun’un sayfalarında gizli olduğunu görecek ve şaşıracağız.

Dün, dünde kaldı! Bugün yeni bir şeyler söylemek lâzım diyebilirsiniz.

Peki, ya bugün söylenecek yeni şeyler

Dünde kalmışsa?..

Ne yapmak gerek o vakit?

Şemsipaşa bosdanından körpe bir kelek kopartır gibi

Nâzikce ve fakat sıkıca kulağından tutup bugüne getirmek gerek!..

Bugün dahi biz astsubaylara tesir ediyorsa

Ve hele bugün dahi bize yol gösterip

Âhirimizi ışıtıyor ise şâyet

Evvel’de kalmış bile olsa bu Kânun’a bakmak gerekmez mi?

Bizim dudağımızı uçuklatan

İhtimâldir ki

Sizi de hafakanlara gark edecek

Şu günlerde Keşişdağının şâhikalarında arılarına yârenlik edip

Yeni oğulcuklar almanın heyecanını doyasıya yaşayan

Sayın Mehmet KAYALI’nın deyişiyle bu “olguları

Buyurun, fâş eyleyelim.

*  *  *

43 sene evvel ilgâ edilen 5802 sayılı Astsubay Kânun’unda

Sıcaklığını hâlâ muhafaza eden ve

Işıltıları bugünümüzü dahi aydınlatan şu 5 önemli husus var;
  1. Söze konu bu Kânun Meclis’de müzâkere edilirken “Gedikli Erbaş” dedikleri askerden bir kişiyi dahi kimse toplantıya davet etmedi!
  2. “Astsubay” kelimesi, askerî mevzuâtımıza ilk defâ bu Kânun ile 1951 senesinde duhül eyledi.
  3. “Astsubay” kelimesine ‘t’ harfi ilk defâ bu Kânun ile eklendi. Üstelik bir subayın yalan söylemesiyle... Meslek unvanlarının “Assubay” olduğunu savunan meslekdaşlarımız şaşırmaya hazırlansınlar! Çünkü meslek unvanımızın “Niçin Assubay?” olamayacağını gene bu bölümde belgeleriyle fâş edeceğiz.
  4. Bu Kânun ile Astsubayların eğitim süresi 2 seneye yükseltildi. Fakat 27 Mayıs 1960 subay darbesinden 4 sene sonra Astsubay denen asker kişilerin eğitim süresini darbeci subaylar tekrar 1 seneye indirdi.
  5. Kabul edilen işbu Kânun ile “Astsubay” unvanı verilen askerlerin subaylığa yükselmeleri esâs alındı.

Beş bölümde tamamlayacağımız işbu makâlemizin beherinde

Kısmet olursa şâyet

Yukarıda gördüğünüz maddeleri sırasıyla tetebbu edeceğiz.

*  *  *

Zihinlerimizi hafifden ısıtmak bâbından çekdiğimiz bu kısacık peşrevden sonra

Şimdi şâyet iltifat buyurursanız

Kânun’un şâyân-ı dikkat birinci maddesine adese tutalım.

1. Söze konu bu Kânun Meclis’de müzâkere edilirken “Gedikli Erbaş” dedikleri askerlerden bir kişiyi dahi kimse toplantıya davet etmedi. Bir başka ifâdeyle vekillerin kendileri def çaldı, zil takıp gene kendileri oynadı!..

Tarih, 1951.

Yer, T.B.M.M...

Toplantıya iştirak edenler; Türk milletinin vekilleri.

5-vekilKânun tasarısını hazırlayan Millî Savunma Komisyon’unun 5 vekil üyesi var.

İşde, sağ cenahınızda tavsırlarını görüyorsunuz.

Hepsi de emekli subay.

Bu subayların birisi hâkim, birisi hekim sınıfından...

Diğer üçü de muvazzaf subay!

Millî Savunma Komisyonu Sözcüsü Sayın Rıfat TAŞKIN, bir hukukcu. Asteğmenlikden teskere bırakıp hâkim sınıfa geçmiş. Askerî Yargıtay’dan Korgeneral rütbesiyle emekli olmuş. Bu subayın künyesini bir kenera derç ediniz lutfen!.

Konu; o tarihde Gedikli Erbaş denilen asker sınıfına yeni bir kimlik tertiplemek.

Yapılan toplantının maksadı 1951 tarihine kadar ordumuzda mevcut olmayan yeni bir asker sınıfı teşkil etmek.

Bu yeni sınıfın adı Astsubaylık...

Çünkü Meclisin 1950 senesinde kabul etdiği 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u sâdece bir sene içinde iflas etmiş. Yeterli müracaat yok! Gedikli Erbaş ismini verdikleri muvazzafların çalışma şevki bitmiş! Nitelik, bilgi ve beceri seviyesi yerle yeksân olmuş! Vatan evlatları memleketinde aç bî ilaç dolaşıyor. Fakat hiçbirisi Gedikli Erbaş olmayı tercih etmiyor.

Niye etsin ki?..

Vazifeye Gedikli olarak başlıyor.

20 sene, 30 sene vatana Gedikli olarak hizmet ediyor!

Ve mesleğini Gedikli olarak bitiriyor.

Astsubayların bugünkü vaziyetinin tıpa tıp aynısı...

Terfinin, tekâmülün olmadığı bir mesleğe teveccüh olmaz!

Harp yok, darp yok! Cebren yapdıracak değilsin ya!

Askerlik gibi mukaddes bir vazife bile

Nimet-külfet dengesi olmayan, sonu başından belli, heyacansız ve terfisiz, rekâbetsiz böyle bir işi, kim yapmak ister?

Mevcut hâliyle ordumuzdaki Gedikli Erbaşlık

O vakit dünyada eşi menendi görülmüş bir meslek değil çünkü.

Nefes aldığımız şu 2014 senesinde astsubayların durumu ne ise

Gedikli Erbaşların 1951 senesindeki durumu da aynen öyle!..

Zamânın Millî Savunma Bakanı Sayın H. Hüsnü ÇAKIR,

Genelkurmay Başkanı ise Orgeneral M. Nafiz GÜRMAN...

Durumun vahâmetini kavrayan bu iki zat

Ellerindeki dosya ile birlikte zamânın Başbakanı Şemsettin GÜNALTAY’ın makâm odasının önünde almışlar soluğu.

Aşağıda gördüğünüz 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun Tasarısı...

Kendisine verilen dosyayı inceleyen Başbakan Şemsettin GÜNALTAY

Meclise verdiği 1 Mart 1950 tarihli dilekcesinde feryâd ediyor!..

Başbakan kısaca şöyle diyor;

Kimse Gedikli Erbaş olmak istemiyor. Gedikli Erbaş sayımız hem miktar olarak hem de nitelik olarak çok kötü durumda. Bunun neticesi olarak da Ordumuzun hâl-i pür melâli perli perişân... Meclis derhâl tedbir almalı.

O tarihlerde

Ve böylesi kötü vaziyetde

Bir harbe girseymişiz şâyet

neticesini bilmek için kurmay subay olmaya gerek var mı, yiğitler?

image026 

Ordunun içinden gelen bu şiddetli tazyik karşısında Genelkurmay Başkanı masasından kalkıp Başkan’a kadar gidiyorsa durumu anlatacak son bir sözcük var demekdir; felâket!..

Söyleyecek bir söz yok, bu belli! Yapacak ise çok şey var. Fakat kim, ne yapacağını bilmiyor.

Orduyu felâkete sürükleyen âmillerin başında iki önemli husus var. Teveccüh buyurursanız şöyle izah edelim.

  • 1. Tenzil-i Rütbe.
  • 2. Özlük haklarındaki akıl almaz, hukuka sığmaz kötüleşme.

Ordumuzu işlemez duruma getiren bu iki temel konuyu şimdi tek tek inceleyelim.

1. Tenzil-i Rütbe: Büyük Osmanlı Devleti döneminde ve Cumhuriyet tarihinde ordumuzda yekpâre bir sınıf yapısı vardı. Orduda belirgin sınıflaşma, bölünme yokdu. En küçük rütbeden askerliğe başlayan bir asker liyâkatına bağlı olarak en yüksek rütbeye kadar yükselebiliyordu. En azından rütbeler arasında maddî bakımdan keskin farklılıklar yokdu.

Haberleşme ve yazışma imkânları bugünkülerle kıyaslanamayadak kadar kötü ve zor idi. Yeni teşkil edilen kuvvetler vardı. Birbirinden habersiz ve eşgüdümsüz hazırlanan mevzuat yüzünden hangi Bakanlığın ve kuvvetin ve dahi Genelkurmayın ne yapdığını kendileri dahi bilmiyordu. Bu dönemlerde Türkiye’nin yedi düvel ile harp etdiğini de göz önüne alırsak durumu daha rahat açıklayabiliriz.

Ordumuzu bir bütün olarak idare etmek isteyen akl-ı selim Genelkurmay Başkanları olduğu gibi çok sınıflı, çok parçalı bir yapıya doğru itmek isteyenler de oldu. Batı medeniyetinin türetdiği “Divede et Impera”’yı bizim bâzı subaylarımız da iyi biliyordu. Hocaları Harbiye’de öğretmişdi onlara. Tabiki düşman üzerinde tatbik etmek için.

İşde bu kargaşa ve harpler döneminde çıkartılan nizâmnâmeler ve Kânunlar ile ordu içinde birbirine benzer elvan çeşit sınıf ihdas edildi. Her kuvvet kendi askerlerine haklı olarak kendi ihtiyaclarına göre rütbeler ve görevler tevdi etdi.

Böylesi kararsız savrulmalar neticesinde ihdas edilen sınıflardan birisi de Gedikli sınıfıdır. Gedikli önadı verilen bu sınıfın ikinci adı kimi zamân subay, zâbit oldu!. Kimi zamân da bugün olduğu üzere astsubay oldu.

Ordumuzu durma noktasına getiren birinci kırılma Gedikli denen bu asker sınıfında başladı. 1950 senesine kadar Gedikli Zâbit, Gedikli Subay, Gedikli Küçük Zâbit, Gedikli Küçük Subay unvanı verdikleri askerleri bir torbaya doldurdular. Zamânın subay ve siyâsetci  zevâtı 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u ile bu “Gedikli Subayları” bir gecede “Gedikli Erbaş” yapdılar.

İşde belgesi.

image031 

Askerlik mesleğine”zâbit” ya da “subay” unvanı ile başlayan askerlere ertesi gün kışlaya “erbaş” unvanı ile gel dediler.

Bu aptalca sözleri kimlerin söylediğini merak ediyorsanız bu belgenin üstündeki resimli belgeye bakmanız yeterli.

Bu üç zevâtın çok özel ve “ortak” bir hususiyetleri var ki duyma gitsin!.

2. Özlük Haklarında Kötüleşme: Ordumuzu işlemez duruma getirmek için ikinci darbe de Gediklilerin özlük haklarına vuruldu. Gedikli sınıfına dâhil olan askerler 1950 tarihine kadar “son maaşları üzerinden” emekli ediliyorlardı. Tıpkı subayların son 80 seneden beri oldukları gibi.

İşde belgesi.

image036 

İkinci dünya savaşının sarsıntısından ve tahribatından kurtulmaya çalışan dünya siyâseti 1950’li senelerde buhranlı günler yaşamaktadır. Türkiye’nin NATO üyeliği, Kore harbine Mehmetcik göndermek, soğuk savaş vs. Türkiye’nin tehdit algısının zirve yapdığı bir dönem söz konusudur.

İşde böylesi tehlikeli bir dönemde 1950 senesinde ordumuzda gene birşeyler oldu. Gene 5619 sayılı Kânun ile 1940 senesinde kabul edilen başka bir Kânun’u ilgâ etdiler. Ve Gedikli sınıfına dahil askerlerin “son maaş ile emeklilik” hakkını gasp etdiler.

Hemen aşağıda gördüğünüz sayfada bir Kânun var. 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u. Bu Kânun’dan bir madde alıp gene ayrı yapışdırdık. Madde 29’a bakınız. Kânun’un bu maddesinde şöyle diyor; “3779 sayılı Kânun yürürlükten kaldırılmıştır.

image038 

Bu hükümü içeren Kânun maddesini,

Genelkurmay Başkanlığı hazırladı,

Millî Savunma Bakanlığı usülen inceleyip onay verdi,

Bütçe Komisyo’nu meselenin mâlî veçhesi inceledi, onayladı

En son olarak da Meclis’de görüşülüp Kânunlaşdı...

Yangına körükle gitmek..

Ya da ordumuzun bel kemiği Gedikli sınıfının beline vurulmuş yeğin bir darbe

Ne derseniz deyin!..

Gedikli unvanı verdiğin askerlerin;

  • Rütbesini, tenzil etdin,
  • Maaşına zam yapmadın,
  • Emekli maaşını dörtde bire indirdin!..

Yapacağın son bir iş kaldı.

Al eline kılıcını. Gedikli denen bu asker sınıfının kafasını kes, olsun bitsin!.

*  *  *

Meclis’de müzâkere edilen Kânun, o tarihde Gedikli Erbaş denen asker kişileri ilgilendiriyor.

Subayların 1950 senesinde hazırladıkları 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u henüz senesi dolmadan külliyen iflâs etmiş.

Fakat bu hezimetden ders alan bir tek subay yok!

Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığında

Yeni Kânun hazırlamak ile görevlendirilen subayların hepsi

Deveguşu gibi

Goca gafalarını gızgın guma gömmüşler!..

Kânun tasarısını hazırlayan Millî Savunma Komisyon’unun 5 üyesinin hepsi emekli subay.

Bu 5 subay Kânun tasarısını hazırlamışlar. Rey istemek üzere Meclise getirmişler.

Kânun tasarısı, o zamânlar Gedikli Erbaş denen askerleri ilgilendiriyor.

Fakat Gedikli Erbaşlardan toplantıya çağırılan bir tek kişi bile yok!

Bu rezâleti kara mizah ile dahi izah etmek mümkün değil.

Toplantıya iştirak eden vekiller emekli hâkim subay ve Kastamonu milletvekili Rıfat TAŞKIN’ın söylediğini dinlemişler.

Ve bu Kânun’u müzâkere etmişler.

Hukukcu bir subay olan Rıfat TAŞKIN, üç kuvvete mensup Gedikli Erbaşları ne kadar tanıyabilir ki?

Keşifden keşife kışlaya, karakola, karargaha giren,

Deniz Kuvvetlerinin gemisini denizde,

Hava Kuvvetlerinin uçağını ise havada gören bir hâkim subay olarak ancak yarım yamalak bilebilir.

Peki Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinde Gedikli Erbaşların gerçek durumu nedir?

İhtiyaçları, istekleri, şartları, vaziyetleri, koşulları nedir?

Yarım yamalak bilgi ile Kânun hazırlanır mı?

Akıl, ahlâk, askerlik sanatı, hukuk, bilim nerede?

Astsubaylar hakkında subayların karar vermesi ne kadar doğru olabilir?

Bu hususları bilen birisi var mı?

Bu konuda komisyona gerçek ve doğru bilgileri aktaracak Allah’ın bir kulu var mı Meclis’de?

Yok, elbette!..

Bakınız Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar Astsubaylar hakkında kabul edilen Kânun’ların başına neler gelmiş!

  • 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dâir Kânun, Haziran 1934’de kabul edildi. 16 sene işe yaradı.
  • 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânun’u Mart 1950’de kabul edildi. Sâdece 1 senede iflâs etdi. Dünya askerlik ve hukuk tarihinde bu Kânun’dan daha kısa ömürlü herhâlde başka bir Kânun yapılmamışdır.
  • 5802 sayılı Astsubay Kânun’u Temmuz 1951 senesinde kabul edildi. 16 senede eskidi.
  • 1967 senesinde hazırlanan 926 sayılı TSK Personel Kânunu ise 43 sene dayanabildi. 1980 Kenan darbesi’nin KHK kisvesi altında verdiği hayat öpücükleri olmasaydı bu kadar yaşaması asla mümkün değildi.
  • Bu Kânun ile peydahladıkları kepâzeliğin insanın burun direğini kıran kötü kokusu hâlâ ortalıkda. Çünkü bu Kânun, astsubayları iki kere isyan ettirdi. 1970 ve 1975 Astsubay isyanlarının asıl sebebi 926 sayılı işbu Kânundur.
  • Ayrıca T.C. tarihinde astsubayların ilk kez ölüm orucu tutmalarının sebebi de gene bu mel’un Kânun’dur.
image039 image041 image040 image042

Bugün itibariyle meriyyetde olan 926 sayılı TSK Personel Kânun’u artık partal oldu.

Eskidi, çürüdü, kokdu, pörsüdü.

1967 senesinden beri günaşırı yapılan değişmeler sebebiyle yamalık tutmaz don gibi oldu...

Değişen madde sayısı değişmeyen madde sayısından fazla.

Bu Kânun’u da yenilemek üzere Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığında görevli

Hâkiminden hekimine, muvazzafından emeklisine kadar her rütbeden ve her meşrepden subayımız

Epeyi bir zamândan beridir harıl harıl,

Hattâ zobada yanarken çam çırasının çıkardığı sedâ gibi gürül gürül mesai yapıyorlar.

Peki Millî Savunma Komisyonunda bu kez bir tek Astsubay var mı?

Elbetde gene yok!

Genelkurmay Astsubayı, Kuvvet Kıdemli Astsubayları nerede?

Hatâlardan ancak akıllı adamlar ders almasını bilir.

Yumurtalayacakları yeni Personel Kânun’unda ne haltlar işleyecekler, ne çamlar devirecekler, ne herzeler yiyecekler!..

Göreceğiz!..

(*** Devâm edecek)

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

Kaynakca beşinci ve son bölümdedir.

06 Nisan 2014 Pazar günü Halk TV’de Sayın Ruhat MENGİ’nin sunduğu Her Açıdan isimli bir program neşredildi. Canlı olarak yayınlanan söze konu programa iştirâk eden konuşmacılardan birisi de T.B.M.M. Eski Başkanı Sayın Hüsamettin CİNDORUK idi.

Gayet düzeyli devam eden programda çok önemli konular ele alındı ve konuklar kendi fikirlerini serdetdiler.

Yayın devam ederken saat 12:12’de; Sayın CİNDORUK konuşmasının bir yerinde biz astsubaylardan müstehzi bir edayla ve hakâret kasdıyla “Başçavuş” olarak söz etdi.

image003

Programın sunucusu Sayın MENGİ, Suriye’yi Türkiye ile bir savaşa kışkırtmak için Dışişleri Bakanlığında 13 Mart 2014 tarihinde yapılan malûm görüşmenin kamuoyuna sızdırılmasından bahsetdi. Sayın MENGİ’nin sözünü keserek konuşmaya başlayan Sayın CİNDORUK, konuşmasının bir yerinde şöyle bir ifâde kullandı. “Geçin siz o konuşulanları... Başbakan, o sözleri bir Başçavuş söyledi der ve geçer!..” dedi.

Sayın Hüsamettin CİNDORUK, uzun zamanlar milletvekilliği ve bir dönem de T.B.M.M. Başkanlığı yapmış tecrübeli bir siyâsetci ve iyi bir avukatdır. Hem önemli bir siyâsi şahsiyet, hem de bir avukat olarak siyâset tarihimizin son 60 senesinin canlı şahididir. Bu sebepden dolayı biz astsubayların da yakından tanıdığı ve fikirlerine saygı duyduğu bir kişidir.

Ayrıca, muvazzafı ve emeklisiyle yüzbinlerce astsubay ve akrabaları da geçmiş dönemlerde Sayın CİNDORUK’a rey vermiş seçmen vatandaşlardır.

***

Halen Millî İstihbarat Müsteşârı olarak görev icra eden Sayın Hakan FİDAN’ın hem bir askerî hüviyeti hem de siyâsî bir hüviyeti vardır. Siyâsî duruşu ve görüşü Sayın FİDAN’ın kendi tercihidir. Ve biz astsubayları ilgilendirmez. Sayın CİNDORUK’un söze konu ifadelerinde biz astsubayları alâkadâr eden husus şudur ki Sayın FİDAN T.C. Ordusunda 15 sene hizmet etmiş bir meslekdaşımızdır, bir Astsubaydır.

En az bunun kadar açık ve bilinmesi gereken bir husus daha vardır ki Sayın FİDAN, şu an ifâ etdiği Millî İstihbarat Müsteşârlığı görevine kendisi Astsubay olması hasebiyle atanmadı. T.C.Devletini yönetmek hakkını haiz siyâsî irâdenin bir tercihi olarak Sayın Başbakan’ın Müsteşâr unvanıyla bu göreve tayin etdiği bir bürokratdır.

Sayın FİDAN, Sayın CİNRORUK’un ifadesiyle “Başçavuş” olduğu için değil fakat tıpkı Sayın CİNDORUK gibi siyâsi bir şahsiyet ve bürokrat olduğu için ve iktidar partisinin siyâsi tercihiyle MİT Müşteşârlığı görevini icrâ etmektedir. Bu cümleden olmak üzere hiç kuşku yok ki Sayın FİDAN’ın bugünkü unvanı da “Başçavuş” değil  “Müsteşâr”’dır.

Sayın CİNDORUK’un, Başbakan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a izâfeten ve MİT Müşteşârı Sayın Hakan FİDAN’ı kasdederek sarfetdiği “Başçavuş” yakışdırması hoş olmamışdır.

Her şeyden önce, T.C. Ordusunda “Başçavuş” şeklinde yazılan, söylenen ya bilinen bir rütbe ismi yokdur. Hiçbir zaman da olmamışdır. Bu rütbe isminin askerî mevzuatdaki hukûkî biçimi “Astsubay Başçavuş”dur. İyi ve tecrübeli bir Avukat olması hasebiyle bu hakikâti Sayın CİNDORUK’un bilmesi gerekir. Ayrıca bildiğini farz ve kabul etmek hakkımız vardır.

Bundan daha vahim ve üzüntü verici olan ise bu ifade ile Sayın CİNDORUK, biz astsubayları alenen ve âşikâre tahkir ve tezyif etmişdir. Hüsamettin Bey, ömrünü vatana hasreden yüzbinlerce astsubayı ve sayıları milyonları bulan akrabalarını, analarını babalarını incitmişdir.

Bu çıplak ve basit hakikâtler ortada dururken Sayın CİNDORUK’un biz astsubaylara “Başçavuş” yakışdırması son derece talihsiz bir ifade, büyük bir gaf olmuşdur. Bugün itibariyle yaklaşık yüzbin muvazzaf ve yüz yirmi bin emekli astsubay bu ülkenin vatandaşıdır. Her ailenin bu memlekete hizmet etmek üzere bir Astsubay verdiği düşünülürse iki yüz yirmi bin aile eder. Yakınları ve akrabalarıyla ise ortalama iki milyon vatandaş Sayın CİNDORUK’un bu talihsiz ifâdesinden haklı olarak alınmışdır.

***

1492 tarihinde keşfetdikleri ve Amerika ismini verdikleri bu devâsa kıtayı sömürmeye başlayan Avrupa’lı devletler buldukları herşeyi kendi memketlerine taşıdı. Hep daha çok isteyen beyaz adam kendi gücünün yetmediği yerde köle kullanmaya başladı.

1500’lerde başlatdıkları köle ticaretini 1776 tarihinde Anayasa’yı değişdirip meşru ve resmî bir ticaret olarak kabul etdiler. Köle ticaret hakkını da sâdece beyaz adama verdiler.

Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından cebren kaçırıp koyun gibi alıp satdıkları 50 milyondan fazla zenciyi 300 seneden fazla köle olarak öldüresiye çalışdırdılar.

Bu memleketde köleliği en son yasaklayan eyalet Mississippi’dir. İster inanın, isterseniz de inanmayın. Eyalet Kânun’unun 13’üncü maddesindeki köle ticareti burada daha geçen sene, 7 Şubat 2013 tarihinde yasaklandı.

Köle ticaretini yasak etmelerinin sebebi de zencilerin gül hatırı için değildi. Beyaz adam, öldüresiye çalışdırdığı ve öldüre öldüre bitiremediği zenci kölelerin bir gün bu memlekete efendi olacağını fark etmişdi çünkü.

Farketdiniz mi? Zenci Başkan OBAMA, bu Kanun’u imzalarken dahi Mississippi eyaletindeki zencilerin hepsi köle idi.

*  *  *

Daha şunun şurasında 50 sene evvel beyaz Coni’lerin memleketinde zenci vatandaşlar, köpek ile aynı muameleye tabi tutulurdu.

No-1 No-2 No-3 No-5
No-4

image008

Sonra ezmân tebeddül, ahkâm da tağayyür eyledi. Köpek muamelesi gören o zencilerin ülkesinde; Colin Powell isimli zenci bir asker önce Genelkurmay Başkanı oldu. Sonra da Dışişleri Bakanı oldu. Coni’ler tarihinde bir ilk defa zenci bir Genelkurmay Başkanı ve Dışişleri Bakanı gördü…

image009Şimdi de Barack Hussein OBAMA isimli zenci bir Avukat Coni’lerin en yüksek devlet makâmı olan Başkanlık koltuğunda oturuyor. Üstelik beyaz Coni’ler bu zenci Avukatı çok sevmiş olmalılar ki ikinci defa Başkan seçdiler.

Gene Coni’lerin ordusuna er olarak giren üç asker; önce astsubaylığa, sonra da subaylığa terfi etdi.image014 Ve harp okulu mezunu binlerce subayın içinden sıyrılan bu askerler en sonunda Coni’nin ordusuna Genelkurmay Başkanları oldular. (bknz.)

Bütün bu olan bitenlere Coni’nin memleketinde hiçbir siyâsetci hazımsızlık göstermedi.

Hiçbir siyâsetci bu Başkanı “Zenci bir Başkan ...” deyip hakir görmedi.

Hiçbir siyâsetci bu Dışişleri Bakanını “Zenci bir Dışişleri Başkanı ...” deyip aşağılamadı.

Hiçbir siyâsetci er rütbesinden Genelkurmay Başkanı olan bu askerlere “Er’den Genelkurmay Başkanı olmaz!” deyip hakir görmedi.

Hiçbir siyâsetci Genelkurmay Başkanı olan bu Astsubaylara “Astsubay’dan Genelkurmay Başkanı olmaz!” deyip hakir görmedi.

Galibiyetleri, mağlubiyetleri, günahları ve sevaplarıyla sevip sahiplendi bu zenci vatandaşlarını ve askerlerini.

*  *  *

Son Alman imparatoru Almanya’yı birinci dünya savaşına sokdu ve kaybetdi. İngilteresi, Fransası Rusyası... Almanya’nın bütün limanlarına girdi. Bütün kalalerini teslim aldı. Alman hazinesindeki son fenik parayı da savaş tazminatı olarak alıp Alman millleti korkunç bir açlık ve safelete sürüklendi.

image017Bu korkunç mağlubiyetin üzerinden henüz daha yirmi sene bile geçmemişdi. Adolf isimli bir Alman vatandaşı çıkdı siyâset sahnesine. Hans’ın ordusuna Onbaşı rütbesiyle giren Adolf, kısa zamanda ülkeye önce Başbakan oldu. Sonra da Führer...

Adolf, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir kalkınma, silahlanma ve büyüme hamlesi başladı. Eşi benzeri görülmemiş silahlar üretdi. O zamana kadar kimsenin hayal bile edemeyeceği silahları, uçakları, denizaltıları, tankları, topları, tüfekleri bombaları, gemileri, füzeler ve uzaya kadar gidebilecek roketler yapdırdı.

Coni’lerin, Yoldaş’ların, Frenk’lerin ve Tomi’lerin bugün dahi sahiplendiği silah teknolojisinin hepsini Adolf HİTLER icât etdirdi.

Führer unvanıyla kendi memleketi Almanya’yı bütün zamanların gelmiş geçmiş en büyük İkinci savaşına sokdu. Üç, dört, beş... Belki de on beş cephede aynı anda harp etdi. Bütün dünyaya meydan okudu. Bütün dünya milletlerini korkudan titretdi. İki ay daha dayanabilseydi atom bombasını ilk patlatan devlet Almanya olacakdı. Üstelik Coni’lerin New York şehrinin üzerine atacakdı. İkinci Dünya savaşını kıl payı kaybetdi.

Harpde galip gelen kahraman olur.

Mağlup edilene ise ne dersen de!..

Kötü mânâda her türlü yakışdırmayı yapmak mübah oluyor.

Hans’ın memleketinde Adolf’un bu yapdıklarına hiçbir Alman siyâsetci hazımsızlık göstermedi.

Onbaşı’dan Başbakan mı olur, demedi.

Onbaşı’dan Führer mi olur, demedi.

Onbaşı Almanya’yı mahvetdi demedi...

Hiçbir siyâsetci bu Başkanı “Bir Başbakan ...” deyip hakir görmedi.

Hiçbir siyâsetci Adolf’a “Bir Führer ...” deyip hakir görmedi.

Galibiyetleri, mağlubiyetleri, günahları ve sevaplarıyla; Eva BROWN ile yaşadığı aşkı ile sevip sahiplendi Adolf’u Almanlar.

*  *  *

Sayın Hüsamettin CİNDORUK ve Sayın CİNDORUK gibi düşünen muhterem vatandaşlarımıza sesleniyorum;

İleri demokrasi deyip idare şekline öykündüğünüz ülkelerin Astsubayları;

  • Genelkurmay Başkanı, Başbakan oluyorsa
  • Zenci vatandaşları Genelkurmay Başkanı ya da Başkan oluyorsa

Sizin namusunuzu korumak için ölmeye yemin etmiş bu ülkenin Astsubayları niçin;

  • Müsteşar,
  • Genelkurmay Başkanı,
  • Başbakan,
  • Cumhurbaşkanı olmasın?

Demokrasi putperestliği yapıp o ülkelere taparken aynı ülkelerde Astsubayların neleri başardıklarına, ne durumda olduklarına, kimleri yönetdiklerine, nasıl itibar gördüklerine niye kör bakarsınız?

Bugün T.C. Ordusunda vatan görevi icrâ eden biz Astsubaylar gâvur değiliz. Üstelik derimizin rengi de siyah değil. Sayın CİNDORUK’un derisi gibi biz astsubayların da derisi beyaz.

Devletin hiçbir makâmı, hiçbir memuriyeti hiçbir rütbesi kimsenin uhdesinde ve şahsında mündemiç değildir.

Hırsızlık ve yolsuzluk!!!

Afedersiniz....

Saltanat, rütbe ve makâm ancak hânedanlıklarda babadan oğula intikâl eder. Dilinize pelesenk etdiğiniz ve aslında cumhuriyet kavramının Yonanca’sı olan demokrasi hakkında söylediklerinizde samimi iseniz bu hakikatlere kör bakamazsınız.image018

Abi dediğiniz koyun çobanı bir vatandaşımız bu memleketde altı kere Başbakan sonra da Cumhurbaşkanı oluyorsa,

İmamlık yapmış vatandaşlarımız milletvekili, Bakan, Başbakan Yardımcısı ve Meclis Başkanı ve hattâ Başbakan oluyorsa

Bırakınız Astsubaylar da Müsteşar olsunlar!..

Astsubaylar, bugün o makâmlara getirilen ya da seçilen asker ve siyâsetçiler kadar bilgi birikimi, eğitim, tecrübe ve sair niteliklere sahip asker kişilerdir.

Sayın CİNDORUK,

Sizin milletvekili olarak Meclis’de mesai yapdığınız senelerde

Askerî vesâyetin

Biz Astsubaylara yüksek tahsili tam 50 sene yasak etdiğini biliyor musunuz?

Oturduğunuz yerden elinizi kaldırıp da bu konuda bir tek soru sordunuz mu?

Allah uzun ve sıhhatli ömür versin,sener-battal

Sayın Şener BATTAL bunu yapdı, biliyor musunuz?

Bütün bu yasaklara rağmen

Bugün

Milletvekili olan astsubaylar var, Profesör olan astsubaylar var...

Başçavuş dediğiniz o Astsubayların sizinle aynı üniversiteden mezun olup aynı diplomayı aldığını biliyor musunuz?

Gereken vasıfları haiz her T.C. vatandaşının devletin her kademesinde görev yapma hakkı vardır.

Anayasa’nın her Türk vatandaşına verdiği hakları biz Astsubaylar da kullanarak sizler gibi Genelkurmay Başkanı, Başbakan ya da Cumhurbaşkanı da olmak istiyoruz.

Birgün gelecek bu makâmlara, bu rütbelere yükselmiş astsubayları mutlaka göreceğiz.

Bu hedeflerine ulaşmak için Astsubayların sizden bir istekleri vardır; eşit fırsat ve âdil ve şeffaf rekâbet!..

Hepsi bu kadar...

Biz Astsubaylar, mesleğimizle, rütbemizle, unvanımızla gurur duyuyoruz.

Anayasa’dan gelen hakkını kullanarak Müsteşar makamına kadar yükselen Sayın Hakan FİDAN’a hakârethamiz bir üslupla ve aşağılamak kasıdıyla “Bir Başçavuş’dur, boş ver!” deme hakkınız yokdur.

Hâl böyleyken gâvurun gâvura yapmadığını Türk’ün Türk’e yapması da ne oluyor?

Kendisi adına talihsizliğine bakınız ki ömrünün son deminde yapdığı bu gafıyla Sayın CİNDORUK kendisini iki yüz yirmi bin Astsubayın karşısında buluverdi.

*  *  *

Sayın Hüsamettin CİNDORUK,

Biz Astsubayları

Sivil vesâyet ile askerî vesâyet arasına hapsetmek kimsenin haddine değildir.

Her ikisini de

Şiddetle ve kökden reddediyoruz!..

Asker vesâyetinden şikâyet edenler sivil vesâyeti himâye edemezler!

Askerin siyâsete müdahale etmesini istemeyen siyâsetciler, askeri siyâsete konu etmemelidir.image020

Siyâsi eşhas astsubayları lafzen de olsa konuşmasına konu etmemeli, ucuz kahramanılık uğruna astsubayları dolgu malzemesi yapmamalıdır.

Belki farkında değilsiniz. Siz şu anda evinizde rahat koltuğunuzda otururken bir Astsubay meslekdaşımız sizin namusunuzu korumak ve huzurunuzu temin etmek için belki bugün şahadet şerbetini içecek...

Astsubayları kasdederek canlı televizyon yayınında sarfetdiğiniz “Başçavuş” yakışdırması sebebiyle biz astsubaylara özür borcunuz var!..

Biz Astsubaylar bu gafınıza hüsnüzan ile yaklaşıyor ve bir sürç-ü lisân etdiğinizi düşünüyoruz.

Tavrınız ve kararınız bu gafınız konusundaki gerçek niyetinizi ortaya koyacakdır.

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

Tazminât Makâmından Ninniler!..

İnsan, gördüğüne inanır.

Elbet istinâsı vardır.

Meselâ

Havayı, kokuyu

Göremeyiz,

Hislerimizi

Elimizle tutamayız.

Fakat varlığını hissederiz.

Hissetdiririz.

Görmesek de

İtikâtımız icâbı

Bizi yaradan yüce rabbimizi

Yüreğimizde hisseder

Bütün ruhumuzla

O’na teslim olur

İmân ederiz.

 *  *  * 

Gözlerimizi, görünmeyen âlemden görünen âleme teveccüh eyleyelim can dostlarım. Biz astsubaylar cephesinde geçmişde kalmış ve yakında vuku bulacak çok önemli iki olaya bir bakış atalım bugün.

Birisi, şikâyetimizin merkezinde pişmiş kelle misâli sırıtan mâkam tâzminatı meselesi.

Diğerini merak ediyorsanız şâyet

Bu mâkalenin en son sayfasını okumanız gerekecek!

Astsubayların mâruz bırakıldıkları haksızlıkları anlatan yazılar bugünlerde pehlivan tefrikası gibi dizi dizi neşrediliyor gazetelerde. Biz astsubayların akla ziyân sıkıntılarını, dertlerini anlatan bu haberler rağbet görüyor ki gazeteler yazıyor. Demek ki  milletimiz bu konuya karşı ciddi bir muhabbet ve hassasiyet gösteriyor.

Hem

Astsubay meslekdaşlarımız

Hem de

Onların kader arkadaşları yiğit hanımları

Dertlerini, yaşadıkları sıkıntıları, insan olanın vicdânını sızlatan haksızlıkları gayet güzel bir şekilde anlatıyorlar.

Hak istemeye gelince de şöyle diyorlar; “Subayın aldığında gözümüz yok. Fakat biz de istiyoruz.

Hasetlik-fesatlık etmeden, fitne-fücur düşünmeden, kumpas-tezgâh tertiplemeden başkasının rızkına göz dikmeden istiyorlar haklarını. Böyle yapmakla da meseleyi çok doğru yerinden kavrıyorlar.

Ne kadar diğerkâm bir tutum.

Ne kadar ulvî bir davranış...

Astsubaylar ve fedakâr hanımları böyle düşünüp böyle söylüyorlar da astsubayların haketdiği tazminâtı vermek konusunda bugüne kadar kim, ne yapdı dersiniz?

Bugünü görmek için geçmişe bakmamız gerekiyor. Çünkü muvazzaf iken yaşadıklarımız yetmezmiş gibi bugün çekdiğimiz sıkıntıların ipuçları ve fâilleri geçmişin tozlu geçeneklerinde gizli...

657 sayılı Devlet Memurları Kânun’una tabi memurların böyle bir sıkıntısı yok. Nimet-külfet dengesi üzerine inşâ edilmiş bir ücretlendirme var onlarda. Ne kadar köfte, o kadar ekmek. Devlet memuru olmak isteyen kişi elindeki diplomaya bakıp alacağı maaşı, yükselebileceği makâmı ve sâir hakları memur olmadan önce kendi hesaplayabilir. Kendi aralarında nifak konusu olacak bir hülle, bir kirli çıkı, kapalı bir kutu yok o tarafda. Eşit eğitime eşit ücret! Ne kadar mürekkep yaladıysan o kadar maaş alıyorsun.

Aklın, vicdânın ve bugünün hukuk anlayışının bizi getirdiği yer burası. Kural bu kadar basit.

Beğenmezsen de basıp istifayı hemen bırakıyorsun işi. Memleketde adam olana iş mi yok?

Peki,

ATATÜRK’ün “Türk birliğinin, Türk kudret ve kâbiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir." veciziyle tevkir etdiği ve târihe nakşetdiği ordumuzda bu “eğitim ve ücret” meselesi ne minval üzere acap?

 *  *  * 

Askerlik, zor zenaat yiğit okuyanlar yazanlar.

Canını sermâye edip vatan hizmetine koşan subayına devlet her şeyin en iyisini vermek zorunda.

Bunun aksini düşünmek bile bu memlekete, bu millete hayır getirmez.

Subay, biricik kellesini koltuğuna alıp vatan hizmetine koşuyor.

Subay, haketdiğini alsın almasına da...

Güzel!

Peki, aynı yerde hattâ daha zor görevleri yapan astsubay, koltuğunda karpuz mu taşıyor acap?

Hem subay

Hem de astsubay

Sermâye olarak biricik canını ortaya koyuyorsa

Subaya 6 verir iken

Astsubaya 1 bile vermemek olur mu?..

Subayı analar doğurdu da

Astsubay ağaç govuğundan mı peydâ oldu can dostlarım?

Al sana 6 dâne tazminât.

Subaylar hepsini alıyor.

Astsubaylar hiçbirisini alamıyor.

Peki, kim kime ne vermiş ya da verememiş?

  • İşde bu makâlemizde tazminâtları kimin, kime altın tepside ikrâm etdiğini resimli olarak görecek

         Ve dahi

  • Kimin kime ne vermemek için nasıl kıvrandığını ve yapdığı hileyi de fâş edeceğiz bu makâlemizde.

 

Hükümet vermiyor” deyip astsubayları başından savuşduran utanmaz insanların

  • Nasıl da gözümüzün içine baka baka yalanlar üfürdüğünü

         Ve dahi

  • Çevirdiği tezgâhları ortaya dökerek yüzlerine vuracağız.

 

Efendim?

Hayır, yüzleri kızarmayacak!

Biliyorum.

Dün yapdıklarının aynısını fırsat bulduklarında bugün de yapacaklar! Çünkü, can çıkar da huy çıkmaz.

Sayıları çok değil.

Fakat

  • Bu riyâkârlık,
  • Bu arsızlık,
  • Bu edepsizlik

 

Hamurlarında var çünkü.

Ordumuz

Bu ukalâ dümbeleklerinden kurtulduğu gün

Askerler kardeş olup kucaklaşacak.

 *  *  * 

Subaya bir çırpıda verdiğin bir hakkı astsubaya taksit-taksit, bölük-pörçük, eksik-güdük veriyorsun!

  • Mesleğe başlangıç derecesi
  • Son terfi derece/kademesi,
  • Maksatlı olarak yapılmayan intibâklar,
  • Yan ödemeler,
  • Emekli maaşı,
  • Melbusatlar (gece kıyafeti, tabanca, şerit rozet vb.)

 

Bunlardan bâzıları.

Subaya verdiğini

Geri almıyorsun. Verdiğinin üsdüne yenilerini, daha fazlasını ekliyorsun.

Fakat

Astsubaya verdiğin bir hakkı

Bir zaman sonra geri alıyorsun;

Yüksek tahsilde;

  • 1975 senesinde Meclis’in verdiği “birinci dereceye yükselme” hakkı
  • Yüksek tahsilde birebir intibâk hakkı
  • Rütbe bekleme sürelerinin kasıtlı olarak uzaltılması vb.

 

Bunlardan bâzıları..

Sene başında yapılan yüzde bilmem kaçlık zam, emekli ya da çalışan her memura, her askere verilir. Sonuçda herkes eşit oranda zam alır. Bu hususda ayırım gözetilmediği için de herkes boyun büküp hissesine râzı olur. Komşunun tavuğu da komşuya kaz görünmez. Bu konuda Genelkurmay Başkanının asker için yapacağı bir şey yok. Samimî olmak gerekirse yapmasına da gerek yok.

Peki, işin asker cenâhına bakıldığında askerin maaşına büyük etkisi olan tazminâtlar konusunda neler oldu acap?

Bu makâlemizin bir tek konusu var.

Subayların aldığı 6 çeşit tazminâtdan sâdece birisi!

Makâm tazminâtı...Tazminat Makamından Ninniler

Makâm Tazminâtının Fesat Sarmalı isimli mâkalemizde bu meseleyi ele aldık.

Ekseriyeti yazı olan bir tarzda 2012 senesinde tetkik etdik.

Bu sefer farklı bir yol tutacağız. Meselesinin iyi anlaşılması için yazıdan çok şekil göstereceğiz sizlere.

 *  *  * 

  • Zamân
  • Mekân
  • Olay...

Üçü bir yerdeyse ancak bir anlam ifâde eder.

Olayı anlamak için

Öyleyse günün revaç tâbiriyle

Zamânın ve mekânın ruhunu kavramamız gerekiyor.

SENE 1980:

Zamân,

12 Eylül 1980 sabahı...

Mekân,

Kalbimizin şu anda atdığı yer;

Türkiye...

Türk Milleti bugünün sabahına, subay darbesiyle uyandı...

T.C. Devletinin üç erki olan yasama, yürütme ve yargı salahiyyetinin üzerine beş subay çöreklendi.

T.B.M.M.’yi lağvetdi. Bir başka ifâde ile milletin meclisinin kapısına kilit vurdu. Kapının önüne de nöbetci iki Mehmetcik dikdi.

Kendilerinin teşkil etdiği ve Millî Güvenlik Kurulu adını verdikleri ucûbe nevinden bir teşkil ile kendi hükûmetlerini tesis etdiler netekim!

Zottirik Kenan

Her şeyin başı...

Askeriyenin başı,

O,

Devletin başı,

O,

Halay başı,

O,

Hattâ

Okgası bugünlerde üç buçuk liraya fırlayan

Acı kelle soğanın bile  başı

Gene O!..

Mahşerden firâr edip gelen bu muhammes subay takımı, devlet idaresini zapdu rapt altına aldıkdan 2 sene sonra, 12 Şubat 1984’de meclisde ictima eyledi. Aşağıda tarassut etdiğiniz Kânun’u yumurtaladılar.

Ve dahi

T.C. Ordusu târihinde subaylarımız,

Kendilerine ilk defa olmak üzere “makâm tazminâtı” adını verdikleri bir ballı börek ihdâs eylediler.

Bâzı resimler vardır. Açıklayıcı yazısı yoktur. İzah isdemez. İşde, aşağıda gördüğünüz Kânun ve onun hemen sağ böğrüne yapışdırdığım şu sararmış solmuş tavsırlar da bunlardan bâzıları.

12 Eylül darbesini yapan bu yüksek rütbeli subaylarımızın kendi kendilerine ikrâm etdiği makâm tazminâtında da vaziyet işde aynen böyle.

İzahı kendinden menkûl!..

Altını galın gırmızı cızgı ile cızıkdırdık! Bu kânun maddesiyle muhteşem beşli takımın hangi rütbedeki subaylara “makâm tazminâtı” bahşeddiğine bahusus dikkat buyurunuz.

 *  *  * 

SENE 1982:

12/02/1982 târih ve 2596 sayılı Kânun ile 926 sayılı TSK Personel Kânun’una eklenen Ek 18 nci madde ile;

  • Genelkurmay Başkanı,
  • Kuvvet Komutanları ve
  • Jandarma Genel Komutanına

makâm tazminâtı ödenmesine karar verdiler.

image009 

Bu makâm tazminâtını da damga vergisi müstena olmak üzere sair vergilerden muaf tutdular.

 *  *  *  

SENE 1984:

Zamânın hükûmeti 24/04/1984 târih ve 2999 sayılı Kânun ile Meclis’den Kânun Hükmünde Kararnâmeler çıkartma  yetkisi aldı. Yetki, mâli yılın sonuna kadar geçerli.

Bu Kânun ile “memurların ve diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak ve mâli ve sosyal haklarında iyileştirmeler yapacaklar” idi...

Bakanlar Kurulu KHK’ler çıkartmak için hemen kolları sıvadı.

926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kânun’una tabi olan;

  • Subaylar,
  • Astsubaylar,
  • Uzman jandarmaların hepsinin bu düzenlemeden bir pay alması amacıyla yola çıkdılar...

Biz,

Bir aileyiz, değil mi?..

Meclis;

Sırat köprüsünde titreyen kâfir gibi 12 Eylül’ün zelzelesi ile hâlâ tir tir titriyor. Zorti’nin bir kaş-göz işâretiyle hazır ol vaziyete geçen MGK üyeleri bir yetki Kânun’u daha neşretdi.

Sayın MGK üyeleri çeşme akar iken bakracı doldurmak konusunda hiç tereddüt etmediler.

Bir gün gelip mutlaka öleceklerine biraz olsun inansalardı şâyet

Devlet mezârlığından kendilerine kabir yeri tahsis etmek için bile Kânun fermân buyuracaklar idi.

image013 

 *  *  * 

SENE 1984:

Bakanlar Kurulu kafa patlatıp dirsek çürütdü. İmim imil mesai yapdı. Meclis’in denetiminden kaçırarak yeni KHK’ler peydahladı. Çıkartdıkları KHK’ler, doğura doğura gatırandan da gara hormonlu bir domuzlan böcüğü doğurdu.

Aşağıda temaşâ eylediğiniz 26/06/1984 târih ve 241 sayılı Kânun Hükmünde Kararnâmenin 39 ncu maddesi ile de;

  • Orgeneral ve
  • Oramiral

rütbesindeki subaylar makâm tazminâtı kapsamına dâhil edildi.

Darbeci Zorti karda yürümüş, izini belli etmişdi bir kere. Kânun’u iyi mayalamışdı. Yukarıdan aşağıya doğru kabardıkca kabardı. Taşdı, taşdı, taşdı...

Zorti’den sonra görev yapan Genelkurmay Başkanlarının,

Makâm tazminâtını aşağı rütbedeki subaylara teşmil etmesi zor olmadı...

image018 

Orgeneral ve oramiral rütbesindeki subaylara yamadıkları makâm tazminâtını,

Ölesiye kadar” almayı da gene bu KHK ile teminât altına aldılar.

 *  *  * 

SENE 1986:

24/12/1986 târih ve 265 sayılı Kânun Hükmünde Karârnamenin 3 ncü maddesi ile de 926 sayılı TSK Personel Kânun’u  Ek 18 nci maddeyi değişdirdiler.

Bu KHK ile makâm tazminâtı;

  • Korgeneral ve koramiral
  • Tümgeneral ve tümamiral
  • Tuğgeneral ve tuğamiral

rütbesindeki subayların tamamına teşmil edildi.

Gene kayd-i hayat şartı ile...

Tazminat Makamından Ninniler_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 *  *  * 

SENE 1990:

09/04/1990 târih ve 418 sayılı Kânun Hükmünde Kararnâmenin 21 nci maddesi ile 926 sayılı TSK Personel Kânun’una V sayılı Makam Tazminatı Cetveli eklediler.

Bu tezgâh ile;

  • Kıdemli Albaylar da

makâm tazminâtı alan subaylar kervanına katıldı.

Tazminat Makamından Ninniler_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 *  *  * 

SENE 1991:

27/12/1991 târih ve 475 sayılı Kânun Hükmünde Kararnâmenin 10 ncu maddesi ile V sayılı Makâm Tazminâtı Cetveline bir neşder daha atdılar.

Cetvelde yer alan “Kıdemli Albaylar” ibâresini “Albaylar” olarak değişdirdiler.

Bu kez yapdıkları gayet ince bir “balans ayarı” idi.

Acısız, ağrısız, sızısız, kansız, dikişsiz...

Ve de habersiz...

Çünkü KHK demek, sel önünden sahipsiz kütükleri kapmak demekdi.

Kimseye göstermeden, tartışmadan, çakdırmadan, sormadan, izin almadan Meclisden Kânun çıkartmak demek idi.

Bu kumpas ile de;

  • Kıdemine bakmadan “Albay” rütbesindeki subayların tamamına

makâm tazminâtı ödemeye başladılar.

Tazminat Makamından Ninniler_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

 *  *  * 

SENE 1993:

13/07/1993 târih ve 486 sayılı Kânun Hükmünde Kararnâme ile makâm tazminâtına bir ameliyat daha yapdılar.

Bu kez de;

  • Kıdemli Albaylar
  • Albaylar için

farklı makâm tazminâtı göstergesi tespit edildi.

Aynı rütbede olan subayların farklı oranda makâm tazminâtı alması bakımından dikkat çeken bir durumdur. Resmî yazışmalarda Albaylara kıdemini yazmayı yasakladılar. Fakat kıdemini yazmasına izin vermediği albaya en kıdemlisinden makâm tazminâtı verdiler.

Helâl olsun!

Başkumandan sıfatıyla Cumhurbaşkanı “Anayasa’yı bir kez delmekle bir şey olmaz!” der ise şâyet

O Cumhurbaşkanının subayları ne yapmaz?..

Tazminat Makamından Ninniler_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

 *  *  * 

SENE 1996:

21/11/1996 târih ve 4214 sayılı Kânun ile zamânın hükûmeti, zamânın Bakanlar Kurulu’na yeni KHK’ler çıkartma yetkisi verdi.

Evvel zamân içinde idi

Tazminât da kalbur içinde...

Tıpkı 1984 senesinde olduğu gibi.

Târih, tekerrürden ibâretdir,

Değil mi, ÂKİF Mehmet?..

Bakanlar Kurulu’nun 12 sene sonra aldığı ve siz muhteremlerin aşağıda nazâr etdiğiniz işbu yetki Kânun’unun amacı;

Kamu kurum ve kuruluşlarında görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri ile bunların emeklilerinin;

  • Mâli imkânlar ölçüsünde geçmiş yıl kayıplarını giderebilmek,
  • Mâli ve sosyal haklarında iyileştirmekler yapmak”

kadar saf, masum ve iyi niyetli idi.

Hem

Görevdeki memurların

Hem de

Emekli memurların

Geçmiş yıl kayıplarını gidermek ve

Mâli ve sosyal haklarında

İyileşdirme yapmak!..

Zamânın Cumhurbaşkanı Çoban Sülü’ye böyle yapacaklarını söylediler.

Çoban Sülü de

Bunu söyleyen insan müsveddelerine inandı, güvendi ve

Kânun’u imzaladı.

Sâdece 4 aylığına aldığı bu yetkiye istinâden kolları sıvayan zamânın Bakanlar Kurulu,

Yeni KHK’ler çıkartmak üzere çalışmaya başladı.

Tazminat Makamından Ninniler_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

 *  *  * 

SENE 1996:

Bakanlar Kurulu’nun 18 gün önce aldığı KHK çıkartma yetkisinin süresi 4 ay içinde bitecek idi.

Ne demişler?

Vakit, nakitdir!..

Genelkurmay Başkanımız ellerini çabuk tutdu. Meclisin pırıltılı salonlarında hemen hummalı bir “bakan ayartma, tavlama harekâtı”na başladı. Karargâhdan üç beş kurmay subay gönderdi Meclise. Tenhalarda kısdırdıkları Sayın Bakanlarımızı bir punduna getirip iknâ etdiler.

Vakidi, hemen nakide çevirdiler.

19/12/1996 târih ve 568 sayılı KHK’nin 3 ncü maddesi ile 926 sayılı TSK Personel Kânununa ekli V Sayılı Makâm Tazminatı Cetveli değiştirildi.

Kânun, böyle diyor. Aslında değişiklik yapılmadı.

Sâdece bir kelime ilâve edildi.

Enflasyon denen ve arsız siyâsetcilerin peydahladığı bu hayat pahalılığı senede yüzde yetmişlerde geziniyordu o tarihlerde. Memurun ve bu arada astsubayın maaşı da eriyip pula döndü.

Bu Kânun ile Genelkurmay Başkanımız;

Subaylara ve

Astsubaylara

Biraz nefes aldıracak bir maaş artışı yapacak idi.

Çoban Sülü’ye öyle söz vermiş idi.

Fakat

Şapkadan çıka çıka

Sâdece davşan!!!!!!!!

Afedersiniz,

Torbadan sâdece

Yarbay rütbesideki subaylarımız çıkdı.

Makâm tazminâtını düzenleyen meşhur V Sayılı Makâm Tazminatı Cetveli’ne son eklenenler “yarbay” larımız oldu.

Tazminat Makamından Ninniler_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Makâm tazminâtı için köşe bucak kıvranıp uygun fırsat kollayan yarbay rütbesindeki subaylarımız

En sonunda emellerine nâil oldular.

Gökden

Biricik makâm tazminâtı düşdü,

Talihe bakınız ki,

O da

Yarbaylarımızın başına düşdü!..

 *  *  * 

1982 senesinden 1996 senesine kadar tam 14 hazân mevsimi deverân etdi.

14 senede;

  • 3 dâne Kânun,
  • 5 dâne de Kânun Hükmünde Kararnâme çıkartdılar meclisden.

Su uyudu,

Subaylarımız uyumadı...

Su akar iken

Astsubaylar bakar iken

Subaylarımız

Ceplerini doldurdu...

 *  *  * 

SENE 2012:

Yarbaylarımız,

V Sayılı Makâm Tazminatı Cetveli’ne eklenen son asker kişiler oldu olmasına da!

Bu cetvele eklenmek için yanıp tutuşan başka subaylarımız yok mu?

Var!

Kendi uydurdukları "üstsubay" kılıfına dâhil edilen binbaşılar sırada avuçlarını ovuşduruyor iştiyakla...

Teklif şimdilik hizmet (görev) tazminâtını koparmak için...

Kapı bir açılsın hele!..

Gerisi gelir nasıl olsa...

Tazminat Makamından Ninniler_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Kendi uydurdukları

Ve dahi

Hiçbir hukûkî mesnedi olmayan "üstsubay" kılıfına gizledikleri binbaşılara

"Hizmet tazminâtı" almak için birileri hileye başvurmakda hiç tereddüt etmediler.

Tazminat Makamından Ninniler_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Kânun teklifinin yukarıda gördüğünüz gerekcesinde,

Gırmızı çerçevenin içindeki ifâdeye dikkat buyurunuz yiğit yârenler!

Ne demiş sayın vekilimiz o çerçeve içinde?

1 nci dereceye yükselen ve 3600 Ek Göstergeye hak kazanan subay...

Kim bu subay peki?..

Kelime hilesine bakar mısınız?

Ben mâliyeci değilim.

Fakat yapdığım parmak hesabına göre;

Binbaşı rütbesindeki bir subayın birinci dereceye yükselmesi imkânsız.

O sayın binbaşımızın 3600 Ek Göstergeye yükselmesi de mümkün değil.

İstisnâlar hâriç, derecesi 2 olur. İstisnâ olsa da kâideyi bozamaz!.

Ek Gösterge rakamı da 3000.

İşde isbatı;

Tazminat Makamından Ninniler_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Birinci dereceye ve 3600 Ek Göstergeye yükselmesi için bir subayın yarbay rütbesinde olması gerekir.

Muhterem yarbaylarımız bu tazminâtları hâlen alıyorlar.

Peki, bu dalavere niye öyleyse?..

Birinci dereceye yükselmiş ve

3600 Ek Gösterye yükselmiş astsubayların içine

Bu hakları hâiz olmayan binbaşı rütbesindeki subayları kaynak yapıyorsun Sayın vekilim!..

Ayıp oluyor hani!..

Senin amacın nedir Sayın TÜRELİ?

Birinci derece ve 3600 Ek Göstergeye yükselen astsubaylara mı tazminât vermek?

Yoksa

Astsubay posdunun içine sakladığın binbaşı rütbesindeki subaylara mı tazminât koparmak?

Vekilime ne gerek?

Vekilime doğruyu söylemek gerek!...

Yanlış hesap yapdıysam Bağdat’dan dönsün! Bilenler doğrusunu söylesin.

Şâyet benim yapdığım hesap doğru ise o hâlde Sayın Vekilimiz bu çirkin tuzağa niye düşdü?

Ya da Milletin Vekilini kimler tongaya basdırdı?

Birisi Sayın Vekilimi uyarsın!

Hatâya düşmesini arzu etmeyiz.

 *  *  * 

Satılık tazminâtlarım var. Üsdelik bîlâ bedel! Sırada bekleyen subay var mı?

Var elbet dostlarım...

Tek yapmaları gereken şey

Siyâsetcilerin yapdığından...

Takiyye!..

Murailik, fesatlık ve arsızlık silsilesiyle dolu folim makarasını tekrar başa sarmak!

Ne dedi ÂKİF Mehmet?

Tekrar oynat!

  • Meclisden yeni bir yetki Kânun’u çıkart,
  • Sonra, bu yetki Kânun’una yaslan ve
  • Kânun Hükmünde Kararnâme çıkartma yetkisi al.

Hemen kolları çemre!

İşde sana Kânun Teklifi.

İzmir Vekili Sayın Rahmi Aşkın TÜRELİ’den...

Üsdelik ıslak imzalı...

Sonra gelsin dizi dizi KHK’ler.

  • İlk fırsatda, binbaşıları,
  • Sonra yüzbaşıları,
  • Daha sonra üsteğmenleri...

Ve en nihâyet olarak da

  • Teğmenlerimizi

926 sayılı TSK Personel Kânun’undaki V Sayılı Makâm Tazminâtı Cetveli’nin alt kısmına ekle.

Asteğmenler mi?

Olmaz!

Onlara yok!

O kelimenin başında “ast” var ya!

Teğmenden fazla okusa bile askerliğe 1 derece aşağıdan başlayan kimler sanıyorsunuz?

 *  *  * 

Subaylarımız;

  • Komkarsu tazminâtını ve
  • Komutanlık tazminâtını mezun oldukları gün almaya hak kazanıyorlar.
  • Kadrosuzluk tazminâtını da emekli olduğu günden itibâren alacaklar nasıl olsa!..

 

Peki, hepsi bu kadar mı?

Devlet memuru ve diğer kamu görevlileri deyince

Sâdece subaylarımız mı var?

Yok elbet!

Subaylar ile aynı Kânun’a tabi olan astsubaylar var!..

Ordunun;

  • İki aslî unsurundan birisi,
  • İki temel direğinden birisi, (¹)
  • Türk Silâhlı Kuvvetlerinin çok önemli bir gücünü teşkil eden (²)
  • Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçası olan (²)
  • Türk Silâhlı Kuvvetlerinin birbirlerine gönül bağıyla kenetlenmiş fedakâr ve kahraman mensupları  olan(²)
  • Astsubaylar da var.

 

Astsubaylar,

Devletin vatandaşı değil mi?

Astsubaylar,

T.C. Ordusunun askeri değil mi?

Subaylar bu konuda son derece hasis ve arsız davrandılar.

Bugün itibâriyle bu tezgâhın farkına vardık!

Necdet Bey,

Biz,

Bir aile miydik?

Askerin en büyük vasfı

Şerefli olmasıdır.

Genelkurmay Başkanı

Çoban Sülü’ye verdiği sözü tutsun!

Biz Astsubaylar

Hak etdiğimiz tazminâtları istiyoruz!

Subaylarımıza

Tam 6 çeşit tazminât var...

Astsubaylara ne var?

Astsubaylara

Tazminât makâmından ninniler!..

 *  *  * 

SENE 2014, 01 MART:

Sonunda oldu!

Kırk seneden beridir verdiğimiz

Medenî, insânî ve hukûkî mücâdele ile

Hakkımızı alamadık!

Daha doğrusu

Biz istedik de

Bizi ölüme sürenler

Hakkımızı vermedi...

Çözüm imkânları tükendi!..

Başka çâre kalmadı!..

TEMAD Genel Başkanımız Sayın Ahmet KESER,

Emekli astsubayların 01 Mart 2014 tarihinde

Ölüm orucuna başlayacağını

Kamuoyuna ilân etdi.

image046 

image044Dünya’nın dokuzuncu büyük ordusu

Tarihinin en ciddi ve

En tehlikeli sınavıyla karşı karşıya.

Bu sınavın gâlibi olmayacak!

Vatanı uğruna ölmeye ve öldürmeye

Nâmusu ve şerefi üzerine yemin eden

Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun

Emekli astsubayları kendi hakkını almak için

Ölmeye yemin etdi.

Böylece dünyada “ölüm orucu kararını ilk veren astsubaylar” da

Türk emekli astsubayları oldu.

Siyâsetcisiyle

Askeriyle

Beceriksiz idâreciler ülkemizi bu hâle getirdiler.

Astsubayara hakkını vermezler ise

Hepsine yazıklar olsun!..

Bizden helâllik beklemesinler.

Emekli astsubaylar ölüm orucuna yatar iken

Devleti idâre edenler

Ölüm sessizliğinin arkasına saklanamaz!

Bu ölüm orucunda ölecek emekli bir tek astsubay meslekdaşımızın dahi vebâlinin altında herkes ezilir!

  • Necdet ÖZEL,
  • Recep Tayyip ERDOĞAN,
  • Abdullah GÜL...

Sizlerin nâmusunu korumak için

Ölmeye yemin etmiş emekli astsubaylarınızın

Canını bugün korumaya mecbursunuz.

Devleti idâre etmek için devletin ekmeğini yiyen sizler,

Emekli astsubayların kendisini öldürmesine seyirci kalamazsınız!..

Devleti idâre etdiğini zanneden

Herkes aklını başına devşirsin!..

Tazminat Makamından Ninniler_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

 

Vakdi geldi,

Kararımı verdim!

Geri dönmek yok!..

Astsubaylara bu haksızlığı yapanlar,

Zorbalığa soyunup

Bolu beyi olmayı seçdi...

Benim nasibime de

O zorbalara çotuk sökdüren

Köroğlu olmak düşdü...

Tüfeng icâd olunup

Mertlik bozulsa da

Ahd etdim!..

O Kânun tanımazların

Çakar almaz delikli demirlerinin

Deliklerinin içine çöğdürmek bize farz oldu gayrı...

Üsdelik

Yülgümüzü kılağıladık!

Sinek kaydıran cinsinden tıraş vakdi geldi.

Savulun bre çala galemli gara câhil kâtipler!..

Ya bu insanlar

Onu doğru yazmasını öğrenecek.

Ya da

Gıçlarını goydukları goltuklardan

O ahmakları alapaça edeceğim.

Halep oradaysa

Arşın elimizdedir!.. 

 

 *  *  *  *  * 

 

Kendi meslekdaşlarımdan dahi bâzılarının yoluma çıkıp “bırak bu ufak işleri!” diyeceklerini biliyorum. Muvazzaf günlerinde dediler çünkü. Küçükler saygılarından ses edemediler. Fakat benden büyük olanların yaşına başına bakmadan sokuşdurdum lâfımı.

Buram buram sitem kokacak ve yeri geldiğinde hak edenlere çuvaldız batıracak bu makâlemizin konusu;

  • Astsubay rütbe isimlerinin mevcut hâliyle yazmaya, söylemeye müsait olmadıkları hususu değildir.
  • “T” olsun mu, olmasın mı? Ya da “T”’li mi, yoksa “T”’siz mi yazalım mı, değildir.
  • Astsubay rütbe işâretlerinin şeklini biçimini değiştirelim mi, değildir.
  • Astsubay rütbe işâretleri pazuda mı, omuzda mı olsun, değildir.
  • Çünkü bu hususların hepsi başka tetkik gerekdirecek kadar çetrefil ve önemlidir.
  • Bizim bu makâlemizde ele alacağımız esâs mesele, Kânun’da açıkca tarif edilmesine rağmen her meslekden, her meşrepden ve her rütbeden insanların astsubay rütbe ve kıdemini eksik yazmasıdır.

 

 *  *  *  *  * 

 

  • Başçavuş
  • Bş.Çvş.
  • Baş Çvş.
  • Bş. Çavuş...

 

Hiçbirisi doğru değil!

Çünkü hiçbir askerî mevzuatda böyle bir astsubay rütbe ismi yok!..

Üsdelik astsubay rütbe isimlerinin yazılması konusunda yapılan yanlışların hepsi bu kadar da değil.

Kânun kitabının kapağını açıp da bu rütbeleri doğru yazacak bir Allah kulu yok mu oralarda?..

Çok doluyum yiğit meslekdaşlarım.

Astsubay rütbe ve kıdemlerini

1967 senesinden beri Kânunsuz olarak eksik-gedik, yalan-yanlış, kaba-zortlama yazıyorlar.

Her kim ki böyle yapıyorsa bugün bu satırlardan kendi sehmine düşeni alacak.

Mürekkep yaladığını bildiğim kendi sınıf arkadaşlarımın bile gözünün yaşına bakmayacağım.

Bunca zamândan beri astsubay rütbe ve kıdemlerine bu haksızlığı yapan aymaz ayılmaz yayık ayranı beyinlilerin kulaklarını hem buracağız hem de sık sık çınlatacağız.

Ben istediğim için değil fakat onlar fazlasıyla hak etdikleri için yapacağım bunları...

Cebinde Astsubay kimliği taşıyıp da bu konuya bigâne kalan dostlarımız ile yolumuz burada ayrılıyor.

Üzgünüm!

Ray değiştirmek vakdi!

Onlara uğurlar ola diyorum.

 

 

  *  *  *  *  *  

 

Yemlenen Balık

 

Allı pullu, rengârenk

Süs balığı isen şâyet

Cam fânusun içindeki bir avuç suda yaşarsın.

Senin dünyan o kadarcıkdır.

Gönüllü kölesi ve

Malı olduğun sahibin,

Üç-beş günde hep o aynı yemden bir iki parça atar fânusuna.

Yemlenirsin!...

Abâd oldum zannedersin.

Karnın doydu diye şetâretden kulaklarını aşan ağzının iki ucu, ensende öpüşür.

Zannedersin ki

Seni besleyen el;

Dünya’daki

En mükemmel,

Yegâne el...

Yediğin yem,

Dünya’daki

Yegâne yem...

İçinde yaşadığın su,

Dünya’daki yegâne su.

Fânus da

Biricik fânus...

Bilmezsin ki

Sahibinin sana verdiği yemden başka

Daha ne türlü yemler, lezzetler var.

İçinde yaşadığın fânusu da çevreleyen

Daha nice dünyalar var...

Hiç düşünmezsin ki senin dünyandan farklı ve senin yaşayabileceğin, nazlı nazlı, özgürce yüzebileceğin; tatlısından tuzlusundan nice denizler, göller, ırmaklar var.

Kimisi çağıldaya çağıldaya kimisi coşkun coşkun, kimisi gürül gürül

Fakat hepsi hür akan nehirler var...

Farkında değilsin

Ya da

Fark etmek istemezsin...

Rahmetli Bıdıgızı Ebemin reçel kavanozu kadar bir fânusda

Ve bir çay demliğini dolduracak kadar suyun içinde yaşarsın...

Bir avuç yem karşılığında âzadsız köle olmuşsun!

Bedenen esirsin,

Anladık da

Fikren tutsak olmaya niye bu kadar teşnesin balık gardeş?..

Bilmemek, haydi neyse!

Fakat

Düşünmemek var ya!

İşde, bunu yapmayanları tarih asla affetmeyecek...

 

 *  *  *  *  * 

 

Tarih ve Şuur

 

Şeyhim Edebalı, damadı Osman Bey’e ne dedi?

Doğru bildiğin yoldan dönme! Lâkin; atın iyisine, doru; adamın iyisine, deli derler!

Bu özlü söz bugün hükmünü hâlâ sürdürüyor. Sen doğruyu yapıyorsun. Fakat yanlışa inanmış insanlar kendi düşdükleri zavallı duruma aldırmıyorlar. İrkilip ayılsınlar diye tokatlıyorsun. Fakat kendi acınası hâllerini umursamayıp doğruyu savunan insanlara utanmadan deli diyorlar. Varsın desinler. Allah, doğrunun yâr ve yardımcısıdır.

Hırsızlar mahallesinde

Hırsız olmayanın işi zor vesselâm!..

Ebemdedem der ki; “Oğul, gocayı vezir eden de rezil eden de garısıdır!” Herkes kendinden pay biçsin de öyle desin sözünü. Göbeğimizi kesen o mübârek insanlar dediyse vardır elbet bir hikmeti.

Bu vecizden yola devâm edersek, deyiniz bakalım dostlarım; devleti rezil eden de kimlerdir?..

Hem devletden aldığı maaşla kursağını doldursun. Hem de devletin irâd eylediği Kânun’a ihânet etsin.

Olacak iş değil.

Fakat bu makâlemizde olmaz denilen aptallığın, gafilliğin, kalleşliğin ya da hıyarlığın nasıl da çatır çatır yapıldığına şahit olacaksınız.

Kimse kusura bakmasın! Herkes benim değil fakat kendi kusuruna baksın. Şeriatın kesdiği parmak acımaz. Rehberimiz Kânun ise şâyet bizi götürdüğü yer, yağlı urgan asılı dar acağı bile olsa boynumuz kıldan ince olmak zorunda.

Kânun öyle diyorsa işde boynum!

Ayağımın altındaki sandalyeye

Tekmeyi kendim vururum!

 

 

 *  *  *  *  * 

 

Astsubay Rütbe İsimlerine Yapılan Saygısızlık!

 

Basın-yayındaki havâdisleri şöyle bir tarassut ediniz. Astsubayların daha çok şehit haberleriyle gündeme geldiğini görürsünüz.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Şehit astsubay haberlerinin hemen hepsinde rütbe isimlerini eksik-güdük yazarlar. İtibarları kaldı mı bilmiyorum. Fakat Türkiye’de sanat icrâ eyleyen bütün basın-yayın-televizyon çalışanları bu hatâyı yapıyorlar. Bir Allah kulu çıkıp da şu astsubay rütbe isimleri ne imiş Kanun’a bir bakayım da ne ise onu yazayım demiyor.

İşin doğrusunu TEMAD da bilmiyor ya da yapmıyor. İkisini de mazur görmek kâbil değil.

Biz astsubaylardan da itiraz eden olmayınca yapılan bu yanlışlar bir zaman sonra doğrunun yerini alıyor.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

18 Mart Şehitler Günü münâsebetiyle Genelkurmay Başkanlığının fâş eylediği aşağıda gördüğünüz ilânda şehit bir astsubay çocuğumuzun tabutu konu edilmiş. Sebebini günün revaç deyimi ile “mânidar” bulduk, haberleri olsun.

Astsubay meslekdaşlarımızın şahâdet haberlerinde bile gazetecisiyle askeriyle herkes o şehitlerin rütbelerini eksik-güdük yazmayı da alışkanlık hâline getirmişler.Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  • Şehidin tabutunda,
  • Cenâze namazında dağıtılan yaka resimlerinde
  • İsminin verildiği okulun,
  • Sokağın,
  • Parkın tabelasında,
  • Adına inşâ edilen çeşme taşının,
  • Hattâ kabrinin kitâbesinde bile rütbesini eksik yazıyorlar.

 

Ey, Millî Savunma Bakanı!

Ey, İçişleri Bakanı!

Ey, Genelkurmay Başkanı!

Astsubaylar yaşarken rütbesini hep eksik-güdük yazdın!

Hiç olmazsa

O şehidin rütbesini;

  • Tabutunun üsdüne
  • Mezârının kitâbesine doğru dürüst yaz!

 

Bu kadar aymazlık, bu kadar ahmaklık, bu kadar et kafalılık, bu kadar alçaklık yeter artık!..

 

  • Twitter hesâbında sâdece bir harf şaşırıp  “Keneral” yazdığı iddia edilen astsubay meslekdaşımızı; (¹)
  • Önce, 28 gün hapis etdiniz.
  • Sonra, ordudan tard etdiniz.
  • Nefret zehirlemesine uğramış olmalısınız ki öfkenizi alamayıp bu kez de;
  • “Zincirleme üstlerine hakâret” ve
  • “Mesajların çok sayıda paylaşımı” suçlamalarıyla Merâsim Sokağa sevk etdiniz.

 

Basına verdikleri şehit haberlerinde astsubay rütbelerini eksik-güdük yazmakla; Astsubay denen asker kişiye “Çavuş” ya da “Astsubay Çevuş” demekle hem Millî Savunma Bakanı hem İçişleri Bakanı hem de Necdet Bey;

  • “Mesajların çok sayıda paylaşımı” suçunu işlemiyor mu?
  • “Zincirleme astlarına hakâret” etmiş olmuyor mu?
  • Keneral yazan astsubaya cezâ yağdıran askerî mahkeme bu kepâzelikleri niye görmez?

Şu rezilliğe bakar mısınız?

  • Astsubay kelimesi senin nerene batıyor?
  • Aynı küstahlığı subay rütbelerinde yapıyor musun?..
  • Buyur, söyle diyeceğin varsa...

 

Devletin aptal, gâfil ve câhil memurlarının gadrine uğradıkdan sonra bir de kendi meslekdaşlarım aynı haltı ediyor ya!

İşde bunu yapanları affetmiyorum.

Vaziyet böyle olunca bize de alıp kalemi elimize çifte su verilmiş yatağan niyetine sağa sola sallamak düşdü.

Bu garâbetin canavarlaşmasında payı olan her devlet memuru, her gazeteci, her astsubay, her subay bu hicivden hissesine düşeni alacak. Kaçarı, göçeri yok! Kimse gıvırmaya tevessül etmesin. Yapdıysan bir halt elbet çekeceksin ceremesini.

Değirmenci kör Ali’nin beygirini dibek etrâfında dolaşdırdığı gibi lâfı dolaşdırma da bu yana teveccüh eyle diyenlere selâm olsun bizden...

Geliyoruz!..

Haydi, durmayın öyle!

Kendinize bir iyilik yapın.

Mesâneyi boşaltın önce!

Sonra,

Çaylarınızı şimdi tazeleyin de sohbetimiz bölünmesin!

Lâkin makâlemiz epeyi uzunca.

Son günlerde peşpeşe neşretdiği makâleler ile

emekliassubaylar.org’un önünde

Harp otağını kuran

Sayın Mehmet KAYALI “gene uzun olmuş!” dese de

Sayın Semih KOÇ ve Sayın Ersen GÜRPINAR da

İltifat buyururlarsa şâyet

Astsubay rütbe ve kıdem isimlerinin aksine

kesip biçmeden”, “kırpıp çöpe atmadan” bir nefesde sizlere ikrâm edeceğiz inşallah.

 

 

 *  *  *  *  * 

 

Devleti Rezil Eden Memurlar Burada!

 

Devletin maaşlı memurları devleti rezil ediyorlar dedik yukarıdaki sözümüzde!

Peki, bu parelel yapı...

Afedersiniz

Bu rezil memurlar kimdir?

Yüce devletin hangi teşkilâtında yuvalandı mı diyorsunuz?

İşde size cevâbı;

  • Millî Savunma Bakanlığında,
  • İçişleri Bakanlığında,
  • Genelkurmay Başkanlığında,
  • Kuvvet Komutanlıklarında,
  • Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde,
  • Askerlik Şubelerinde,
  • TEMAD’da,
  • TESUD’da. O beyzâdeleri geçiniz. Astsubay rütbelerini bilmiyorlar ki doğru olarak yazabilsinler...
  • Seferberlik Daire Başkanlığında,
  • Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığında,
  • Basın-yayında...

 

Yeter mi?..

Daha sayayım mı?..

Devleti temsil eden silâhlı silâhsız bütün teşkilâtı elele vermiş astsubay rütbe isimlerini hacamat etmeye soyunmuş!

İmâm durmadan osduruyorsa

Cemaat sıçmış,

Çok mu?..

Bunların hepsini anlıyorum.

Lâkin orada kimisi geri zekâlı, kimisi tembel, kimisi vurdumduymaz, kimisi umursamaz kimisi de arsız devlet memurları var.

Bu memurlara yapışdırdığım hakâretâmiz sıfatlara bakarsanız yapdıklarını onlara çok görmeyebilirsiniz.

Pekiyi, ey astsubay meslekdaşım!

Sen!..

Sen niye Kânun’u iğdiş ediyorsun da kendi rütbeni Kânunsuz bir şekilde eksik-güdük yazıyorsun?..

Aklını başına topla, elini vicdâna koy ve cevâbını söyle bütün âleme...

Aklından zorun mu var?

Vicdânın mı karardı?

Kendine kasdın mı var?

Benim elimde Kânun var. Rütbemi, Kânun emrine göre yazıyorum.

Ya sen?..

Senin elinde ne var?

Kimin bülbülüsün?

Hangi Kânun’a göre böyle eskik-güdük şakıyorsun?..

Nedir senin derdin de Kânun’un emri orta yerde apaş apaş sana bakarken

Sen kendi rütbeni eğip büküyorsun?..

Mahallede senin adın ne kadar kıymetli ve önemli ise

Kışla’da da rütben ve kıdemin o kadar kıymetli ve önemli.

Her ikisi de seni tarif eden, sana has alâmetifârikaların.

Her ikisini de gözünden bile sakınacaksın

Her ikisine de hörmet edeceksin.

Bir ilmek sökülürse bir yama düşer.

Bir mıh, bir nal düşürür...

Rütbenin bir harfini düşürürsen

Hepsini kaybetmeye hazır ol!..

Etrafda seni horlayan, öteleyen, inkâr eden bu kadar arsız-nursuz haysiyet fukarası devlet memuru, subay, aptal-câhil gazeteci dururken sen kendi rütbeni niye gırpıp gırpıp da becet guşuna çeviriyorsun ey, astsubay gardeşim?

Astsubay rütbe isimleri;

  • Kimsenin yolunu kesip haraç isdemedi,
  • Mehmetciklerimize “bir yığın genç!” demedi (²)
  • “Ben, kamu görevlisiyim!” diye fıslamadı, (³)
  • “Generallere dokunmayın, diğerlerini alın gidin!” demedi, ()
  • Kimseye “Ananı da al git!” demedi, ()
  • Kimseye “Ben, şahım, padişahım!” demedi, ()
  • Kimseye “G.ttttününnn gılıyımmm!!!” demedi, ()
  • “Yeşilleri” ayakkabı kutularına istiflemedi,
  • “Allah evlerine ateş salsın, önlerini kessin!” diye Penisilvanya’dan beddua etmedi,
  • Yeşilleri alıp Acem uşağı Reza KEZZAP’lara T.C. Nüfus Cüzdânı satmadı.
  • Âkil Gadir Abinin yapdığı gibi, kimseyi motive etmedi...()

 

Ey astsubay rütbe isimlerini yalan-yanlış, eksik-gedik, yarım-yamalak, kaba-zortlama yazan Âdemoğulları!..

Astsubayın rütbesini niye noksan yazarsın?

Söyleyin bana!

Astsubay rütbe isimleriyle nedir sizlerin alıp veremediğiniz?..

Kânun’a muhalefet suçdur!..

Elin gâvuru kediye kedi diyorsa

Hem meslekden hem de Kânun tanımaz bu edepsiz devlet memurlarına biz ne diyelim dostlar?

  • Beğenmeyebilirsin,
  • Yazması uzun yer tutuyor diyebilirsin,
  • Söylemesi imkânsız diyebilirsin,
  • Akıla, mantığa, imlâya, anâneye aykırı böyle rütbe isimleri olmaz diyebilirsin...

 

Haklısın!..

Hepsi doğru ve yerinde tesbitler.

Al benden de o kadar...

Astsubay rütbe isimleri;

  • Hem icât eden komutanların
  • Hem onu kol pazularında taşıyan biz astsubayların
  • Hem de o rütbeleri yazmakda zorlanan insanların vicdânında ve gönlünde kabul görmemiş!..

 

Fakat bu kusurlar, sana o rütbeleri eksik yazmak hakkı vermez!..

Bütün bu hakikâtlere rağmen Kânun öyle yazmışsa o Kânun’un ırzına geçmek senin haddine değildir.

Sen kim oluyorsun da Kânun’a alenen muhalefet ediyorsun?

Doğrusunu yazmak varken eksik yazarak suç işlediğini biliyor musun?

Üstelik bu inadın sana ne kazandırıyor?

Ne kaybetdirdiğinin farkında mısın?..

Kehellik

Ya da

Aptallık edip üç beş harf eksik yazıyorsun öyle mi?

Rütbenin önüne Astsubay kelimesini yazmazsan bak ne oluyor;

Pekiyi, al kağıdı kalemi eline!

Geçen sene mezun olmuş bir astsubayın rütbesini yaz bakayım aha şuraya!..

... Çavuş!...

 

Öyle mi?..

Diyecek başka söz bulamıyorum.

Eğer böyle yazıyorsan

Yazıklar olsun sana...

Ordubozanlık değil maksadım!

Müzevirlik derseniz aklımdan geçmez!

Bunları yapan kâfi miktarda nev zuhur insan var zâten.

Kânun maddesini iğdiş ederek kendi kendine Kânunsuz olarak “Çavuş” diyen bir astsubaya ne demeli sizce?..

Çavuş kelimesini tahkir etdiğimiz sanılmasın. Çavuş rütbesi de bizimdir. Taşımakla da şeref duyarız.

Fakat konumuz bu değil.

Alma başka,

Armut başka mevyedir.

Bizim derdimiz,

Kânun maddesini bile bile veya bilmeye bilmeye tâciz eden ahmaklar, aptallardır.

Al, sana 926 sayılı TSK Personel Kânun’unun meşhur EK-VIII sayılı Cetveli.

Söze konu bu cetvelde;

 

  • Astsubay İki Kademeli Kıdemli Başçavuş rütbesindeki astsubayın maaşa esâs derecesi, 1’dir.

 

  • Astsubay Kıdemli Başçavuş” rütbesindeki astsubayın maaşa esâs derecesi ise 3’dür.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

  • Şimdi sen, birinci dereceden maaş alan astsubayın rütbesini “Astsubay Kıdemli Başçavuş” şeklinde yazarsan bu astsubayın maaşa esâs derecesini üçüncü dereceye düşürürsün.
  • Ahmaklık edip böyle yaparsan şâyet bu cetvelde Kânun’un emretdiği Derece/Rütbe arasındaki özlük bağlantısını kopartırsın. Olacak iş mi?..
  • Birinci dereceden maaş alması gereken Astsubay II Kademeli Kıdemli Başçavuş’un rütbesini sen Astsubay Kıdemli Başçavuş yazarsan sonra da üçüncü dereceden maaş verirsen ne çıkar?

 

Cinâyet çıkar, cinâyet!..

Kânun’un 77nci maddesine rağmen astsubay rütbe isimlerinin başında “Astsubay” kelimesi niye yok diyorsanız söyleyelim. Bunun sebebi, bu cetveli hazırlayan insanların alçak ve şerefsiz olmalarındandır. Başka hiçbir sebebi yok.

Astsubay rütbelerini bu şekilde Kânunsuz yazanlar alçaklık ve şerefsizlik yapmakda mahsur görmemişler. Biz onların alçak ve şerefsiz olduklarını yazmakda niye mahsur görelim?

 

 

 *  *  *  *  * 

 

Astsubay Rütbe İsimlerine Subayların Vurduğu Darbe!

 

926 Sayılı TSK Personel Kânun’undaki meşhur Ek Cetvel’de yapılan değişiklikde astsubay rütbe isimleri 1975 senesinde bakınız nasıl yazılmış.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Var mı itirâz?

Yok!

Hokka gibi... Hepsi yerli yerinde.

Yukarıda gördüğünüz cetveli hazırlayan subaylar ve devlet memurları, astsubay rütbe isimlerini Kânun’un emretdiği şekilde nizâmî yazmışlar. Görevlerini doğru yapmışlar. Doğru söze ne demeli?..

Kıymetli meslekdaşımız Sayın Aydın KULAK diyor ya; “Subay darbeleri, astsubayları iki kere vurmuşdur!

Astsubaylar gibi astsubay rütbelerinin şekil-biçimi ve isimleri de subay darbelerinden nasibini aldı.

Hem de defâlarca!..

Yukarıda gördüğünüz tablonun yazılmasından buyana sâdece 6 sene geçdi. Bir de Kız Kenan Lakaplı Zottirik bir subayın yapdığı 12 Eylül subay darbesi...

Bakınız ne olmuş astsubay rütbelerine. Hem yukarıdaki hem de aşağıdaki cetvelin en alt satırında durup da gözlerinizin içine bakan astsubay rütbelerinin nasıl yazıldığına bahusus dikkat buyurunuz.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

926 Sayılı TSK Personel Kânun’unda yazılan subay rütbelerinin tamamını tek tek inceledim.

Astsubay rütbe isimlerini tam 156 kere eksik-güdük yalan-yanlış, kaba-zortlama yazan kırılasıca eller, subay rütbe isimlerinde sâdece iki kere sürçmüş. Onların da ne olduğunu yukarıdaki şu tabloda görüyorsunuz.

 

 

 *  *  *  *  * 

 

Yeri gelmişken iki hususa temas etmem gerekiyor.

Birinci husus, bu Kânun’u hazırlayan hukukcuların bile bugün dahi farkına varamadığı ve aval aval bakdığı “rütbe” ve “rütbe kıdemi” ibâresi hakkında...

Yukarıdaki tabloya dikkatlice bakınız. “Rütbe” başlığının altına, hem “rütbe”yi hem de “rütbe kıdemi”ni yazdıklarını görürsünüz.

Millî Savunma Bakanlığında, Genelkurmay Başkanlığında ve Kuvvet Komutanlıklarında görevli sivilinden subayına kadar bütün avukatları, savcıları ve hâkimleri bir araya gelmişler. Müşterek mesai yapmışlar. Fakat güdük beyinleri ancak bu kadar çalışabilmiş. “Rütbe” başlığı atıp da altına hem “rütbe”yi hem de “rütbe kıdemi”ni yazmak da ne demek oluyor? Bu ebleh hukukçular hem ne yazdıklarını bilmiyor hem de gördüklerini okumayı beceremiyorlar.

Nasıl ki “maaş derecesinin” mütemmim cüz’ü “maaş kademesidir”. Rütbenin mütemmim cüz’ü de rütbe kıdemidir. Yukarıdaki tablonun sol en üst satırında gördüğünüz başlıkdaki “Rütbe” kavramı eksikdir. Bu başlık, “Rütbe / Kıdem” olmalıdır.

İkinci husus, “Rütbe Kıdemi” ve “Rütbe Kademesi” hakkında.

Bildiğimiz üzere 926 Sayılı TSK Personel Kanun’unda mevcut hâliyle “rütbe kıdemi”, hem subay rütbelerini hem de astsubay rütbelerini nitelemek üzere ihdas edilmişdir.

Kendi Kânun’larına tâbi olan uzman erbaşlar ise rütbelerine ilâve olarak “rütbe kademesi” kavramını kullanır.

Fakat ortada dolaşan Taslak Personel Kanun’unda bu konuda da bir ayrışma olacak gibi görünüyor. Ordumuzun içine sızmış bölücü bâzı subayların bu konuda şöyle bir tezgahı var;

  • Astsubaylardan “rütbe kıdemleri” almak ve yerine “rütbe kademesi”ni yamamak!..
  • Rütbe kıdemini” de sâdece subaylara özgü bir kavram hâline getirmek.

 

2010 senesindeki taslak personel Kânun’u çalışmalarında subayların tezgahladığı bu orostopolluğu fark etdim. Bu tuzağı hemen oracıkda kendi yüzlerine vurdum. Ortalarda bugünlerde dolaşan taslak çalışmalarda gene aynı tuzağı görüyorum.

Bugüne kadar sorduğum suallerime  cevap vermemeyi alışkanlık hâline getiren TEMAD’a buradan hatırlatıyorum. Türklüğünden şüphe etdiğim bozuk zihniyetli subayların bu dalaveresine dikkat ediniz. Astsubayların “Rütbe kıdemi”ne sahip çıkınız!.. 

 

 *  *  *  *  * 

 

Kabir Kitâbesindeki Rütbe!

 

Sultan Mehmed’i, Fâtih unvanı ile şereflendiren şehirdeydim, 2013 senesi eyyâmı bâhurunun en cıvcıvlı günlerinde. Ortalıkda cehennem sıcakları kavak kabuğundan yapdığı düdüğünü avaz avaz ötdürüp cırcır böcekleriyle aşık atıyordu. Kızıl Erik fırtınasının hükmünü sürdüğü günlerde bile yollardan, asfaltdan ateşler fışkırıyordu âdetâ. Harâretim ifrâda kaçdı. Dolaşmaya biraz daha devâm etseydim mazallah bedenen fokurdamaya başlayacakdım.

Serin, sessiz bir yer ararken kendimi Karacaahmet mezârlığında buldum. Yalancı âlemden firâr edip hakikî âleme daldım. Oturdum, nefeslendim önce.

Motorun harâreti azalıp da yeşile yaklaşınca dolanmaya başladım. Kabir sahiplerinin mezâr kitâbelerine yazdıkları binbir türlü veciz sözler var. Yazmaya çalışsam her birinden ibretlik bir kıssa külliyâtı zuhur eder. Her biri insanı alıp bu dünyadan ahirete uçuruyor âdetâ. Yolumun üzerinde olup da gözüme ilişenlerin hepsini tek tek okudum.

Selimiye Astsubay Orduevine yakın bir mevkide gezinirken merhum bir Denizci astsubay kabri gördüm. Rütbesini tam da Kânun’da izah edildiği şekilde yazdırmış kabir kitâbesine; Dz.Eln.Astsb.Kd.Bçvş.

  • Ne mutlu, rütbesini doğru bilene
  • Ne mutlu rütbesini doğru yazana
  • Ne mutlu rütbesini doğru yazdırana
  • Ne mutlu o kabir ehline...

 

İçimde şahlanan minnet hissime tercümân olsun diye

Merhum meslekdaşımın kabrinin dibine diz çöküp

Hâlis niyetle ruhuna bir Fâtiha okudum...

Merâkımı mucip oldu ve İdareye uğrayıp  sual eyledim. Yeni bir parsel almışlar. Mahdut mikdarda münhâl yer var imiş. İmamın kayığında gelenlere hediyesi 9 bin lira. Kendi ayağıyla gelip yerini önceden almak isteyenlerden ise tam 21 bin gayme istiyor Belediye Başkanı Sayın Kadir TOPBAŞ. Taliplerine fâş eyleyelim.

Kabrinde mahşer gününü bekleyen merhum bir meslekdaşımız bile rütbesini mezâr taşına nizâmî olarak yazdırmışken bugün vazife yapan muvazzafların rütbesini eksik-gedik, eğik-büğük, yalan-yanlış, kaba-zortlama yazmasını nasıl açıklayabiliriz?

 

 *  *  *  *  * 

 

Herkes kendini iyi bilir. Bilmek zorunda. Vücudunda meydana gelen tuhaflıkları farketmesi gerekir. Meselâ nezle, nevâzil olacağımı bir iki gün evvelinden hissederim. Hissetmekle kalmam görürüm. Sümüğüm sünüyor dediğimde etrafımdakiler bilirler ki nezle, nevâzil olmak vakdi gelmiş demekdir.

Daha bir gün bile geçmeden burnumun her iki deliğinden sular seller akmaya başlar. Ağzımın tadı bozulur, burnumdan dökülen o sıvı şey, tahta kaşıkdan sünerek akan hâlis çam balı gibi hiç kopmadan sünerek akar, akar, akar...

O kadar yeğin ki!

Oymapınar barajının gömme türbünlerini sâniyede elli kere deverân etdirmezse ne diyeyim!..

 

 *  *  *  *  * 

 

Astsubay Kelimesinin Tarifi ve Tarihcesi:

5802 Sayılı Astsubay Kânun’u ile Astsubay denen asker kişi, 1951 senesinde şöyle târif edildi;

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

5802 Sayılı Astsubay Kânun’u, 16 sene dayanabildi. 1967 senesinde ilgâ edildi.

Yerine 926 Sayılı TSK Personel Kânun’u ikâme edildi.

5802 Sayılı Kânun ilgâ edilmesine rağmen yukarıda gördüğünüz sâdece birinci maddesi muhafaza edildi. Ve Ek-madde 21 olarak 926 Sayılı Kânun’a aynen ithâl edildi.

1951 senesinde ihdâs edilen Astsubay kavramı bugün itibariyle hâlen yürürlükdedir. Fakat Ordumuzun içine yuvalanan Cumhuriyet düşmanı zevât, bu maddeyi değiştirecek. Ya da en azından “Türkiye Cumhuriyeti Ordusu” ibâresini, astsubayı tarif eden bu cümleden kesip atacak. Haberiniz olsun!..

 

 *  *  *  *  * 

 

Astsubay Rütbe İsimlerinin Tarihcesi:

 

Kol pazularını süslediği meslek erbâbıyla aynı kaderi paylaşdı hep.

Astsubay Çavuş nasbedildiği günden

Emekli olduğu son güne kadar...

Ya da

Şehit düşüp de

Son nefesini verdiği âna kadar onun en sâdık arkadaşı oldu.

Sahibinin itilmesinden, kakılmasından, inkâr edilmesinden, haklarının gasp edilmesinden o da kendi hissesine düşeni ziyâdesiyle aldı.

  • Gedikli Zâbit oldu,
  • Küçük Zâbit oldu,
  • Erbaş oldu,
  • Gedikli Erbaş oldu...
  • 1951 senesinin Çark Dönümü fırtınasıyla meşhur Temmuz ayından beri de Astsubay diyorlar ona...

 

Sahibine bugüne kadar bilebildiğimiz, duyabildiğimiz ne kadar haksızlık yapıldıysa hepsinin en yakın şâhidi oldu...

Memleketin dağında, daşında, toprağında, havasında, denizinde vazife yaparken o, sahibini hiç terk etmedi. Hakkını almak için yapdığı nümâyişler esnâsında o, sabinin en yakın desdekcisiydi.

Sahibi mahkemede yargılanırken yanında o vardı...

Gâzi olduğunda,

Şehit düşdüğünde

Hep o vardı yanında.

Aslında “bir rütbe vardı, sahibinden içre” idi...

Ciğerlerine aldığını nefesden,

Gövdesine giydiği göynekden,

Boynundaki künyeden,

Eşinden, çocuğundan daha yakın oldu oldu sahibine...

Bu en yakın kader arkadaşımız;

  • Alâmetifârikamız,
  • Alnımızdaki şanlı mühür...
  • Kol pazularımızdaki sarı sırmalar...

 

Astsubay rütbe işâretlerinden bahsediyorum.

T.C. Ordusu’nun orta kademesinde görev alan asker kişileri tarif etmek için hem şekli-şemâli, hem imlâsı-târifi bugüne kadar çeşitli değişikliğe duçâr olan elvan çeşitli astsubay rütbe ve kıdem ismi icâd edildi.

Bugün Astsubay dediğimiz askerlere 1935 senesinde “Erbaş” dediler. 2771 sayılı Ordu Dâhilî Hizmet Kânun’u ile de aşağıda gördüğünüz rütbe isimleri verildi.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Coni’den beslenen mamacı subayların 1950 senesinde he demesiyle Amerikanya’nın dümen suyuna doğru keskin bir dümen kırdık. Türk Ordusu, en az dört bin senelik teşkilât yapısını bir kenara bırakdı. Orgeneral rütbesindeki subaylarımız bu kez de Coni’nin talimnamesindeki İngilizce rütbe isimlerini keşfetdi.

Gomutanlarımız, 1950 senesinde bokunda boncuk buldu. 5619 Sayılı GEDİKLİ ERBAŞ Kânun’unu meriyyete koyan zekâ fukarası subaylarımız bu askerlere bu kez de “Gedikli Erbaş” dedi.

İngilizce söz konusu olunca sâdece “Ay em e buuk” diyebilen bu ebleh subaylar yarım yamalak İngilizcesiyle Coni’nin rütbelerini tercüme edip aşağıdaki rütbe isimlerini yumurtaladılar.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

NATO’ya girmek için Coni’ye tabasbus eden mamacı subaylarımız en sonunda yapılmaz denen şeyi de yapdı. Türkiye’yi Amerikanya’nın kuyruğuna takıp milletimizin adını bilmediği sekiz bin kilometre uzaklıkdaki Kore’de savaşa sürüklediler.

Türkiye nireeeee!..

Kore nireeeee!...

Coni’nin ayaklarının dibinde kuyruk sallayan

Gahraman(!) subaylarımız,

Günde 70 dolar verdikleri Coni’yi siperde emniyet alıp

Sâdece 23 cent harçlık verdiği Mehmedciğimizi

Coni’nin yerine ölüme sürdüler.

Bu kepâzeliklere devâm eden arsız subaylarımız Coni’nin İngilizce talimnâmesini tercüme etmeyi beceremediğini fark etmiş olsa gerek. Bir sene sonra yukarıda gördüğünüz hem bu Kânun’un ismini değişdirdiler hem de astsubay rütbe isimlerini.

2771 sayılı Ordu Dâhili Hizmet Kânun’unda 1935 senesinden beri “Asubay” olarak subayları niteleyen aşağıda gördüğünüz bu kelimeyi gomutanlarımız;

  • 1951 senesinde “Astsubay” şeklinde değiştirdi ve
  • “Gedikli Erbaş” dedikleri asker kişileri tarif eden bir kelimeye dönüşdürdü.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

5802 Sayılı Astsubay Kânun’unun 1951 senesinde meriyyete girmesiyle bugün dahi kullandığımız astsubay kavramı askerî mevzuatımızda ilk defa zuhur eyledi...

O gün bu gündür de hükmünü sürdürmeye devâm ediyor.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Çok rağbet(!) görmüş olmalı ki 1951 senesinde icâd edilmesinden sonraki 63 seneden beridir borusunu hâlâ ötdürmeye devâm ediyor.

1961 senesi zuhur etdiğinde kabuk çatlatan astsubay rütbe isimleri, 211 Sayılı TSK İç Hizmet Kânun’unda bu kez de şöyle tarif edildi;

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

211 Sayılı TSK İç Hizmet Kânun’un meriyyete girmesiyle birlikde Astsubay Rütbe isimleri bugünküne en yakın şeklini aldı.

Fakat yapılan bu değişiklikler kâfi gelmemiş olmalı ki astsubay rütbelerine 1967 senesinde bir neşder daha atıldı. 5802 Sayılı Astsubay Kânun’u ilgâ edildi ve yerine 926 sayılı TSK Personel Kânun’u ikâme edildi.

Eğri temel üzerine doğru binâ inşâ edilmez. Temel eğri ise bunun tabii neticesi olarak binâ da eğri olur. Ve bir gün gelir o eğri binâ yıkılır.

Subay gomutanlarımız da eğri temel üzerine doğru bina inşâ etmekde ısrar etdiler. Goca goca gomutanlarımız içtimâ eyleyip alın teri(!) dökdüler. Bizim derede tembel tembel dolanan kazlar gibi uzun uzun düşünüp istişâre eylediler. Ve en sonunda anlam ve mantık hatâları ile imlâ kusurları ile dolu olan aşağıda gördüğünüz astsubay rütbe isimlerini yumurtaladılar.

Hâlen meriyyetde olan 926 Sayılı TSK Personel Kânun’u madde 77’de astsubay rütbe isimleri şöyle yazılıyor;

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Rütbenin mütemmim cüz’ü olan kıdemleri de aynı Kânun madde 140 tefrik etmiş. Kıdem denen şeyi düşünmeyi, 1323 sayılı Kânun ile ancak 1970 senesinde akıl edebildiler.

Kıdem deyip geçmeyin. Askerî Yüksek İdare Mahkemesine bu konuda elvan çeşit davâlar açılmış.

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Yeri gelmişken bir hususu daha gündeme getirelim. Bugün itibariyle Ordumuzda Astsubay Üç ve Dört Kademeli Kıdemli Başçavuşlar maaş alıyor ve görev yapıyor. Fakat Astsubay kıdemlerini tefrik eden yukarıdaki madde 140, Üç ve Dört Kademeli Kıdemli Astsubay Başçavuşlardan hiç bahsetmiyor. Ben de bunlardan birisiydim.

  • Kol kıdem işâretlerini ceketimde, paltomda, pardesümde taşıyorum,
  • Her sabah karargâha gelip mesai yapıyorum,
  • Günlük mevcutda sayılıp kayıt ediliyorum.
  • Maaşımı alıyorum.
  • Fakat sıra Kânunlara gelince birden bire su olup tebahhur ediyorum. Kânunlar beni yok sayıyor.

 

Astsubay rütbelerinin üç ve dört kademe kıdemlerini TSK Kıyâfet Yönetmeliği gayet duru ve açık bir ifâdeyle tanımlamış, tefrik etmiş. Fakat hiçbir Kânun’da yeri yok.

Olacak iş değil!

Tam bir Aziz NESİN’lik vaziyet; Astsubay ne yaşar ne yaşamaz!..
Et kafalı subaylar ve maaş mutemetleri artık bu eksikliği görsünler. Astsubay Üç ve Dört Kademeli Kıdemli Başçavuşlar’ı 211 ve 926 sayılı Kânun’lara bir an evvel dâhil etsinler.

 

 *  *  *  *  * 

 

Astsubay Rütbe İsimlerinin Terkibi:

 

Makâlemizin buraya kadar bölümünde rütbe isimlerimizin bugüne kadar geçirdiğini başkalaşımın tarihine kısa bir göz gezdirdik.

Cumhuriyetimiz kadar eski bir tarihe sahip olan astsubay rütbe isimleri 926 Sayılı TSK Personel Kânun’unun 1967 tarihinde meriyyete girmesiyle hemem hemen bugün bildiğimiz biçimini aldı.

5837 Sayılı Kânun’un 22 nci maddesiyle 05 Ocak 2009 tarihinde içi boş ve anlamsız iki kıdem daha ilâve edildi.

  • Üstçavuşlara, kademeli üstçavuş
  • Kıdemli üstçavuşlara, kademeli kıdemli üstçavuş

 

Nefes aldığımız şu 2014 senesi itibariyle aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere Astsubayların;

  • 6 adet rütbesi
  • 8 adet kıdemi oldu. Bu rakamın yarısı Kânun’da yazıyor. Diğer yarısı da Yönetmelikde. Yeri geldiğinde bu konuyu tekrar ele alacağız.

 

Elân yürürlükde olan fakat gene değiştirileceği söylenen 926 TSK Personel Kânun’una göre;

  • Madde 77’de gösterilen Astsubay Rütbe isimleri ve
  • Madde 140’da târif edilen Astsubay Kıdem isimleri şöyle oluyor muhterem yârenler;

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Yukarıdaki tabloya iyi bakınız. Zirâ bu makâlemizde anlatacağımız konuları kavrayabilmek için astsubay rütbe ve kıdem isimlerini iyi bilmek gerekiyor.

Kafa yormaya gerek yok!

Çizelgenin solundaki rütbeler ve sağındaki kıdemlerin hepsinde istisnâlar hâriç, bekleme süresi 3 senedir.

Yeri gelmişken şunu da söyleyelim;

  • Astsubay rütbe ve kıdem isimlerinin böyle hoyratca hırpalanması ve alçakca eksik yazılması konusunda bu makâle, içinde yaşadığımız şu 2014 senesinin ikinci ayına kadar yazılmış ilk makâledir.
  • Fakat son makâle olmayacağını da biz buradan fâş eyleyelim. Çünkü hem imlâsı hem de şekli-biçimi itibariyle dünyanın en anlamsız, en berbâd, en kötü astsubay rütbeleri T.C. Ordusu’ndadır. Önüne gelen her şeye kaşık sallayan herzevekili ebleh subaylarımız sayesinde Türkiye bu konuda da dünya birincisidir.
  • Ayrıca gene işbu makâlemizde bugün yürürlükdeki askerî mevzuatda bile olmayan ifadeler, resimler göreceksiniz.

 

Şimdi, şu anda yürürlükde olan mevzuata göre yazılmış bir rütbeyi örnek olarak ele alalım. Siz muhterem okuyanlar şâyet müsaade buyurursa bilindik olduğu için biz kendi rütbemizi tetkik edelim.

Hemen aşağıda gördüğünüz ibare, câri mevzuata göre yazılmış nizâmî bir rütbedir. Astsubay rütbesini nizâmî olarak yazmak için bu unsurlarının tamamının bir arada olması gerekir.

İşde size nizâmî olarak yazılmış bir astsubay rütbesi. Keyfime göre yazmadım. Kanun’un emrine göre yazdım. Ne bir fazla, bir eksik.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Adam olanlar

Adam olanların rütbesini

Adam gibi yazar!

İşde

Yükseldiğim rütbelerimin

Terhis Belgesindeki imlâsı...

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

İşde,

Unvanımın

SGK’daki imlâsı...

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Aynı rütbeyi “kısaltarak” şöyle yazmak da mümkün;

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Türk Dil Kurumu’nun cârî İmlâ Klavuzunda, “Ast” kelimesinin kısaltması, “A” olarak verilmiş. Fakat Genelkurmay Başkanlığımız bu hususda kendine Türk Dil Kurumu’nun da fevkinde bir makâm vehmediyor ve bu kuralı kabul etmiyor.

Astteğmen ve Üstteğmen rütbe isimlerinin imlâsındaki garâbet bir yana,

Genelkurmay Başkanlığımız, Asteğmen rütbesindeki “Ast” kelimesini “A” şeklinde; Üsteğmen rütbesindeki ”Üst” kelimesini de “Ü” şeklinde kısaltıyor.

Fakat sıra biz Astsubaylara gelince “Ast” kelimesini kendince kısaltmıyor ve “Ast” şeklinde aynen yazıyor.

TSK Kısaltmalar Sözlüğünde de bu durum aynen böyledir. Genelkurmayın bu tuhaf tutumunun sebebini anlamak biz astsubaylar için zor değil. Bu kural tanımazlığın altında bildik, tanıdık bir tavır yatıyor dostlarım.

Türk Dil Kurumu, dil ve imlâ konusunda devletin yetkili teşkilidir. “Ast” sıfatını TDK’nın yapdığı gibi “A” olarak kısaltmak şüphesiz daha tutarlı, daha hukûkî ve daha meşrudur.

Bu cümleden olmak üzere “Astsubay” kelimesini “Asb.” şeklinde kısaltmak daha muteberdir, makbûldur.

Yukarıdaki rütbenin terkibini açıklamak ve anlaşılmasını temin etmek için aşağıda gördüğünüz şekli çizdik. Bu çizimde toplam 5 unsur ya da bölük var. Dikkatlice bir tetkik ediniz bakalım. Bildik, tanıdık bir şeyler var mı?..

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

Yukarıda gördüğünüz Astsubay rütbesinin unsurlarını tek tek ele alalım şimdi;

 

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Çizelgede birinci bölük olarak size bakan yukarıdaki şu ihtiyârî kısımı açıklamaya hâcet yok! Tekâüt Astsubaylar bilirler onu. Muvazzaflar ise tekâüt olduğu gün elbet öğrenecekler.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Rütbenin ikinci unsuru ve  rütbe sahibi askerin mensub olduğu kuvveti gösteren kısımdır. Rütbenin önüne bu bilginin ekleneceğine dair hiçbir Kânun’da hüküm yokdur. En azından ben bilmiyorum.

Kendi kuvveti içinde görev yapanlar için keçiboynuzundaki bal mesâbesindedir. Fakat müşterek karargâhlarda elzem olan bir bilgidir. Özellikle yazışmalarda akla hayâle gelmeyecek kargaşa çıkartabilir. Bu sebepden dolayı müşterek karargâhlarda yazmak farzdır.

Muhabereci olarak mesaj yazarken bu konuda benim yaşadığım sıkıntıyı şurada anlatmaya yeltensem buradan taaa bizim köye yol olur.

Akademik unvanı olan Astsubay meslekdaşlarımızın, unvanlarını bu kısımdan sonra yazmaları gerekir.

Ayrıca bilginiz üzere kuvvet kıdemi denen bir kavram vardır. Nasıbı aynı fakat farklı kuvvetlere mensup olan askerler, kuvvet kıdemlerine göre sıralanırlar.

Kuvvet kıdem sıralaması şöyledir;

  • Kara,
  • Deniz,
  • Hava,
  • Jandarma,
  • Sâhil Güvenlik Komutanlığı.

 

Önceleri yazılı olmasa da kuvvet kıdemi denen bir mefhum var idi.

Müşterek karargahlarda, karacılar tesbih imâmesi gibi hemen sıranın önüne geçerler idi.

Sonra bir gün

Genelkurmay Başkanlığımız 2003 senesinde önce subaylar için “kuvvet kıdemini” keşfetdi.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Subaylar için kuvvet kıdemini keşfetmesinden tam 3 sene sonra Genelkurmay Başkanlığımız

Bu kez de Astsubaylar için “kuvvet kıdemini”  icâd etdi.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Bir denizci astsubay olarak dokuz sene müşterek karargâhlarda görev yapdım. Bu hususu bilmeyen ve önümüze geçmeye yeltenen Havacı arkadaşlarımı hırpaladığımı kendileri iyi bilirler. Hem kel, hem de fodul olamazsın.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Rütbenin üçüncü unsuru olan bölük. Meslek veya sınıf rumûzudur. Asker kişini sınıfını ya da mesleğini(!) işâret eder. 211 Sayılı TSK İç Hizmet Kânun’unun aşağıda gördüğünüz 4 üncü maddesinden neşet eder.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Geldik asıl meseleye, rütbeye.

Astsubay rütbesinin terkibinde dördüncü unsur, rütbenin kendisidir.

  • 926 Sayılı Kânun madde 3’de şöyle tarif edilmiş rütbe kavramı;

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

 

Yukarıdaki fıkrada görüldüğü üzere “rütbe” kavramı yerine “unvan” demek de mümkün.

  • 211 Sayılı TSK İç Hizmet Kânun’u 3 üncü maddesi’nde ve
  • 926 Sayılı TSK Personel Kânun’unun 77 nci maddesinde aşağıdaki şekilde yazılıdır.

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Astsubay rütbe isimlerini Kânun maddesine yazarken “Astsubay” kelimesinin yerine niçin “tırnak” işareti koymuşlar, hep merâk etmişimdir. Astsubay kelimesinin yerine tırnak işâretini niye yazdıklarını yazanlar söylesinler. Fakat böyle yazılmasının ceremesini gene astsubay rütbeleri çekiyor.

Bir vakit sonra, bakan gözler körleşiyor. Ve o tırnak işâretini temsil eden “Astsubay” kelimesini artık görmez oluyorlar. Ve “Astsubay” kelimesini rütbelerin başından soğan başı keser gibi kesilip atıyorlar. Kehellik etmedim. 926 Sayılı TSK Personel Kânun’unu açıp tek tek saydım.

Bu Kânun’da astsubay rütbe isimleri;

  • Tam 156 kere yazılmış,
  • 27 kere Kânun’da tarif edildiği şekilde doğru yazılmış,
  • 1 kere hatâlı olarak Astsubay Çevuş şeklinde yazılmış,
  • 128 kere eksik yazılmış.

 

Bu bilgileri bir tabloya bezedim. Karşımda şöyle bir manzara zuhur eyledi.

 

Aynı rakamları subay rütbeleri için de verelim mi?

Efendim?..

Hayır, kehellik etmedim.

Yazan insanlar üşenmemiş!

Sayan insan niye üşensin?

Astsubay rütbe isimlerini utanmadan, arlanmadan kesip doğrayan şerefsizler sıra subay rütbelerini yazmaya gelince bakınız ne yapmışlar.

926 Sayılı TSK Personel Kânun’unda subay rütbe isimleri;

  • 427 kere yazılmış,
  • 425 dânesi nizâmî olarak yazılmış,
  • Sâdece 2 dânesi hatâlı yazılmış; Korgeneral yerine korgenaral ve orgeneral yerine orgenaral.

 

*  *  *  *  *

 

Korgenaral ve “orgenaral” şeklinde hatâlı yazılan subay rütbe isimlerini tashih etmek, muhataplarının bileceği bir tercih.

Fakat biz, aşağıda gördüğünüz üzere;

Asubay rütbe isminde “Çevuş” şeklinde hatâlı yazılan kelime hakkında bir şeyler yapmalı idik.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Yapdık da!..

25 Ocak 2016 Pazartesi günü şöyle bir dilekce gönderdim, ilgili makâma;

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Başbakanlık Mevzuâtı Geliştirme Ve Yayın Genel Müdürlüğü,

05 Şubat 2016 Cuma günü şu cevâbı gönderdi.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Bugün, 12 Ağustos 2017 Cumartesi;

926 sayılı TSK Personel Kânûnunun yayınlandığı mevzuat.gov.tr’ye bugün bakdım.

Bu kânûna “Çevuş şeklinde hatâlı olarak yazdıkları kelimeyi “Çavuş” olarak düzeltdiler.

 

                 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

        

 

  • Asubay rütbe ismindeki "Çavuş" kelimesini "Çevuş" şeklinde hatâlı yazanlara ve yazdıranlara

        Ve dahi

  • Bu hatâlı  imlâyı bugüne kadar düzeltmeyenlere ve düzeltdirmeyenlere yazıklar olsun!

 

 

 *  *  *  *  * 

  

Becet guşunun ganedi gibi gırpılıp gırpılıp budanan astsubay rütbe işâretlerinin şimdi de resimlerini görelim;

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

 

 

 

 

 

 

 Rütbemizin beşinci ve son unsurudur. Rütbenin tamamlayıcısıdır. Rütbe kıdemi derler ona.

Haa! Bir de şöyle demiş ehl-i muhabbet yârenler; çayda dem, askerlikde gıdem!

  • 926 Sayılı Kânun madde 3’de şöyle târif edilmiş kıdem;

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

  • 211 Sayılı TSK İç Hizmet Kânun’u şöyle tarif eder kıdemi;

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Demek ki neymiş?

Üst olabilmek için;

  • Ya rütbenizin
  • Ya da kıdeminizin büyük olması gerekir.

 

Rütbe kıdemi ayrıca 926 Sayılı TSK Personel Kânun’u madde 140’dan neşet eder.

Bu târif de aylığınıza temel teşkil eder. Bu kıdemleri yok sayarsanız maaşınızı eksik alırsınız.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Yukarıdaki çerçevede gördüğünüz subaylara ait 4 rütbe kıdeminden hiçbirisinin kıyâfete takılan işâreti yokdur. Bir senelik albay ile 15 senelik albay yanyana gelse kıyâfetlerine bakarak ayırt edemezsiniz. Kıyâfetlerine takılacak işâretleri olmadığı hâlde subaylar, kıdemlerini rütbeleriyle birlikte yazmak konusunda ısrarcıdırlar.

Yukarıdaki pencerede gördüğünüz 5 astsubay rütbe kıdeminden aşağıda yazılı ilk 4 rütbe kıdeminde, tıpkı subaylarda olduğu gibi herhangi bir kıdem işâreti yokdur.

  • Kademeli üstçavuş,
  • Kademeli kıdemli üstçavuş,
  • Kademeli başçavuş,
  • Kademeli kıdemli başçavuş

 

İşâreti olmayan ve yukarıda gördüğünüz astsubay rütbe kıdemlerini şimdilik bir kenera koyalım. Ve bakışlarımızı, işâreti olan rütbe kıdemlerine çevirelim. Yaş haddinden emekli oluncaya kadar çalışan bir astsubay, aşağıdaki çizelgede gördüğünüz kol kıdem işâretini takar.

Yukarıdaki bölümde fâş eyledik. Bugün, bu makâlemizde daha önce hiçbir  yerde, hiçbir mevzuatda görmeyeceğiniz şeyler göreceksiniz diye. İşde, onlardan bir dânesi.

Hemen aşağıda, sol cenahınızda size bakan siyah üzerine sarı sırmalardan ilk ikisini bilirsiniz. Fakat son ikisini ilk defa bugün bu makâlede görüyorsunuz. Çünkü bu son iki kıdem işareti hiçbir yerde, hattâ askerî mevzuatda bile mevcut değildir. Sözlü olarak ifade edilmiş fakat resmi gösderilmemişdir.

Coni parasının 2,3 TL, fakir fukara yiyeceği patatesin 6 TL, acı soğanın 4 TL, benzinin 5 TL’yi aşıp kurufasulyenin okgasının tam 17 TL’e fırladığı şu soğuk şitâ günlerinde sizler için hiçbir fedâkarlıkdan imtinâ etmedik.

Epeyi uğraşdırsa da kesip biçerek biz bir araya getirdik.

Nereden çıkardın bunu diyenler var ise kendi kuvvetinin TSK Kıyâfet Yönetmeliğini açıp baksınlar.

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

 

2009 senesinde yapılan aptalca bir düzenleme ile yukarıdaki madde 140’da gördüğünüz ilk iki rütbe kıdemi icâd edildi. Hiçbir açıklaması yok, hiçbir faydası yok!..

Yazışmalarda yazmayın diyorlar. Öyleyse nedir bu yeni kıdemlerin esbâbı mucibesi? Nereden bakarsan bak aptalca, nereden bakarsan bak ahlâksızca bir düzenleme.

Astsubaylara üçer seneden 6 sene daha avara kasnak yapdırmak ve kol kıdem işâretlerinden iki dânesini gasp etmek için kurulan âdi bir tezgâhdan başka bir şey değil.

Beşinci rütbe kıdemi olan Astsubay İki Kademeli Kıdemli Başçavuş’luğun ise sâdece bir adet kıdem işâreti var. Kağıda yazarken “İki” diyorsun fakat kıyâfetine “Bir” dâne kıdem işareti takıyorsun! Bu saçmalığı açıklayacak bir ifâde bulamıyorum.

Ceket, palto, pardesü ve gece kıyâfeti ceketinin kol ağızlarına kıdem işâreti takılması gerekir. Fakat meslekdaşlarımız bu kıdem işâretlerini hem kıyâfetlerine takmazlar hem de yazışmalarda yazmazlar. Meslekdaşlarımızın bu konudaki aymazlığa varan ilgisizliğinin sebebini bir türlü anlayamışımdır.

Her rütbeden her meslekden çoğu insanın bilmediği hâlde en çok hırpaladığı, inkâr etdiği, görmezden geldiği bölük, işde bu beşinci ve son kısımdır. En çok da bu kıdemin sahibi olan astsubayların haksızlığına uğrayan bölükdür.

Buradan iddia ediyorum.

20 sene, 30 sene hizmet etdikden sonra bile;Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  • Bu rütbe kıdemlerinin ne olduğunu bilmeden,
  • Bu rütbe kıdemini öğrenmeden,
  • Bu kıdemini rütbesiyle birlikte yazmadan,
  • Ceketinin kol ağızlarına takmadan

emekli olup giden o kadar astsubay meslekdaşımı biliyorum ki.

 

Kânun’lara göre astsubay rütbesinin en son kıdemi, Astsubay İki Kademeli Kıdemli Başçavuş’dur. Kânun, bu noktada iflâs ediyor. Böyle bir durum subaylar için söz konusu olabilir mi?...

Pekiyi, bu kıdemde üç senelik bekleme süresini tamamlayan muvazzaf astsubaya ne vereceksin?

Avara kasnak?!!

Valla kusura bakmayın. Tükendi!.. Astsubaylara verecek başka bir kıdem kalmadı mı diyeceksiniz? Utanmıyorsanız şâyet ki şu anda öyledir, diyebilirsiniz tabi ki.

Kânun’ların hükmünü tüketdiği noktada Yönetmelik giriyor devreye. TSK Kıyâfet Yönetmeliğinin bir maddesi var. Mealen şöyle der; “Bekleme süresini tamamlayan astsubaylar, yaş hâddinden emekli oluncaya kadar ceket, palto ve pardesülernin kol ağızlarına her üç senede bir sarı sırmadan kol kıdem işâreti takarlar.

Hattâ aynı Yönetmeliğin Başemrinde mealen şöyle der; “Bu Yönetmeliğin hükümlerini yerine getirmek her hak sahibi askerin görevi, uygulanmasının takibinden ise sıralı sicil âmirleri sorumludur.

Kıyâfet Yönetmeliği emirlerine uymadığı için sıralı sicil âmirinin bir astsubayı uyardığını ben hiç duymadım, görmedim.

Astsubay olan sen, uyumaya bu kadar teşne isen âmirin olan subay seni niye uyandırsın ki?..

Mürekkep yaladığını bildiğim bâzı arkadaşlarımın bile bu konuda aslında câhil olduklarını görmek bana hep acı vermişdir.

 

 *  *  *  *  * 

 

Geçmiş Zamân Olur Ki!

Ankara’da vazifeliyken resmî törenlere iştirak etmek üzere Anıtkabir’e giderdik. Bilirsiniz, askerler, havuz denilen yerde kuvvet kıdemine göre; subay, astsubay vb. olarak ictimâ ederler.

Kıdemimiz icâbı astsubay arkadaşlarımızın en önünde duruyoruz. Benim yanımda da benden kıdemli olduğunu bildiğim bir iki arkadaşım var. Bir bakdım bu arkadaşlarımın ceketinde kıdem işâretleri yok. Saygıyı bir kenara bırakıp kendilerine durumu anlatdım ve onların önünde durdum. Görünüşde ben onlardan daha kıdemliyim çünkü. Benden üç sene, beş sene kıdemli olmalarına rağmen benim arkama geçmek zorunda kaldılar. Hoş olmadığının farkındayım. Fakat Kânun’u bilmezsen, tanımazsan işde böyle kötü duruma düşersin.

Mekânı şereflendiren,

Zâmanı kıymetlendiren,

İnsandır...

İşde, ömürlerinden çok kıymetli bir sâniyeyi bizimle paylaşan sevdiklerimizden bâzıları...

Aynı mekânda

Aynı hissiyâtla çarpan yürekler...

Nefesler tutulmuş!

Tavsırcının himmetiyle

Tekerine çomak sokup

Zamânı işde böyle durdurduk...

 

Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Astsubay Rütbelerinin İmlâsı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

İkinci vak’aya gelince;

Anıtkabir’de gene aynı yerde beklerken bir bakdım, Kara Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı mensubu astsubayların en kıdemlilerinin hepsi Astsubay Kıdemli Başçavuş.

Hava Kuvvetlerine bakdım, orada 2, 3 hattâ 4 kademeli kıdemli astsubay başçavuşlar gördüm. Sonra, tekrar Kara Kuvvetleri mensubu astsubayların yanına gitdim.

En önde duran astsubaylara dedim ki;

  • Sizler, kol kıdem işâretlerinizi niye takmadınız?

Çok aptalca ve aymazca bir cevâp verdiler;

  • Bizim o işâretleri takmaya hakkımız yok ki!

Dedim ki;

  • Kara Kuvvetleri Kıyâfet Yönetmeliğine ben bakdım, biliyorum. Böyle bir hakkınız var. Takmak zorundasınız. Bakın Hava Kuvvetleri astsubayları takmış. Biz de takdık. Nasıl olur da Kara Kuvvetleri mensubu astsubaylar takmaz?

Bu hususda söylediğim her şey mesleğinin son senelerine gelmiş 20, 30 senelik o Karacı astsubayların bir kulağından girmedi bile...

Sen, kendi hakkını, vazifeni bilmezsen oturur başkasından himmet beklersin ey Karacı gardeşlerim. Şu Denizci meslekdaşınızdan yediğin fırça da kesene kâr kalır.

Bizde var, onlarda yok diyenlere bir çift sözüm var. Fanusdaki süs balığını hatırlayınız. Sâdece sizde var olduğunu zannetdiğiniz şey, aslında onlarda da var. Fakat sizde olmayan bir şey var; TSK Kıyâfet Yönetmeliğinin onlarda olan bölümü. Çünkü, söze konu bu Yönetmeliği, kuvvetlere has olarak neşretmişler. Sizinki onlar yok,

Onlarınki de sizde yok.

Bu konuyu incelerken durumu fark etdim. Genelkurmay Başkanlığı kütüphânesini aradım. Görevliden rica etdim. Bu yönetmeliğin Kara, Deniz ve Hava olmak üzere üç ayrı kitap olarak neşredildiğini öğrendim. Sonra, zahmet edip Kara ve Hava Kuvvetleri kütüphanelerine gidip bakdım. Öğrendim...

  • Genelkurmay Astsubayımız Hv.Svn.Astsb. II Kad. Kd.Bçvş. Sayın Harun AĞPAK, kol kıdem işâretini ceketinin kol ağzına niçin takmıyor diye sual sordum. Tam 8 Perşembe geçdi. Suâlim Genelkurmay Başkanlığı koridorlarında kendine muhatap arıyor. Bakalım ne cevâp verecekler.
  • Astsubay rütbe isimlerinin eksik yazılması konusundaki dilekcemi, BİMER vasıtasıyla M.S.B.lığına gönderdim. Dilekcem şu anda Genelkurmay Personel Başkanlığında o şubeden bu şubeye, şu daireden öteki daireye yuvarlayıp duruyor. 2 aydan fazla zamân geçmesine rağmen bir karara varıp bana cevâp veremediler.
  • Astsubay rütbe kıdemlerinin rütbesiyle birlikde yazılması konusunda son yarım yüzyılda AYİM’e ilk ve tek davâyı açmak da şu satırlarını okuduğunuz astsubay kişiye nasib oldu muhterem meslekdaşlarım.
  • Astsubay rütbeleri sâdece yazışmalarda kırpılmıyor. Teftişlerde rapor verilirken de eksiltiliyor. Astsubay kişiden, teftiş esnasında kendisini tanıtması için rütbesini “kısa” olarak söylemesi isteniyor.

 

Al, işde benim rütbem Sâhil Güvenlik Telsiz Astsubay Üç Kademeli Kıdemli Başçavuş.

Haydi bakalım! Bu rütbeyi “kısa” olarak söyle!..

Astsubay” kelimesini kesip atıyorsun,

Kıdemi” söylemiyorsun...

Geriye ne kaldı?

Kıdemli Başçavuş...

Sen, benim rütbemi kısaltmadın ki!

Eksiltdin!

Azaltdın!..

Kesdin, biçdin ve kesdiğin o bölükleri çöpe atdın be adam!..

Ortada

Ne “Astsubay” kaldı,

Ne “rütbe” kaldı

Ne de “kıdem”

Bunu bizden isteyen et kafalılar “kısaltmak” ile “eksiltmek” fiili arasındaki anlam farkını hem bilmiyor hem de anlamak istemiyor ki. Muvazzaf iken bu konuda da dilekce verdim. Fakat işlem yapmaya niyeti olmadığını tavırlarıyla bana hissetdiren makâm sahipleri kulaklarının üsdüne yatdı.

 

 *  *  *  *  * 

 

Astsubayın Kıdemi Nerenize Batdı Muhteremler?

 

Astsubay rütbe isimlerinin yazılmasında yapılan haksızlık, saygısızlık ve hakâretler bu kadarla da sınırlı değil. Astsubay rütbe kıdemlerinin yazılmasında da haksızlık, terbiyesizlik, kânuntanımazlık diz boyu.

Askerî yazışmaları düzenleyen bir Yönerge vardır. TSK Karargâh Hizmetleri Yönergesi. Söze konu bu Yönerge’ye istinaden “Askerî yazışmalarda subay ve astsubayların kıdemlerinin rütbeleri ile birlikte yazılmasına izin verilmez. Örneğin; Piyade Kıdemli Albay, Piyade Albay (P.Alb.); Telsiz Astsubay III Kademeli Kıdemli Başçavuş ise Telsiz Astsubay Kıdemli Başçavuş (Tls.Astsb.Kd.Bçvş.) şeklinde yazılır.” diyen bir hüküm vardır.

Bu bilgiyi şunun için verdim. Astsubay rütbe kıdemleri 926 TSK Personel Kânun’u madde 140’da tarif edilmişdir. Rütbenin önemli bir unsuru olan kıdemlerin, rütbe ile birlikte yazılması gerekir. Fakat yukarıda bahsetdiğimiz üzere askerî yazışmaları düzenleyen TSK Karargâh Hizmetleri Yönergesi, 926 sayılı TSK Personel Kânun’un 140 ıncı maddesine aykırı olarak astsubay rütbe kıdemlerinin yazılmasını yasaklamaktadır.

Subay kıdemlerinin kıyâfetlerine takılan hiçbir işâreti yokdur. 1 senelik albay ile 15 senelik albay yan yana gelse hangisinin kıdemli olduğunu kıyâfetine bakarak anlamak mümkün değildir. Bu sebepden dolayı subay kıdemlerinin yazılmaması anlaşılabilir.

Fakat astsubay kıdemleri için durum çok farklıdır. Astsubay kıdemlerinin kıyâfetlerine takdıkları işâreti vardır. Yukarıdaki bölümde resimlerini verdiğimiz bu işâretlere bakarak astsubaylar arasında kıdem sıralaması yapmak mümkündür.

Anayasa’nın 11 inci maddesi Kânun’ların Anayasa’ya aykırı olamayacağını emreder. Bu cümleden olmak üzere Yönetmelik, Yönergeler de Kânun’lara aykırı olamaz. Yönerge’ye yazdığı söz konusu bu hükümle Genelkurmay Başkanlığı, Anayasa’yı hâlâ ihlâl etmektedir.

Yönerge’nin getirdiği bu yasağı iptal ettirmek için 2009 senesinde AYİM’ e dâva açdım. Ve pek tabii olarak kaybetdim. Çünkü ben bir astsubaydım ve bu davâyı mutlaka kaybetmem gerekiyordu.  AYİM, Anayasa’nın 11 inci maddesini inkâr etdi. AYİM’in utanmaz hâkimleri bile verdikleri mahkeme karar metinlerine kıdemlerini yazarken biz astsubaylara kıdemimizi yazmayı mahkeme kararıyla yasakladılar.

Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı’nın işlediği Anayasa’nın 11 inci maddesini ihlâl suçuna verdiği bu kararla AYİM de ortak oldu.

Astsubayların kıyâfetinde işâretini taşıdığı, maaşına esâs olan ve Kânun’un emretdiği rütbe kıdemlerinin yazılmasını yasaklamak suretiyle Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı Anayasa’nın 11 inci maddesini göz göre göre hâlâ ihlâl etmektedir.

  • Astsubay rütbe isimlerini kesip biçip garga guşuna çevirdiniz,
  • Astsubay rütbe kıdemlerini yazmadınız!..

 

Peki ne kaldı geriye?..

Şu an aklımdan geçenleri edebim müsaade etse de şuraya bir döküversem...

Devletin imkânını ve Kânun gücünü eğip bükerek astsubaylara bu bu haksızlığı, bu alçaklığı, bu şerefsizliği, bu kalleşliği yapan subaylara yazıklar olsun!

 

 *  *  *  *  * 

 

Dünya her sabah bir torba yeni bilgiye uyanıyor dediydik makâlemizin evvelki bölümlerinde.

Astsubay rütbelerini eksik-güdük, eğik-bükük yalan-yanlış yazan insanlar da bu makâleyi okumakla yeni bilgilere uyandılar.

Ve yapdıkları hatâyı gördüler, fark etdiler.

Şeyhim Edebalı;

Atın iyisine doru,

Yiğidin iyisine deli, dedi.

Bilginin doğrusuna da ne söyleneceğine buyurun siz karar verin.

Biz, Kânun’ların sayfasını açdık ve orada yazılanları gün ışığına çıkartdık,

Bu şekliyle ilk defâ gündeme getirdik.

Artık kimsenin mazereti kalmadı.

Herkes öğrendi.

Astsubay rütbe ve kıdemleri fanusdaki süs balığı değildir.

Serbest bırakınız.

Onu

Kânun’un emretdiği gibi yazınız, söyleyiniz.

Son Söz;

  • TEMAD;
  • Astsubay rütbelerini önce kendisi nizâmî  olarak yazmayı öğrenecek.
  • Sonra, nizâmî olarak yazmayanlar hakkında derhâl davâ açıp bu gâfil, alçak insanlardan hukuk önünde hesap soracak.
  • Millî Savunma Bakanlığı;
  • Kânun’da tam 128 kere eksik ve 1 kere hatâlı yazdığı astsubay rütbe isimlerini derhâl düzeltecek,
  • Şehit astsubayların kabir kitâbesine eksik yazdığı rütbe isimlerini düzeltecek,
  • Genelkurmay Başkanlığı, 33 senedir yapdığı bu aymazlıkdan vazgeçecek. Basın-yayına verdiği haberlerde astsubay rütbe isimlerini nizâmî olarak yazacak.
  • Astsubay rütbelerini bugüne kadar eksik-güdük kaba-zortlama yazan sair insanlar, Kânun’a bakıp nizâmî olarak yazacak.

 

Geriye ne kaldı?

Bildiğini,

Doğrusunu,

Kânun’un emretdiğini yazmak!

Astsubay rütbe ve kıdem isimlerini Kânun’un hükmüne göre yazmak!

Bunu da siz muhteremlerin vicdânına, nâmusuna ve şerefine havâle ediyorum.  

 

 Bröve TEK 00ab0

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

 

Kaynak:
  1. http://gundem.milliyet.com.tr/bu-esya-degil-cocuk-/gundem/ydetay/1739900/default.htm
  2. http://www.emekliassubaylar.org/component/k2/item/694-yasar-ne-yasar-ne-yasamaz
  3. http://www4.cnnturk.com/2013/turkiye/10/21/org.ozel.neden.konusmuyor/727885.0/
  4. http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Askerden-Savci-Oze-sok-baski/641033/
  5. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11162110.asp
  6. http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/tayyip-erdogan-padisahligini-ilan-etti-h5586.html
  7. http://www.youtube.com/watch?v=OxFeOdAkBCo
  8. http://www.sabah.com.tr/fotohaber/yasam/skandal_denilince_akla_hemen_onlar_geliyor/16770

Kurumsal Kimlik!

Ocak 30, 2014

T.C.O.

T.S.K.

K.K...

İlk iki rumuzun ne olduğunu bilirsiniz yârenler.

Lâkin üçüncüsünü bugün ilk defâ işiteceksiniz.

Ve ne olduğunu bugün öğreneceksiniz...

Ne demiş ebemiz dedemiz?

Bilmemek değil,

Öğrenmemek ayıp!

Ne var bunda?..

Dünya her gün bir çuval dolusu yeni bilgiye uyanıyor diyorsanız.

Biraz dayançlı olunuz...

Bizler için alelâde bir bilgi değil!

*  *  *

Yonan gâvuruna son darbeyi vurup

Sıçdıkları yere gadar govalamaya and içdi.

Bu maksatla Başkomutanlık Meydan Muharebesinin harp planını görüşmek üzere geldi.

Şehrimizi şereflendirdi.

Övünçlüyüz!..

Gaymak,

Halı...

Şehrimizin şöhretlerindendir.

Sucuğumuz da meşhurdur. Dadına bakmışdır, Nejdet Bey iyi bilir!

Fakat bunların hepsinden pek daha meşhur bir hazinemiz var şehrimizde; Büyük Utku Anıtı.

Atatürk’ün “Büyük Utku’yu en iyi anlatan anıt!” diye tarif etdiği Anıt, memleketim Afyonkarahisâr’dadır.

image004 image003 image006 image008 image007 image005 image009 image010

İstiklâl Harbinde düşmanı ezen ve Cumhuriyeti tesis eden kahraman subaylar, ona “T.C. Ordusu” dedi.

Câhil insanlar bilmese de

Gâfil insanlar görmezden gelse de

Hâin insanlar yazmasa da

İstiklâl Şairimiz Mehmed AKİF, irâd etdiği İstiklâl Marşı’mızda ona “Kahraman Ordumuz” dedi,

 image013Coni’nin pışpışlamasıyla 27 Mayıs darbesini tertipleyen Amerikan mamacısı subaylar da

Gıçı boklu Coni’nin ağzıyla isim verip ona; “Türk Silahlı Kuvvetleri” dedi.

Ve sıra geldi Nejdet Bey’e...

  • Gazeteciyle yapdığı geyik muhabbeti esnâsında; “Reca ederim bana Nejdet Bey deyiniz!”(¹) dedi.
  • Millet ona “Orgeneral” rütbesi verdi.
  • Fakat o “Bey” olmayı seçdi.

Bir vakit sonra kendisine incili bir vahiy daha nüzûl eyledi!..

  • Vahiyden sonra ayılıp kendine gelince bu kez de “Ben bir kamu görevlisiyim!”(²) deyiverdi.

Kendi döneminde askerin itibarsızlaştırılmasına zirve yapdıran Nejdet Bey;

Kendisini memur,

Yedi bin senelik mâzisi olan

Silâhını elinden bırakdırıp kışlaya hapsetdiği

Yedi yüz binlik askerden müteşekkil orduyu da arkasına alıp

Kamunun bir kurumu yapdı...

Kahraman asker,

Bir anda

Memur oldu!

Şimdi artık o gahraman gomutanlarımız kendilerine

Devlet memuru,

Kıyafetini giydikleri teşkilâta da

Kamu Kurumu,

Ya da

Kısaca

K.K. diyorlar!..

*  *  *

Kurum!!!

Ne zaman duysam bu sözcüğü,

Anamın

Kış vakdinde temizlediği

Soba borusunun içinde biriken

Tozumsu ya da tortulaşmış

Katran karası is gelir aklıma...

Bu fikrisâbit konusunda yalnız olmadığımı da iyi biliyorum.

Hangi kurumdansın?

Soba kurumundan!..

Yok, yok

Baca kurumundan!!!

Nerede askersin gardeş?

Kamu kurumunda!!!

Neyin komutanısın beyim?

Kamu Kurumu’nun!..

Kurumsal Kimliğin nedir gomutanım?

?!!........

*  *  *

Madem artık başkalaşmaya uğrayıp

Kurum oldular

O zaman bir de kimlik olması gerekir,

Değil mi?

Peki, var mı?..

Bakacağız...

*  *  *

Bir siyâsi şahsiyet tasavvur edin.

Bugün söylediğini

Yârın

Gözlerini belerte belerte

İnkâr ediyor!..

Ne söylese,

Hangi kelimeyi diline alsa;

Kirletiyor,

Bozuyor,

İfsâd ediyor...

Ufûnet,

Nuhûset,

Necâset,

Kerâhet...

Değil elinin değmesi

Parmağı ile işâret etse

Mısmıl’ı

Mundar ediyor!..

Sen,

Hırsızlık diyorsun.

O, armağan, hediye diyor.

Sen,

Rüşvet, irtikâb, kul hakkı diyorsun.

O, hayır hasenât, diyor.

Kul hakkını yiyor!

Acem uşağına hayırsever işadamı diyor,(³)

Bakıyorsun

Dünyanın en büyük kalpazanı

Kaltabanı ve

Âdî bir caşıt olduğu çıkıyor ortaya!..

Bugün

Âdeta desdân yazdılar dediği

Kahraman dediği insanlara

Ertesi gün

Hâin diyor!...

Türk’üm diyor,

Anlıyorsun ki değil!..

Müslümanım diye gıçını yırtıyor,

Olmadığı

Paçalarından akıyor..

*  *  *

Bir askerî şahsiyet tasavvur edin!

Bir şey söylüyor;

Söylediğini

İnkâr etmiyor.

Fakat

İzâh da edemiyor.

Söz, ağızdan çıkar

Lâkin bizimki

Ağzından çıkardığının ne olduğunu

Kendisi de bilmiyor.

Ne dediği belli değil!

Aslında,

Keenlem yekûn!..

*  *  *

Millî Ordu’muza kumpas kurulduğunu en baş danışman ağzından yumurtalayınca ()

Siyâset meydânı birden bire hareketlendi...

Bildik çamurlar,

Bilinmedik iftiralar,

Duyulmadık hakâretler,

Görülmedik beddualar,

Güngörmedik şetimler,

Lâğımdan beter

Kâzûrâtdan kötü kokular yayan

Gâliz atışmaların

Beşyüz dânesi yarım guruş...

Zemherir Fırtınasının kemik çatırdatan soğuklarında

Siyâset vasatında

Harâret harlandı,

Yülgü kılağılandı,

Nabızlar hızlandı,

Angara’nın gaygan siyâset yolları buzlandı,

Gönleşmiş

Kızarmayan yüz derileri tuzlandı...

Suhûnet ile rutûbet dahi

Hâfıza dumuruna uğrayıp

Kimliğini unutdu...

Askerî cihetde ise

Bu arsız kımıldamalar

İşgillendi...

Ayıpdır demesi

Ben buradan hafifce yellendim,

Onlar taaa oradan nem gapdı!

Yatak döşek nevâzil oldu..

*  *  *

Söz, gölge gibidir.

Söyleyenin peşini bırakmaz dediydik.

Dânesini dökmüş buğday başağı gibi

Kıyâm etmiş siyah saçlarımdan ben,

Söylediğin sözden,

Sen mesulsun.

Peşini bırakmaz!

Bir yeri,

Bir vakdi gelir

Söyleyenin yoluna çıkar.

Dediydik Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’da!

*  *  *

Boynu eğri

Gazcı Muammer’in yapdığı gibi

Gırmızılı Gadın’ın gözüne gazı

Galleşce sıkıp

Gorkakca sıvışamazsın.

O üfürdüğün söz,

Sabırlıdır.

Beklemekdir tek sermâyesi

Bir demi gelir

Yolunu çevirir.

Gırtlak kırk boğumdur, Yaşar Efendi.

Üfürmeden önce kırk kere ölçüp tartacaksın!..

Bakınız kim,

Ne dem,

Nerede,

Ne inci yumurtaladı!..

Basın-yayın denen şantajcı-tetikci ve yalan dolan mecrâsında

Küfür ile hakâret vecde gelip

Acemaşirân makâmından şen şakrak şarkılar terennüm eylerken

Genelkurmay Başkanlığımız boş durmadı.

Selâmlama topunun namlusuna itelediği kuru sıkı bir basın açıklamasıyla

Bir salvoluk kubur sıkdı.

Kamuoyuna saygıyla duyurduğu söze konu basın açıklamasında şöyle dedi Nejdet Bey;

image015

Bizim makâlemize malzeme olan

Yukarıda gördüğünüz basın açıklamasının altıncı maddesinde üfürülen bir kavram ile alâkalı.

Kurumsal kimlik!..

Basın açıklamasını kıraat etdikden sonra şöyle bir düşündüm...

Bir Kamu Kurumu(!) olan ve

O kamu kurumunun görevlisi Nejdet Bey’in başkanı olduğu

Genelkurmay Başkanlığımızın bir kurumsal kimliği var mı diye!..

Bu ocağa üç on seneden ziyâde hizmet eden bir astsubay olarak bu kavramla ilk defâ müşerref oldum.

Aradım, taradım kendimce örütbağı...

Belki bulurum diye

Lâkin bulamadım.

Ben bilmiyorsam

K.K.’nın kurumsal kimliği yok demek değildir,

Elbet bilen birisi vardır dedim kendi kendime...

Bilen birisi olarak da karşımda bu kavramı fıslayan kurumu buldum; Genelkurmay Başkanlığımız.

Sorarım bu kavramı kamuoyuna duyurana

Onlar da bana fâş eyler dedim kendime.

Aldım guş ganedinden galemi elime,

Daldırdım hokkanın içinde

Gara dut gibi dalında gıpraşıp duran gara mürekkebe...

  1. Genelkurmay Başkanlığının 27 Aralık 2013 tarih ve BA 23-13 sayılı basın açıklamasının 6ncı maddesinde TSK’nin “kurumsal kimliğine” atıf yapılmışdır.
  2. Pazarlamada bir kurumun kendini ifade etme biçimi ve kurumun görünen yüzüne verilen kavram olan kurumsal kimlik kavramı açısından;
  • a. TSK’nin bir kurumsal kimlik tarifi var mıdır?
  • b. Varsa kurumsal kimlik açısından TSK kendisini nasıl tarif etmektedir? 30.12.2013.

Dilekcemi yazıp bitirmiş olmanın verdiği huzur ile e.devlet sayfasına girdim.

Yeni bir dilekce sayfası açdım ve yukarıda temâşa eylediğiniz dilekceyi kesip yapışdırdım.

Şuurlu bir vatandaş olarak dilekcemi, sualin cevâbını bilen makâma gönderdim.

Başladım cevâbı beklemeye.

Sağolsunlar!

Çok bekletmedi Genelkurmay Personel Başkanlığımız.

Benim sorduğum sualime cevâp(!) olarak şu yazıyı gönderdiler.

BİMER Müracaatı.

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)

13 Ocak 2013 Salı, 2:49 PM

To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

image018

Başvurunuz, 4982 sayılı Bilgi edinme Hakkı Kanunu’nun Kurum İçi Düzenlemeler” başlıklı 25’inci maddesi kapsamında değerlendirilmiştir.

Bilgi Edinme Kanun’unu biliyordum. Hemen açdım sayfasını, buldum madde 25’i.

Şöyle diyordu o menşûr madde;

image022Meğerse neymiş?

Sorduğumuz sual;

  • Kamuoyunu ilgilendirmiyormuş,
  • Sadece kendi personelini ilgilendiriyormuş,
  • Kurumiçi uygulamalar, bilgi edinme hakkının kapsamı dışındaymış!..

Sayın Komutanlarım;

Bir yandan basın açıklaması diye dünya âleme fâş ediyorsunuz

Diğer yandan kamuoyunu ilgilendirmez diyorsunuz.

Peki aldık kabul etdik de

Siz bu basın açıklamasını kime yapdınız Allahaşkına?

*  *  *

Bakınız!

Bir vatandaş olarak soracak bir sualiniz varsa bunu sorarsınız

Devlet kurumunu temsil eden memur, vatandaşın sualini etkin, süratli ve doğru olarak cevâplamak mecburiyetinde.

image024Genelkurmay Personel Başkanlığımızın bana gönderdiği şu yukarıdaki yazıda, benim sorduğumu sualin cevâbı var mı?

Yok!

Başkanımıza ne lâzım?

Sucuk lâzım!..

Bir de

Kurumsal Kimlik!..

Bize ne lâzım...

Bize,

Cevâp lâzım!

Birinci dilekceyle beni savuşdurduklarını zannedenlerin burnuna ikincisini dayadım;

İLGİ:

  • (a) Genelkurmay Başkanlığının 27 Aralık 2013 tarih ve BA 23-13 sayılı basın açıklaması.
  • (b) 09 Ekim 2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu.
  • (c) 19 Nisan 2004 tarihli ve 2004/7189 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik.
  • (ç) 30.12.2013 tarihli ve 1105036 sayılı BİMER müracaatım.
  • (d) Genelkurmay Başkanlığının 14 Ocak 2014 tarihli, 2:49 PM saatli ve “Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)” e-posta cevabı.
  1. Genelkurmay Başkanlığının İlgi (a) basın açıklamasının 6ncı maddesinde TSK’nin “kurumsal kimliğine” atıf yapılmışdır.
  2. Pazarlamada bir kurumun kendini ifade etme biçimi ve kurumun görünen yüzüne verilen kavram olan kurumsal kimlik ibaresi açısından, İlgi (b,c) mevzuat kapsamında 1105036 BİMER sayılı ilgi (ç) dilekcemde Genelkurmay Başkanlığına aşağıdaki sualleri sordum;
    a. TSK’nin bir kurumsal kimlik tarifi var mıdır?
    b. Varsa kurumsal kimlik açısından TSK kendisini nasıl tarif etmektedir?
  3. İlgi (ç) bilgi dilekcemi ilgi (b) Kanun madde 25 kapsamında değerlendiren Genelkurmay Başkanlığı 14 Ocak 2014 tarihli İlgi (d) yazısında suallerimi cevaplamamış ve İlgi (b) Kanun madde 5’i ihlâl etmişdir.
  4. İlgi (b) Kanun’un “Kurum içi düzenlemeler” alt başlığı altında mezkur 25 inci maddede “Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile kurum içi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkındaki bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır.” hükmü mevcutdur.
  5. Yukarıda mezkur 4 üncü maddede görüldüğü üzere, İlgi (a) basın açıklaması, Genelkurmay Başkanlığının kendi internet sayfasında ilân edilmiş ve kamuoyuna mâl olmuşdur. Bu cümleden hareketle, söze konu bu basın açıklamasında kamuoyuna duyurduğu ifadeler Genelkurmay Başkanlığını hukuken bağlar. Mevzu bahis bu basın açıklamasında gündeme getirdiği kavramları kamuoyuna açıklamakla mükellefdir.
  6. Kaldı ki ben, emekli bir astsubayım. Genelkurmay Başkanlığımız şâyet kabul ederse ki ben öyle hissediyorum, ben, T.C. Ordusunun emekli bir mensubuyum. Bu cümleden olmak üzere kuruma 34 sene hizmet etmiş emekli bir astsubayım ve teşkilatımın kurumsal kimliğinin ne olduğunu bilmek istiyorum.
  7. Dünyaya ilân etdiği “kurumsal kimlik” kavramını kurumiçi telâkki ederek ya da kamuoyunu ilgilendirmediği gerekcesiyle yok saymak devlet ciddiyeti ile bağdaşmaz. Genelkurmay Başkanlığının, basına fâş etdiği kendi “kurumsal kimlik” kavramını İlgi (b) Kanun madde 5 kapsamında açıklamasını ve e-posta adresime göndermesini talep ediyorum. 15.01.2014.

Genelkurmay Başkanlığımız cevâp verme konusunda gerçekden süratli çalışıyor.

Takdir etmek lâzım.

Fakat verdiği cevapda etkinlik ve doğruluk var mı?

Onu da

Aşağıdaki cevâba bakıp siz bulun gayrı...

BİMER Müracaatı.

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)

20.01 2014, 10:13 AM

To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

image018

Başvurunuz, Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmeliğin “Başvuruların Cevaplandırılması” başlıklı 18’inci maddesi kapsamında soyut ve genel nitelikteki başvuru olarak değerlendirilmiştir.

Birinci dilekcemizi madde 25’den çöpe atan Genelkurmay Personel Başkanlığımız

İkinci dilekcemize verdiği cevâpda

Bu kez ray değiştirip

Madde 18’den çelme takdı.

Madde 18 nedir?

Madde 18- (......) Daha önce cevaplandığı halde aynı kişiler tarafından yapılan tekrar mahiyetindeki başvurular ile soyut ve genel nitelikteki başvurular işleme konulmaz ve durum başvuru sahibine bildirilir.

Bana diyorlar ki senin sorduğun sual “soyut ve genel nitelikde” olduğu için cevâp vermiyoruz.

Önce madde 25,

Sonra madde 28...

Oradan birisi işkembeden bir kavram üfürdü

Yeli, burada bizi süpürdü...

Somut bir soru,

Soyut oldu.

Soyut kurumsal kimlik ise

Tebahhur etdi.

*  *  *

Nejdet Bey bir konuşmasında ne demişdi? “Ben, bir kamu görevlisiyim.”()

Kamuoyu, Genelkurmay Başkanlarının bir kamu görevlisi olduğunu 90 sene sonra öğrendi.

Kamu görevlisi olduğunu itiraf etmekle

Nejdet Bey,

Kıt’a komutanı olmak iddiasından vazgeçmişdir.

 Nejdet Bey kamu görevlisi olduğuna göre, demek ki kendisi de o kurumunun komutanı oluyor değil mi?

Peki, nedir o kurum?

Soba kurumu değil herhâlde...

Buyurun, kendi yazdıkları Kanun’dan öğrenelim ne olduğunu;

image030Askerî hastane, okul, ordu evi, dikim evi, fabrika, askerlik şubesi, ikmal merkezi ve depo gibi askerî tesis ve teşkiller...

Yedi yüz bin askerden teşekkül Ordumuz

Bir kamu kurumu oluyorsa,

Nejdet Bey de

Bu kurumun komutanı oluyorsa,

Söyleyin bakalım şimdi;

Nejdet Bey, aşağıda gördüğünüz hangi “kurum”un komutanı?

  • Askerî hastane,
  • Okul,
  • Ordu evi,
  • Dikim evi,
  • Fabrika,
  • Askerlik şubesi,
  • İkmâl merkezi ya da
  • Depo?..

Sen

Depo komutanı olmayı seçdiysen

Biz ne  diyelim?..

*  *  *

Kurumsal Kimliğin nedir Nejdet Bey?

Varsa

Söyle, bilelim.

Yoksa

Çık ortaya ve

Mertce

Yok de!.. Ve hemen Kurumsal Kimliğini tesbit etmeye başla.

Aklınıza getirdik diye de

Olmaz ya!

Bize bir teşekkür et!.

*  *  *

Sâir Bakanlıklara sual ediyorum

Ertesi gün cevâp geliyor.

Millî Savunma Bakanlığı’na,

AYİM’e,

Genelkurmay Başkanlığı’na soruyorum.

Sualimiz

Taş kesip geri bize dönüyor...

Niyet kötü oldukdan sonra

Hiçbir Kânun kâr etmiyor.

Dilekceler battâl oluyor,

Kelimeler mânâlarını yitiriyor.

Az daha zorlasak

Suçlu biz olacağız!

*  *  *

Kamu kurumu olan

Genelkurmay Başkanlığımıza

Sakın bir daha sormayın

Kurumsal kimliğiniz nedir diye!

Çünkü

Bilen hiç kimse yok oralarda!..

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

Kaynak:
  1. http://www.hedefhalk.com/root.vol?title=asker-ve-basin&exec=page&nid=583663
  2. http://www4.cnnturk.com/2013/turkiye/10/21/org.ozel.neden.konusmuyor/727885.0/
  3. http://yerel42.com/haber/erdogan-zerrap-ve-aslan-hakk-nda-konustu_710.html
  4. http://www.ntvmsnbc.com/id/25487788/
  5. http://www4.cnnturk.com/2013/turkiye/10/21/org.ozel.neden.konusmuyor/727885.0/

Varagele

Ocak 19, 2014

Çamaşır ipi değil şu yukarıdaki resimde gördüğünüz,

Çorap, don, göynek asılmaz!

Varagele derler ona.

Varagele!..

Bir denizci tâbiridir.

İki nokta arasında sağlam bir halat ger,

Bu halat üzerine hareketli bir makara koy,

O makaraya bir sepet veya sandalye bağla!..

Sonra da ister insan taşı,

İstersen eşyâ...

Sözlük anlamı böyle...

Okuduğunuz bu açıklamada bahsedilen “iki nokta”,

Biz denizciler için her hâl ve şartda “iki gemi” yi ifâde eder.

Başkasını bilmeyiz.

Hele hele sakın ola bir denizciye, Ankara’da varagele yapdım demeyin!

Tozutduğunuzu düşünebilir.

Denizde Varagele!..

Sitemizin kaytan bıyıklı İdarecisi Sayın Semih KOÇ da bahriyelidir.

Varegeleyi bilir.

Her iki gemi aynı istikâmet ve sâbit sürat ile yola devâm eder.

Denizde hareket hâlinde olan iki gemi arasında varagele tertibâtını kurarsın.

İkisi arasındaki mesâfe sâdece 10-15 metre.

120 metre boyunda, onbinlerce ton ağırlığında koca bir arabayı

Sanki garaja bırakan bir sürücü kadar mahir olmalısın.

Üsdelik arabanı bırakmak istedin garaj, yerinde durmuyor.

Hareket ediyor...

image006 
image007
image008
image003
image009
image010

Saatde 30 kilometre sabit hızla yürüyen bir garaja arabanızı park etdiniz mi hiç?

İki geminin denizde varagele yapması da işde böyle birşey...

Hızlı gitsen garaja çarparsın, halatı kopartırsın.

Yavaş gitsen arabayı garaja sokamazsın. Halat gene kopar...

*  *  *

Böylece alış-veriş başlar.

Bu gemi, ötekine bir şey gönderir.

Öteki gemi, berikine başka bir şey...

Herkes, kendi yediğinden misâli!..

Denizde ikmâl yapabilen deniz kuvvetlerine sahip ülke sayısı bugün bile iki elin parmaklarından çok değildir.

Bizim deniz kuvvetlerimiz, denizde ikmâl yapabilen beş on deniz kuvvetinden birisidir.

Devâm eden harekât için sâniyeler bile çok önemlidir.

Mazot, cebehâne, ekmek, su bitdiyse deponu  doldurmak için dünyanın öbür ucundan buraya gelemezsin.

Bu neviden ihtiyacını, harekât icrâ etdiğin mevkiide ikmâl etmelisin.

Üsdelik,

İhtiyâcı neyse geminin istediğini sâdece beş on dakikada alıp-verip yoluna devam etmesi beklenir.

Dolmuş değil ki hemen kenara çekip işini göresin.

Kocaman gemi...

Dur desen, durması iki saat alır.

*  *  *

Varagele, tehlikeli ve zor bir işdir. Hiç ummadık kazâlar meydana gelebilir.

Gergin bir halat koparsa

Tırpanın ekini biçdiği gibi yakınındaki insanları ikiye bölebilir.

Oldu, gördüm!..

Halatın kopması, taşınan malzemenin denize düşmesi, indirirken kırılıp dökülmesi,

Hele bir de patlaması var ki,

Ne siz sual eyleyin ne de ben diyeyim.

Mecbûrî durumlarda başka çâre yokdur.

Yapmak zorundasın.

Azgın fırtına,

Dağ gibi dalgalar var.

Koca gemiyi defter yaprağı gibi kaldırıp kaldırıp anamın keçeye vurduğu tokaç gibi suya vuran kudurmuş rüzgârlar,

İnsanın kemiklerine kadar işleyen buzdan da soğuk havalar var...

Her zamân sütliman değildir!

Ne zamân ne yapacağını kesdiremezsin.

Deniz, kadına benzer,

Atamazsın, satamazsın

Başetmeyi bilmek gerek.

Dalgalı bir havada denizde hareketsiz kalan geminin Allah yardımcısı olsun!

Ceviz kabuğundan beter sallanır.

Serseri mayın gibi kontrolden çıkar.

image013

İkisi de tehlikelidir.

En iyisi, her iki gemi, aynı istikâmette ve aynı sürâtle hareket ederken varagele etmekdir.

Sağ tarafınızda temâşa etdiğiniz resimdeki sepetin içinde sulh zamânında takas edilenler;

Fındık fısdık, gazete, lasdik...

Harp zamânında ise

image012El, ayak, kol bacak... (Bkz.→)

Havilsiz olmak gerek!

Denizin hiç merhameti yokdur.

Zayıfları hemen yutar.

Kendine ait olmayanı da

Eninde sonunda kusar.

Daima en iyiye,

En güçlüye teslim olur.

Dedik ya, kadın gibidir!..

***

Deniz görevlerimizin temcid pilâvıydı varagele tâlimi...

Bahriyeli yârim var,

Gemilerde tâlim var,

Değil mi?..

Personel varagele mevkilerine diye başlayan ve yaz-kış, gece-gündüz, deniz-domuz demeden saatler süren varagele tâlimleri...

Her seyir esnâsında mutlaka bir kaç kere tâlim ederdik.

İşin içinde insan canı var,

Geminin selâmeti var.

Tatbik edesin ki gerçek ihtiyâc durumunda layıkıyla yapabilesin.

Hem, harb şaka kaldırmaz!

Mağlubiyetin bedeli ağırdır,

Eskeriyetle telâfisi de yokdur çünkü.

Bilmem ne denizinin bilmem ne bölgesinde olduğunuzu tahayyül edin.

Altınızda sâdece su var; sonsuz bir tuzlu su çölü çepe çevre kuşatmış sizi.

Üsdünüzde ise hava...

Deniz, yasdık,

Hava, yorgan niyetine...

Sol, sağ,

Ön, arka...

İskele, sancak,

Pruva, pupa...

Altınızdaki ve üstünüzdekinin aynısı...

Kuş uçmaz, kervân uğramaz diyârlar bile oralardan daha ehven.

Kaderimle başbaşa kalmışım.

Ne yol var ne de iz...

Kuş olup uçmaya tevessül etsem insan yaşayan en yakın kara parçasına vasıl olmaya mecâlim yetmez...

İmdat! Can kurtaran yok mu? desem kelime-i şahâdet getirip ruhumu teslim eylerim de kimseler duymaz...

Gemide çalışdığım yerin sol tarafı, cephane dolu. Değil bir gemi, koca bir şehri berhevâ etmeye yetecek kadar barut var.

Yatdığım yatağın hemen bir güverte altında geminin makineleri var. Her biri bina kadar büyük.

Sağ tarafımda, onlarca tanker dolduracak kadar büyük akaryakıt depoları... Orada geminin bir senelik nevâlesi yatıyor.

Her tarafımda içinden on binlerce volt geçen kablolar, buhar geçen, mazot geçen borular,

Harıl harıl işleyen cihazlar,

Homurdayan divâsa makineler...

Bu kadar yanıcı, yakıcı ve patlayıcı maddeyi dünyanın hiçbir yerinde bir arada göremezsin.

Yokdur çünkü!

Birbiriyle işbirliği içinde çalışan yüzlerce silah, makine, cihaz, âlet, edâvat...

Sâdece kendi çalışdığım telsiz kamarasındaki cihazları şöyle bir düşünüyorum da...

Bir gürültü vardır ki orada. Makine dairesinde çalışan arkadaşlarıma gıpta etdiğim zamanlar olmuşdur hani.

Hele bir de yazdığım ve okuduğum mesajlar...

Minder yapsam

Her T.C. vatandaşına bir adet bilâ bedel hediye etmeye kâfi gelir.

Ya da cilt yapdırsam,

Millî Kütüphânedeki kadar bir külliyât zuhur eder.

Görüneni görünmeyeni ile bunların içinde işleyen onbinlerce makine parçası, dişli, piston ve saire...

Tersanede inşâ aşamasında TCG ORUÇREİS harp gemisinde çalışdım.

Meşhur Beypazarı kurusu kalınlığında tam kırkbin kilometre bakır kablo döşedik...

İnsan vücudunda ne kadar damar, kılcal damar var ise bunun beş misli kablo bizim gemide vardı.

Buna ilâve olarak bir de bu geminin içinde can var, can!..

Onlarca, bazılarında yüzlerce...

Devletin onca paraya can verdiği gemi ve

Vatan görevini yapmak için canlarını dişlerine takmış vatan sevdâlısı denizci askerler...

Astsubay, subay...

Ve başımızın tacı, gözümüzün bebeği, anaların bize emânet etdiği,

Kınalı kuzular...

Hepimizin hayâtı incecik bir tele, aha şuncacık bir cıvataya, mercimek kadar bir pula; toplu iğne ucu kadar bir parçaya bağlı.

Olacak ise oluyor.

Mukadderât!

Herşey yolunda giderken

Birden bire makinelerden birisi bozuluyor.

İçinden tazyikli su, buhar, yağ, akaryakıt geçen bir boru patlıyor.

Bir kablo yanıyor...

Gemi, şamandıra gibi kalıyor tuzlu deniz çölünde...

Allah esirgesin!

Oldu,

Küçük bir kıvılcım,

Kocaman bir patlama demekdir.

Şuncacık bir cıvata,

Küçücük bir pul,

Saç kılı kadar ince bir kablo...

Neticesini kimse tahmin edemez!

Dünya’nın nısfını gezdim, gördüm. Kendi paramla gezgin olarak değil, ha! Nerede bu fukarada o para?.. Devlet görevi icâbı hani!..

Yabancı harp gemilerinde, kara birliklerinde yatdık, yedik, içdik. Çeşitli devletlere mensup her rütbeden askerle berâber çalışıp denizde kader ortaklığı yapdık.

Onlardan da dürüst, namuslu, temiz ve çalışkan o kadar subay, astsubay, er gördüm ki...

Her türden sayısız yerde; yabancı gemide ve askerî birlikde arızalar, kazâlar gördüm, yaşadım.

Fakat meydana gelen arızayı gidermek için hiçbir yerde, hiç kimsenin benim gemimdeki kadar gayretkeş davrandığına şâhit olmadım.

Bu farkı gözümle görmenin ve tecrübe etmenin bana verdiği hazzı burada tarif etmemin imkânı yok!..

Ne mutlu Türk Deniz Kuvvetlerine ki böyle eli öpülesi gerçek kahraman astsubayı, subayı, kınalı kuzuları var...

Hele bir de ansızın bir fırtına çıkıverir ki

Yer gök, birbirine karışır!

Dizginden boşanmış yılkı aygırı gibi

Söz geçirmenin imkânı yok!

Dinsizim diyeni otuzbeş saniyede kâbe görmüş hacıya çevirir!..

Gemide can var dedik ya!.. İnsanoğlu bu... Nerede ne olacağını kim bilebilir? Hastalanıyor!

Veya bir kazâya uğruyor. Yardım lâzım.

Gemiyi tâmir etmek lâzım! Vazife beklemez.

İnsanı tâmir etmek lâzım! Hastaneye yetiştirmek lâzım. Allah kuludur, eşi benzeri de yokdur.

Basdırıp parayı yerine yenisini satın alamazsın.

İşde, en sıkışdığın anda en yakınındaki bir gemiden yardım istersin.

Ya sen, onun olduğu yere gidersin,

Ya da o senin olduğun mevkiye gelir.

Bazen her iki gemi aynı mevkiide buluşmak üzere yol alırlar.

Yanyana gelince de hemen varagele donanımı kurulur ve alış-veriş başlar.

Biri, diğerine bir şey gönderir.

Diğeri, berikine başka bir şey...

Herkes, kendi istediğinden misâli!..

Bahsetmeye çalışdığım bu iki hususda yaşadıklarımı kâğıdın sırtına yüklemeye bir başlasam!..

Kağıt, rahmetli Sülük dedemin elma sirkesi küpü gibi çatlar,

Âhir ömrüm de kâfi gelmez!

Ankara Çölünde İşgilli Varagele!..

Denizde harekât icrâ eden iki gemi arasında malzeme veya insan takası için varagele yaparsın.

Peki, senin kurumuna ait olan bir mahkeme ile senin aranda bir şeylerin takas edilmesi için sen ne yaparsın?..

Senin elinde suâl vardır,

Cevâbını bilmek istersin.

Onun elinde de senin istediğin cevâp...

Sen, ona dilekce gönderirsin.

O da sana cevâp...

Olması beklenen bu.

Peki hakikâtde olan nedir?..

Çok yazdık, çok söyledik.

Artık sebebini fâş eyleyin dedik.

Kellim, kellim lâ yenfâ!

Bakdık, netice alamıyoruz.

Bu satırın müellifi olarak biz de başladık varageleye...

Hem de Ankara Çölünün göbeğinde

Hem de kendi mahkememiz ile

Hem de bilmem kaçıncı defa

Hem de en işgillisinden...

*  *  *

Bilginiz üzerine, devletden bilgi istemenin usûl ve esaslarını düzenleyen bir Kanun var. 09 Ekim 2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu. Bu Kanun’a istinâden her vatandaş, kendisini ilgilendiren konuda dilekce yazıp devletin ilgili kurumundan bilgi isteyebilir.(Bkz.↓)

 image016

Söze konu Kanun, devlet kurumlarına bir görev veriyor. Diyor ki, sana sorulan suallere cevâp vereceksin.(Bkz.↓)

 image018

Şu hususu da fâş eyleyelim. Suâle cevâp vermek istemeyen kurumlar, Kanun’un 25 inci maddesini bahâne ediyorlar. Fakat bu maddeyi iyi okumak lâzım. Hak sahibi olan bir kimsenin suâlinden kaçmaları mümkün değil. (Bkz.↓)

 image020

Yeri gelmişken peşinen diyelim. Dostlarımız, meslek usdalarımız bizi bilirler. 30 senelik muvazzaf astsubaylığımda tevbih cezâsı dahi almadım. 3 savunma verdiler. Yapdığım savunmayı okuyanlar; bana söylediklerini yutmak, verdiği savunmayı da yırtmak mecburiyetinde kaldılar.

Muvazzaf iken AYİM’e 7 davâ açdım. Birisini, haklı olduğum hâlde kaybetdim. Bu ifâde, bana değil fakat hâkim subay olan arkadaşıma aitdir.

Açdığım 6 davâyı da AYİM görüşmeyi reddetdi. Bunların hiçbirisi şahsımla ilgili değil. Kanunlarda gördüğüm yanlış, eksik, haksızlıkları konu eden davâlardır.

İmdi, gönderdiğim dilekcelerin ve dilekcelerime verilen cevâpların varagele edildiği takas tiyatrosunu buyurun, berâber temâşa eyleyelim.

Çaylarınızı tazelemeyi unutmayın...

*  *  *

Bilginiz üzerine, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin biz astsubaylar hakkında buyurduğu bir kararı var.

Astsubayları devlet memur sınıfına sokan meşhur kararı.

Böyle bir karar verdiğinden kuşkumuz yok.

Biliyoruz...

Çünkü zamânın Başbakanı, Bahriyeden emekli subay Sn. Bülent ULUSU, Meclise verdiği Kanun tasarısında AYİM’in bu kararından bahsetmiş.

12 Eylül subay darbesi günlerinde, muhtemelen 1980-1981 tarihlerinde verdiği bu kararla AYİM, kendi parasıyla ve kendi namına yüksek tahsil yapan biz astsubayların maaş derece/kademe intibâkının 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unda tarif edilen Genel İdare Hizmetleri Sınıfına dâhil olan devlet memurlarıya aynı seviyeden yapılmasına hükmetdi.

Akabinde, Sn. Bülent ULUSU hükûmeti, AYİM’in bu kararını gerekce gösterip 926 sayılı TSK Personel Kanun’unun 137’inci maddesini hemen değiştirdi.

Bu çifte tezgâh ile önce;

  • Astsubaya verilen bir derece geri alındı,
  • Sonra, devlet memuru ile eşitlendi,
  • En sonunda da astsubayın intibâkını devlet memurunun bir alt kademesinden yapmak için tekrar Kanun çıkartdılar.

Ve o günden beridir kendi parasıyla yüksek tahsil yapan astsubaya, devlet memuruna verilen maaş intibâk hakkından bir derece eksik intibâk veriliyor.

 Devletin her memuruna verilen bu hakkı bugün hâlâ eksik olarak alan bir tek meslek var; biz astsubaylar.

AYİM’in tutduğu ve emekli subay Sn. Bülent ULUSU’nun vurduğu Kanun’un mağdurlarından birisi de şu lâkırdısını okuduğunuz bendenizdir. Binlerce meslekdaşım gibi ben de emekli bir astsubay olarak şu gün bile devletden hâlâ bir derece alacaklıyım muhterem yiğitler.

  • İntibâk konusunda astsubaylara yapılan haksızlığı İntibâkların Seyir Defteri isimli makâlemizde tafsilâtlı olarak tetkik edip ehl-i vicdân ademoğullarına fâş eyledik.
  • Kendisiyle henüz kimsenin müşerref olamadığı bu mahrem karar hakkında bildiklerimizi de Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Astsubay isimli makâlemizde mufassal olarak tetkik etdik.

Babamın babası rahmetli Hacı Sülük dedem, “Oğul; lafı az, elini uz tut. Peşrevi güreşden uzun olmasın!” derdi. Dedemin bu nasihatı kulağıma küpe olduğundan bu husuları burada çift dikiş yapmayalım.

İşde bu sebepden dolayı, okuduğunuz şu satırları yazan bendeniz de, beni mağdur eden bu kararın peşine düşdüm. Devletin ilgili kurumlarına bugüne kadar tam altı dâne pulsuz dilekce gönderdim.

İlk beş dilekceme verdikleri cevâplar aşağıda.

Altıncı ve sonuncu dilekcemi de gene bu makâlemde fâş edeceğim. Bu dilekceme ne cevâp vereceklerini ömrümüz vefâ ederse göreceğiz inşallah.

Denizde iki gemi arasında kurulan varagele donanımını

Biz, makâlemizin konusu icâbı

Ankara’nın iki semti arasında kurduk.

Bir ucunda Çankaya/ Merâsim Sokak,

Öbür ucunda Keçiören/Etlik...

Haydi hayırlısı...

Şimdi, yüksek müsaadenizle varagele sepetine bir göz atalım.

Bakalım Şükrü IRBIK ile Millî Savunma Bakanlığı ve AYİM arasında kurulan varagelede neler gitmiş, neler gelmiş.

Birinci Varagele;

Aşağıda gördüğünüz ilk dilekcemi, 22 Mayıs 2013 tarihinde BİMER’e gönderdim;

“926 sayılı TSK Personel Kanun’una tabi olan astsubayların;

a. 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unda tarif edilen Genel İdare Hizmetleri sınıfına dahil olduklarına dair Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin tesis etdiği bir karar var mıdır?

b. Karar var ise tarihi ve sayısı nedir?”

Bu dilekcemi Millî Savunma Bakanlığı, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’ne tavassut etdi. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi de aşağıda gördüğünüz cevâbı gönderdi.

image022

İkinci Varagele;

Birinci suâlime AYİM kasden cevâp vermedi. Hâl böyle olunca aynı soruyu hâvi ikinci dilekcemi 06 Haziran 2013 tarihinde gönderdim.

Millî Savunma Bakanlığı dilekcemi gene AYİM’e gönderdi.

AYİM 14 Haziran 2013 tarihinde şu cevâbı verdi.

image024

Bir mahkeme tasavvur ediniz. Kendi kurumunda görevli bir vatandaş hakkında karar vermiş. Hakkında karar verdiği vatandaşın istediği karar metni, Bilgi Edinme Kanun’u kapsamına girmesin.

Bu mahkeme nerede mi?

Ne yazık ki benim memleketimde.

Üstelik, benim teşkilâtımın mahkemesi...

Gönderdiğim birinci ve ikinci dilekceyi lutfen bir kez daha okuyunuz.

Ben, AYİM’e açdığım davâlara ait kararları istemiş miyim, varın siz kendiniz görünüz.

Üçüncü Varagele;

Üçüncü dilekcemi 24 Haziran 2013 tarihinde gönderdim.

Bu kez devreye AYİM’in amiri olan Millî Savunma Bakanlığı girdi. Sağolsun, bize esenlikler dileyen bir albayımız dilekcemize şu cevâbı verdi.

image026 

Bu cevâbı alınca sevindim. Umudum yeşerdi. Dedim ki nihâyet helâl süt emmiş bir subay çıkdı karşıma.

Fakat içimdeki şüpheyi de bir kenara koydum.

Eşe dosda, çoluğa çocuğa, toruna, torbaya, örütbağı bilen herkese haber uçurdum.

Hemen bakın dedim. Kendim de armut toplamadım bu arada.

Samanlıkda iğne aramakdan farklı değildi yapacağım iş.

Gece-gündüz,

Sabah-akşam...

Saatler, günler, haftalar...

Bulamadım.

Ulaşamadım...

Çünkü, Millî Savunma Bakanlığındaki görevli subayın bana verdiği cevâbın ne aslı vardı ne de asdarı...

Dördüncü Varagele;

Üçüncü dilekcemden de netice alamadım. Dördüncü dilekcemi 20 Ağustos 2013 tarihinde gönderdim.

Cevâp, gene Millî Savunma Bakanlığından geldi.

Bu kez Millî Savunma Bakanlığı, dilekcemi tekrar AYİM’e varagele etdi.

image028 

Millî Savunma Bakanlığı, bana gönderdiği birinci cevâbında verdiği sözü, susuz yutdu. Tükürdüğünü yaladı. Samimî olmadığı ortaya çıkdı. Pek tabidir ki biz burada, Millî Savunma Bakanlığının tüzel kişiliğine laf etmiyoruz. Ettirmeyiz de.

Lâkin, Millî Savunma Bakanlığını temsil eden subaylar devletin en itibarlı kurumlarını işde böyle kötü duruma düşürdüler.

Bezmedim, usanmadım. Mert insanların en az nâmert insanlar kadar cesur ve azimli olması gerektiğini biliyorum.

Beşinci Varagele;

Dördüncü dilekcem de dağ oldu, fare doğurdu. Sıra geldi beşinci varegeleye. Beşincisini de 4 Aralık 2013 tarihinde gönderdim.

Beşinci dilekcemde bu kez şöyle dedim;

1.Emekli bir astsubay olarak İlgi (a) Kanun ve ilgi (b) Yönetmelikden neşet eden hakkıma istinaden,

926 sayılı TSK Personel Kanun’una tabi olan astsubayların;

a. 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unda tarif edilen Genel İdare Hizmetleri sınıfına dahil olduklarına dair Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin tesis etdiği bir karar var mıdır?

b. Karar var ise tarihi ve sayısı nedir?

şeklinde sualimi havi;

  • İlgi (c) ile BİMER vasıtasıyla gönderdiğim birinci dilekceme, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, ilgi (ç) evrak ile “Dilekce konusu Bilgi Edinme Kanun’u kapsamına girmediği gerekcesiyle” cevap vermedi.
  • İlgi (d) ile BİMER vasıtasıyla gönderdiğim ikinci dilekceme, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, ilgi (e) evrak ile “Dilekce konusu Bilgi Edinme Kanun’u kapsamına girmediği gerekcesiyle” ikinci kez cevap vermedi. Talep etdiğim karar metninin ne olduğunu gayet iyi bilen AYİM’in, muvazzaflığımda açdığım 6 davanın dilekcelerinin yaklaşık 20 sayfalık kâğıt nüshalarını hiç sebep olmadığı halde göndermesinin gerekcesi ne olabilir?
  • İlgi (f) ile BİMER vasıtasıyla gönderdiğim aynı konuda gönderdiğim üçüncü dilekceme, bu kez Millî Savunma Bakanlığı, ilgi (g) evrak ile “Söz konusu karar metnine, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin resmî internet sitesinden ulaşabilirsiniz.” şeklinde cevap verdi. Yaptığım uzun süreli tetkik neticesinde söz konusu kararın AYİM internet sitesinde yayınlanmadığını tespit etdim. Demek ki bana verilen bilgi doğru değilmiş.
  • İlgi (ğ) ile BİMER vasıtasıyla gönderdiğim dördüncü dilekceme ilgi (h) evrak ile Millî Savunma Bakanlığı, bu kez “Askerî Yüksek İdare Mahkemesi resmî internet sitesinde çeşitli konulara ilişkin AYİM kararlarına yer verilmiştir. Resmî internet sitesinde bulunmayan kararlar için Askerî Yüksek İdare Mahkemesine müracaat etmenizin uygun olacağı değerlendirilmektedir.” şeklinde farklı bir cevap verdi.

2.Zamânın Başbakanı Sayın Bülent ULUSU’nun imzalayıp Kanunlaşdırılması için Millî Güvenlik Konseyi Başkanlığına gönderdiği ilgi (ı) yazıda şöyle denilmektedir;

657 sayılı Devlet Memurları Personel Kanununun mali hükümlerine yapılan değişikliğe parelel olarak 926 sayılı T.S.K. leri Personel Kanununun ilgili maddesi ve bu maddeye bağlı gösterge tabloları değiştirilmekte fakülte ve yüksekokul mezunu astsubayların intibâkları ile ilgili olarak Askerî  Yüksek İdare Mahkemesinin verdiği karar doğrultusunda aynı maddeye açıklık getirilmekte ve Kanuna gösterge değişikliklerinden meydana gelecek farkın, ilk ay Emekli Sandığına kesilmeyeceğine dair bir ek geçici madde getirilmektedir.

3. Madde 2’de mezkur ifâdeden anlaşıldığı üzere Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin; “Fakülte ve yüksekokul mezunu astsubayların maaş/derece intibâklarının, 657 Sayılı Devlet Personel Kanunu madde 36’da tanımlanan Genel İdare Hizmetleri Sınıfına göre yapılır.” şeklinde karar verdiği aşikardır. Bu karar yüzünden kendi param ile tamamladığım yüksek öğretim neticesi yapılan maaş derece/kademe intibâkımda bir kademe kayba uğratıldım. T.C. vatandaşı olan her memura verilen intibâk hakkı, astsubay olarak bana bir kademe eksik tahakkuk ettirildi. Bu mağduriyetimin sebebi de zamânın Başbakanı Sayın Bülent ULUSU’nun ilgi (ı) yazısında ifâde etdiği üzere Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin “Astsubaylar, devlet memurudur” şeklinde verdiği mevzu bahis karardır.

4.Madde 2’deki ifâdeden anlaşılacağı üzere Meclis, astsubaylar hakkında çıkartacağı Kanun’a dayanak olarak Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin verdiği bu kararı esas almış.

5.Ben, 30 sene muvazzaflık hizmetimi müteakip 2011 senesinde Sahil Güvenlik Komutanlığından emekli olan bir astsubayım.

6.4982 sayılı Bilgi Edinme Kanun’u kapsamında yukarıda sorduğum soruya hemen her seferinde birbirinden farklı ve tutarsız cevaplar verildi. İnternet sitesinde var olduğu söylendi, fakat doğru olmadığı anlaşıldı. Ya da kanunsuz, gerekcesiz, maddesiz olarak talebim peşinen reddedildi. Bana bugüne kadar verilen cevapların hiçbir hukûkî değeri ve mesnedi yokdur. Benim talebimi ilgili mâkamlar, bugüne kadar alenen savsaklanmışdır.

7.Bir astsubay olarak benim hakkımda verilen ve beni derinden mağdur eden bir kararın, AYİM’in ifâdesiyle “Bilgi Edinme Kanun’u kapsamına girmediğini” söylemek hiçbir hukuk kavramı ile izah edilemez. Böylesi bir cevap vermek, devleti temsil eden kurumların ciddiyetiyle bağdaşmaz. Benim hakkımda verilmiş bir kararı ben bilmeyeceğim de kim bilecek? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gizli celse tutanakları bile internet sitesinde bugün dünyanın istifâdesine sunulmuşken benim hakkımda verdiği kararı benden gizlemeye çalışan AYİM, bu durumu kime, nasıl izah edebilir?

8.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin 1980-1981 tarihleri arasında tesis etdiği anlaşılan bu doğrudan hükmün mağduru olan emekli bir astsubayım. Ve ömrümün son dönemini yaşadığım emekliliğimde dahi bu mağduriyetin sıkıntısını hâlâ yaşıyorum. Bu kararın doğrudan mağduru olarak da karar metninin muhtevasını bilmek en tabii hakkımdır. Ben, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin benim hakkımda verdiği ve 33 seneden beri beni derinden mağdur eden bu karar metnini ölmeden görmek istiyorum.

9.Bu cümleden olmak üzere;

  • İlgili makamlara gönderdiğim dördüncüsü olan işbu dilekceme, bir şikâyet olarak işlem yapılmasını ve
  • Madde 1’de sorduğum karar metninin bir nüshasının M.S.B tarafından Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. e-posta adresime gönderilmesini arz ederim. 04.12.2013.

Saygılarımla

Söylemezsem eksik kalır. Aşağıda gördüğünüz evrağı almak için Eskişehir’e gitmek zorunda kaldım. Cevâbı Ankara’daki adresime göndermelerini dilekceme yazdığım halde sağolsun AYİM, Eskişehir’deki adresimize göndermiş. Her zamanki posdacı gelir zarfı kayınanama bırakır giderdi. Bu kez acemi bir posdacı gelmiş. Şükrü IRBIK olmazsa vermem diye tutdurmuş. Ankara’dan Eskişehir Posdahânesine gidip zarfı kendim teslim aldım.

Git-gel Ankara-Eskişehir;

Tam 8 saat...

Olsun!

Hiç mesele değil!..

Yeşilleri, para sayma makinasında saymak zorunda kalan boynu eğri Gazcı Muammer’in oğlu Barış’da para, bizde vakit hudutsuz nasılsa...

İşin zırt dediği yer, mangır ile alâkalı...

Çam sakızı, çoban armağanı,

Töredendir, eli boş gidilmez ya!..

Gönlümüzden değil fakat cebimizden geçdiği kadarıyla ucuzundan hediye bir şekerleme.

Gidiş-dönüş tiren bileti,

Evden şipâriş verilen 3 porsiyon köfte,

2 EGO bileti,

1 simit...

Tabanvayla tepdiğim onca yol da bizden size helâl olsun gayrı...

Yukarıdaki evrağın şu tekâüt astsubaya yekûn mâliyeti TL cinsinden tam seksen dört lira elli guruş.

Sizin anlayacağınız aşağıdaki cevâbı aparmak bize tam 2 pazar parasına mâl oldu...

Bu Alicengiz oyununu bana oynayan AYİM’in saray soytarısı kılıklı hâkim subayları gıçlarına gınayı yaksınlar!..

Merâsim Sokakda çağıldayarak nazlı nazlı akan sular, astsubaylar mevzu bahis olunca hemen palta kesmez buz oluveriyor.

Fakat şunu asla unutmasınlar!

Rahmetli babamın anası, Küntüş lakâbıyla maruf merhum Emsâl ebem  şöyle dediydi; “Oğul; palta değmedik ağaç olmaz!

Bugün bizden esirgedikleri adâlet bir gün gelecek hâkim kılıklı o subaylara da lâzım olacak inşallah...

Bugün ellerinde biz astsubaylara salladıkları o palta bir vakit gelecek kendi bedenlerini de biçecek!..

*  *  *

Beşinci dilekcemde bu kez AYİM aldı sazı eline.

Bu cevâbı okuyanlardan bir ricam var; lutfen birinci madde ve üçüncü maddede söylenen ifadelere dikkatli bakınız.

Çünkü küpün çatladığı yer işde tam da bu maddelerde düğümlenmiş.

Kıymetli vakdinden bir kısmını ayırıp bu evrağın altına imza atmak zahmetine katlanan er kişi, hâkim kılıklı bir albay.

Üsdelik AYİM’in genel sekreteri.

image033 

Yukarıda gördüğünüz cevâbı tefsir etmeden önce Hocamıza kulak verelim hele bir!

Cingöz komşusu, telâş içinde koşdurup Hoca Nasreddin’in kapısını çalmış ve demiş ki;

  • Hocam, senden iki şey istiyorum!
  • Buyur, demiş hoca, söyle!
  • Hocam, senden  biraz para istiyorum. Biraz da zaman.

Delikli meteliğe telli kurşun atan Hoca’dan cevâp tez gelmiş;

  • Valla komşu birincisi yok! Olsa tükân senin... Fakat ikincisinden istediğin kadar vereyim sana!..

Valla muhterem okuyanlar, şu satırları dökdüren emekli astsubayın durumu da Hoca Nasreddin’in vaziyetinden ehven değil hani!

Kendisi fülûs ü ahmere muhtac;

Cep delik, cepken yırtık!

Ayakkabılarım üçüncü yarım pençeyle altıncı sonbaharını yaşıyor.

Çifte nalça da cabasından. Arnavut kaldırımı yollarda yürürken civar ahâlisi mahalleye beygir geldi zannedip bana doğru keskin bakışlar fırlatıyor.

Lâkin zamanın hesâbını soran yok bize şu günlerde.

Durmak yok! Ayakkabı kutularında yürütmeye!.. Affedersiniz, çifte nalçalı ayakkabılarla yürümeye devam dedik elbet.

Bu nâmertleri sıçdıkları yere gadar govalamazsam onlardan beter olayım!

Öyle de yapdım!

Dayadım altıncı dilekceyi burunlarına!

İLGİ:   

  • (a) 09 Ekim 2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu.
  • (b) 19 Nisan 2004 tarihli ve 2004/7189 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik.
  • (c) 22 Mayıs 2013 tarihli, 454154 sayılı BİMER müracaatım.
  • (ç) Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin 28 Mayıs 2013 tarih, GENSEK:2013/401/İda.İşl.Md. sayılı ve “BİMER” Müracaatı konulu cevabî yazısı.
  • (d) 06 Haziran 2013 tarihli ve 492386 sayılı BİMER müracaatım.
  • (e) Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin 14 Haziran 2013 tarih, GENSEK:2013-454/id.Ks. sayılı ve “Şükrü IRBIK’ın BİMER Müracaatı Hk.” konulu cevabî yazısı.
  • (f) 24 Haziran 2013 tarihli ve 533000 sayılı BİMER müracaatım.
  • (g) Millî Savunma Bakanlığının 02 Temmuz 2013 tarih, MİY:74134058-1040-1975-13/Per.D.Per.Ynt.Ş. sayılı ve “Şükrü IRBIK” konulu cevabî yazısı.
  • (ğ) 20 Ağustos 2013 tarih ve 699795 sayılı BİMER Müracaatım.
  • (h) Millî Savunma Bakanlığının 13 Eylül 2013 tarih, MİY:74134058-1040-2685-13/Per.D.Per.Ynt.Ş. sayılı ve “BİMER Müracaatınız Hakkında” sayılı cevabî yazısı.
  • (ı) 4/5 Aralık 2013 tarih, 1023375, 1023376 ve 1027366 kayıt numaralı üç bölümlük BİMER dilekcem.
  • (i) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 26 Aralık 2013 tarih, GENSEK:2013/933/İd.Ks. sayılı ve “Şükrü IRBIK’ın BİMER Müracaatı Hk.” konulu cevâbî yazısı.
  • (j) T.C. Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesi Başkanlığının 16 Ekim 1981 tarih ve Sayı:101-995/06408 sayılı yazısı. (926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi, Bir Maddesinin Yürürlükden Kaldırılması ve Kanuna Dört Ek Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Bütçe-Plan Komisyonu Raporu (1/252) (M.G.K. S. Sayısı:329).

1.Emekli bir astsubay olarak İlgi  (a) Kanun ve ilgi (b) Yönetmelikden neşet eden hakkıma istinaden,

926  sayılı TSK Personel Kanun’una tabi olan astsubayların;

e.657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unda tarif edilen Genel İdare Hizmetleri sınıfına dahil olduklarına dair Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin tesis etdiği bir karar var mıdır?

f.Karar var ise tarihi ve sayısı nedir?

şeklinde sualimi havi;

  • İlgi (c) ile BİMER vasıtasıyla gönderdiğim “birinci” dilekceme, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, ilgi (ç) evrak ile “Dilekce konusu Bilgi Edinme Kanun’u kapsamına girmediği gerekcesiyle” cevap vermedi.
  • İlgi (d) ile BİMER vasıtasıyla gönderdiğim “ikinci” dilekceme, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, ilgi (e) evrak ile “Dilekce konusu Bilgi Edinme Kanun’u kapsamına girmediği gerekcesiyle” ikinci kez cevap vermedi. Talep etdiğim karar metninin ne olduğunu gayet iyi bilen AYİM, muvazzaflığımda açdığım 6 davaya ait karar dilekcelerinin yaklaşık 20 sayfalık kağıt nüshalarını hiç sebep olmadığı halde gönderdi.
  • İlgi (f) ile BİMER vasıtasıyla gönderdiğim aynı konuda gönderdiğim “üçüncü” dilekceme, bu kez Millî Savunma Bakanlığı, ilgi (g) evrak ile “Söz konusu karar metnine, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin resmî internet sitesinden ulaşabilirsiniz” şeklinde cevap verdi. Yaptığım uzun süreli tetkik neticesinde söz konusu kararın AYİM internet sitesinde yayınlanmadığını tespit etdim. Demek ki bana verilen bilgi doğru değilmiş.
  • İlgi (ğ) ile BİMER vasıtasıyla gönderdiğim “dördüncü” dilekceme ilgi (h) evrak ile Millî Savunma Bakanlığı, bu kez “Askerî Yüksek İdare Mahkemesi resmî internet sitesinde çeşitli konulara ilişkin AYİM kararlarına yer verilmiştir. Resmî internet sitesinde bulunmayan kararlar için Askerî Yüksek İdare Mahkemesine müracaat etmenizin uygun olacağı değerlendirilmektedir.” şeklinde farklı bir cevap verdi.
  • İlgi (ı) ile BİMER 1023375, 1023376 ve 1027366 kayıt numaralarıyla ve BİMER vasıtasıyla üç bölüm halinde gönderdiğim “beşinci” dilekceme ilgi (i) evrak ile Askerî Yüksek İdare Mahkemesi bu kez aşağıda mezkur cevabı verdi;
  1. Değerlendirilmek üzere ilgi (a) yazı Ek’inde gönderilen ilgi (b) dilekçe alınmıştır. Söz konusu dilekçeden “926 Sayılı TSK Personel Kanununa tabi olan astsubayların;

    A. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda Tarif Edilen Genel İdare Hizmetleri Sınıfına Dahil Olduklarına Dair Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Tesis Ettiği Bir Karar Var Mıdır?

    B. Karar Var İse Tarihi ve Sayısı Nedir?” şeklindeki “bilgileri istendiği anlaşılmaktadır.
  2. Şükrü IRBIK’ın aynı mahiyetdeki ilgi (c) Dilekcesi, ilgi (ç) Ek’inde gönderilmiş, ilgi (d) ile kendisine bilgi verilmiştir.
  3. İlgi (b) başvurunun “açtığı davada hakkında verilen kararının, Mahkeme tarafından kendisine verilmediği izlenimi uyandıracak şekilde” kaleme alındığı görülmektedir. Başvuru sahibi Şükrü IRBIK’ın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açmış olduğu davalar neticesinde verilen Mahkeme kararları kendisine tebliğ edilmişdir. Tebliğ evrakları ilgili dava dosyasındadır. Buna rağmen, başvurusuna istinaden ilgi (d) Ek’inde bir kez daha gönderilmiştir.
  4. Son yapılan başvuru kapsamında Başvuru sahibi Şükrü IRBIK tarafından açılmış davalara ilişkin verilen kararlar üçüncü kez EK’te gönderilmiştir.”

2.Zamanın Başbakanı Sayın Bülent ULUSU’nun imzalayıp Kanunlaşdırılması için Millî Güvenlik Konseyi Başkanlığına gönderdiği ilgi (j) yazıda şöyle denilmektedir;

“657 sayılı Devlet Memurları Personel Kanununun mali hükümlerine yapılan değişikliğe parelel olarak 926 sayılı T.S.K. leri Personel Kanununun ilgili maddesi ve bu maddeye bağlı gösterge tabloları değiştirilmekte fakülte ve yüksekokul mezunu astsubayların intibakları ile ilgili olarak Askerî  Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM)’in verdiği karar doğrultusunda aynı maddeye açıklık getirilmekte ve Kanuna gösterge değişikliklerinden meydana gelecek farkın, ilk ay Emekli Sandığına kesilmeyeceğine dair bir ek geçici madde getirilmektedir.”

3.Madde 2’de mezkur ifadeden anlaşıldığı üzere Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin; “Fakülte ve yüksekokul mezunu astsubayların maaş/derece intibaklarının, 657 Sayılı Devlet Personel Kanunu madde 36’da tanımlanan Genel İdare Hizmetleri Sınıfına göre yapılır.” şeklinde karar verdiği aşikardır. Bu karar yüzünden kendi param ile tamamladığım yüksek öğretim neticesi yapılan maaş derece/kademe intibakımda bir kademe kayba uğratıldım.

4.T.C. vatandaşı olan her memura verilen intibak hakkı, astsubay olarak bana bir kademe eksik tahakkuk ettirildi. Bu mağduriyetimin sebebi de zamanın Başbakanı Sayın Bülent ULUSU’nun ilgi (j) yazısında ifade etdiği üzere Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)’nin “Astsubaylar, devlet memurudur” şeklinde verdiği mevzu bahis karardır.

5.Madde 2’deki ifadeden anlaşılacağı üzere Meclis, astsubaylar hakkında çıkartacağı Kanun’a dayanak olarak Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)’nin verdiği işbu kararı esas almış.

6.Ben, 30 sene muvazzaflık hizmetimi müteakip 2011 senesinde Sahil Güvenlik Komutanlığından emekli olan bir astsubayım. Sicil numaram 1982-2085’dir.

7.4982 sayılı Bilgi Edinme Kanun’u kapsamında yukarıda sorduğum soruya hemen her seferinde hem Millî Savunma Bakanlığı hem de Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) birbirinden farklı ve tutarsız cevaplar verdi. Yukarıdaki satırlarda bilgisini verdiğim üzere İnternet sitesinde var olduğu söylendi, fakat doğru olmadığı anlaşıldı. Ya da kanunsuz, gerekcesiz, maddesiz olarak talebim peşinen reddedildi. Bana bugüne kadar verilen cevapların hiçbir hukûkî değeri ve mesnedi yokdur. Benim talebimi hem MSB hem de AYİM bugüne kadar alenen savsakladı.

8.AYİM’in ilgi (i) cevabının birinci maddesindeki ifadeyle üçüncü maddesinde mezkur ifade okunursa şâyet bu savsaklama rahatlıkla görülebilir.

9.İlgi (ı) ile yapdığım “beşinci” müracatıma AYİM’in ilgi (i) ile verdiği cevabının birinci maddesinde dilekcemin konusu hakkında “anlaşılmıştır” şeklinde doğru ve yerinde bir sonuca ulaşan hukukcunun, aynı yazının üçüncü maddesinde ilk kararının tam aksi yönde bir “izlenime” ulaşmasını hukuk kavramlarıyla izah etmenin imkânı yokdur. Anlamak fiilin temelinde akıl, vicdan vardır. İzlenim eyleminin temelinde ise kuşku! İnsan, kuşku ile yaşayamaz! Aklının vicdanın kontrolünden çıkıp kuşkunun girdabında savrulmaya başlayan hukukcunun işi kolay değildir.

10.Hukukcu, müsbet delilleri aklının ve vicdanın tahtında değerlendiren ve anlayarak karar veren kişidir. AYİM, İlgi (i) yazısının birinci maddesinde bu somut hakikate ulaşmayı başarmışdır. Ancak ne yazık ki üçüncü maddede vasıl olduğunu ifade etdiği ve benim talebimle hiç ilgisi olmayan “izlenim” denizinde boğulmuşdur. İlgi (i) yazının birinci maddesindeki kararıyla aklının ve vicdanının sesini dinleyen hukukcumuz üçüncü maddede mezkur “izlenime” vasıl olması için epeyi ter dökmüş olmalıdır.

11.İlgi (i) cevâbî yazısında mesnetsiz bir “izlenim”e saplanarak dilekcemi savsaklayan Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin ilgi (j)’de mezkur delilden tek bir kelime dahi bashetmemesi dikkat-i şâyan bir durumdur.

12.Ayrıca, bir davanın aynı kararlarını AYİM’in ilgi (i) ile üçüncü defa göndermesinin sebebini ben anlayamadım. Beşinci dilekcem olan ilgi (ı) dikkatli okunursa bu dilekcemde ve bugüne kadar verdiğim dilekcelerimin hiçbirisinde AYİM’e açdığım davalardan bahsetmedim ve bu davalara ait mahkeme kararını talep etmedim. Hiçbir zaman talep etmediğim söze konu karar metinlerini bana üçüncü kere gönderenler devletin 13 sayfa yazı kağıdını, dövizle satın alınan mürekkebini, bir adet madenî kağıt mandalını, 5 lira 50 kuruşluk posta pulunu ve bir zarfını üçüncü defa isrâf etdiler.

13.Bir astsubay olarak benim hakkımda verilen ve beni derinden mağdur eden bir kararın, AYİM’in ifadesiyle “Bilgi Edinme Kanun’u kapsamına girmediğini” söylemek hiçbir hukuk kavramı ile izah edilemez. Böylesi bir cevap vermek, devleti temsil eden kurumların ciddiyetiyle bağdaşmaz. Benim hakkımda verilmiş bir kararı ben bilmeyeceğim de kim bilecek? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gizli celse tutanakları bile internet sitesinde bugün dünyanın istifadesine sunulmuşken benim hakkımda verdiği kararı benden gizlemeye çalışan AYİM, bu durumu kime, nasıl izah edilebilir?

14.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin 1980-1981 tarihleri arasında tesis etdiği anlaşılan bu doğrudan hükmün mağduru olan emekli bir astsubayım. Ve ömrümün son dönemini yaşadığım emekliliğimde dahi bu mağduriyetin sıkıntısını hâlâ yaşıyorum. Bu kararın doğrudan mağduru olarak da karar metninin muhtevasını bilmek en tabi hakkımdır. Ben, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin benim hakkımda verdiği ve 33 seneden beri beni derinden mağdur eden bu karar metnini ölmeden görmek istiyorum.

15.Bugüne kadar gönderdiğim aynı konudaki 5 dilekcemdeki müracaatımı etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak konusunda iyi niyetli davranmayan AYİM, bu menfi tutumuyla İlgi (a) Kanun’un “Bilgi Verme Yükümlülüğü” alt başlıklı beşinci maddesini alenen ihlâl etmişdir.

16.Yukarıda arz etdiğim vaziyet muvacehesinde;

  • İlgili makamlara aynı konuda gönderdiğim işbu “altıncı dilekceme” şikâyet olarak işlem yapılmasını,
  • İşbu dilekcemin, işlem yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına da iletilmesini,
  • AYİM’e açdığım davaların karar metinlerini hiç istemedim. İstemiyorum. Bir daha göndermeyiniz.
  • İşbu dilekcemin ilgi (j) kapsamında tekrar incelenmesini ve 6 dilekcemde altıncı kere sorduğum aşağıda mezkur iki sualimin cevaplandırılmasını;

926 Sayılı TSK Personel Kanun’una tabi olan astsubayların;

a.657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unda tarif edilen Genel İdare Hizmetleri sınıfına dahil olduklarına dair Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin tesis etdiği bir karar var mıdır?

b.Şâyet AYİM’in böyle bir kararı var ise karar tarihi ve sayısı nedir?”  05.01.2014.

8 ayda,

5 varagele!

Benden AYİM’e 3 varagele...

2 varagele de Millî Savunma Bakanlığına.

Etdi 5...

Altıncı varagele, benden...

O da yolda!..

Karşılık olarak;

AYİM’den içi boş 3 varagele sepeti,

Biri yalan, ikisi de dolan olmak üzere...

2 varagele de Millî Savunma Bakanlığından bana.

Benim gönderdiğim varagelede aynı suâl var.

Bana gelen varagelede;

Hakkın yok, veremeyiz,

İnternet sitesinde var, git oraya bak!

Orada yokmuş!

Dön, kafanı AYİM’e vur.

Guzuyu, bilerek gurdun inine yolla!..

Bana gelen varagele sepetinde,

Sâdece sepet havası var.

Dam ardını dolan da gel, var!..

*  *  *

Ben, emekli bir astsubayım!

Aynı zamanda T.C. vatandaşı.

Üsdelik, mağdur bir vatandaş!

Kendi teşkilâtımın adamlarının(!) mağdur etdiği bir vatandaş...

Haymatlos değilim en nihâyetinde!..

mehmetcik-anzavurÇanakkale Harbinde,

Mehmetciğin

Anzak gâvuruna gösderdiği merhameti

Bizim silâh arkadaşlarımız

Bize göstermiyor.

Herkes gibi ben de birinci sınıf bir vatandaşım!

Cumhurun başkanı ve Baş vekil öyle demiyor mu?

Yerim, yurdum belli hani...

Ben, vatandaş olma şuuru ile hakkımın peşine düşdüm.

Kanun’dan neşet hakkıma istinâden dilekcemi yazdım.

Karardan doğrudan mağdur olan bir astsubay olarak AYİM’in benim hakkımda verdiği karar metnini talep ediyorum.

T.B.M.M.’nin gizli celse tutanakları, örütbağda cümle âlemin istifâdesine açıldı. Merak ediyorsan sen de bak!.

T.C. Ordusu’nun en mahrem yeri olan kozmik odasına bile girdiler. Ne var ne yok bakdılar, öğrendiler.

Hem de diplomat lakabıyla maruf Genelkurmay Başkanının ıslak imzalı izni ile...

Fakat astsubayları 35 senedir mağdur eden AYİM’in bu kararına biz giremedik, öğrenemedik.

Bir denizci astsubay olarak rüyâmda görsem inanmazdım.

Fakat AYİM ve Millî Savunma Bakanlığı birlik olup benim hayâlimi hakikâta çevirdi.

İki gemi arasında ve denizde yapılan varagele tâlimini

AYİM ve Millî Savunma Bakanlığı birlik olup

Emekli Astsubay Şükrü IRBIK’a

Ankara Çölünün göbeğinde yapdırdı.

varagele

Hem de işgillisinden...

Bir ucunda AYİM ve Millî Savunma Bakanlığı,

Öteki ucunda Şükrü IRBIK...

Denizci arkadaşlarıma söylemeyin.

İnanmazlar...

Size müfteri,

Bana meczup diyebilirler.

*  *  *

Altıncı dilekcenin neticesini almadan bu makâleyi niçin neşretdiğimi sual eyleyenler olacakdır.

Cevâbımız bir nakil kıssa olsun gene...

Hz. Ömer’in oğlu, bir gün babasının Hilâfet makâmına kadar gitdi.

Ve dedi ki;

 “Babacığım! Senelerden beri giydiğim hırkam artık bana küçük geliyor. Hem o kadar partal oldu ki sokağa çıkamıyorum. Arkadaşlarımın yanına gitmeye utanıyorum. Ne olur bana yeni bir hırka al!..

Babası, oğlunu şöyle başdan aşağı bir süzdü. O güne kadar hiç farketmediği bu hakikât karşısında yüreği ezim ezim ezildi. Elini hemen kuşağındaki kesesine atdı. Kese, bomboş... Can pâresi oğluna verecek bir dirhem parası yok!

Dinimizin ikinci Halifesi Hz. Ömer, aldı guş tüyünden galemi eline, daldırdı hokkanın içine...

Ve ceylan derisinden mamûl kağıdın üzerine şunları yazdı;

Defterdâr hazretleri! Bir sonraki maaşımdan mahsup etmek üzere bana 5 dirhem borç vermenizi ricâ ederim.

Mektubu itina ile dürdü, belini bağladı ve oğluna verdi.

Sonra dedi ki;

Oğlum! Al bu mektubu. Götür, Defterdâr hazretlerine ver.

Oğlu, babasının mektubunu aldı ve sevinçle Defterdârın odasına koşdu. Kapısını çalıp içeri girdi. Babasının mektubunu Defterdâra verdi.

Mektubu okuyan Defterdâr, Hz. Ömeri’n gönderdiği mektub kağıdını ters çevirip arkasına şunları yazdı;

Ya, Hazreti Ömer! Gelecek ayın maaşını alasıya kadar yaşayacağına dair bana bir senet gönder, istediğin parayı sana hemen vereyim!...

Tekâüt dediğin de kim ki?

Bir ayağı kıyıda,

Diğerinin basdığı yer belli bile değil!..

Azrâil Aleyhisselâmın alıcı guşlar gibi tepemde dolanıp fırsat kolladığının farkındayım...

Varagele başlayalı bugüne kadar nur topu gibi tam yedi dâne 30 gün birbirini kovalayıp deverân eyledi...

Ayandon Fırtınasıyla meşhur şu ayı da sayarsak sekizincisi hükmünü edâ ediyor.

Can dostlarım beni bağışlasınlar!

AYİM’in bana vereceği son cevâbı bekleyecek kadar ömrümün olduğuna dair senet veremem size!..

*  *  *

Evliya Çelebi, vakdin bir behrinde gezmiş dolaşmış Memâlik-i Şahâne-i Osmaniyye’nin bir diyârını.

Misâfir edildiği o diyârda yemiş içmiş!

Sormuş, soruşdurmuş, ölçüp tartmış ora insanlarının ayarını, kuturunu, hamurunu.

Bir gün dost meclisinde sormuşlar!

Ya, Çelebi, nasıl buldun bizim buraları diye!

Çelebi bu,

Re -Te - Ee mi?..

Doğruyu söylemesi beklenir.

Çelebi hemen yapışdırmış cevâbı;

Memleket mükemmel,

Lâkin, ahalisi puşt!..

*  *  *

Yiğit meslekdaşlarım;

Altıncı varagele ile gönderdiğim altıncı dilekcem şu an kucaklarında...

Bakalım bu kez ne yumurtalayacaklar?..

Gardeş, siz astsubaylardan 30 senedir sakladığımız AYİM kararı işde, şu sarı zarfda mazruf, derler mi?

Bir orostopolluk daha yapacaklarına dair pek kuvvetli bir hissiyât rask ediyor göynümün köşe bucaklarında!..

Çelebi Mehmed’in sözünü etdiği adamların bazılarının da Merâsim Sokak civârında volta atdıkları söyleniyor.

Doğru mu acap?

Lâkin puştun sayısını bilen yok oralarda!

Bir tek ehl-i şeref çıkar mı o sokakdan?

Göreceğiz!..

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ