BABALAR GÜNÜ ...

Haziran 20, 2015

Baba…!

Bir çok dilde aynı kelime… Başka dillerde başka kelimelerle ifade edilse de, işlevi aynı… Evet bir “evlat” dünyaya getirmede başlangıçta çok fazla katkımız yoktur. Anne dokuz ay karnında taşır, emzirir, altını temizler, gecelerce uykusuz kalır… Özellikle hayatımıza bir başka kadın girip de aralarında şu vazgeçilmez, insanlık var olalı, her kültürde, her toplumda var olan gelin-kaynana kavgaları başlayınca annenin yapacağı ilk şey;

-Seni dokuz ay karnımda taşıdım, emzirdim, geceleri uykusuz kaldım” diyerek tamamen bizim inisiyatifimiz (bu kelimeye dikkat… bazı arkadaşlar bunu Türkçe bilmenin şartı sayıyor J) dışında gelişen olayları başımıza kakmak olur! Oysa biz mi dedik babamla fingirdeş, tedbirsiz davran, karnın büyüsün… Tövbe tövbe!

Görüyorsunuz işte, babalar gününde “babaları” yazacaktım. Gene “analar” ön plana çıktı…

Neyse asıl konumuza dönelim!

Çocuk doğurdu diye annenin nazları, niyazları, kaprisleri, doğum hediyeleri, hastane masrafları bir yana evdeki nüfus artışından dolayı yeni masraf kapıları açılır, bezidir, mamasıdır, giyeceğidir, büyüdükçe masrafları da büyür, baba kendi işini yapıyorsa, eskisinden biraz daha fazla çalışmak zorundadır. Memursa, sabit gelirli ise, o zaman diplomalı, sertifikalı ekonomistlere taş çıkartacak şekilde artan giderlerine dâhiyane çözümler üretmek zorundadır. Artan masraflara sabit maaşla, hâttâ her yıl biraz daha alım gücü düşen maaşla çözüm bulabilmek ancak Türkiye’de çalışan kesime mahsus bir beceri olmalı!

Çin alfabesinde bildiğiniz gibi (bu köşenin okurları kültürlüdür, bilgilidir, bilir!) bizim kelimelerle anlattıklarımız figürlerle anlatılır. Çince’de erkek bildiğiniz çöp adam resmi ile anlatılır.  cop-adam İki kolunu yana açmış, gel keyfim gel konumundaki çöp adam “bekâr” erkeği temsil eder. Evlenince ne olur? Çöp adamın omzuna bir nokta konur! Yani artık omzunda yükü vardır. Omuzları düşük vaziyettedir artık! Senin “gel keyfim gel” dönemin bitti, “artık omzunda yükün var” demektir!

Neyse, baba akıllanmaz! Aileye bir birey daha… Bir birey daha eklenir (Eski başbakanımızın, yeni Cumhurbaşkanımızın tavsiyelerini dikkate alır çoğumuz… Üç çocuk!) Omuzlar düşük değil, çöküktür resmen!

Anne, iki yaşına getirdikten sonra babanın üstüne salıverdiği, sadece çocuklarla baba arasında lojistik şube sorumlusu olarak “günlük ihtiyaç formu” hazırladığı halde, ömür boyu annenin “dokuz ay karnında taşıması” hep ön plandadır.

Baba…!

Şaka bir yana, baba olmak çok güzel bir duygu, evlatlarımız canlarımız, gururlarımız, varlıkları ile onur duyduklarımız!

İşi tatlıya bağlayalım!

İki güzel hikaye ile bitirelim!

***

Hindistan’da İngiliz botanikçileri ulaşılması zor bir kayalıkta çok ender bulunan bir bitki görürler… Her biri 300 okka çeken İngilizlerin oraya ulaşması tehlikelidir, halatla falan ulaşmaları mümkün değildir. O sırada yanlarına 10-12 yaşlarında çelimsiz bir Hintli çocuk gelir. İngilizler bu çocuğu halatla sarkıtarak o bitkiye ulaşabileceklerdir. Çocuğa hayal bile edemeyeceği bir para teklif edip, halatla bağlayıp aşağı sarkıtmayı teklif ederler. Çocuk kabul eder, yalnız bir şartı vardır… “Bekleyin” der İngilizlere…

Koşarak köye gider, biraz sonra kendisi gibi çelimsiz, kavruk, orta yaşlı bir Hintli ile geri döner!

-Bu adam benim babam” der… “Halatın ucunu babam tutarsa aşağı inerim

***

İkinci hikaye!

Baba ile küçük kızı nehir kenarında dolaşmaktadır, nehrin kayalıklarla kucaklaştığı dar ve tehlikeli bir yerde baba kızına,

- Elimi tut kızım” der. Kızı,

- Baba, sen benim elimi tut” der!

Adam şaşırır, “Ha sen benim elimi tutmuşsun, ha ben senin elini tutmuşum ne fark eder kızım?” der.

Kızı,

Baba bir tehlike, bir olumsuzluk anında ben senin elini bırakabilirim, ama bilirim ki ne olursa olsun sen benim elimi asla bırakmazsın” der.

***

Babalık, eve ekmek getirmenin ötesinde, evlatlarımıza yukarıdaki hikâyelerde anlatılan güveni verebilmektir.

Yaşlanıp emekli olduğumuzda, işe yaramaz konuma düştüğümüzde, maalesef çoğu babalara olduğu gibi, artık evde ihtiyaç duyulmayan ama yine de atılamayan eski koltuk konumuna düşsek de, babalık harika bir duygu!

Babanız varsa, bırakın hediyeyi, çiçeği, böceği, iki eliniz kanda olsa gidin yanına, yanaklarına sıcak bir öpücük kondurup, “SENİ SEVİYORUM” deyin!

Mezarına gittiğinizde sizi duymaz, duyamaz, keşkelerin de hiç faydası olmaz!

Bir dostum anlatmıştı;

Babanın evlat sevgisinin şaha kalktığı coştuğu bir ortamdı belki.

Evladının sesini duyabilmek mutluluğun erişilmezidir baba için.

Bu mutluluğu yaşama olgusunda.

Oğlunu telefonla arar bir baba.

Mutlu duygularını paylaşım ortamında.

Ve karşısındaki ses yanıt verir,

Baba henüz bir söylemde bulunamadan;

  • Babacığım bir dakika... Öyle meşgulüm ki! Kapat telefonu. Sana ayırabilecek zamanım hiç yok. Ben seni sonra ararım...

Baba bekler, bekler...

Umutla, heyecanla oğlunun aramasını uzuuun süre....

Yoktur olgularda ve sonuçlarında!

Tüm umutlarını yitirince baba,

içtenlikli komşusuna gider ve;

  • Kendimi iyi hissetmiyorum

der. Ve hemen ekler;

  • Ben ölürsem, eğer beni siz defnedin. Ne olur yardımını esirgeme

der komşusuna.

  • Ancak bir isteğim var sizlerden. Ne olur oğluma haber vermeyin, üzülmesin. İşleri vardır. Belki zamanı yoktur!

Neden sonra aradan aylar geçer.

Oğlunun aklına gelir babasını.

Arar...

Telefonda ulaşamayınca çıkar gelir ama baba yok ortalarda!...

Babanın vasiyeti vardır ve sevgili oğluna,

Anlatılır...

 

Mehmet KAYALI

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ