Değerli Arkadaşlarım

TEMAD Gn. Merkezinin almış olduğu seçim kararı tüm camiamıza hayırlı olsun. Artık tüm üyelere düşen görev GEÇMİŞ yönetimlerde bulunanların YANLIŞ ve EKSİKLERİNİ dile getirip YIPRATMA yerine, geçmişten DERSLER çıkararak GELECEKTEKİ yönetim kadrolarında olacak olanların aynı yanlışlara DÜŞMEMESİNİ sağlamak olmalıdır.

Bu yanlışları ifade ederken KINAMAK için değil DERS çıkarmak için yapılması hem camiamızın OLGUNLUĞUNU gösterme, hem de doğru yola devam için bir REHBER niteliği taşımalıdır.

Sn. Mustafa EROL yönetiminden önceki yönetimde bulunanlar DERNEĞİMİZİ  ayakta tutma ve üyelere derneği duyurma, tanıtma ve yapılabildiği kadar üye kaydı yaparak YAPILANMA yoluna gidebildiler.

Sn. Mustafa EROL ve ekibi daha ileri giderek Türkiye çapında açılan DERNEK şubelerimizin sayısını arttırıp, kayıtlı üyede önceki yıllara göre gözle görülür bir artışı sağladıkları gibi, diyalog yollarını açık tutma adına GENKUR makamı, İKTİDAR ve Muhalefet partileriyle ilişkileri SICAK tutarak GÜNDEME getirdiler, haklarımızın kazanımı konusunda çalışmalarda bulundular.

Sn. KESER Yönetimi ise çıtayı biraz daha yukarılara taşıyarak ASSUBAY SORUNLARINI MEDYA ve BASIN-YAYIN yoluyla DUYURMA yolunu seçerek çeşitli proğramlara katılarak ÇÖZÜM yolunu denerken, bu davranışlarıyla GENKUR ile DİYALOG yollarını kapattı ve Genkur ASSUBAY sorunlarını ASKIYA aldı.

Şimdi bakıldığında tüm YÖNETİMLERİN amacının ASSUBAY sorunlarını bir an önce ÇÖZÜME kavuşturmak olduğu görülür. Burada kimseyi SUÇLAMAK ve YADIRGAMAK doğru olmaz. ATA sözümüzdür. HER YİĞİDİN BİR YOĞURT YİYİŞİ VARDIR. Yönetimde olanlar SORUNLARIN çözümü için birlikte bir yol belirlemişler ve uygulamışlardır. Tüm CAMİAMIZIN isteği SORUNLARIN BİLİNMESİ GÖRÜLMESİ- DUYULMASI ve KABUL ettirilmesi değil midir? İşte bilindiği gibi YÖNETİMLERCE de yapılan aynen budur.

Burada GÖZARDI ETMEMEMİZ GEREKEN husus Genkur ve  İktidarın Assubay sorunlarının ÇÖZÜMÜNE ne kadar SICAK ve OLUMLU baktığıdır. İşte esas ÇÖZÜM bekleyen yer burasıdır. Yeni Yönetimde YER alacakların DEĞERLENDİRMESİ gereken HUSUS burasıdır.

Tüm yönetimlerin TALEPLERİNE Genkur bugüne kadar HİÇ HAYIR demedi. "ÇALIŞMALAR BAŞLADI - DEVAM EDİYOR - İKTİDARA tasarımızı GÖNDERDİK" dedi. Hâttâ bildiğiniz gibi  Genkur Bşk.'ı çıkıp ASSUBAY DEVRİMLERİNDEN Toplum ve BASIN YAYIN önünde bahsetti.

İktidar YETKİLİLERİ ne yaptı? Başta BAŞBAKAN, konu kendisine HEYET huzurunda anlatılınca yanındaki yetkililere DÖNEREK ASSUBAYLARA KARŞI BU KADAR YANLIŞI NASIL YAPARIZ "HEMEN DÜZELTİN " talimatını vermiş ve bizzat ilgilenmesi için ÇORUM 1'inci sıradan Milletvekili olan Astsubay KÖKENLİ siyasiye "bu konuyu BİZZAT takip edin ve bana GETİRİN" demiş, daha sonra TEKLİF hazırlanıp kendisine getirildiğinde KAŞIMPAŞALI BAŞBAKAN "bugün BÜTÇEMİZ müsait değil" diyerek Assubay sorunlarının çözümünü elinin tersiyle itmiştir.

Ya SN. GÖNÜL... Hatırladınız değil mi? 2 DÖNEM MSB.'lığı yaptı. Derneklerimizden çıkmıyordu ve her GELİŞİNDE "ASSUBAYLARA MÜJDE" diyordu. Son MÜJDESİNİ seçim arifesinde DERNEKTE verdiğinde "YASA HAZIR AMA SEÇİM ORTAMINDA olduğumuzdan vermek ETİK olmaz" diye kendisine yakışmayacak ETİK bir cevap vermiş ve SIKIŞINCA DA "Genkurdan teklif gelmezse iktidar olarak bir şey yapamayız" diyerek ağzındaki baklayı çıkarmıştı.

Sn. KESER GENKUR BŞK ve HEYETİYLE BİRE BİR görüşmüş ve OLUMLU izlenimlerle dönmüşken, bakın hâlâ ASSUBAY SORUNLARININ çözümünde bir adım atılmadığı gibi, DİSİPLİN kanunu gibi uygulamalarla BASKI daha da arttırılmaya çalışılmaktadır.

Gördüğünüz gibi Genkur ve İktidar ele ele ve sırt sırta vererek konu ASSUBAY hakları olduğunda OYALAMA - KANDIRMA - ALDATMA yolunu seçmiş hiç bir ASSUBAY sorunun çözmemişlerdir.

Özetle. SORUNLARIMIZIN çözümü hususunda DAYANIŞMA içinde olmamız, DİDİŞMEKTEN vazgeçmemiz gerekmektedir. Zaten camiamızın karşısında DAYANIŞMA içinde olan İKTİDAR ve GENKUR anlaşarak DUVAR oluşturmuşlardır. Bizler de davranışlarımızla onlara KOLAYLIK sağlamayalım. Bu camiaya bu kadar yıl yapılan AYIRIM HAKSIZLIK ve oluşturulan MAĞDURİYET yetmedi mi?

Hem İKTİDAR, hem Muhalefet partileri ve hem de Genkur Bşk.'lığı ile DİYALOG yollarını kapatmadan SEVİYELİ ve ONURLU şekilde HAKLARIMIZ konusunda MÜCADELEMİZİ sürdürelim. Bu arada HİÇ BİR PARTİYE ANGAJE olmadan SİYASİ olarak OY çoğunluğumuzun FARKINDALIĞINI da  ıspatlayarak SİYASİLERE gerekli MESAJLARI verelim. Artık bu konu bu SEÇİMLERDE OLMAZSA OLMAZIMIZ olmalıdır.

Görüldüğü gibi TEMAD Bşk. kim olursa olsun, adı ne olursa olsun fark etmiyor. Çünkü karşımızda gerçek anlamda ÖN YARGILI bir GENKUR ile GENKURUN sözünden çıkmayan bir İKTİDAR vardır.

SORUNLARIMIZIN tek ÇÖZÜMÜ DERNEĞİMİZİN ACİLEN ÜYE sayısının ARTTIRILMASI ve OLUŞACAK GÜÇ ile TEMAD Bşk.'ının yanında olduğunun gösterilmesinden geçer. TEMAD Bşk.'ının elini SİYASİLERE ve GENKURA karşı bu ŞEKİLDE GÜÇLENDİREBİLİRSEK SORUNLARIMIZIN ÇÖZÜMÜ DE o ölçüde kolaylaşacaktır.

Dernek üye sayısını arttırarak GÜCÜNÜ ıspatlayıp bunu SİYASİLERE ve Genkura gösteremediği sürece HAKLARIMIZI alma ve HAKSIZLIKLARIN  SÜRMESİ bu KISIR DÖNGÜ içerisinde devam edecektir. Karar siz sayın üyelerimiz ve yönetim kadrolarına TALİP olacak arkadaşlarımızındır.

Artık beklemeye tahammülümüz kalmadı. Bu son ŞANSI iyi kullanıp değerlendirelim.

Saygılarımla.

Yuvaya Dönüş!

Temmuz 06, 2013

İçinde doğduğumuz her evin; yemek yediğimiz her sofranın; yaşadığımız her sokağın; her mahallenin, nâhiyenin, şehirin; bir ruhu, târihi, bir nidâsı, bir simgesi, bir fârikası vardır bu memlekette. Tercih hakkımız yokdur başlangıçda. Mecburen ortak oluruz kaderine bütün bunların, iyisiyle kötüsü ile...

Her türden sayısız zenginliği, her çeşit güzelliği, her neviden eşşiz nimeti ile

Allah’ın özenerek yaratdığı bir memleketin ahfâdıyız vesselâm.

Hangi dağına gitsek, hangi yolundan geçsek, hangi çayını boylasak, hangi deresinde çimsek, hangi ağacına tırmansak, hangi pınarından su içsek, bir başka güzel!..

Kıymetini bilene birer ibret alâmeti olan bu eşsiz güzelliklerin hepsi Allah’ın bizlere bahşetdiği nimetlerdendir.

Çalap’ın bizlere ihsan etdiği nice lütuflara ilâve olarak;

Mekânları unutulmaz yapan, farklılaştıran, insanın bakışını çelen, hâfızasına nakşeden bir de insan mârifetiyle vurulmuş mühürler, güzellikler vardır. Yontulmuş bir taş, bir pınar, bir bina, bir köprü, bir câmi, bir heykel...

Mekânları emsâlinden farklı yapan bu eserleri de sanatcılarımız hediye etmişdir bizlere.

Eşyayı benzerinden ayıran özelliğe fârika denir.

Yaşadığımız mekânları emsâlinden ayıran özelliğe geliniz biz de fârika diyelim pek muhterem can dostlarım.

Yaşadığımız yeri târif etmek için bazen sâdece bir kelime yeter de artar bile... Karamürsel’de oturduğumuz binanın önünde kocaman bir ıhlamur ağacı var idi. Şimdi hâlâ yerinde mi acaba? Kimbilir kaç yaşında. Kim dikdi ise Allah O'ndan râzı olsun. “Yağmur yağar yeşil otlar bitirir, Yel esdikce kokuların getirir” demiş, “Dağlar” isimli şiirinde Karacaoğlan. İşde, bizim sokakda da aynısı olur idi o senelerde. Vakdi gelince açdığı hârika çiçekleriyle gözlerimizi okşar ve bütün sokağı aylarca mis gibi kesif bir ıhlamur kokusu doldurur idi. Öteki mahallenin ahalisi bile yolunu biraz uzatmak bahâsına bizim sokakdan geçer ve ıhlamur ağacının o güzel râyihasını doyasıya çekerdi ciğerlerine. Bu sokağa niye Ihlamur Ağacı Sokağı ismini vermemişler, hâlâ merak ederim. Bizim sokağımızın fârikası da işde, bu ıhlamur ağacı idi.

Kömür desem, aklınıza ne gelir? Bakın, hemen tahattur etdiniz! Nereyi kasdetdiğimi bildiniz.

Anıtkabir

Ya da pişmaniye?.. 

Değil mi?..

Biricik bile özelliği, yâni fârikası olmayan bir tek çakıl taşı arasam şu memlekette, bulacağıma dair hiç umudum yok dostlarım. Biz astsubaylara yapılan tahakküme varan haksızlıkların zevâl bulacağına dâir pek kuvvetli umudum vardır da. Bir fârikası olmayan dulda bir yer bulacağıma dâir hiç umudum yokdur. Arasam da bulamam, inanın... Hepsinin en az bir dâne fârikası var desem hani, geliniz, itimat buyurunuz şu Eski Tüfek bahriyeli fakire...

Burada ismini zikredemediğim köşe başlarının, çakıl taşlarının, ağaç diplerinin, dere boylarının, göllerin, nehirlerin, ırmakların, denizlerin, dağların, bağların, bahcelerin, ovaların, tepelerin, yaylakların, kışlakların, köylerin, kasabaların, şehirlerin ey necip, ey güzel insanları!

Bana gönül koymayınız, e mi? Tevessül etsek hani yaza yaza bitiremeyiz.

Vakıa, Cumhuriyet düşmânları kapattılar. Kitap basdığımız kağıdı bile artık ithâl ediyoruz, gınayı yakalım! Hani faraza SEKA, istediğimiz kadar kağıt tedarik etse, mürekkebimiz Çene suyundan gelse, ömrümüz de vefâ etse

Ve

Evliya Çelebiye öykünüp de nice uykusuz geceler boyunca kağıt üstünde kalem yüzdürmeyi göze alıarak yazsak bile sitede yayınlayacak yer bulamayız. Yayınlamakda ısrar etsek, bu kez de sihirli elleriyle sitemize hayât veren kaytan bıyıklı bahriyeli, nam-ı diğer ADMIN Semih KOÇ, durduk yerde bam telinden bozuk çalabilir.

Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. Kendisiyle henüz teşerrüf etmedim. Basındaki tavsırlarından görmüşlüğüm var kendisini sâdece. Hakkında emekliassubaylar.org sitesi dolaylarında bir yerlerde ikâmet ettiğine dair pek kuvvetli tevatür dolaşan bir de dâvamızın bayrakdârı Ersen GÜRPINAR var. Maazallah “Astsubaylara tahakküme varan haksızlıklar” deyip yurt çapında yayınlanan bir gazetede hakkımızda elvan çeşit tefrikalar neşrebilir ki, işde en çok bu ihtimâlden çekinirim.

Değirmenci Ali’nin kör beygiri dolaşdırdığı gibi lafı kıyıda kenarda dolaşdırmayı bırakalım da

Viya böyle deyip sadede gelelim, gönüldaşlar!

Dünyâ’ya gözlerinizi Zonguldak ilinde açdı iseniz şâyet; dizleri romatizmalı, eli yüzü gözünün karasından daha da karalara bürünmüş emekdâr bir madencinin evlâdı olmalısınız.

İlk çığlığınızı seymenler diyarı Ankara’da attıysanız bordro mahkûmu bir memurun nüfusuna yazarlar sizi.

Göbeğinizi Kocaeli’de kesdiler ise şâyet bahriyeli bir astsubay ya da subayın çocuğu olmanız pek muhtemel.

Benim göbeğimi Kocaeli’nde kesmemişler, anam dedi. Nüfusuna kayıtlı değilim. Bu güzel şehirde görev yapmış bir askerin çocuğu da değilim. Keşke olsa idim. Hanımım buralı değil. Olsa idi şâyet, iftihar ederdim. Ellerinizden öperler çocuklarım da Kocaeli’nde doğmadılar. Mâdem bütün bunlardan değilim de ben neyim? Ben, kimim öyleyse babayiğitler?.. 

Ben; dostarım, doğduğum memleketimden ayrılıp yüce milletime hizmet gâyesi ile intisap etdiğim Türk Bahriyesinde

İki elinizin parmaklarının sayısından yüzde otuz daha fazla bir süre bu şehirde vakdin bir sehminde görev yapmış bir Deniz Astsubayıyım.

Mekânı şereflendiren insandır; Kocaeli’yi şereflendiren bahriyeli askerler, bahriyeli askerleri şereflendiren de Kocaeli’dir, kanaatimizce. 

 

Yuvaya Donus

 

 

Eşim ve çocuklarımın beni en çok özledikleri,

Yolumu gözledikleri, bekledikleri şehirdir Kocaeli...

Hanımların bahriyeli kocalarından,

Çocukların bahriyeli babalarından,

Bahriyeli babaların ise;

Hem hanımlarından hem de çocuklarından en çok uzak kaldığı bir şehirdir burası...

Sokakları bol bol iyot kokan,

Ve fakat

İyotdan daha ziyâde gönülleri hasret kokan bir şehirdir Kocaeli...

Körfezin efendisi, denizlerin kurdu bahriyelilerin yuvasıdır Kocaeli...

İlk gemi görevine başladığım yer.

Son gemi görevimi tamamlayıp fiili denizciliğe vedâ etdiğim yer!

Hem ilk limanım, hem de son limanım!

En güzel ve unutulmaz arkadaşlıkları yaşadığım; dostluk ve komşuluk bağları kurduğum şehir.

Bütün bunlara ilâve olarak, biz denizci astsubayların medâr-ı iftiharı olan Yuvaya Dönüş Anıtı’nın yuvasıdır Kocaeli.

Makâlemin başında arz etdiğim gibi, doğduğumuz yeri seçme hakkımız olmasa da

Öldükden sonra yatacağımız yeri seçme imkanımız var çok şükür!

Akrabalarıma vasiyet etdim. Karamürsel Belediye Başkanına da buradan sesleniyorum; Hak vâki olup da imamın kayığına bindiğim gün beni hemen Karamürsel mezarlığına defnediniz. Hiç beklemeden, mümkünse aynı gün... Beni her dâim heyecana garkeden İzmit Körfezin’in o büyülü sularına bakmak istiyorum yatdığım yerden. İsrafil Aleyhisselâm Sûr’a üfleyinceye kadar da Karamürsel son limanım olsun!

Her mefhum, muhalifi ile kâimdir. Âşık olmaz idi, olmasa Maşuk! Vuslat olmaz idi, olmasa firâk!

Biz de bu yalın ve katı gerçeğe inat

Yüreğimizde yanan vatan ateşiyle sevdiklerimizi arkamızda bırakıp yüksünmeden katlandık o hasret kokan günlerce, haftalarca, aylarca devam eden seyirlere, deniz görevlerine...

Aynı gemide, aynı kaderi paylaşdığım vatan sevdalısı, birisi yek diğerinden merdâne yüzlerce, binlerce bahriye astsubay ve subayı.

Ve en önemlisi

Anadolu’nun doğurup emzirip büyütdüğü ve kutsî vatan hizmetine gönderdiği başımızın tacı Levendlerimiz, elbetde...

Komutanımız, mükemmel insan Deniz Kurmay Albay Baha EREN,

İkinci Komutanımız, koca gemiyi taksi gibi mahâretle kullanabilen Deniz Kurmay Yarbay Doğan DENİZMEN...

Meslekdaşlarım Telsiz Astsubayları Mustafa OĞUZ, Hasan TAŞCI, İsmail BAKIRLI, Cevat DEĞİRMENCİ, Cemil AKDERE, Küçük Mustafa, Küçük Cevat... Çocukları Hakkıcan, Aslıcan, Ozanalp, Berkay...

Telsiz kamarasında benim kahrımı çekip kaderime ortak olanlardan şu an aklıma gelenler... Büyüklerim, küçüklerim... Hangi birisinin ismini yazayım buraya? Gönül koymasınlar bana lutfen. Yazmakla bitiremem ki. Dile kolay; deniz görevimin son yılında, 1998 senesinde toplam olarak 290 gün denizde kalmış idik. Analar böyle has yiğitler doğurup vatan hizmetine göndermese idi şâyet o kıyâmeti andıran, yer ile göğün herc-ü merc olduğu mahşerî fırtınalar ile baş edilir miydik? Bitmek tükenmek bilmeyen, uzayıp yüzyıl olan gemi görevleri çekilirmi idi hiç? Hasret dolu gecelere yârenlik eden gönüllerde sabah olur muydu?

Ihlamur kokan sokakda, alt katımızda oturan kumcu Hüseyin abi; eşi, benim ablam Saadet... Oğlu utangaç ve yakışıklı topcu Cengiz, kızı güleç Sabahat. Az muhlamasını yemedik Saadet ablamın. Duydum ki Hüseyin abim hastay imiş. Ellerinden öper, Allah’dan âcil şifalar dilerim kendisine...

Çapraz alt katımızda oturan bacanak dediğim ve kardeş bildiğim İpekkağıt işcisi Musa, hanımı Cemile, oğlu Mehmet, kızı Büşra. Ailecek vurup kendimizi yollara o civardaki mesire yerlerinde, dağlarda, tepelerde, ormanlarda az benzin içirmedik demirden atlarımıza.

Üst çaprazımızda oturan ve bahçesinde iki kiraz bulsa birisini bize getiren diğer Hüseyin abi ve hanımı ablam Nazmiye.

Ihlamur ağacının hemen yanındaki bakkal dükkânını işleten Ersen bey ve güzel, maşşallah dedirtecek kadar akıllı kızı Nur...

Sütcümüz Calba Cahit, zerzevatcımız İbo abi, litreyle çamaşır suyu satan çatlak sesli Mehmet abi ve diğerleri...

Hepimiz memleketin bilmem hangi köşesinden çıkıp gelmişiz bu hasret kokan şehire. Maksat vatana, millete bir nevi hizmet, başka bir şey değil.

Akrabamız, anamız, babamız doğdukları şehirlerin kaderini paylaşırken

Bizim sehmimize de Kocaeli düşmüş!..

Sıkıntılı ve dar zamânlarımızda bize abi olan, abla olan, kardeş olup kol kanat geren bu güzel insanların hepsine buradan selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Biz askerler, vatana hizmet etdik; bu güzel insanlar da bizlere... Haklarını nasıl öderim ki? Bir daha görmek nasip olur mu bilmiyorum. Allah hepsinden râzı olsun. Haklarını helâl etsinler. İşte, bunlar da bizim mahallenin fârikaları...

 

Kocaeli’ni benim gözümde değerli ve unutulmaz yapan bunca güzelliğe bir fârika daha ilâve etmek isdiyorum yüksek müsaadenizle. Gölcük Ana Deniz Üssü’nün içinde; Nizamiye girişinde, yolun tam ortasında o muhteşem heybeti ile duran anıt...

Doğu Nizamiyesinden Üsse girişde bütün haşmetiyle hemen karşınıza çıkıverir. Gezdiğim hiçbir askerî tesisde beni bu kadar heyecanlandıran ve tevkir eden başka bir anıt görmedim desem, yeridir. Yaklaşık üç metrelik beyaz bir mermer kaide üzerinde, kışlık elbisesiyle eşine ve kız çocuğuna hasretle, tutkuyla sarılan dört metrelik heybetli bir Deniz Astsubayı...
Anıtın adı; YUVAYA DÖNÜŞ!..

Yuvaya Dönüş_ Yuvaya Dönüş Heykeli_Gölcük_Kocaeli_  Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Hanımı; her iki kolu ile birden kocasını belinden hasret ile sımsıkı kucaklamış!

Kızı; sol kolu ile anasının sırtına, sağ kolu ile de babasının sol koluna zarifce dokunmuş. Ve anasıyla babasını adeta birbirine mühürlemiş!

Sayılmadık günlerden, gecelerden sonra

Uzak yoldan, bilinmedik görevlerden yuvasına dönen bahriyeli astsubay;

Sağ kolu ile hanımını sol omuzunun üzerinden aşağı doğru nârince belinden kavramış!

Ve sol eli ile de kızını sol elinden sıkıca tutmuş.

Kızının sağ omuzuna kendi sol eli ile şefkât dolu bir his ile dokunmuş!

Ve avını yakalamış bir kartal gibi kavramış...

Hanımı, kocasına,

Kızı babasına bakıyor hasret ve muhabbet dolu gözlerle.

Denizci astsubay da tahassür dolu bakışını hem eşine hem de kızına adamış!..

Yuvaya Dönüş_Yuvaya Dönüş Heykeli_ Gölcük_Kocaeli_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Hasret dolu günlerden, aylardan sonra kavuşmanın sevinci ve heyecanı ile birbirlerine kenetlenen üç insan,

Aynı hissiyâtın potasında eriyip handiyse yek vücut olmuş.

Târiflerin dar geldiği, sözcüklerin kifâyet etmediği doyulmaz bir aile saadeti bundan daha güzel nasıl anlatılır ki?

Her insanın bir hikâyesi vardır.

Her hikâyenin de bir kahramanı...

Bizlerin hikâyesi, Türk Deniz Kuvvetleri; Türk Deniz Kuvvetlerinin kahramanı da Deniz Astsubaylarıdır, can dostlarım.

Yuvaya Dönüş_ Yuvaya Dönüş Heykeli_Gölcük_Kocaeli_  Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Götür bir Rus’u hamama! Üç defâ kesele, altından Türk çıkar!

Alın bir savaş gemisini, neresini kazırsanız kazıyın!

Kazıdığınız her yerde bahriyeli astsubayın ömrünün varını, alnının terini, elinin emeğini, gözünün nûrunu, parmağının izini görürsünüz.

Türk Deniz Kuvvetleri savaş gemilerinin hâfızası, hakîki sâhibi, emekcisi ve esâs vurucu gücü olan astsubaylara duyulan vefâ, şükran ve minnetin bir nişânesi olarak

Deniz astsubayını tasvir eden Yuvaya Dönüş Anıtı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda Deniz Astsubayına ithaf edilen ilk ve tek anıtdır. Bu bakımdan biz Deniz Astsubayları için fevkalâde önemlidir.

Bu cümleden olmak üzere Yuvaya Dönüş Anıtı hediyelik şeklinde imâl edilmelidir. Hasreti, saadeti, sevgiyi, şefkâti, huzuru, tahassürü, tutkuyu ve aile olmayı bu heykelden daha güzel anlatan başka bir teberik bulamazsınız... Her astsubay, en az iki dâne satın almalı, birini eşine dostuna hediye etmelidir. Dört müşteriniz şimdiden hazır, şu bahriyeli fukaradan söylemesi.

Hesabı tutulmamış kaç gün, kaç hafta; belki de kaç ay birbirine hasret kalmış aile efrâdının; ananın, babanın ve çocukların vuslatı ve yek vücut olması taşa bundan daha güzel nasıl nakşedilir ki?..

Tecrübey ile sabit, biliriz. Benim de ömrümün en güzel dönemi olan evliliğimin ilk on senesi işte böyle geldi geçdi Levendler! Elleriyle şekil verdiği heykele yüreğindeki hissiyâtını da büyük bir mahâret ile katan

Ve

Biz denizcilerin hissine böylesi vukufiyet ve yetkinlik ile tercüman olan Prof.Dr. Sait RÜSTEM’e bu vesileyle bütün denizci astsubaylar nâmına buradan saygı ve hörmetlerimi gönderiyorum.

Seferden yuvasına dönen Bahriyeli Astsubay, eşi ve kızı ile doyasıya sarılıp kucaklaşa dursun,

Deniz astsubaylarını tafdil eden bu anıtın hikâyesini geliniz dostlar, biz birlikde yazalım târihin ebedî belleğine.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven ERKAYA_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Zamânın Donanma Komutanı, merhum Oramiral Güven ERKAYA... Kıbrıs Barış Harekâtında eski T.C.G. Kocatepe Muhribinin Komutanı. Muharip bir Komutan ve 1974 Kıbrıs Gâzisi. Konuşmakdan çok dinlemeye meyyâl, herkesin fikrine kıymet veren, adâlet duygusu çok kuvvetli, dirâyetli, teşrihci, son derece zeki, akl-ı selim;

Bir o kadar da şefkât dolu bir insan her şeyden önce. Yapmacık tavırlardan, teşhircilikden, ucuz kahramanlıkdan ve hele dalkavuklardan nefren eden bir asker.

Harp Filosu Komutanı ise Tümamiral Salim DERVİŞOĞLU. Pamuk dede desem kâfi gelmez. Evladım git şu pencereden kendini aşağı at dese, hiç tereddüt etmeden atlarsınız hani. Korkduğunuzdan değil ha! Bilâkis, sevip, saygı duyduğunuzdan elbet! Oramiral Güven ERKAYA için söylediğim her şeyi Tümamiral DERVİŞOĞLU için de söylemek, kendisini sitâyiş ile yâd etmek benim için ne büyük bir keyif. Mizaçları birbirine birebir benzeyen iki müstesna Komutan...

Sayın ERKAYA’yı rahmet ve şükranla, Allah uzun ve sıhhatli ömür versin Sayın DERVİŞOĞLU’nu da tâzim ile yâd ediyorum huzurunuzda.

Bu dönemde bu satırların yazarı da T.C.G. Oruçreis Fırkateyn’inde Telsiz Branşı Kıdemli Astsubayı idi. Kendileri ile sayısız defâ bir araya geldik. Her iki subay ile aynı havayı teneffüs etdik. Gemimizi kaç kere teşrif ettiler. Karavana yedik, çay içdik, sohbet etdik.

Her ikisi de teşrifatcılıkdan hazzetmez ve tek başına gezerdi. Teftiş edeceği yerleri, her zamanki hâli ile; askerleri, günlük kıyafetinin içinde; herkesi, işinin başında görmek isterdi. Bu sebepden dolayı biz denizcilerin gönlünde bu iki subayımızın çok müstesna bir yeri vardır.

Yuvaya Dönüş anıtı hakkında bilgi arar iken, heykeltıraşı Prof.Dr. RÜSTEM’in Seymenler diyârı Ankara’da yaşadığını öğrendim. Heykelin hikâyesini, heykeli yapan sanatcısından duymak heyacan verici bir fikir idi. Bu maksat ile kendisini atölyesinde ziyaret etmeyi tasarladım.

Sayın RÜSTEM’in telefon numarasını buldum. Cumhuriyetimizin doksanıncı yılını idrâk ettiğimiz bu senenin üçüncü ayının ilk Cumartesi günü öğleden sonrası Sait Hocamı aradım ve niyetimi kendisine fâş etdim. Sağolsunlar, “Gelin, görüşelim” dedi. Dâvete icâbet etmek gerek değil mi? Biz de Prof.Dr. Sait RÜSTEM ile görüşmek üzere ertesi günü maaile yola vurduk kendimizi.

Dört tekerlek üzerinde yarım saatlik bir yolculukdan sonra, Sait Hocamın mahallesine vâsıl olduk. O civarda oturan bir mahalleliye Hocamın adresini sorduk. Bir çay içimlik daha gittikden sonra tatlı bir tesadüf eseri Sait Hocamı, oğlu Ahmet Can ile birlikde bakkaldan gelir iken evinin önündeki yolda gördük!

Ben, hocamı tavsırından tanıyordum. Fakat kendisi beni hiç görmemişdi. Yanına varınca arabayı durdurdum. Selâm verir vermez sanki Sait Hocam bizi bekliyormuş gibi hoşgeldiniz dedi ve eli ile atölyesini gösterek arabamızı park edeceğimiz yeri işâret etdi.

Bir Pazar günü öğle üzeri Sait Hocamın atölyesinde buluşduk, tanışdık. Kısa ve hoş bir hasbıhâlden sonra Yuvaya Dönüş heykeli konusunda sohbete koyulduk.

Buyurun, Yuvaya Dönüş heykelinin hikâyesini, heykeltıraşı Prof.Dr. Sait RÜSTEM’in kendisinden dinleyelim;

"Zamânın Donanma Komutanı Oramiral Güven ERKAYA’dan heykel yapmak üzere bir dâvetiye aldım. Akabinde Gölcük'e gidip kendisi ile makâmında görüşdüm. Benden, denizci askerin seferden dönüşünde ailesi ile kavuşmasını anlatan bir heykel yapmamı ricâ etdi. Heykelin adı hemen orada kendiliğinden ortaya çıkdı; Yuvaya Dönüş!"

Hazırlayıp dosyaya koyduğu resimlerde bana heykelin bütün özelliklerini Sait Hocam tek tek anlatdı.

"Hocam" dedim, "heykele konu olarak astsubayın konulmasını Komutanımız mı istediler yoksa sizin kendi tercihiniz mi?” diye sordum.

Bana verilen dosyada astsubay resimleri vardı. Heykele konu olarak Denizci Astsubayın seçilmesi Sayın ERKAYA’nın kendi tercihidir” dedi.

"Heykel üzerinde çalışmaya hemen başladım. Önce bir kaç eskiz çizdim. Kendisine gönderdiğim eksizlerden, şu an heykelini yaptığım örneği seçdi Sayın ERKAYA. Bu örnek üzerine, bire bir ölçüde çamurdan bir maket hazırladım. Bu maketi görmeye kendisi atölyeme bizzat geldi. Çamurdan numuneyi eni konu inceledikten sonra “Tamam hocam. Elinize sağlık, çok güzel olmuş, dedi. Sayın RÜSTEM, “Hattâ” diyerek konuşmasına şöyle devam etdi; Çamurdan örneği görmek için bizim mahalleye geldiği gün, bitişik binada düğün vardı. Sayın ERKAYA geldiğinde, bu düğün alayı ile karşılaşdı. Polisler, Komutana yol vermek üzere düğün alayının önünü kesmiş idi. Fakat komutan buna razı olmadı. Kendisi arabasında bekledi ve gelin arabasına hemen yol verdi."


"Çamur örnek konusunda anlaşdıkdan sonra alçıdan kalıp almak için polyester model hazırladım. Daha sonra da tunc madenini eritip heykeli kalıba dökdüm. İki tondan fazla tunc sarf etdim. Sonra anıtı, Ankara’dan götürüp Gölcük’de şu anda durduğu yerden biraz daha sol ve yukarı tarafda bir yere yerleştirdik. Sayın ERKAYA, anıtın daha göz önünde olması ve Gölcük Ana Deniz Üssü’ne gelenlerin ilk önce bu anıtı görmesi için şimdi durduğu yere nakletdi" dedi.

Her saatin bir hükmü vardır.

Her ziyâretin de bir zevâli...

Yuvaya Dönüş Anıtı’nın hikâyesi hakkındaki maksadımız hâsıl olmuş idi. Bizi atölyesinde ağırlama nezâketinden dolayı Sayın Profesöre teşekkür edip vedâlaşdık.

Yuvaya dönüşü anlatan bir anıt yapdırmak ve bu anıta da astsubayı konu etmek fikrinin Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı merhum Oramiral Güven ERKAYA’ya ait olduğunu, heykelin sanatcısından duymak beni ziyâdesi ile memnun etdi. Çünkü arkadaş canlısı bir insan olan rahmetli komutanın, astsubaylara dâima samimiyet, muhabbet ve şefkât hissi ile bakdığının en yakın şahidiyim. Aşağıda anlatacağım ve kendisinin yapdığı diğer iz bırakan yenilikleri de okuyunca bana hak vereceksiniz.

Prof.Dr. Sait RÜSTEM, Yuvaya Dönüş Heykeli Heykeltraşı_Yuvaya Dönüş Heykeli_Gölcük_Kocaeli_  Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Heykelin yapımı, Oramiral Güven ERKAYA’nın Donanma Komutanı olduğu dönemde sağ tarafınızda tavsırını gördüğünüz Heykeltıraş Prof.Dr. Sait RÜSTEM’e sipariş edilmiş.

Sakarya Meydan Muharebesinin önemli safahâtına sahne olmuş hâkim mevzilerden biri de Ankara Polatlı’daki Kartaltepe’dir. Bugün üzerinde, Türkiye’nin en yüksek Mehmetçik Anıtı kabul edilen dev bir anıt var. Yolunuz düşerse mutlaka gidip, görün. İşletmeye yeni açılan hızlı tren hattına ait tünelin tam üzerine yerleştirilen ve düşmana “Dur!” diyen Kahraman Mehmetciği simgeleyen 32 metre yüksekliğindeki bu heykeli, Ankara – Eskişehir karayolunun uzak noktalarından bile rahatlıkla görürsünüz. Polatlı’ının fârikası da bu anıtdır dostlarım. İşte, bu anıtın Heykeltıraşı da Prof.Dr. Sait RÜSTEM’dir.

Açılış târihinde Oramiral Güven ERKAYA Deniz Kuvvetleri Komutanı,

Oramiral Salim DERVİŞOĞLU da Donanma Komutanıdır.

Sayın ERKAYA, deniz kurdu astsubayın hakkını teslim etmek için yiğidin yuvasına kadar gelmeyi kendine şeref bilmiş. Taa Ankara’dan Gölcük’e kadar gelmiş ve heykelin açılış kurdelasını bizzat kendisi kesmek nezâketini gösdermiş.

Yuvaya Dönüş Anıtı hakkında makâle yazmaya karar verdikten sonra bilgi belge derlemeye başladım. Çok aradım fakat bu Anıta ve hikâyesine dâir sâdece bir kaç resim, bir iki satır yazı bulabildim. Şu an okuduğunuz yazı, bu heykel konusunda yazılmış belki de en tafsilatlı ilk ve tek makâle. Hiçbir yerde bulamayacağınız kapakda gördüğünüz resmi bile Heykeltıraşı Prof. Dr. Sayın Sait RÜSTEM’in arşivinden kerimem aldı.

Heykelin açılışını haberleşdiren yegâne gazete olan Milliyet, o güne dâir sayısında konuya ilişkin şöyle yazıyor;

Yuvaya Dönüş_ Yuvaya Dönüş Heykeli_Gölcük_Kocaeli_  Eski Tüfek Şükrü IRBIKDeniz Kuvvetleri Personeli'nin seferden döndükten sonraki mutluluğunu simgeleyen “Yuvaya Dönüş” heykeli, Gölcük Donanma Komutanlığı'nda Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven ERKAYA tarafından törenle açıldı.

Kaidesiyle birlikte 7 metre yüksekliğinde olan heykeli, Heykeltraş Sait RÜSTEM yapdı. Oramiral ERKAYA “Denizciyi seferde ayakta tutan, onu karada bekleyen ailesidir. Bir denizci, görevden döndükten sonra ailesiyle buluşduğu anda yaşadığı mutluluğu hiçbir yerde yakalamayaz” dedi.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Erkaya, heykeltraş Sait Rüstem'e şilt verdi.

Açılışa; Kocaeli Valisi Memduz ÖZ, Donanma Komutanı Oramiral Salim DERVİŞOĞLU, Donanma’da görevli subay ve astsubaylar ile davetliler katıldı.” 07.09.1997 Milliyet gazetesi.

Gazete haberinin târihi 7 Temmuz. Demek ki Yuvaya Dönüş Heykeli bir gün önce, yani  6 Temmuz 1997 tarihinde  hizmete açılmış. Törene ben ve gemimdeki arkadaşlarım iştirak edemedik. Çünkü bizler o günlerde, hattâ aylarda tam 105 gün devam eden meşhur FOST eğitimi için TCG Oruçreis Fırkateyni ile İngiltere’de deniz görevinde idik.

Heykel yerine konulduktan haftalar sonra görevimiz bitti ve Gölcük’e döndüğümüzde gördük. Doğrusunu söylemek gerekirse böyle bir heykelin yapılacağına dâir bir haber de duymamış idik. Çünkü 1997 senesinde Gölcük’de kaldığımız günlerin yekûnu iki elimin parmakarının sayını geçmez. Gölcük’e geldikten sonra heykeli ilk gördüğümde sevinç, gurur ve heyecandan ayaklarımın yerden kesildiğini bugün gibi hatırlıyorum.

Heykelde; seferden döndükten sonra eşini ve kızını hasret ile kucaklayan bahriyeli bir astsubay üstçavuş, ailesiyle birlikte resmedilmiş. Deniz Kuvvetleri Komutanımız Oramiral Güven ERKAYA’nın bu heykele denizin kahrını çeken deniz astsubayını konu etmesi onun şaşmaz takdir yeteneğinin ve yüksek kadirşinaslığının açık bir tezâhürüdür. Kendisinin kadirşinaslığının tek isbatı bu değil. Bakınız daha neler yapdı. Eee, dostlarım; “İzden yürümek” kolaydır da “iz bırakmak” değildir!

Sayın ERKAYA, Donanma Komutanı iken bir gün âniden gemimize geldi ve şöyle dedi;

"Arkadaşlar, gemiciler olarak sizlerin çekdiği meşakkâti, ne kadar zor şartlar altında görev yapdığınızı ve yıprandığınızı iyi biliyorum. Eşiniz, çocuğunuzla; ananız, babanız ile dinlenip senenin yorgunluğunu atacağınız kamplar yapdıracağız. Herkese her yıl bir defâ kamp tahsis edeceğiz. Sizler daha fazlasını hak ediyorsunuz. Teklif dosyasını hazırlattım ve Kuvvet’e gönderdim" dedi. Bizim ile samîmi hisler ile hasbıhâl etdi, çayımızı içdi ve kendisini gemimizden uğurladık.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevi sona ermiş idi. Kendisi göremedi. Fakat inşaatını başlattığı tesislerin kurdelasını, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevini kendisinden devralan halefi Oramiral Salim DERVİŞOĞLU kesdi. Sayın Güven ERKAYA, sözünü tutmuş ve dediğini yapmış idi.

Kendisinin emir astsubaylığını yapan bir meslek büyüğünden duydum. Yazımı okursa, ismini kendisi fâş edebilir. Sayın Komutanımız; 1991 senesinde, İzmir’de Saha Komutanı iken karargâh subaylarına emir vermiş. Demiş ki astsubaylara da gece kıyâfeti (mess dress) tahsis edilmesi için hemen bir çalışma yapın ve dosyayı tezelden Kuvvvet’e gönderelim. Kendisi basiretli davranmış ve Genelkurmay Başkanlığının astsubaylara gece kıyafeti tahakkuk etdirmesinden yaklaşık 20 sene evvel bu girişimi başlatmış idi.

Bugün astsubaylara gece kıyâfeti verilmesi konusunda da merhum Komutanımız ERKAYA dirayetli ve basiretli davranmış, doğrudan vesile olmuşdur.

Dosya hazırlayıp Kuvvet’e göndermek her komutanın harcı değildir. Hele bir de astsubay hakları söz konusu ise mangal gibi yürek ister. Rahmetli Komutanımızın yüreği mangal gibi idi. Hem de koskoca bir mangal gibi...

İz bırakmak herkesin harcı değildir demiş idik. İz bırakan bir Komutan olarak ismini gönüllerimize nakşeden Oramiral Güven ERKAYA’nın biz denizci astsubay ve subaya unutulmaz bir iyiliği daha var. Onu da anlatalım da kimin neler yapdığına târih şahit olsun. Suüstü Gemi Görev Tazminâtı.

1996 senesi olsa gerek. O zamâna kadar karada görev yapan ile gemide görev yapan astsubay/subay maaşları aynı idi. Gemi hizmetimin 10 senesinde ben de böyle görev yapdım. Merhum, kendisi Donanma Komutanı iken Gölcük’de bir öğlen vakdi âniden bizim gemimize, T.C.G Yıldırım Fırkateynine çay içmeye geldi.

Gösterişden, yapmacık davranışdan ve yağcılıkdan nefret eden ve bu tür insanları şiddetle paylayan bir kişi olan Komutanımız

Her zamân olduğu gibi gemiye geleceğini gene kimseye söylememiş idi. Çalışma yerlerimizi şöyle bir dolaşdı. Bizim kamaramıza geldiğinde şöyle dedi;

"Bu mesleğe ilk girdiğim yıllarda dikkatimi çeken ve beni rahatsız eden bir husus var idi arkadaşlar. Bugün bu konuyu sizler ile konuşmak için geldim geminize. Suüstü Gemi Görev Tazminâtı. Sizler burada geminin kahrını çekerken karada görevli arkadaşlarınız ile aynı maaşı alıyorsunuz. Bu olmaz, vicdan bunu kabul etmez. Denizaltıcılar bu tazminatı senelerden beri alıyor. Gemide görev yapana şimdilik sembolik de olsa bir tazminât verilmesi için dosya hazırlattım ve dün Kuvvet’e gönderdim. Biraz bekleyin lutfen" dedi, çayını içdi ve gitdi.

Demek ki Suüstü Gemi Görev Tazminâtı konusunda, mekânı cennet olsun, kendisi her türlü hazırlığı yapmış ve bize müjde vermeye gelmiş idi. Nasıl olsa Ağustos ayında Kuvvet Komutanlığına terfi edecek, gönderdiği dosya kendi eline gelecek idi. Sayın Komutan, dediğini gene yapdı.

Kısa bir zamân sonra az da olsa gemiciliği taltıf ve teşvik eden bir suüstü gemi tazminâtı verilmeye başlandı. Rahmetli ERKAYA yeni bir yol açmış ve kendi ifâdesi ile sembolik dediği gemi tazminâtını Kânun’lara işletmiş idi. Daha fazlasını yapabilecek imkânı olsay idi şâyet yapacağından hiç şüphem yok.

Ne yazık ki kendisinden sonra göreve gelen komutanlar, Sayın ERKAYA’nın bu vasiyetine sahip çıkmadı. Gerçekten sembolik olan gemi tazminât miktarı, gemiciliği teşvik edecek, vicdanları rahatlatacak bir düzeye yükseltilmedi. Ahde vefâsızlık bu olsa gerek!..

Merhum Güven ERKAYA’nın bir farkı daha vardı. O zamâna kadar tayinler hep Mayıs ayının sonunda ya da Haziran ayının ilk haftalarında açıklanır idi. Garnizon dışına gidecekler için bu târih geç oluyor ve yeni birliğe taşınmak, ev tutmak, okul bulmak, çalışan eşlerin nakli gibi konularda ciddî sıkıntı veriyor idi.

Kendisi Kuvvet Komutanı olduğu iki sene boyunca, tayinler Nisan ayında açıklandı. Herkesin hep şikâyet ettiği ve kimsenin sahiplenmediği bu meseleye de derinden bir neşter atdı rahmetli. İki sene boyunca tayin edilenler yeni birliklerine kolayca katılabildiler. Rahat rahat evini kiraladı, taşındı, çocuğuna okul buldu, eşini naklettirdi. Kendisinin görev süresi bittikten sonra yerine gelen komutanlar bu usulü ne yazık ki devâm ettiremediler.

Bir gün yolunuz düşer de Kocaeli’nden geçerseniz, yol kenarında durup üç beş paket pişmaniye alın. Küçük hediye sevgiye; büyük hediye ise saygıya vesile olur. Pişman olmazsınız. Eşinizin dostunuzun gönlünü alırsınız.

Değirmendere’nin denize nâzır çay bahçelerinden birisine oturup bir mola verin. İzmit Körfezi’ni seyre dalarak ince belli cam bardakda çayın keyfini çıkartın. Yorgunluğunuzu hemen alır. Zamanı ise şâyet o tâze fındıklarından alıp doyasıya yeyin. Soyadı gibi uysal olan sevgili devre arkadaşım Özgün UYSAL buradadır. 30 seneden fazla oldu kendisini görmeyeli. Rast gelirseniz şâyet selâmlarımı söyleyin. Gözlerinden hasretle öperim.

Karamürsel’den geçerseniz, kime sorsanız söyler size. Bahar vaktiy ise sormasanız da olur. Ihlamur kokusunu takip edin, bulursunuz. Bizim mahalleye uğrayıp ıhlamur ağacının olduğu sokakdan şöyle bir geçin. Ciğerleriniz ıhlamur kokusuyla bayram etsin. Haa bir de sınıf arkadaşım ve Soyadını kızıma isim olarak verdiğim kardeşim Hilmi ECE var orada... Kendisi şimdi Tuzla’da bir üniversite’de Hoca... Sevaptır, selâmımı söyleyin. Gözlerinden hasretle öperim.

Bahriyelinin Yuvası Gölcük’e yolunuz düşer ise dostlar, gezinizi biraz uzatmak için bir değil iki sebebiniz var. Polyanna’ya bile taş çıkartacak kadar iyimser ve neşeli bir insan olan Beylerbeyi Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’ndan sınıf arkadaşım 954 Engin KORKMAZ orada. Üç sene boyunca aynı sınıfın sıralarında okuduk, aynı yatakhanenin ranzalarında yan yana uyuduk. Ne güzel günlerdi o günler...

 

 

 

1979_1980 DASTOK II C, Yuvaya Dönüş _ Eski Tüfek 

 

 

 

1982 neşetli E) Dz. Radar Asb.Kd.Bçvş. Merhum Engin KORKMAZ

Sene 1979, güz aylarından birisi... Deniz Astsubay Hazırlama Okulu ikinci sınıfta idik. Dersimiz, fizik; hocamız harika insan, mükemmel hoca Yarbay Mustafa KAZEZYILMAZ... Ders işlerken birden kapı çalındı ve sınıfa bir hanımefendi girdi. Elinde kocaman bir pasta ve şişeler dolusu çeşit çeşit meyve suyu... Engin’in anası imiş!.. Engin’in babası da deniz astsubayı idi. Hem de denizaltıcı… Doğum gününü kutlamak için taa Gölcük’den kalkıp İstanbul Beylerbeyi’ndeki sınıfımıza kadar gelmiş. Mustafa Hocamız derse ara verdi ve sınıfın içinde hep beraber Engin’in doğum gününü kutladık o dersde. 3 senelik öğretim süresinde kutladığımız ilk ve tek doğum günü idi bu... Analık bu olsa gerek.

Mezuniyetten beri görmedim Engin’i... Selâmımı söyleyin. Anasının elinden, Engin’in ve oralardaki sınıf arkadaşlarımın hepsinin gözlerinden muhabbetle öperim.

Yuvaya Dönüş’ü yayınlandıkdan 14 ay sonra yukarıda resimini gördüğünüz değerli sınıf arkadaşım Engin KORKMAZ, 9 Eylül 2014 Salı günü aramızdan ayrıldı. Kendisine Allah'dan rahmet dilerim. Mekânın cennet olsun “Seyirci” Engin kardeşim.

Sonra, gezinizin asıl hedefine teveccüh edin. Deniz Üssü’nün Doğu Nizamiye girişine doğru yürüyün ve Türk Deniz Astsubayına duyulan şükranın ve minnetin ebedî ve en müşahhas ifâdesi olan Yuvaya Dönüş Anıtını ziyâret edin.

 

Ziyâret etmekle iktifâ etmeyin, bir iki resim çektirin. Zira başka yerde bulamazsınız, kendi türünün biricik örneğidir. Denizci, hattâ asker olmasanız bile bir baba, bir ana ya da onların yavruları olarak sizler, bu heykelde kendinizden mutlaka birşeyler bulacaksınız. Görmek istediğiniz her şeyi görürsünüz bu Anıtda; hasret, mutluluk, saadet, tahassür, sevgi, şefkât, duygu, tutku... Hattâ daha fazlasını...

Bu dünyâda herşey nasip kısmet işidir. Kısmetde ne varsa kaşıkda o çıkar.

Deniz Astsubayı olmama rağmen

Gölcük’de iken Yuvaya Dönüş Anıtı’nın önünde ailem ile birlikte resim çekdirmek bize o yıllarda kısmet olmadı.

Fakat heykeli ile resim çekdiremesek de

Heykeltıraşı Prof.Dr. Sait RÜSTEM ve sevimli oğlu Ahmet Can ile birlikde ailecek resim çekdirmek ile bahtiyarım.

 

Yuvaya Dönüş_ Yuvaya Dönüş Heykeli_Gölcük_Kocaeli_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

 

 

 

Yuvaya Dönüş_ Yuvaya Dönüş Heykeli_Gölcük_Kocaeli_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

 

 Her şehirin bir fârikası vardır. Her insanın da târihde bırakdığı bir iz!..

Yuvaya Dönüş Anıtı, Türk Donanması’nın kalbi Gölcük’ün fârikasıdır,

Yuvaya Dönüş Anıtı, Ormairal Güven ERKAYA'nın târihde bırakdığı izdir!..

Oramiral Güven ERKAYA;

Yuva Dönüş Anıt’ını yapdırdığınız için yüzbinlerce Deniz Astsubayı size bugün dahi dualarını gönderiyor.

Mekânınız cennet olsun!..

Bugün, 6 Temmuz 2013. Yuvaya Dönüş Anıtı’nın 17’nci doğum günü!

İyi ki doğdun Yuvaya Dönüş Anıtı; Nice yılllara!..

Dünya durdukca bütün heybetinle sen de yerinde öylece dur!

Fârikası olmak da târihde iz bırakmak da önemlidir, kıymetli dostlarım!

Ne mutlu, fârikası olana,


Ne mutlu, tâ rihde iz bırakana!..

Yuvaya Dönüş

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Haydi gene iyisiniz yiğitler! Kömüş bayıltan sıcakların basdırdığı şu yaz günlerinde, sizlere gıyamadığımdan olsa gerek! Kendimi sizlerin yerine ikâme eyleyip cuvâldûzü önce kendi etime batırdım şöyle derinden derinden. Siz muhterem karileri ne kadar sevdiğimi varın siz tahmin edin gâri!

Sonra, sordum kendi kendime; bir şeyi niçin saklarım diye! Cevabını da sizin yerinize gene bu fakir verdi kendileyin.

Kıymetli ise saklarım! Meselâ, açlık sınırındaki üçaylığımdan guruş guruş artdırıp çıkınıma katmer katmer sardığım kefen paramı! Çünkü başkasının eline geçmesini istemem. Bir pundunu bulup da birisi parsadanlayıverse maazallah cenâzem orta yerde kalabilir!

Bir şeyi aşırmışsam, saklarım! Derler ya! Komşu boncuğunu çalan, gece takınır! Çünkü çaldığım şey bana ait değildir. Sahibi onu gördüğünde benden isteyecekdir. Uçurtma uçurduğum zamanlardan bilirim! Konu komşu, akraba yâren bahcelerinden çocukken aşırdığımız meyvelerin hepsini yeyip öğütesiye kadar orada burada dulda bir yerlere saklanır, kimselere gösdermezdik.

Beni utandıracak ise saklarım! Çünkü başkasının işitmesini, görmesini, bilmesini istemem. Meselâ, avret yerlerimi... Atletim neyse de ut yerlerimi örteni indiriversem aşağıya şimdi şuracıkda, pelit dökmüş Macar meşesi gibi göveriverirsiniz alimallah!..

Onu sakladık, bunu sakladık, şunu da sakladık... Peki, Yüce Rabbim bizi bu dünyaya hep bir şeyleri saklamak için mi gönderdi yârenler? Şöyle göğsümüzü gere gere göstereceğimiz, haykıracağımız bir şeylerimiz yok mu Allahaşkına? Var elbet! Çok şükür, var!

Gurur duyup iftihar edeceğimiz bir şeyi niye saklayalım ki? Misâl, Deniz Muhabere Astsubayı olarak şu Yüce Milletime, Türk Deniz Kuvvetlerinde ve Sahil Güvenlik Komutanlığında otuz senelik fiili hizmetim var. Hem de muvazzaf tarafından! Üstelik bu sürenin yarısına yakınını da gemilerde ifâ etmecesine...

Vatanıma, milletime alnımın teriyle ve şevk ile hizmet etdim. Alnımın akıyla da emeklilik kısmet oldu. Pişman değilim. Şimdi, eski tüfek emekli bir astsubayım. Allah devletime milletime zevâl vermesin. Çalmadım, çırpmadım! Aşırmadım, aparmadım, koparmadım! Horzumlamadım, parsadanlamadım!

Açlık hududundaki tekaüt aylığım ile tencerede pişirip kapağında yiyorum. Ben de bunlarla müftehirim ve bu hakikâti emekliassubaylar.org’dan göğsümü gere gere cümle âleme fâş ediyorum!

Makâlemizin Maksadı

Kıraat edenlere para, pul veremiyoruz! Olsa, maalmemnuniye! Tükân sizin yiğitler!

Lâkin bugün bu makâlemizi okuyanlar, torunlarına elvan çeşitli şeker götürmeseler de evlerine eli boş dönmeyecekler. İki yeni ve taze bilgi edinmenin hazzını yaşayacaklar evvel Allah!

Birincisi, son 30 seneden beridir şehir efsanesi hâline gelen; dedi miydi, demedi miydi lakırdısı ile bizleri meşgul eden “Senin başçavuşun benim teğmenimden fazla maaş alamaz!” vecizinin aslını faslını; nereden nasıl neşet etdiğini ve kimin yumurtaladığını öğreneceğiz.

İkincisi de bu makâle dizisinin önceki tefrikalarında sizlere duyurduğmuz “Zottirik” lakabıyla maruf kişinin Nüfus Hüviyet Cüzdanına bir dikiz atacağız!..

İnsan, dilinin altında saklıdır dediydi ebemdedem. Önceki makâlelerimizi dikkatle okuyup da “Bu kelimeyi sen mi uydurdun? Ya da elin garibine sen nasıl Zottirik diye hakâret edersin?” deyip merakla ve biraz da hiddetle kontürlü telefonuna sarılan cevvâl yiğitlerimiz oldu. Bu meraklarından mütevellit hepsine kalbî şükranlarımı gönderiyorum buradan. Kendileri heves edip de işbu makâlemizi sonuna kadar okurlarsa şayet bu merakları bugün zevâl bulacak inşallah!

Vurmak istiyorlarsa, vursunlar! Canları sağolsun! Fakat o yiğitlerden bir tek şey istiyorum! Merak etmek iyidir de! Hele önce zahmet edip okuyup öğrensinler! Hakikâti öğrendikden sonra da vurmak istiyorlarsa işde o zaman şu fukara boynum gıldan incedir!

Bu garayağız torun, esker olacak inşâllah!

Türk’ün töresindendir. Gınalı 3 gurban geleneğini bilirsiniz! Gelinlik gız, gurbanlık goç ve askerlik oğul!..

Rahmetli babamın anası merhum Emsâl ebemin isteği üzerine esker yapdılar beni. Müşteki değilim! Hepsinin mekânı cennet olsun.

Sülük lakabıyla maruf dedem Süleyman, göbeğimin düşdüğü gün önce ezân okuyup göbek ismimi kulağıma fısıldamış. Sonra Emsâl ebem şöyle demiş babama;

Biz, yedi göbek öteden beri yurdumuzu bekleyen Türksoyu Türk’üz. Bu Türk yurdu, bize su verdi, içdik; taam verdi, yedik! Harb-i İstiklâlin bedelini, babalarımızın şahâdetiyle ödedik.

Bugün, şu ay yıldızlı albayrağın gölgesinde sûlh-u salâh içindeysek ve başımız gövdemizin üstündeyse şayet bunu, eskerimize borçluyuk.

Oğul, sana vasiyetimizdir! Türk’ün töresidir, uyasın! Bugün yaşadığımız huzur ve hazarın diyeti olarak bu garayağız torun, esker olacak inşâllah!

Bu sebepden olsa gerek, hepsi de ömürlerinin son demine kadar beni, ismimden çok “Onbaşı” diye çağırdılar. Ne Emsâl ebem ne de Sülük dedem esker olduğumu görebildi. Ben astsubay oldukdan sonra bile babamın bu alışkanlığı, öldüğü güne kadar devam etdi. Onbaşı unvanını taşımakla da iftihar ederim.

Bilenler, bilir. Köylük yerde, kızları nüfusa bile yazdırmazlar. Bizim oralarda o zamanlar öyleydi. Bir erkek uşağı, en az 3 gız evladına bedel kabul edilirdi.

Biz, 6 garındaşız; 5 gız, 1 erkek uşağı! Ailemiz için çok zor bir tercih olmasına rağmen merhum babam, ebemdedemin vasiyeti üzerine ve sûlh-u salâhın diyeti niyetine kulağımdan tutup beni esker ocağına teslim etdi. Hem de 15 yaşımda.

Hz. İbrahim’in, oğlu Hz. İsmail’i kurban niyetine kesmeye tevessül etdiği gibi babam da beni götürüp ıssız bir yerde kesdeydi, kim gelip ne diyebilirdi? Rahmetli babam beni kurban niyetine kesmedi. Fakat bu millete kurbanlık niyetine, askeriyeye teslim etdi.

Gabi statü sanemi diyor ya; “Astsubaylığı siz kendiniz seçdiniz. Kimse sizi zorla astsubay yapmadı!” Şimdi, bu sözü söyleyen susak ağızlı apoletli esker düşmanı statü edepsizine bir çift sözüm var şurada söyleyecek! Lâkin edebim elvermiyor.

Şahâdet Şerbetini İçen Devre Arkadaşlarım!

1000 seneden beridir şu mukaddes topraklar üzerine basıyoruz. Bugün şayet bağımsız olarak yaşıyorsak ebemdedemin dediği gibi bunu hiç kuşkusuz askerimize borçluyuz. Bölüp parçalamak için elvan çeşit orostopolluklar tezgahlansa da bugünkü huzuru temin etmek bahasına en çok şehit veren astsubay sınıfının mensubuyum. Bu şüheda ocağının bir neferi olmakla da iftihar ederim.

Bahsetmeden geçemem! Silahdaşlığın icâbıdır. Hiç olmazsa kendi devre arkadaşlarımı burada yâd etmeliyim.

Vatana hizmet için beraber başlatdığımız bu askerlik yürüyüşünü sınıf arkadaşlarımdan niceleri akla hayâle gelmeyecek sebeplerle tamamlayamadı. Mukaddes vatan hizmetine talip oldular. Bile bile gidip gönüllü yazıldılar. Ve karanlıkda ateşe doğru uçuşan pervâneler gibi  vatan hizmetine koşup şahâdet şerbetini içdiler birer birer.1982 neşetli Şehit Deniz Top Asubay Çavuş Ömer UZUN _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İşde size sadece birkaç örnek...

Beylerbeyi Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’nda 3 sene aynı sınıfda okuduğum arkadaşım, Soyadı gibi boyu da uzun olan Rahmetli Ömer UZUN. Melek gibi uysaldı. Huyunun mülayimliğine karşın gözü öylesine kara idi ki tarif etmenin imkânı yok!

Benim de borucu olduğum Bando takımının solo trampetcisiydi Ömer. Teneffüslerde, oturduğu masasını öyle bir tımbırdatırdı ki işitenler vurmalı çalgılar orkestrası konser veriyormuş zannederdi. Öylesine güzel trampet çalardı ki Ömercik, onun tek başına çaldığı solo trampet eşliğinde bütün okul yürümekden handiyse mest olurduk.

Babası Almanya’da gurbetciydi. Bu sebepden, öksüz gibi büyüdü. Deniz Topcu Astsubayı Ömercik, SAT olmak istiyordu. Oldu da. Ve hemen de nişanlandı. Babasının evinin önünde, İstanbul Kadıköy açıklarında eğitim için denize atdılar öğretmenleri onu, puslu ve soğuk bir bahar sabahı. Astsubaylığının daha ikinci senesindeydi. O gün denize daldı ve bir daha gören olmadı Ömer kardeşimi.

Karamürsel Astsubay Sınıf Okulunda bir sene aynı sınıfda birlikde okuduğum, Soyadı gibi kendi de temiz olan Orhan... Her daim mis gibi kokduğundan dolayı kendisine “Kokulu” lakabını takdığımız dünyalar iyisi sınıf arkadaşım Beykoz’lu Orhan TEMİZ...

1982 neşetli Şehit Deniz Telsiz Asubay Çavuş Orhan TEMİZ_ Eski Tüfek Şükrü IRBIKÖrütbağda aradım. Ne bir satır yazı, ne bir tavsır. Kendisine ait hiçbir şey bulamadım. Sağ tarafınızda gördüğünüz solmuş sararmış tavsırını kendi yıllığımdan aldım buraya.

Bizi ölüme gönderen komutanların idare etdiği askerî kurumların kendi şehitlerine bu kadar ilgisiz, duyarsız, vefâsız davranması ne acı!

Sitemizden rica ediyorum. Orhan kardeşimi, Gurur Duyduklarımız/Şehitlerimiz bölümüne ilave etsinler lutfen. (Şehidimiz sitemize eklenmiştir, bkz.)

Mezuniyet töreninde çekdiğimiz kur’a ile Telsiz Astsubayı olarak TCG Tınaztepe Muhribine tayin edildi Orhan. Astsubaylığının daha ikinci senesindeydi. Sisli bir kış günü gemisi, İzmit Körfezi’nde Aygaz isimli sıvı gaz tankeriyle çarpışdı. Telsiz Kamarasında görevinin başındayken iki astsubay meslekdaşıyla birlikde şehit düşdü. Bekârdı Orhan kardeşim. O zaman kursdaydım. Koşup gitdim Gölcük’deki cenaze törenine.

1982 neşetli Şehit Deniz/Hava DSH Asubay Çavuş Ahmet SEZGİN_ Eski Tüfek Şükrü IRBIKÜçüncü şehidimiz de Beylerbeyi Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’ndan devre arkadaşım olan DSH Astsubayı Ahmet SEZGİN. Rahmetli Ahmet B sınıfında, ben de C sınıfında okuduk tam 3 sene. Kendisi helikopterde uçucu astsubay idi. Ahmet, evliydi. Benim de TCG Yıldırım Fırtkateyni ile Kuzey Akdeniz’de, İzmir açıklarında iştirak etdiğim bir tatbikat esnasında helikopteriyle görev için havalandı o gün. Bu görev, son havalanışı oldu Ahmet kardeşimin. Helikopteri denize düşdü ve içindeki askerlerin hepsi şehit oldu.

Kısmetmiş. Cenazesine gidebildim. Hemen o civarda, Çanakkale’nin küçücük ve yemyeşil bir köyünde çok güzel bir mezarlıkda toprağa verdik Ahmedi. Subay, Astsubay, Er, Erbaş... O tatbikata iştirak eden gemilerdeki askerlerin tamamı gitdik cenaze namazına. Karacısı, denizcisi, havacısı... Köyün nüfusunun belki de 10 katı asker geldi o gün köye. Binlerce askeri karşısında gören köylüler o kadar memnun oldu ki handiyse şehidinin acısını unutdular.

Cennet ile müjdelenen bu mübârek devre arkadaşlarımın ruhları şâd olsun!

Şehit; aile ve akrabasından 70 kişiye şefaat eder, şefaati kabûl edilir. Allah, kıyâmet günü bizleri de bu şehidlerimizin şefaatlerine nâil eylesin inşallah!

Çoban Sülü ve Astsubay

Çoban Sülü_ Eski Tüfek Şükrü IRBIKÇoban Sülü ile biz astsubaylar arasındaki benzerlik nedir?

Bildiniz! Her ikisi de asker darbelerinden çok çekdi!..

Peki, Çoban Sülü ile biz astsubayların arasındaki fark nedir?

Lengeli fötürünü alıp 6 kere gitdi, 7 kere geldi. Son dönüşü, adına yaraşır biçimde muhteşem oldu! Çoban Sülü, yedincisinde Cumhurbaşkanı olarak gelmesini bildi.

Ancak biz astsubaylara vurulan sivil-asker maddî-mânevî darbeler ve silleler artan bir ivme ve şiddet ile hâlâ devam ediyor babayiğitler!

AYİM Tiyatrosu!

12 Eylül 1980 asker darbesinin tozu dumanı arasında Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, “Astsubaylar, 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’una göre Genel İdare Hizmetleri sınıfından devlet memurudur” diyen mesnetsiz ve Kanunsuz bir  karar verdi.

Bu kararın gerekcesini öğrenmek için 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanun’undan neşet eden hakkımı kullanıp BİMER üzerinden iki kere dilekce gönderdim. Her iki dilekcemde de şu suali sordum;

“926 sayılı TSK Personel Kanun’una tâbi olan astsubayların;

  • a. 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unda tarif edilen Genel İdare Hizmetleri sınıfına dahil olduklarına dair Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin tesis etdiği bir karar var mıdır?
  • b. Karar var ise tarihi ve sayısı nedir?”

 

AYİM’in “Yüksek” adâleti tez zamanda tecelli etdi ve ilk dilekceme şu cevabı verdi;

Dilekce konusu, Bilgi Edinme Kanunu kapsamına girmediğinden cevap verilememiştir!

İkinci dilekceme ise  verdiği cevap şöyle;

Dilekce konusu, Bilgi Edinme Kanunu kapsamına girmediğinden cevap verilememiştir.

Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığında başvuru sahibi Şükrü IRBIK tarafından açılmış davalara ilişkin kararlar isteniyor ise; açılan bu davalara ilişkin kararlar Ek’te gönderilmiştir.

Al sana AYİM’den bir kaya, nereye istersen oraya daya!

Yeri gelmişken diyelim; muvazzaf iken AYİM’e tam 7 dava açdım. Kanun’da yazılı olmasına ve haklı olmama rağmen birisini kaybetdim. Diğer 6 davamı da AYİM başdan reddetdi.

Bu davaların hiçbirisi şahsım ile alâkalı değildir. Hepsi, astsubay aleyhine hüküm ithiva eden mevzuatdaki eksik ve yanlışlıkların düzeltilmesine matuf davalardır. İşde AYİM himmet edip bana bu davaların karar metinlerini göndermiş.

Önce AYİM’e sorduğum suali, sonra da AYİM’in bana gönderdiği yukarıda mezkur cevabı bir de siz okuyunuz. Ben, AYİM’den açdığım davalara ilişkin karar metinlerini isdemiş miyim, bir de siz söyleyiniz.

Ben, AYİM’e soruyorum; “Çanakkale Boğazı?..

AYİM cevaplıyor; “Yanıyor gıçımın ağzı!

Ufak ufak garınca, nenni de yavrum nenni!

Lâkin, bu nenninin sonunda uyuyan ben olmayacağım. İşde, buradan fâş ediyorum siz ala bacak AYİM’li eşeleklere!..

AYİM, bir doğruyu kırk yalana saklama telâşında. Görülen o ki yalan üzerine yalan söyleyen AYİM’in kimyâsı bozulmuş!

Ey, AYİM’in hâkim kılıklı ve apoletli işgilli büzzükleri!

Bugün, gıçınız yanıyor. Artık gizleyemiyorsunuz!

Yarın, hakkını gasp ettiğiniz astsubayların ahı tutacak ve teneşire gelesi vücudunuzun diğer uzuvları da bir bir yanacak inşallah!

Bugün, üçüncü dilekcemi gönderdim e Devlet üzerinden. Sualim, gene aynı! M.S.B’nin kurduğu çadır tiyatrosunda, ipleri Gepetto Genelkurmay’ın elinde olan AYİM kuklası, Pinokyo’yu oynamaya devam ediyor. Üçüncü sualime ne cevap verecek bakalım!

AYİM, istediği kadar bu kararını saklamaya çalışsın. Nafile! Korkunun ecele faydası yok! Bir gün gelecek, haksızlığın, adâletsizliğin utanç abidesi olan emir eri AYİM lağvedilecek. Ve biz emekli astsubaylar o gün de var olacağız. Bu ahlaksız, bu mesnetsiz, bu haksız, bu namert, bu soysuz, bu Kanunsuz kararına gerekce olarak ortaya dökdüğü incileri göreceğimiz günler yakındır yârenler.

Ait, Aidiyet!

Ait, aidiyet” sözlerinden hazzetmiyorum. Bu kelimelerin kadınsı bir sedâsı, bir nidâsı, bir ruhu, bir hüviyeti var. Ben sana aidim, sen bana aitsin! Yok olmadı, o kime ait? Aidiyetimi kaybetdim, hükümsüzdür!

Son zamanlarda kadın eli bulaştırılsa da tarihden beri hemen bütün milletlerde erkek mesleği olan askerlere bu kadınsı kelimeyi kullanmak yakışıyor mu? Yakışmıyor!

Haydi geliniz, böğürtlenli muhallebi kıvamlı ve oje-ruj kokan bu kelimeleri kızağa çekelim! Başkanım, Sayın Ahmet KESER! Lutfen siz de bu söze kulak kesiliniz. Şayet şu fakire iltifat buyurursanız onların yerine câri mevzuatda zaten mevcut olan “Mensup, mensûbiyet, ordu mensubu, mensûbiyet duygusu vb.” diyelim yiğitler!..

Ait ve aidiyet gibi kelimelerinin yerine, genç meslekdaşlarımızın işitmediği ya da unutduğu fakat Eski Tüfeklerin iyi bildiği “Mensup, mensûbiyet” sözlerini kullanalım. Ordumuzda mensûbiyet duygusu azalmış! Şunca senede, yüzde bilmem şundan yüzde bilmem şuna inmiş! Güzel, değil mi?

Hele bir de hiyerarşi, vizyon-misyon, promosyon ve moral-motivasyon gibi börkenekden atmasyon kelimeler var ki!.. Burası neresi Allahaşkına, gardeşler? Hay bu kelimeleri terennüm edenlerin dilini... Demi ve yeri değil ki bir iki usdura da o taraflara sallasak!

atv’de beş paralık yeni bir dizi çevirmek karşılığında bunca senelik itibarını harcayıp Âkil olan Kadir İNANIR bir zamanlar ne yapmışdı dostlarım? Şu fakiri kızdırmayın! Yoksa bir punduna getirip tıpkı Kadir abinin yapdığı gibi sizi duldalarda movite ediverir ha!

Yiğit (nâmert), lakabıyla anılır!

Lakaplar; kişiye karşı beslenen sevgiyi, saygıyı ifade etmek için ya da o kişiye karşı beslenen nefreti dışa vurmak için yakışdırılır.

Örfümüzde vâriddir! Arkadaşa, eşe-dosda, devlet adamlarına, meşhur eşhasa, bahusus siyasetcilere ve hattâ Cumhurbaşkanlarına dahi her dönemde lakap takarız.

İttihatçılar kızdılar mı Atatürk'e “Sarı Paşa” demişler. Bu lakap tutmamış, İttihatçılar arasında kalmış. Vardır elbet bir esbab-ı mucibesi! Asker emeklisi Cumhurbaşkanlarından birisine Çivitbaş, ötekine Zottirik demişler. Birincisini varın siz bulun! Makâlemizin fitnecibaşı, afedersiniz, iç güveyi ve baş oyuncusu olduğundan nâşi biz, ikincisini fâş eyleyeceğiz.

Sakla Sarı Samanı!...

Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu sene okgası çil çil liralarla alınıp satılan sarı saman bile olsa saklamaya meyyâldir insanoğlu. Bunu anlayabiliriz. Peki ya sakladığımız şeyin aslında hiçbir kıymet-i harbiyesi yok ise? O zaman niye saklamak ihtiyacı hissederiz acap? Değeri olmayan şeyleri de saklamak ister miyiz? Kendi adıma evet, saklarım! Başımı yere eğdirecek, hicap edeceğim şeyleri ben de saklamak isterim.

Bir insan tahayyül ediniz. Genelkurmay İkinci Başkanlığı görevi yapmış zamanın bir behrinde. Şimdi kendisi, o mevkiden, makamdan çok uzaklarda yapayalnız geziyor... Ve hizmet etdiği o devlet kurumu, bugün örütbağ sitesinde yayınladığı özgeçmişinde, bu asker kişinin Genelkurmay İkinci Başkanlığı yapdığı tarihleri yazmamış (¹).

Kişinin kendi askerlik hayatındaki önemi şöyle dursun, memleketimiz için bile hakikâten önemli bir makamdır. İnsan, kendinden bahseder de Genelkurmay İkinci Başkanlığı yapdığı tarihleri es geçer mi?

Aslını Gizleyen!...

Çok aradım, sordum, soruşdurum. Aradım, taradım fakat ben bulamadım. Zannımca, birisi ya da birileri bizlerden bir şey saklıyor!

Zamanın bir sehminde sen T.C. Ordusunda Genelkurmay İkinci Başkanı olarak görev yap. Sonra, senin özgeçmişini yazan ve senin de bir zamanlar Başkanlığını yapdığını o devlet kurumu, senin o kurumun İkinci Başkanlığını yapdığın tarihi özgeçmişine yazmasın! Sarımsaklayıp saklasın! Olacak, unutulacak, sehven yapılacak iş mi?

Peki niye? Kıymetli mi? Aşırdığın bir şey mi? Seni utandırası bir şey mi? Ya da nedir?..

Soyu sopu, nesebiyle herkesin iftihar etmek hakkı vardır. Fıtraten haiz olduğumuz bu hak, lâyuseldir! Kimse dokunamaz, sorgulayamaz! Bu fikrin tezahürü olarak da ebemdedem şöyle buyurmuş; Aslını gizleyen haramzâdedir.

Mâdem hakikâtler bu minval üzere öyleyse görev yapdığın tarihin aslını, faslını niye gizlersin? Daha reşit olmamış çocukları beslemeyip bir bir asdığını gerdâniye makâmından terennüm eylediğin basın demeçlerinde cümle âleme utanmadan fâş eyliyorsun. Genelkurmay İkinci Başkanlığı yapdığın tarihi sen ya da Genelkurmay Başkanlığı niçin şu an dahi saklıyor? Hakikaten meşkûk bir durum, değil mi?

Astsubaya Atılan Her Taşın Altından Sen Çıkıyorsun!

  • Yüksek öğrenim tamamlamış astsubayların maaş intibaklarının devlet memurlarına nisbeten bir üst dereceden yapılmasına dair Meclis’in kabul etdiği 1923 sayılı Kanun’u Anayasa Mahkemesinin iptal vetiresinde sen, Genelkurmay İkinci Başkanı idin,
  • Bu Kanun’un astsubaya verdiği intibak hakkının Meclis’de iptal edilmesine hukûkî zemin hazırlamak üzere Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin “Astsubaylar, asker değil fakat 657’ye tabi devlet memurudur” diye karar tesis etdiği dönemde sen, Genelkurmay Başkanı idin,
  • AYİM’in verdiği “Astsubaylar, devlet memurudur” kararını emir telakki edip zamanın Başbakanı asker emeklisi Sayın Bülent ULUSU’nun Meclis’den Kanun olarak çıkartdığı tarihde bu kez sen neymişsin; Devlet Başkanı, MGK Başkanı, Genelkurmay Başkanı, Şah, Padişah, bizim Mahallenin Muhtarı ve hattâ bizim torunun okuduğu okulun Okul-Aile Birliği Başkanı idin. Öyle mi? Eyvallah!

Biz astsubayların şu bahtsızlığına bakınız babayiğitler! Astsubayın yüksek öğrenim intibak hakkının gasp edilmesi sürecinde Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi, M.S.B., AYİM ve T.B.M.M. çatısı altında çevrilen tezgahlar silsilesinde ortaya dökülen hangi daşı kaldırsak altından aynı apoletli subay çıkıyor karşımıza. Bunların hepsine tesadüf deyip üsdünü örtebilir miyiz?

Meş’um, Meçhul ve Meşhur Asker!

Astsubaylara en katmerli darbeleri sen vurduğuna göre ya astsubaylardan kaynaklanan onulmaz bir kuyruk acısı var sende ya da seni sıkıntıya düşürecek bir ayıbını, bir suçunu bilen bir astsubay var! Acaba hangisi?..

Bunlar söz konusu değilse o zaman astsubaya karşı beslediğin bu bitmez tükenmez kin, hınç ve nefretinin sebebi nedir, ey meçhul asker?

Bu meçhul asker, astsubayın haklarını gasp etmek için arnavut kaldırımı döşeli fitne yollarında apoletini bir o yana bir bu yana sallaya sallaya o kadar hızlı koşmuş o kadar hızlı koşmuş ki! Düz tabanlarını yağlayıp koşabileceği bütün yollları tepmiş. Dermânı ve ciğeri elverseymiş ve biraz daha hızlı koşsaymış şayet dünyadan aşşağıya düşecekmiş hani!

Astsubayı Taşlamak isimli mukaddime ile başlayan tefrikadan sonra sırasıyla; Cumhurbaşkanı ve Astsubay, Anayasa Mahkemesi ve Astsubay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Astsubay sitemiz müdavimleri buluşdu.

Ve şu anda kıraat etdiğiniz ve tefrikanın sondan ikincisi olan işbu makâlenin adı ise Genelkurmay Başkanlığı ve Astsubay!..

Makâle tefrikamızda, Millî Savunma Bakanlığı ve Astsubay ismiyle bir makâle neşretmeyeceğiz. Nâfiledir! Gâvur orucu gibi konuyu uzatmaya değmez!

Çünkü ha Genelkurmay Başkanlığı, ha Millî Savunma Bakanlığı... Konu astsubay meselesi olunca ya birincisi, ikincisinin kuyruğuna takılıyor ya da ekseriyetle olduğu gibi ikincisi, birincisinin...

Aynı küllüğün horozu, aynı teknenin hamuru; aynı tarlanın çamuru...

Yaman hırsızın, yalancı şâhidi; Bozacının, şıracısı; Havan dövücünün, hık deyicisi...

Minâre çalanın, kılıf hazırlayıcısı; Gassâlın, mezarcısı...

Çünkü astsubay talepleri söz konusu olunca bu Siyam ikizleri; aynı bağın, aynı makâmdan beraber şakıyan bülbülleri; aynı dağın beraber seken saksağanları; aynı derenin aynı anda, aynı yerden ve birlikde ısıran ısırgan otları oluveriyorlar nasılsa!

Bu eşlemeden, birisi bunu seçiyor, öteki de şunu..

Birisi, biz astsubayları minâreden atıyor! Öteki, aşağıya inip tutmuyor!

Birisi pas veriyor, öteki, daha ziyade ikincisi, yani apoletlisi gol atıyor.

Tabii, kendi kalesine!

Bir emir ile ölüme gönderip Azraili olduğun askerin az bir kısmını teşkil eden subayları sen ihyâ et, kâhir ekseriyetini teşkil eden astsubayları ise inkâr et, ihbar et, ihmâl et!

Yapdıkları, danışıklı döğüş ezelden beri.

Yok aslında birbirinden farkı. Birlikde çevirdikleri hep fitne, fesat çarkı!

Zottirik Lakabıyla Müsemmâ Meçhul Asker!

Zottirik’in Harbiye’den bir üst devresi olan 27 Mayıs darbecilerinden Albay Ertuğrul ALATLI’dan tevâtüren;

Harb Okulunda her devrede genellikle her öğrencinin farklı lakapları vardır. Kendisi futbola çok meraklıydı. Bölüklerarası her maçda oynamasına rağmen atlayıp zıplayıp tam neticeye varamadığı için  muzip arkadaşları adını “Zottirik” koymuşlardı. Bilhassa Harbiye’de onu hiç kimsenin ismiyle çağırdığını fazla hatırlamıyorum. Bu hoş olmayan tanımlama neredeyse yüzbaşılığına kadar devam etdi. Sonraları unutulup gitsede, ona kızan dönem arkadaşları eski günlere atfen bu lakabı maalesef gündeme getirebiliyorlar.

Maske Düşüyor!

1923 sayılı Kanun ile yüksek öğrenim gören astsubayların maaşlarının, “devlet memurlarına nisbeten bir üst dereceden intibak ettirilmesini” Anayasa Mahkemesi 1976 senesinde görüşmüş ve Kanun’un bu hükmünü iptal etmişdi. Kararın tam iptali yönünde görüş bildiren ve davanın görüşülmesi esnasında 1 üyesi askerî hâkim subay olan mahkemenin 6 üyesi şöyle mesnetsiz ve sapık bir kanaat tesis etmişdi.

... Bir astsubaya, kendisine rütbesi ve kıdemi yönünden emir verme durumunda olan amirinden daha üstün aylık ödenmesinin askerî hizmetlerin gereklerine ve bunun doğal sonucu olan disipline aykırı düştüğü açıktır.

Bu yargının doğru olduğunu bir an için kabul edersek; askerlik görevini yapmak için orduya intisab eden 1 günlük hizmeti olan asteğmenin, 30 sene hizmeti olan bir astsubay başçavuşdan daha fazla maaş alması gerekir. Halbu ki vaziyet hem o tarihde hem de bu tarihde böyle değildir. Olamaz da! Olmasını savunmak için insanın aklını peynir ekmek ile yemesi gerekir. Böyle bir ücretlendirmeyi dünyanın hiçbir teşkilatında göremezsiniz. Bu kanaati hukuk ehli insanların söylemesi Türk hukuk tarihi için tam bir rezalet, tam bir yüz karasıdır.

Böylesi sapık bir karşıoy yazısını yazmak ile Anayasa Mahkemesinin bu 6 üyesi; “Başçavuş bile olsa benim teğmenimden fazla maaş alamaz”  diyen kişi ile aynı noktada buluşdu, aynı ağulu fikirde ittifak etdi. Bu fikiri hangisinin hangisine fısladığı önemli değil. Fakat Anayasa Mahkemesi hâkimlerine, Genelkurmay’ın teneşire gelesi İkinci Başkan’ının fıslaması daha muhtemel görünüyor. Tosya pirinç unundan yapılmış muhallebi ile beslediği teginmenine kıyamayan zamanın Genelkurmay İkinci Başkanı nefret zehirlenmesine duçâr oldu ve işde bugün kendisini rezil ve zelil eden bu sapık ifadeyi yumurtaladı.

Sözün Sahibi!..

Kusursuz cinâyet yokdur. Her katil iz bırakır. Bakmasını bilen de mutlaka bir ipucu bulur. Kurşun izi, parmak izi, ayak izi... Kıl izi, tüy izi... Bunlar da yoksa; ruh izi, nefes izi, göz izi...

Akıllı olduğu zehabına kapılıp kanaviçe işler gibi cinayet işleyen kancalı kurt kılıklı bu asker kişi, işlediği her cinayetde silinmez izler bırakdığının farkında değildi. İşde onlardan bazıları; Netekim, Zottirik, beslemedik, asmadık netekim!

Bu izler, nihâyet zevâle erdi. O uğursuz ağzından çıkan sözler, sahibinin eşkâlini ele verdi.

Ve nihâyet son 40 seneden beridir biz astsubayları onulmaz sıkıntılara düçâr eden meş’um, meçhul, meşhur; “Başçavuş bile olsa bir astsubay benim teğmenimden fazla maaş alamaz netekim!” lafı üzerindeki giz perdesi aralandı!

Asker emeklisi Cumhurbaşkanı Fahri bey, Anayasa Mahkemesine söylediği yalanları ile çıkdı Hâkk’ın huzuruna!

Astsubaya vurulan her darbenin, atılan her daşın altından sen çıkıyorsun!

Sen de Türk Ordusunun subayı ile astsubayını su ve zeytin yağı gibi birbirinden ayrışdıran ve bölen bu ağulu lafın ile çıkacaksın yakın zamanda Hâkk’ın makâmına!

12 Eylül 1980 darbecisi Orgeneral Zottirik Kenan EVREN_ Eski Tüfek Şükrü IRBIKİşde eşkâlin künyesi:

Bu meş’um, meçhul ve meşhur askerin Göbek Adı; Ahmet!

Adı; Kenan...

Soyadı mı? Söylemeye değmez! Namert, lakabıyla bilinir nasılsa!..

İşde yârenler, “Başçavuş bile olsa bir astsubay benim teğmenimden fazla maaş alamaz netekim!” sözünü saklamak maksadıyla Genelkurmay İkinci Başkanlığı yapdığı tarihleri bu şahıs ve idare, bilerek, isdeyerek ve kasden saklamaktadır.

1975 senesinden beri ışığa kavuşmayı tahassürle bekleyen bir hakikât daha şimdi muradına erdi!

Siz kariler de çıkın kerevetine!..

Damarımda Kanımsın!

Merdâne paşamız çıkımışdı meydâne. Ve darbe makâmından cümle âleme fâş eylemişdi, güzide bir futbol takımımızı tutduğunu.

Ne demişdi, anıtı büyük paşamız? “Damarımı kesseniz kanım şu ve şu renk akar!(²)

Paşam, biz sizleri Türk Ordusunun askeri bilir idik! Askerin kanı aksa aksa kırmızı akar. Çünkü bizim kanımız rengi, kırmızı. Kanınızın rengi kırmızı değil ise siz ne siniz?

Jay Jay Okaça’ya olan muhabbetiniz de gözlerden kaçmamışdı Başkanlığınız zamanında. Kanınızın rengi gibi yoksa derinizin rengi de mi bizden farklı?

Damarlarınızda renklerini taşıdığınızı söylemekle övündüğünüz ve o futbol takımını sevdiğiniz kadar astsubayları, hele hele ekmeğini yediğiniz Türk Milletini seviyor musunuz acap?

Bir çevik paşamızın söylediğini kendi sinem ile görmüş, kendi kulaklarım ile işitmişdim televizyonda. Kendisi, Genelkurmay İkinci Başkanıydı o vakitlerde. Tutduğu futbol takımı hakkında gazetecinin kendisine sorduğu suale cevap verirken bir paşamız şöyle başlamışdı sözüne; “Şerefim üzerine yemin ederim ki!..

Türk Ordusunda görevli bir paşa düşünün! Futbol takımı sevgisi, kara sevda kertesinin de ötelerine varmış ve askerlik şerefinin önüne geçmiş.

Söylediğini görüp duyarken de kendi ağzım, anamın yayık ayranı çalkaladığı çebiç derisinden mamûl torbanın ağzı gibi açılıverdiydi.

Yakalarındaki MadalyalarıGenelkurmay Başkanı Necdet ÖZEL_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  • TSK Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası, TSK Üstün Hizmet Madalyası, TSK Şeref Madalyası,
  • Romanya Askerî Yüksek Liyakat Madalyası, Kırgızistan Kahraman Madalyası, Moğolistan Üstün Hizmet Madalyası, Kore Cumhuriyeti Millî Güvenlik Liyakat Madalyası, Suudi Arabistan Kral Abdülaziz Üstün Liyakat Madalyası ve Ürdün Üstün Jandarma Subayı Madalyası. Hiçbir yurtdışı daimî göreve gönderilmeyen Nejdet bey, bu yaban ellere ne vakit gidip de bu milletlere hizmet etmiş acap?

Yukarıda mezkur madalyalar, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sayın Necdet ÖZEL’e bugüne kadar verilen madalyalar.. Memurluğuna başlayalı daha 2 sene bile dolmadan 3 dane yerli madalya ve 6 dane yabancı menşeli madalya.. Maşşallah! Allah ziyâde etsin.

İç güvenlik harekâtı esnasında mayına basdığı için sol bacağı dibinden kopdu. Bu sebeple, koltuk değneği ile ancak ayakda durabilen Piyade Astsubay Başçavuş Polat KATIRANCI’yı karşısına alıp TSK Üstün Cesâret ve Ferâgat Madalyası verdi.

Peki, aynı madalyayı boynunda taşıyan Nejdet bey,  bugüne kadar kaç savaşa girdi? Kaç savaş kazandı? Hangi savaşda yaralandı? Kaç kere ameliyat oldu? Nejdet beyin hangi uzuvları yerinden kopdu, kesildi biçildi de bu madalyayı hak etdi?

Önce, sapasağlam yerinde duran kendi bacağına, sonra da madalya verdiği Polat Astsubayın “tahtadan yapılmış takma bacağına” bakdığında neler hissetdi acap?

Elin adamları durduk yerde bizim subayımızın boynuna niye madalya takar yiğitler?

Nejdet bey bizim ordumuzdan daha çok yabancı ordulara mı hizmet etdi yoksa?

Bakalım daha kimler, ne madalyalar takacak boynuna!

image015Bir de onaltıncı Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün yakasına bakınız. Bir tek madalya görürsünüz!

Başkomutan olarak sevk ve idare etdiği İstiklâl Harbi’nde gösterdiği muvaffakiyyetlerinden dolayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin verdiği tek madalya; Kırmızı-yeşil şeritli İstiklâl Madalyası!

Kimin kime hizmet etdiğini bu madalyalardan daha güzel gösteren ne olabilir ki?

Geçmişden Günümüze; Eski Tencere, Eski Tava!..

image017Önce, “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” diye bas, bariton ve tenorden bağırdılar. Bakdılar, maya tutmadı. Sonra, kafalarına çölmekden saksı düşmüş olmalı ki bu vecizdeki şartın sıralamasını değişdirdiler.

Şimdi “Güçlü Türkiye, Güçlü Ordu” diye nutuk atıyorlar. Eh, hiç yokdan iyidir. Züğürt tesellisi niyetine “He!” diyebiliriz. Hespi o gadar!

Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun Astsubaylarını perişan etmek için geçmiş ezmanda devletin böyyük makam sahibi, atanmışından-seçilmişinden ve askerinden-siyasetcisinden galınbok adamlarının çevirdiği orostopolluk silsilesi böyle idi.

Peki, astsubayların lehine olmak üzere, yüreğimizin sesini duyduğumuz şu demde asker cenahında durum ne minval üzere acap?

Basından;

  • “T.S.K, kendi içerisinde eski kazuratları temizlemeye çalışıyor!” (12.5.2013) (³).
  • “Birkaç Mehmet şehit oldu diye Meclis’i toplayamayız!” (13.8.2012) (⁴).
  • "Koca bir askeri yıkdılar. Meğer Kağıtdan kaplanmış, biz bunu asker zannedermişiz!” (7.2.2011) (⁵).
  • “İyi ki bu Generallerle savaşa girmemişiz!” (12.3.2009) (⁶).
  • “Senin rütben Orgeneral de olsa bizim nazarımızda Onbaşısın!” (4.12.2012) (⁷).
  • “Gelmiş geçmiş en çapsız Genelkurmay Başkanı!” (22.8.2012) (⁸).
  • “Türk Ordusunu Kafesledik!” (14.6.2012) (⁹).

Türk Ordusu, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar itibar kaybetmedi. Bu kadar hakârete maruz kalmadı, bu kadar itilip kakılmadı. T.C Ordusu savaşda bile bunca subay, bu kadar astsubay kaybetmedi!

Sadece bir buçuk senelik Başkanlığı esnasında yapdıklarıyla, işde yukarıda gördüğünüz tahkirlere, hakâretlere, yakışdırmalara maruz kaldı Nejdet bey.

Bir değil, iki değil! Siyasetcisinden gazetecisine kadar bunca adamın hepsinin yalan söylemesinin imkanı yok!

Tahkir ve tezyif edici bunca laf-söz ortalıkda dolaşırken oturduğu koltuğa bir insanın hâlâ yapışması, izzet-i nefis ve hele hele askerliğin şerefi ile bağdaşır mı yiğitler?

Kendi şerefini korumakda aciz kalan bir komutan, kendi adamlarının hakkını müdafaa edebilir mi?

Kendisi, muhtac-ı himmet dede,

Nerede kaldı gayriye himmet ede!

Acaba kendisi hiç aynaya bakıyor mu? Bakıyorsa şayet şahsına yakışdırılan bu sıfatlardan sonra kendisini nasıl hissediyor?

Astsubayları tahrik ediyor diyerek TEMAD Başkanı Sayın Ahmet KESER’i Savcılığa şikâyet eden Nejdet beyin 2 senelik Başkanlığı döneminde Türk Ordusunu getirdiği noktaya bakar mısınız?

Bunca siyasetciyi ve gazeteciyi, hele hele ordunun aslî unsuru olan astsubayları dahi karşısına alıp düşman muamelesi yapan Nejdet beyin gelinen bu rezil durumdan hiç mi kusuru günahı yok?

Bir önceki Genelkurmay Başkanı, “Personelimin hakkını müdafaa edemiyorum!” diyerek görev süresi dolmadan istifa etdi. (¹⁰).

Eteğinde dolaşan kurmay kılıklı ala bacak dinazor subaylarının Nejdet beyi aldatdığını artık birilerinin kendisine söylemesinin zamanı geldi de geçiyor bile!

Boyunlarındaki Birincilik Yaftaları!

Siyasetci-gazeteci cenahından yediği paparaları sineye çeken komutanlarımız, bir zamanlar sırtlarını yaslayıp canlarını emanet etdikleri astsubaylara diş geçirmeye tevessül etdi umarsızca!

Eşşeğe gücü yetmeyen Nejdet bey, şimdi de semerini dövmeye yelteniyor kendileyin!

Genelkurmay Başkanı sıfatıyla Nejdet bey, T.C. Ordusunun Astsubayına önce muhtıra verdi. Bu e-muhtıranın bağlantısını veremiyorum. Çünkü 04 Mayıs 2012 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı sitesinde yayına verdiği muhtırayı Nejdet bey, 10 gün sonra sitesinden apar topar kaldırdı.

Sonra, nefret nöbetine tutuldu ve Orduyu tahrik ediyor deyip dilekce vererek TEMAD Genel Başkanı Sayın Ahmet KESER’i savcılığa şikâyet etdi.

Molla Kâsım namıyla maruf Selim akıllı bir savcı çıkdı ortaya.

Ve sıygaya çekdi Nejdet beyi.

Önce, elinin tersiyle geri çevirdi, Nejdet beyin ucu kırmızı mumlu o şikâyet dilekcesini.

Sonra da tek tek yırtıp şikâyet dilekcesinin sayfalarını,

Gümüşdere’nin sularına atdı bir bir.

Asker emeklisi Fahri bey, astsubayların yüksek öğrenim intibak hakkını iptal ettirmek için 1975 senesinde Anayasa Mahkemesine dava açan ilk Cumhurbaşkanı yaftasını asdı kendi boynuna.

Ve Kerizci Fahri namıyla maruf oldu.

Fahri beyin açdığı iptal davasını sutre gerisinden sevk ve idare eden Zottirik lakaplı Ahmet Kenan; “Başçavuş bile olsa bir astsubay benim teğmenimden fazla maaş alamaz netekim!” sözüyle tarihin aptallar albümündeki yerini aldı.

Şimdiki Genelkurmay Başkanımız Nejdet bey de 2012 senesinde;

  • T.C. Ordusunun Astsubayına ilk defa muhtıra veren ve
  • Dilekce ile Astsubayları Savcılığa şikâyet eden ilk Genelkurmay Başkanı yaftasını asdı kendi boynuna. Bakalım lakabı ne olacak!

Genelkurmay Başkanı Sucukcu Necdet ÖZEL_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Kıraat etdiğiniz şu sözlerin müellifine sorarsanız şayet, “Sucukcu” Paşa lakabını takalım, yiğitler?

Tefrikamızın evvelki makâlelerinde ifade etdik;

Şeytan taşlayınız! Yerinde ve zamanında taşlamak vâcibdir.

Astsubayı taşlamayınız! Ve astsubayın ahını almayınız!

Lâkin, astsubayı taşlayan, iki cihânda da iflâh olmaz!..

 

 brove

 

 

  

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

Kaynak:
  1. http://www.tsk.tr/1_tsk_hakkinda/1_2_genelkurmay_baskanlari/konular/kenan_evren.htm
  2. http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=6067
  3. http://www.youtube.com/watch?v=ANzbHMj7m24
  4. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21218045.asp
  5. http://www.habershow.com/v4/16258-tsk-dan-suheyl-batum-un-kagittan-kaplan-benzetmesine-yanit
  6. http://www.medyafaresi.com/haber/22500/guncel-iyi-ki-savasa-girmemisiz-bulent-arinctan-carpici-sozler.html
  7. http://www.habershow.com/v4/30871-selahattin-demirtas-genelkurmay-baskani-necdet-ozel-e-onbasi-dedi
  8. http://www.yurtgazetesi.com.tr/gelmis-gecmis-en-capsiz-genelkurmay-baskani-kim-makale,1625.html
  9. http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=68868
  10. http://haber.gazetevatan.com/kosanerin-istifasinin-sifresi-mesajinda-gizli/391703/4/yazarlar

 

ÖNSÖZ

 

Bu kitabın amacı bir ilki başarmaktır. Daha önce gerek Türk Silahlı Kuvvetleri'ni anlatan, gerekse Assubayları anlatan kitaplar yayımlanmış ama bunların hiç birisi bir Assubay tarafından kaleme alınmamıştır. İşte bu kitap, bu kapıyı aralamak için yazılmıştır. Görevi, bu ilki başarmak ve arkadan geleceklere yol açmaktır.

Bu kitapta genel olarak assubayların sorunları anlatılacak, onların tarihçesi ve bilinmeyen yönleri okuyucusuna aktarılacaktır. Tabular yıkılacak ve Türk halkına assubaylarının tanıtımı resmi ideolojinin çok ötesinde yapılacaktır.

Bu kitap, bilimsel verilere dayanılarak hazırlanmaya çalışılmıştır fakat mutlak bilimsellik gibi bir gayesi yoktur.

Assubayların emek ve onur mücadelesi sürdükçe ve bu mücadele her kesim tarafından ve bizzat muhatapları tarafından yok sayılmaya devam edildiği müddetçe; assubayların hak mücadelesi yeni cepheler kurarak var olmaya devam edecektir.

Bu kitabın Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal kimliğini erozyona uğratmak ya da Türk Halkının gözbebeği olan biricik ordusunu gözden düşürmek gibi bir kötü niyeti yoktur. Tam aksine, Atamızın bize emanet ettiği Cumhuriyetimizin muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasında ilk kilometre taşının Büyük Türk Ordusu olduğundan hareketle; insan onuruna yakışır uygulamaların, hak, hukuk ve eşitliğin bir an önce bu kutsal ocakta yürürlüğe girmesini savunmaktır amaç.

Assubayların sorunlarını şimdiye kadar kitap ve yazılarıyla Türkiye gündemine taşıyan -ki isimleri yeri geldikçe zikredilecektir- aydın gazeteci ve yazarlarımıza da bu vesile ile teşekkürlerimi sunuyorum.

Kamuoyuna saygılarımla

Aydın Kulak

AÇIKLAMA: e-kitap, pdf formatında ve epub formatında hazırlanmıştır.

Pdf formatındaki e-kitabı bilgisayarlarda, epub formatındaki e-kitabı ise cep telefonu ve iphone gibi elektronik cihazlarda okuyabilirsiniz.

Eğer dosyaları görüntüleyemiyorsanız ilgili programları bilgisayarınıza kurmalısınız!

Pdf için gerekli program: http://get.adobe.com/reader/otherversions/

Epub için gerekli program: http://www.adobe.com/tr/products/digital-editions/download.html

Winrar için gerekli program: http://www.rarlab.com/download.htm

Vatanını Ast Seven Subaylar (.pdf) Vatanını Ast Seven Subaylar (.epub) Vatanını Ast Seven Subaylar (.rar)
vatanini-ast-seven-subaylar-ASSUBAYLAR-pdf vatanini-ast-seven-subaylar-ASSUBAYLAR-epub winrar
Boyut:15 mb. (pdf) formatıyla indirmek için TIKLAYINIZ! Boyut:14 mb. (epub) formatıyla indirmek için TIKLAYINIZ! Boyut:26 mb. Her iki formatı (rar) ile sıkıştırlmış olarak indirmek için TIKLAYINIZ!

astsubayligin-tarihsel-gelisimi-4

TARİH

OLAY

Şubat 2002

Yapılan kanun değişikliği ile Assubaylar,  Askeri Ceza Kanunu'nda erbaş statüsünden çıkartılmışlardır. (Daha önce yapılan çalışmalarla, Personel Kanunu’na dâhil edilen Assubay tanımı, bu tarihe kadar Askeri Ceza Kanunu’na dâhil edilmemiş, yeni bin yılın başlangıcına değin erbaş statüsünde tutulmuştur.) (Uygulanır olmasa bile, eski statüye göre katıksız hapis cezası verilebiliyordu.)

15.Mart.2002

bynasb25 sözleşmeli Bayan Jandarma Assubayı alım duyurusu yapıldı ve 8000'in üzerinde başvuru oldu. Bu alımlarda; başvuru için en az lise mezunu olmak ve 24 yaşını doldurmamış olmak şartları gerekli görüldü.

11.Nisan.2002

Assubay Hazırlama Okullarının kapatılmasını ve Assubay Sınıf Okullarının Meslek Yüksek Okulu olarak, 2 yıl üzerinden ve ön lisans seviyesinde yapılanmasını teşkil eden “4752 Sayılı Assubay Meslek Yüksek Okulları” Kanunu TBMM’de kabul edildi.

24 Nisan 2002

4752 Sayılı Assubay Meslek Yüksek Okulları” Kanunu 24735 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak, yürürlüğe girdi.

2002-2004

Assubay Hazırlama Okullarının kapatılması ve Assubay Sınıf Okulları’nın Meslek Yüksek Okulu olarak yapılanmasına geçiş süreci.

30.Ağustos.2003

BAYAN ASTSB DERSLIK secJandarma Okullar Komutanlığı’nda “Assubay Temel Askerlik ve Assubaylık Anlayışı Kazandırma Eğitimi” (ATASAK)’ne 2002 yılında başvuru yapıp seçilen Bayan Assubay adayları, ilk sözleşmeli Bayan Assubaylar olarak ve Asb. Çvş. rütbesini takarak mezun oldular.

2003

Deniz Assubay Hazırlama Okulu’nun kapanışı münasebetiyle, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından “1890’dan 2003’e 113 Yıllık Şanlı Geçmişin Tarihçesi” isimli eser yayımlandı. Basımı Deniz Basımevi tarafından yapılan eser, Türk Deniz Kuvvetlerine “Çelik Yürekli Leventler” yetiştiren bu güzide eğitim kurumunu anılarda yaşatmak üzere hazırlandı.

28 Tem. 2004

Ordunun Orta Direği Astsubaylar” yazı dizisi, Posta Gazetesi’nde yayımlanmaya başlandı. Yazı dizisi Nail Güreli tarafından hazırlandı.

16 Eylül 2004

TEMAD haricinde, ilk kez bir emekli assubaylar yapılanması oluşturuldu. Mesleki dayanışma, sosyal ve ekonomik haksızlıklarımızı özgürce tartışılması ve çözümler üretilmesi amacıyla, Emekli Assubaylar; Hakan HEZER ve Ersen GÜRPINAR tarafından internet üzerinde, Mynet'te “Emekli Assubaylar” grubu kuruldu; 2008 yılında misyonunu tamamlayıncaya kadar assubayların özgür sesi olarak faaliyet gösterdi.

17 Ekim 2004

Türkiye Emekli Assubaylar Derneği (TEMAD) üyeleri, ekonomik ve sosyal haklarının iyileştirilmesi için yürüyüş yaptı. Marmara ve Ege bölgelerinden 20 şubeye bağlı üyelerin katıldığı yürüyüş Çanakkale, Salı Pazarı mevkiinde başladı. Yaklaşık bin 500 kişinin katıldığı yürüyüşe emekli assubayların eşleri ve çocukları da destek verdi. Yürüyüş Cumhuriyet Meydanı’nda son buldu.

17 Kasım 2004

Türkiye Cumhuriyeti’nde Assubaylarla ilgili ilk müze (anılar salonu) açıldı. Tarihi 1890 yılına dayanan Deniz Assubay Eğitim ve Öğretimine ilişkin tarihi bilgi ve belgeleri bünyesinde bulunduracak olan “Deniz Assubay Okulları Müzesi”, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden ÖRNEK tarafından Altınova/Yalova’da açıldı.

25 Şubat 2005

Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK), yetkili kurullarında temsil edilmek için hukuk mücadelesi veren Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği’ni (TEMAD) muhatap kabul etmedi. OYAK, emekli assubayların haklarını savunan derneğe “Dava açmaya yetkiniz yok, göreviniz emekli askerlerin anılarını yaşatmak.” dedi.

18 Nisan 2005

Türkiye Emekli Assubaylar Derneği'nin (TEMAD) özlük hakları için düzenlediği yürüyüş, bayrak mitingine dönüştü. Ankara, Toros Sokak'ta toplanarak Sıhhiye Abdi İpekçi Parkı'na yürüyen yaklaşık bin assubay emeklisi, 'Türkiye bütündür bölünemez', 'Bayrağa uzanan eller kırılsın' yazılı dövizler taşıdı. Dernek Başkanı Mustafa Erol, 'Ülke için verilecek her türlü göreve her an hazır olduğumuzu ilan ediyorum' dedi. Emekli olduktan sonra çalışırken aldıkları ücretlerden yapılan kesintilerin yüzde 48'i bulduğu ve tazminatlarını alamadıklarını belirten Erol, özlük haklarının geri verilmesini istedi.

9 Ekim 2005

Türk Basınının yiğit kalemi Umur Talu, Sabah Gazetesinde Assubayların uğradığı haksızlıkları cesurca dile getirmeye başladı.

2005

Deniz Kuvvetleri Kuvvet Kıdemli Assubayı (Kuvvet Astsubayı Telsiz Kıdemli Başçavuş Necmettin Koçak), eğitim maksadıyla A.B.D. Kıdemli Assubay Akademisine gönderildi. Orada yapılan şekliyle kıdemli assubaylık görevlerinin uygulama alanlarını öğrendi.

15 Ekim 2006

Kara Kuvvetleri Komutanlığı da Sözleşmeli Bayan Assubay alımı için duyuru yaptı. Böylece Jandarma Genel Komutanlığı’ndan sonra Kara Kuvvetleri de bünyesinde bayan assubaylara yer vermiş oldu.

26-27.Aralık.2006

43 yaşındaki Emekli Kd. Başçavuş Tuncer Küçük,  “assubay olduğu için kademe ilerlemesinden yararlanamadığını, Anayasal hakların eşit uygulanmadığını” ileri sürerek protesto amacıyla Amasya’dan Ankara'ya yürüyüş eylemine başladı. Merzifon-Çorum arasındayken mevsimin kış, havanın kar ve tipili olası nedeni ile ayaklarında donma belirtileri baş gösteren Küçük, 27 Aralık 2006 tarihinde, saat 01.30’da yürüyüşünü sonlandırmak zorunda kaldı.

28.Aralık.2006

eagucbTürkiye Emekli Assubaylar Derneğine (TEMAD) ve “Assubayların Onur Mücadelesine” destek amacı ile E. Asb. Halil Ergenli'nin girişimleri, Emekli Assubaylar;  Semih Koç,  Ersen Gürpınar, Hüseyin Savcı ve Cengiz Avcı'nın destekleri ile “www.emekliassubaylar.org” sitesi ve onun basın ve halkla ilişkiler bölümü “Emekli Assubaylar Güçbirliği Platformu” kuruldu.

25 Mayıs 2007

Kendilerine yapılan tüm haksızlıklara ve özellikle de ekonomik anlamda yapılan haksızlıklara, TSK bünyesi içinde "kol kırılır, yen içinde kalır" düşüncesi ile yıllarca sessiz kalıp çözüm üretilmesini bekleyen assubaylar, bu kez uğradıkları haksızlıklar konusunda kamuoyunu bilgilendirmek ve ilgilileri çözüme davet etmek üzere Sabah Gazetesine ilan verdiler. Bu kez kanatlarının kırıldığını görerek, haksızlıklar karşısında adalet, eşitlik ve insan onuruna saygı talepleri karşılanıncaya kadar mücadelelerinin devam edeceğini kamuoyuna ve ilgililere duyurdular. İlan, Türkiye Emekli Assubaylar Derneği (TEMAD) tarafından ve www.emekliassubaylar.org sitesinin desteği ile yayına verildi.

2007

Assubay şapkalarında sarı yaldızlı sakındıraklar kullanılmaya başlandı.

10 Eylül 2007

TEMAD, Emekli Assubayların ‘yönetim ve denetim kurulları ile iştiraklerinin genel kurullarında kendilerine görev verilmediği’ gerekçesiyle, yönetimini sadece emekli general ve subayların oluşturduğu Ordu Yardımlaşma Kurumu’nu (OYAK) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) şikâyet etti. Emekli Assubaylar Derneği (TEMAD), geçtiğimiz yıllarda, üyesi oldukları OYAK aleyhine, aidatlarını düzenli olarak ödemelerine karşın OYAK ve iştiraklerinin yönetiminde söz sahibi olamadığı gerekçesiyle Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava başvurusunda bulunmuş ancak mahkeme “bu dava bizim işimiz değil” diyerek davayı kabul etmemişti.

21 Şubat 2008

ilkerbasbugKara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ tarafından astsubaylara büyük vaatler sunuldu. Astsubay Meslek Yüksekokulu'nda astsubaylara seslenen Org. Başbuğ, astsubaylar lehine iyileştirmeler yapıldığını ilk kez açıkladı. Buna göre,

  • OYAK yönetim ve denetim kurullarında astsubaylar da yer alacak,
  • Astsubaylara sicil verme, ceza ve ödül verme yetkisi tanınacak,
  • Birinci derecenin dördüncü kademesine ulaşmaları sağlanacak,
  • 2 Kademi Kıdemli Başçavuşlara görev tazminatı verilecek,
  • Astsubaylar için KOMKARSU benzeri bir akademi kurulacak,
  • Özel Eğitim Merkezlerinde astsubay tahsis oranları artırılacak,
  • Lojmandan faydalanma oranı yükseltilecek,
  • Astsubay rütbe bekleme süreleri yeniden düzenlenecek,
  • Astsubaylıktan subaylığa geçiş oranı artırılacak,
  • Lisansüstü eğitim yapanlara kıdem ve kademe verilecek,
  • Ders başarı durumuna göre askeri öğrencilere Harp Okullarına yatay geçiş olanağı sağlanacak
  • Emekli maaşları artırılacak.

 2008

OYAK’ın Bolu’daki çimento fabrikası ile Adana’daki çimento fabrikasının denetim kurulunda iki emekli assubaya görev verildi.

 16 Nisan 2008

Meclis’te AKP’li  (Adalet ve Kalkınma Partisi) 5 milletvekilinin önerisi ile assubaylara (devlet memurluğunda) 1. derecenin 4. kademesine yükselebilme hakkı verilmesi konusunda teklif verildi. Teklifin görüşülmesi esnasında, ilgili komisyon takdiri hükümete bıraktığını bildirirken, hükümet adına görüş bildiren Çalışma Bakanı da teklife olumlu yaklaştığını bildirdi. Oylama sonrasında teklif Meclis tarafından kabul edildi.

17 Nisan 2008

sabahAssubaylara devlet memurluğunda 1. Derecenin 4. Kademesine yükselebilme hakkının verilmesine ilişkin bir gün önce kabul edilen teklif, iktidar partisi AKP’nin 5 milletvekili tarafından yapılan “tekriri müzakere” talebi ile yeniden görüşüldü. Bu görüşme esnasında “Assubaylara, 1. derecenin 3. kademesinin verilmesinin daha uygun olacağını,  926 sayılı kanunda assubaylara  1. derecenin 4. kademesinin verilmediğini ve bu nedenle uyuşmazlık çıkabileceğini” beyan edildi. Teklifin yeniden oylanması istendi. Oylama sonrasında, assubaylara bir gün önce verilen hak geri alındı. (Rivayet odur ki, birileri bu konuda meclisi bilgilendirmiş ve assubaylara bu hakkın verilmesinin engellenmesini istemiş.) Yani Anayasaya göre hiçbir zümre, kişi ve topluluğa ayrıcalık yapılmaması gerekmesine rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nde eşit koşullardaki devlet memurları arasında (sivil-asker dâhil)birinci derecenin 4. kademesine yükseltilmeyen tek kamu görevlisi olarak assubaylara reva görülen haksız tutum hâlâ sürdürülüyor.

Nisan 2008

Çelik Çelikyaman tarafından hazırlanan “Astsubaylara bir dokunduk bin ah işittik” yazı dizisi Sn.Ersen Gürpınar'ın gayret ve yazısı ile başlayıp 25 gün süre ile Halka ve Olaylara Tercüman gazetesinde yayınlandı. Duyumlara göre, bir generalin baskısı nedeniyle sonlandırıldı.

16 Tem. 2008

TEMAD Yöneticileri, Genel Başkan Mustafa Erol’un başkanlığındaki bir heyetle birlikte Başbakan R. Tayyip Erdoğan’la görüştü ve Assubayların sorunlarını dile getirdi.

30 Ağu. 2008

Genelkurmay Başkanlığı, Zafer Bayramı nedeniyle verdiği 30 Ağustos Resepsiyonu'na ilk kez assubayları da davet etti. Gazi Orduevi'ndeki resepsiyonlara bugüne dek yalnız subaylar katılabiliyordu. 30 Ağustos'u Etimesgut Orduevi'nde kendi aralarında kutlayan assubaylar, bu yıl ilk kez üst rütbeli komutanlarla birlikte Gazi Orduevi'nde 30 Ağustos resepsiyonuna katıldı.

30 Ekim 2008

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, subaylarla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin temel direği olarak nitelendirdiği assubaylar için Balıkesir’deki Assubay Meslek Yüksek Okulu bünyesinde, “Assubay Üst Karargâh Hizmetler Eğitim Merkezi Komutanlığı” kuruldu. Genelkurmay Başkanlığı, kuvvet komutanlıkları ve ordu karargâhlarında görevlendirilecek assubaylar, 2009 yılından itibaren Balıkesir’de özel bir eğitim alacaklar. Subayların, Harp Akademileri Komutanlığı’nda aldıkları eğitime benzer bir eğitim alacak olan assubaylar, daha sonra karargâhlara atanacaklar. Assubay Üst Karargâh Hizmetler Eğitim Merkezi Komutanlığı’na, assubay başçavuş rütbesine terfi edenler arasından, sınavla seçilecek olan personel alınacak. Seçilecek personel, 12 hafta uzaktan, 12 hafta da bizzat komutanlık karargâhında eğitilecek. Bu assubaylara, “harekât, istihbarat, harp tarihi, strateji, müşterek yönetim ve uluslararası ilişkiler” konularında hizmet içi eğitim verilecek. Assubaylar bu eğitimlerinin ardından da Genelkurmay Başkanlığı, kuvvet komutanlıkları ve ordu karargâhlarındaki yeni görevlerine başlayacaklar. Eğitim Merkezi Komutanlığı’nda görev yapacak öğretim elemanlarının 2009 yılında başlayacak bu uygulama için şimdiden görev başı eğitim almaya başladıkları bildirildi.

 11 Kasım 2008

Türkiye’nin etkin gazetelerinden Sabah Gazetesi bu sabah, “Assubay Devrimi” manşetiyle çıktı. Genelkurmay Başkanlığı’nın assubaylarla ilgili yakın zamanda yapmayı planladığı pozitif uygulamalar açıklandı. Devrim gibi kararlar tam on altı maddeden oluşuyor. 

21 Mart 2009

vecdi-gonulMilli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, assubayların özlük haklarını iyileştirecek kanun tasarısı hazırladıklarını ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın görüşüne sunduklarını bildirdi. Seçim çalışmaları nedeniyle İzmir’de bulunan Vecdi Gönül, bu kapsamda Türkiye Emekli Assubaylar Derneği (TEMAD) Balçova Şubesini ziyaret etti. TEMAD Balçova Şube Başkanı Faruk Özeren, Bakan Gönül'den assubayların özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda destek istedi. (Bakanımız genel alışkanlıkları dolayısıyla her seçim dönemi bu ziyareti yapar ve iş ciddiye binince de “Ne yapayım, biz hazırlıyoruz, çıkarmak istiyoruz ama Genelkurmay izin vermiyor” der. Sanki Kanunları hükümet değil de Genelkurmay çıkartıyor sanırsınız!)

28 Eylül 2009

TEMAD üyeleri, TBMM Dikmen Kapısı önünde toplandı ve emekli assubayların özlük haklarının iyileştirilmesi konusundaki taleplerini içeren bir basın açıklaması yaptı.

5-17 Ekim 2009

tuncer-kucuk-yuruyusEmekli Kd. Bçvş. Tuncer Küçük,TEMAD yönetiminin engellemelerine rağmen www.emekliassubaylar.org sitesin basın bölümü ASB.GÜÇBİRLİĞİ PLATFORMU yönetimi ve üyelerinin desteği ile  assubayların sorunlarını kamuoyuna duyurmak ve yapılan haksız uygulamalara dikkat çekmek için Amasya’nın Merzifon ilçesinden Ankara’ya yürüdü ve haksızlıkları protesto etti.

17 Ekim 2009

Gn. Kur. Bşk. Org. İlker Başbuğ TEMAD'ın kuruluşunun 25 yılında yapılan kutlamalara katıldı. Böylece ilk kez bir Genelkurmay Başkanı, TEMAD’ın kuruluş yıldönümü kutlamalarına iştirak etmiş oldu.

18 Ara. 2009

E. Asb. Ayhan Yıldırım tarafından hazırlanmış olan “Geçmişten Günümüze Astsubaylığın Tarihçesi” isimli çalışma, kişisel blog’unda ve 84krastsb.org sitesinde yayımlandı. Bu konuda ender çalışmalardan birisi olan Assubaylığın Tarihçesi ile Türk Tarihinde Assubayların gelişim süreci incelenerek, kamuoyuna sunulmuş bulunuyor.

26 Mayıs 2010

İlk kez bir şiir kitabında assubayların emek ve onur mücadelesine atıf yapıldı. Aydın Kulak tarafından hazırlanan ve Sokak Kitapları Yayınevi’nce yayımlanan “Darbe Günlükleri” isimli şiir kitabında Türkçe’nin gramer yapısına ters düşen “Astsubay”  sözcüğünün kullanımı protesto edildi. Sözcüğün Türkçe gramer yapısına uygun şeklinin Assubay olduğu biliniyor. Daha önce bu meslek grubu “assubay” olarak anılıyordu ancak, 12 Eylül 1980 darbesiyle bu söylem yasaklandı ve “hiyerarşik te” yapılanması kullanılır oldu. Darbe, Türk Dil Kurumu’nu da zapt-u rapta aldığından o günden bu yana bilimselliğe ve dilin esas yapısına aldıran yok.

27 Mayıs 2010

Müstafi Assubay Hakan Fidan, Mit Müsteşarı olarak atandı. Daha önce Mit Müsteşar yardımcılığı da yapan Fidan, Kara Kuvvetleri’nde assubay olarak görev yapmış, mecburi hizmet sonrası ordudan ayrılmıştı. Daha önce orduda assubay olarak görev yapmış bir kişinin ilk defa böyle önemli bir göreve gelmesi kayda değer bir başarı olarak göze çarptı.

9 Ekim 2010

9-ekim-2010Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir askeri topluluk, maaş ve özlük haklarının düzeltilmesi için Anıtkabir'deydi. Türkiye’nin dört bir yanından gelen Emekli Assubaylar ve aileleri TEMAD’ın organizasyonu ile haklarını aramak ve mağduriyetlerini kamuoyuna duyurmak amacıyla Anıtkabir'i ziyaret etti. Daha sonra haksızlığı yoğun ve kapsamlı bir mitingle dile getirmek ve protesto etmek amacıyla Ankara’da Celal Bayar Caddesi'nde toplanıldı. Ellerinde taleplerini içeren pankartlar, Türk bayrakları ve Atatürk fotoğrafları taşıyan yaklaşık 8500 kişilik kalabalık grup, marşlar eşliğinde Abdi İpekçi Parkı'na kadar yürüdü. Buradaki mitingde konuşan TEMAD Genel Başkanı Mustafa Erol, yaş ortalaması 60 olan binlerce emekli assubay ve yakınının özlük haklarının iyileştirilmesini istedi. 93 yaşındaki emekli assubay Mehmet Ozan ve Şırnak'ın Silopi ilçesinde mayın patlaması sonucu iki kolunu kaybeden Assubay (Gazi) İbrahim Babur’da birer konuşma yaptı. Ozan ve Babur, emekli assubayların özlük haklarının düzeltilmesini istedi. Zaman zaman "Vur vur inlesin Genelkurmay dinlesin" şeklinde sloganlar atan ve Ordu Yardımlaşma Kurumu’nu da ıslıklarla protesto eden alandaki emekli assubaylar,  konuşmaların ardından olaysız şekilde dağıldı.

12 Ağu. 2010

Deniz Harp Okulu öğrencilerinin çıkardığı Pusula Dergisi’nin 65 ve 66’ncı sayılarında Şair Nazım Hikmet’e iade-i itibar yapıldı. İstifa eden okul komutanı Emekli Tuğamiral Türker Ertürk zamanında başlayan çalışmalarla, Deniz Harp Okulu mezunu olan ve sağlık sorunları nedeniyle ordudan ayrılmış olan Nazım Hikmet hakkında detaylı bilgiler verilerek, ona sahip çıkılmaya çalışıldı. Üstelik 1938 yılındaki assubaylarla ilgili davasına hiç yer verilmeksizin. Yavuz Zırhlısındaki işkenceler, Erkin gemisindeki zulüm mahkemesi görmezlikten gelindi. Şimdi, şairin mücadele ettiği kişiler ona sahip çıkar oldu. Sanırım, bükemediği bileği öpme ve siyasi malzeme olarak kullanma paniğindeler. Ya da Nazım’ı da burjuvalaştırma telaşına düştüler. Önemli olan Nazım Hikmeti anlamaktır oysa kullanmak değil!

30 Ağu 2010

Org. İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanı olarak iki yıllık görev süresini tamamladı, emekli oldu. Fakat assubaylara vermiş olduğu sözlerin büyük çoğunluğunu yerine getiremedi. Assubaylar, ilk defa bir Genelkurmay Başkanı’ndan bu denli ilgi gördü ama yıllar önce verilen asker sözü niteliğindeki vaatlerin hepsi havada kaldı, tutulmadı. “Assubay Devrimi” sadece gazete manşetlerinde kaldı.

27 Eki 2010

Aydın Kulak tarafından yapılan “Assubaylığın Kronolojisi” isimli çalışma, www.emekliassubaylar.org sitesinde yayımlandı. Bu çalışmada; assubaylık mesleğinin Türkiye’de ve dünyadaki gelişimi zaman-olaylar dizini (kronolojik) olarak kamuoyunun bilgisine sunuldu.

5 Ocak 2012

Genelkurmay Başkanlığı, 2012-2013 Eğitim ve Öğretim yılından itibaren Assubay Meslek Yüksek Okullarına bayan öğrenci alımı yapılacağını açıkladı. Ayrıca, Kara Kuvvetleri’nde assubaylıktan subaylığa geçiş kontenjanının %10’dan %25’e çıkarıldığını ve bu kapsamda geçiş yapacak assubay sayısının 2012 yılı için 90 olarak belirlendiğini belirtti. Daha önceden Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sadece sözleşmeli olarak bayan assubay alımı yapılmaktaydı. Bu kararla orduda ilk kez MYO çıkışlı ve profesyonel bayan assubay alımı gerçekleştirilmiş olacak. (Ulusal Basından)

15 Nisan 2012

aydinlikUlusal yayın yapan gazetelerden Aydınlık Gazetesi, Assubayların sesine manşetten ses verdi: “Astsubaylar: TSK’nın işçisi, öğretmeni, lideri ve komutanıyız. Üvey Evlat Değiliz.”  Assubayların sorunlarının, Emekli Assubaylar Güçbirliği Platformu Sözcüsü Ersen Gürpınar tarafından dile getirildiği bu yazı kamuoyunda geniş yankı buldu. Haber söyleşi Gökçen Beyaz ve Serhan Bolluk tarafından hazırlandı.

16 Nisan 2012

9 Nisan 2012 tarih ve B.02.0.KKG/135-15/1662 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile T.S.K. bünyesinde görev yapan Kurmay Subay ve KOMKARSU gören subaylar ile Komutan ve Muharip sınıf subayların özlük haklarında iyileştirmeler yapıldığı basın aracılığıyla kamuoyuna duyuruldu. Bu iyileştirme zammından ancak 128 assubayın faydalanabileceği öğrenildi. General ve amirallere 354 TL, Albaylara 283 TL zam verilirken, kıdemsiz subaylara (üsteğmenlere) 212 TL iyileştirme yapıldı. Ordunun belkemiği assubaylara ise (128 assubayın dışında) herhangi bir iyileştirme yapılmadı. Uzun süredir sorunlarını dile getiren ve çözüm bekleyen assubaylar, bu –haksız- iyileştirme zammı karşısında tam anlamıyla hayal kırıklığına uğradılar. Emekli Assubaylar Derneği TEMAD, konu ile ilgili olarak, internet sitesinden bir duyuru yayınladı: “Bir dizi karar aldık ve aşamalı olarak uygulayacağız.” 

17.Nisan/30.Mayıs.2012

zam-alan-almayanDaha çok subay ve generalleri kapsayan iyileştirme zammı sonrasında assubaylar, kendilerine yapılan haksızlıkları dile getirmek ve bu zam haksızlığına tepki koymak üzere sosyal medyada (facebook ve twitter) bir araya geldiler. Emekli Assubaylar Derneği (TEMAD) öncülüğünde facebook’ta “Bu Kadarına da Pes Diyen Assubaylar” grubunun üye sayısı iki haftada üç yüz binlere dayandı. Twitter, adeta bir canlı miting alanı gibi kullanılarak, basın ve medyaya ulaşılmaya çalışıldı.

ersengurpinarAydınlık Gazetesi, assubaylarla ilgili yazı dizisini devam ettirme kararı aldı. Emekli Assubaylar Güçbirliği Platformu Sözcüsü Ersen Gürpınar’ın sesi manşetlere taşındı: “Üvey Evlat Değiliz, Ordunun Belkemiğiyiz.

Sosyal Medyadaki bu hareketliliği ilk fark eden ve assubaylara desteğini sunan, TEMAD Başkanı Ahmet Keser’i programına konuk eden(Radikal Gazetesi ve CNNTürk/5N1K) Cüneyt Özdemir oldu. Assubayların haklı davası pek çok basın yayın kuruluşu, medya kanalı, internet sitesi ve yazarı tarafından desteklendi. Destek verenlerin başlıcaları şunlardı:

asbpeshrkt1jpgUmur Talu/Habertürk, Cüneyt Özdemir/Radikal ve CNNTürk, Balçiçek İlter/ Habertürk Gazete ve TV-Söz Sende, Polis Memurları Dayanışma Grubu/Facebook, Adem Yavuzarslan/Bugün, Gökmen Karadağ/TV8-Haber Aktif, Fatih Altaylı/Habertürk Gazetesi ve Teketek Programı, Gökçen Beyaz ve Serhan Bolluk /Aydınlık Gazetesi, Didem Arslan Yılmaz/Habertürk Tv-Gün Ortası, Erkan Tan/TV8-Erkan Tan’la Başkentten, NTV Haber Bülteni -17.00/4 Mayıs 2012, Nazlı Ilıcak/Sabah Gazetesi, Okan Bayülgen/TV8-Kral Çıplak Programı, Hilal Kaplan/Yeni Şafak Gazetesi, Murat Sabuncu, Aram Ekin Duran ve Özgür Kaya/ Sky Türk 360 TV-Ekonomi Manşeti, Prof.Dr. Alim Işık, MHP Kütahya Milletvekili/TBMM TV, Ahmet Hakan/CNNTürk-Tarafsız Bölge Programı, Memurlar.net internet sitesi, Samanyolu TV/10 Mayıs 2012 Haber 23.00, Star TV Ana Haber Bülteni/5 Mayıs 2012-18.45, Ergun Babahan/Star Gazetesi, Emre Uslu/Taraf Gazetesi ve Kişsel blog sayfası, TV8 20.30 Haberleri/8 Mayıs 2012, Yiğit Bulut/Twitter’den destek, Akşam Gazetesi/Günün Karikatürü-7 Mayıs 2012, Ali Ahmet Böken/TRT Haber-Neler Oluyor Programı, Sevilay Yükselir, Özay Şendir ve Konukları Yiğit Bulut/Beyaz Tv-Acı Kahve Programı, Mehmet Baransu, Can Ataklı ve Tarık Toros/Kanaltürk TV- Merkez Siyaset Programı, Ekşi Sözlük, Uludağ Sözlük, Kotusözlük ve İTÜ Sözlük/İnternet, Özgür Kaya/Sky Türk 360-İş’te Sosyal Güvenlik Programı, Mehmet Acel/Kanal 7 TV-Başkent Kulisi Programı, Erdoğan Aktaş/A Haber- Memleket Meselesi, Bugün TV /Bugünün Gündemi Programı (16 Mayıs 2012-10.30) ve daha niceleri…

30 Nisan 2012

Milliyet Gazetesi’nin internet sitesinde “Assubayların Sosyal Medya Savaşı” başlığı altında verilen haber: “Özlük haklarıyla ilgili sorunları yıllardır gündemden düşmeyen assubaylar, sosyal medyada bir araya gelerek bir grup kurdu. Bir haftada 115 bin kişinin üye olduğu ‘Bu Kadarına da pes Diyen Assubaylar’ adlı grupta emekli ve muvazzaf assubaylar sorunlarını anlatarak, örgütlü hareket etmeye çalışıyor. TEMAD tarafından organize edilen grup sayfasında ‘TSK tarihinde ilk kez bu kadar assubayın bir araya gelmiş olması, assubay camiasına yapılan haksızlığın somut olarak ortaya çıktığının bir göstergesidir’ ifadesi yer alıyor. Grup, hareketini facebook ve twitter’de başarılı bir organizasyonla yürütüyor.

1 Mayıs 2012

Habertürk Televizyon Kanalında yayımlanan Teketek programında, Fatih Altaylı, Maliye Bakanına şu soruyu yöneltiyor: “Subaylara zam yaptığınız için assubaylar ve polisler size çok kızıyorlar, ne diyorsunuz?” Maliye Bakanımızın cevabı gayet pişkince: “Biz sadece kurmay subaylara zam yaptık!

2 Mayıs 2012

cuneyt-ozdemirCüneyt Özdemir, sosyal medyadaki “Assubay PES Hareketini” sütunlarına taşıdı (Radikal Gazetesi) ve çarpıcı yorumlarda bulundu: “Assubaylar rahatsız. Hem de çok rahatsız. Pek çok hakları subayların iki dudağı arasında… Tek bir cümle ile bir haftalık hapis cezası alabiliyor. Emir demiri keser bahanesi ile pek çok hakları yasal olarak gasp edilmiş. Kendilerine hiçbir şey sorulmadan OYAK başta olmak üzere vakıflara, derneklere kesintiler yapılıyor. Subayların maaşı hep artıyor, assubaylarınki aynı oranda artmıyor. Lojman, orduevi ve hastane konularında ayrımcılık var… Ordu içindeki subay ve assubay arasındaki negatif ayrımcılık, terör hattında canları pahasına çatışan bu devlet memurlarının hemen her alanda karşılarına çıkıyor. Şimdiye dek ancak emekli olduklarında sesleri çıkıyordu. O zaman da kimse zaten duymuyordu.  Oysa bakın sosyal medya devrimi onları da etkiledi. Bugün twitter ve facebook’ta açtıkları hesapları yüz binin üzerinde insanın takip etmesinin nedeni yıllar süren bu haksızlığa karşı birikmiş öfkelerinden kaynaklanıyor.

4 Mayıs 2012

Genelkurmay Başkanlığı, sosyal medyadaki hareketlilik nedeniyle -saat 11.15 sularında- assubaylara bir muhtıra (BA-02/12) verdi. Buna göre, bazı basın yayın organlarında muvazaf ve emekli assubayların özlük hakları konusunda doğru olmayan haber ve yorumların yer aldığı belirtilerek, TSK’da statü ve hiyerarşi olduğu,  sorumluluk ve yetkilerin buna göre paylaşıldığı, dolayısıyla hak ve yetkilerin de bu hiyerarşi ve statüye göre belirlendiği vurgusu yapıldı. Böylece emeğe karşı statükoculuğunu daha baştan açıklayan Genelkurmay, Emekli Assubaylar Derneği’ne (TEMAD) yönelik olarak muhtıra niteliği taşıyan bir beyanda bulundu. Böylece en sonunda kendi çocuklarına da muhtıra veren bir kurum niteliğine kavuştu:

“Bu arada, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği üyelerinin de bazı medya organlarında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok önemli bir gücünü teşkil eden astsubaylarımız hakkında gerçeklere dayanmayan açıklamalar yaparak, kamuoyunu yanlış bilgilendirdiği ve derneğin kuruluş amaç ve çalışma alanının tamamen dışında, muvazzaf personelimizi tahrik etmeye yönelik girişimlerde bulunduğu esefle izlenmektedir.” 

TEMAD Genel Başkanı Ahmet Keser’den anında cevap geldi: “Görevdeki assubayları biz değil, Genelkurmay ve yaptığı haksız, adaletsiz uygulamalar tahrik etmektedir!

Muhtıra konusuyla ilgili olarak Hükümet kanadından da bir (9 Mayıs 2012) açıklama geldi. AKP sözcüsü Hüseyin Çelik “Bildiri ile vatandaşla muhatap olma dönemi kapanmalıdır. Assubaylara yönelik bildiri yayınlamak hiç de hoş olmamıştır, bunu kabul edelim.

Ana Muhalefet Partisi lideri (CHP) Kemal Kılıçdaroğlu ise 8 Mayıs tarihinde yaptığı açıklamada çok daha sert konuştu: “E sen zam aldın, maaş aldın, assubaylara verilmedi, isyan etmesin mi o? Eleştiriye tahammül edeceksin. Burası Patagonya değil! Tahammül etmiyorsan o koltuğu bırakacaksın. Demokrasiyse, demokrasinin gerekleri çerçevesinde herkes görevini yapacak!

Emekli Assubaylar Güçbirliği Platformu Sözcüsü Ersen Gürpınar ise tepkisini Aydınlık Gazetesine verdiği demeçle gösterdi: “Biz kurumumuza ve ettiğimiz yemine sadığız. Kurumları, haksızlıkları yazan değil, yapanlar yıpratır!

En farklı yorum ise Star Gazetesi yazarı Ergun Babahan’dan geldi: “Adalet Talebinden Tahrik Olan Bir Ordu! Assubaylar Direnin!”

05 Mayıs 2012

umurtalusansurAssubaylara ve ordunun tüm astlarına karşı yapılan haksızlıkları 2005 yılından beri dile getiren, cesur bir şekilde köşesine taşıyan ve bu nedenle kimi zaman Genelkurmay tarafından andıçlanan Sn.Umur Talu’nun Habertürk Gazetesindeki yazılarının ordu içinde okunmasının engellendiği haberi medyada yankılandı. Birliklerdeki dâhili internet (intranet) üzerinde bulunan basın yazıları arasında Umur Talu’nun yazılarının okuyucusuna ulaşamadığı öğrenildi. Bu haber üzerine,  8 Mayıs 2012 tarihinde, Genelkurmay bir bildiri daha yayınladı ve “TSK ağında (intranet) hiçbir köşe yazarının yazısının yer almadığını” bildirdi. Umur Talu’dan sonra, assubaylara yapılan haksızlığı gören Balçiçek İlter de bu konuda keskin yazılar yazmaya başladı ve “Assubayların Hak ve Onur Mücadelesine” açık desteğini sundu. Söz Sende Programında (Habertürk Tv/10 Mayıs 2012) müthiş bir slogan ortaya çıkartıldı: “Adaletsizliğe Pes Dedik, Ama Pes Etmeyeceğiz!

7 Mayıs 2012

assubaylaramuhtiraAssubaylara verilen haksız muhtıraya en ilginç yanıt, Akşam Gazetesi’nden geldi. Akşam Gazetesi’nin internet sitesinde yayımlanan karikatürde, muhtıra şu çarpıcı sözlerle alaya alınıyordu: “Vah Vaah! Eskiden hükümetlere posta koyarlardı!” Nazlı Ilıcak da “Assubay PES Hareketine”  desteğini (5 Mayıs 2012/Sabah Gazetesi) sundu: “Bu Kadarına PES Diyen Assubayların yürüttüğü kampanya, yüz binlerce insana yayıldı. Yıllarca, uğradıkları haksızlığın yükünü taşıyorlar ama ‘PES’ demediler.

09 Mayıs 2012

Bu Kadarına da Pes Diyen Assubaylar” sosyal medya eylemine en ilginç destek BDP Milletvekili Sırrı Sakık’tan geldi. Sakık, assubay ve uzman çavuşların özlük hakları için önerge verdiğini twitter hesabından açıklayınca, sosyal medyada ortalık fena karıştı. Hem kendi partisinden hem de emekli assubaylardan büyük tepki gördü. Bir diğer çarpıcı açıklama ise Kanaltürk kanalında yayınlanan Merkez Siyaset Programında yapıldı. Mehmet Baransu ve Can Ataklı ile diğer katılımcılar şu beyanda bulundular:  “Sivil ve sosyal haklar söz konusu olduğunda görevdeki assubaylar da sokağa çıkabilmeli. Tepki göstermeli. Bu normal karşılanmalı.

13 Maysı 2012

takvimTakvim Gazetesi, Assubaylar ve sorunları ile ilgili bir yazı dizisi başlattı. Yazı dizisi Mevlüt Yüksel (ve Ergun Diler) tarafından hazırlandı. “Assubaylar Dert Küpü” başlığı ile birlikte, TSK’nın belkemiği olan assubayların yıllardan beri çözülemeyen sorunlarına değinildi. Assubayların “Artık Sesimizi Duyun!” diye haykırdığını vurguladı. Assubayların maaş, mesai ve terfi gibi onlarca sorununa çözüm istediklerini belirtti.

14 Mayıs 2002

Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde bulunan Assubay Muhtırasını kaldırdı. Daha sonra, TEMAD ve assubaylara muhtıra niteliği taşıyan kısım çıkartılarak yeniden yayına kondu. Yeni Şafak Gazetesi yazarı Hilal Kaplan’ın assubayların eylemi ile ilgili yorumu her şeyi bütün açıklığıyla anlatıyordu: “Assubaylar rahatsız ama darbe değil, demokrasi istedikleri için!

25 Mayıs 2012

Bu Kadarına da Pes Diyen Assubaylar Hareketi”, özellikle sloganlaşan bazı cümlelerin etkisiyle kamuoyunda geniş yankı buldu. Başkan Ahmet Keser’in “Cenazelerimiz bile farklı muamele görüyor” söylemine, Genelkurmay bir açıklama ile cevap verdi. Fakat TEMAD ekibinin ilgili yönergeyi kamuoyuna sunması, medyayı şaşkına çevirdi ve onlar bile bu kadarına pes deme aşamasına geldiler.

Orduevlerinde rütbe ayrımının göstermelik olarak kaldırıldığına ilişkin vurgulanan “Reserve Paşa” söylemi, ortalığı oldukça karıştırdı. “200.000 kişi çiklet çiğnemek için mi bir araya geldi” sözleri de hayli ilginçti. TV8’de ekrana zumlanan yarım kanat (uçucu assubayların taktığı) epey etki uyandırdı. Assubayların bir kanadı işte böyle kırık denildi. “Askeri darbeler bizi mahvetti, Kenan Evren; benim teğmenim assubaydan az maaş alamaz diyerek statükocu kanunlar çıkarttı” sözleri de çok çarpıcıydı. “İki dudak arası mesai” kavramı da Başkan Ahmet Keser’in ilginç ve etkili söylemlerinden birisiydi. Çok kullanıldı. Yaşar Büyükanıt’ı iğneleyen anlatım ise oldukça popüler oldu; “Fenerbahçeli Büyükanıt, Jay Jay Okacha’yı sevdiği kadar assubaylarını sevseydi, bunların hiç biri olmayacaktı!

Diğer bazı çarpıcı cümleler ise şöyleydi: “Doğuya gittiğinizde artık eşiniz dul, çocuğunuz öksüz. Doğuda kaç albay var, kaç assubay var, Genelkurmay buyursun açıklasın!”, “Odana Atatürk resmi asamazsın, çünkü Atatürk; onlarındır!”, “Doğu’da karakol komutanı assubay, Bodrum Yalıkavak’ta üsteğmen, bak şu işe sen!”, “Emekli olunca, subay aldığı maaşın %85’ini, assubaylar ise %50’sini alıyor, adalete bak, şapka çıkar!”, “Bir kişiye dokuz kuruş, dokuz kişiye bir kuruş, işte TSK’nın adaleti bu!”, “Zahmette öndeyiz, nimete gelince; siz biraz durun diyorlar!”, “Hiç mevzide bir Albay gördünüz mü?”, “Kanadı kırık uçuş brövesi, TSK’nın utancıdır!”, “Uçucu Uzman Çavuşlara da herhalde tüylerini verecekler!”, “Emekli subaylar torunlarıyla, assubaylar sorunlarıyla uğraşıyor!”, “Başbakan Erdoğan bizi 1,5 saat dinledi, hak verdi ama icraat göremedik.” “Ben Gabar’da çarpışacağım, komutanlık parasını karargâhta oturan alacak, olmaz öyle şey!

Umur Talu ve Yiğit Bulut’un konuyla ilgili bazı yorumları da gündem yarattı. Umur Talu; “AKP ‘asker emekçiler’in oylarını alıp haklarını vermeyerek, karargâhı idare etti.” Yiğit Bulut; “Subaylar şöyle düşünüyor. Assubaylar harbiye eğitiminden geçmediği için kolay kandırılabilir. İrticacı olabilir. O yüzden rejimi koruma konusunda güvenilmez. Bu çok yanlış, çok sakat bir düşünce… Aslında her türlü ayrımın altında bu gerçek yatıyor!

30 Mayıs 2012

asbpeshrk2Sosyal medyada başlatılan “Bu Kadarına da Pes Diyen Assubaylar Hareketi”, Türkiye’de bu anlamda yapılan ve başarıyla yürütülen ilk hareket oldu. Hareket, önce sosyal medyada filizlendi ve sonra gazetelere, televizyon programlarına ve internet sitelerine yayıldı. Sağduyu ve akıl ile yürütüldü ve provakasyonlara kapılmadı. Türk demokrasi tarihine altın harflerle yazılacak bir eylem olarak görüldü. Daha önce dünyada, Arap coğrafyasında yaşanan “Arap Baharı” rüzgârının Türkiye’deki yansıması olarak da yorumlandığı oldu. Benzer bir eylemi BDP de etkin olduğu bölgelerde denemiş ama başarısız olmuştu. Yani sosyal medya aracılığıyla kitleleri harekete geçirip sokaklara dökmeyi istemiş, denemiş ama başaramamıştı. Oysa assubaylar, bu hareket ile çağdaş sosyal medyanın etkin bir şekilde nasıl kullanılabileceğinin muhteşem bir örneğini sergilediler.

Özellikle TEMAD Genel Başkanı Ahmet Keser ve ekibinin olayları bilgi ve birikimleriyle doğru adımlarla yönlendirmeleri takdire değerdi. Bu hareket sonuçta henüz meyvelerini tam olarak vermedi, çünkü önyargıları kırmak o kadar kolay değil. Fakat “PES Etmeyen Assubaylar”, bu eylem sürecinden gözle görülmeyen ama önemli olan bir takım edinimler elde etti. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türkiye kamuoyu, assubay ve emeklilerinin de subaylar gibi bol keseden maaş aldığını zannediyordu. Bu vesileyle gördüler ki, onların yarısı kadar dahi (emekliler) maaş alamıyorlar. Muhteşem bir statüko var. Assubayların maaşlarını her daim örnek gösterip onlar kadar maaş alamıyoruz diyenlerin sesi soluğu kesildi. Gerçekler tüm çıplaklığıyla görüldü ve toplumdaki bu önyargı kırıldı. Bir diğer husus da, assubayların genelde lise mezunu olduğu, tahsillerinin düşük olmasına rağmen pek çok maddi ve sosyal olanağa sahip bulundukları ön yargısı idi. Bu cahil kesimin(!) böyle refah içinde bulunması(!), hak etmedikleri bir bolluk ve bereket yaşamaları (!) açıkça kıskanılıyor ve sık sık gündeme taşınıyordu. Bu eylem sürecinde Ahmet Keser ve ekibinin medyada gösterdiği başarı, konularına vakıf olmaları ve kamuoyunu tereddüde yer vermeyecek derecede bilgilendirebilme becerileri; tıpkı bir siyasi parti lideri ya da bir sendika lideri kıvamındaydı. Assubaylara lise mezunu ve cahil damgası vurarak, onların haksız bir refah yaşadığını düşünenler, Ahmet Keser ve ekibinin çağdaş görünümü, temsil yeteneği, bilgi birikimi ve konuya hâkimiyeti ile bu kesim büyük bir hayal kırıklığı yaşadı ve ağır bir darbe aldı. Türkiye kamuoyu gördü ki, karşılarında çağdaş, bilgili ve eğitimli bir lider ve kitlesi var!

3 Haziran 2012

Assubayların memuriyette 1. Derecenin 4. Kademesine yükselmesini sağlayan ve aynı zamanda mecburi hizmet süresini de 10 yıla düşüren kanun değişikliği (22 Mayıs 2012 gün ve 6318 numaralı kanun) Resmi Gazete’nin 28312 nolu sayısında yayımlanarak, yürürlüğe girdi. Böylece TSK’da bir tabu daha yıkılmış oldu. Bu hak, yan ödeme katsayılarını kapsamadığından dolayı maddi bir değer taşımıyor. Fakat önyargıları kırma ve personel motivasyonu açısından önemli bir basamak. Maddi olarak bir anlamı olmasa da “Assubayların Hak ve Onur Mücadelesi” için büyük bir umut ışığı.

03.Temmuz/10.Ağustos.2012

Türkiye Emekli Assubaylar Derneği (TEMAD) “Bu Kadarına PES Diyen Assubaylar Hareketinin” eylem sürecinde ikinci dalga faaliyetleri başlattı. Bu kapsamda yapılan etkinliklerden ilki, sonuçları 30 Ağustos 2012 tarihinde açıklanacak olan “Üç Kelimede Assubay” Slogan Yarışması oldu. Buna göre assubayları en iyi anlatacak slogan seçilecek ve kullanılacak.

Diğer bir etkinlik ise 17 Ekim tarihinin “Dünya Assubaylar Günü” olarak kutlanması için girişimlere başlanması ve etkinlik planlamalarının yapılması oldu.

Ayrıca, Temmuz ayının sonunda yeni bir anlayışla çıkartılan “Gelecek Yüzyıl” dergisi de oldukça ilgi gördü.

Çeşitli Televizyon kanallarının (TRT Anadolu ve Fox TV) programları ile haber bültenlerine de konuk olundu ve kamuoyunu bilgilendirme faaliyetlerine devam edildi. Planlamalara istinaden, Ağustos ayı içinde TEMAD Şubelerini bilgilendirme toplantıları icra edildi.

İkinci dalga hareketin en göze çarpan etkinliği ise yine çağdaş ve farklı bir anlayışla ortaya konulan “Bu Kadarına PES Dedik” konseri oldu. Bu Kadarına Pes Diyen Assubaylar ve aileleri ile onlara destek verenler, Ankara’da Kızılay’da bir yürüyüş ve konser icra ettiler. Nefesli Show Band Orkestrası eşliğinde yapılan yürüyüş ve Ankara Seymenler Kulübü Folklör Ekibi’nin halk oyunları gösterisi, başkent halkı için son derece dikkat çekiciydi. Bu etkinliğin en göze çarpan ve onu farklı kılan yanı ise katılımcıların giydiği kıyafetlerdi. Assubaylara yapılan haksız uygulamaları kamuoyuna duyurmayı amaçlayan bu protesto etkinliği süresince, katılımcılar özel tişört ve şapkalar giydiler. Bu şapka ve tişörtler, üzerinde yer alan sloganlarla açık ve anlaşılır bir mesaj veriyor, “Bu Kadarına da PES!” diyordu.

Hazırlayan: Aydın Kulak

Not-1: 2010 yılında yayımlanan çalışmanın güncellenmiş versiyonudur. Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek kullanılmasında bir sakınca yoktur.
Not-2: Kaynakça kısmı kısaltılarak verilmiştir. Toplam kaynak sayısı 160 civarındadır.
Not-3: Bu yazımda kullanılan resimler, haber amaçlı olarak çeşitli internet sitelerinden alınmıştır. Belirli bir kaynak site olmadığından dolayı, söz konusu siteler tek tek belirtilmemiştir.
KRONOLOJİ ÇALIŞMASI KAYNAKÇASI (Üç Kronoloji Çalışmasını da kapsamaktadır)
  1. İlkçağ Anadolu Devletlerinde Ordu/Koray ŞERBETÇİ/Yüksek Lisans Tezi/Trakya Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü/Haziran 2008
  2. Atatürk Dönemi Müzik İdeolojisi ve Günümüze Yansımaları/N.Levent GÖKÇEDAĞ/Yüksek Lisans Tezi/ Haliç Üniversitesi/İstanbul-2007
  3. II. Abdülhamit Devri Osmanlı  Donanması/ Şakir Batmaz/Doktora Tezi/Erciyes Üni.-Kayseri/2002
  4. Aralık 2003 Çıpa Dergisi/Damyo Özel sayısı/Dz. Asb. Mes. Yük. Ok.
  5. Türk Modernleşmesinin Osmanlı Kökenleri: Sultan II. Abdülhamit Dönemi Eğitim Konuları/Ömer Faruk Yelkenci/Yeditepe Üni. S.B.E./İstanbul-2008
  6. Modern Eğitim Kurumlarının Batılılaşma Dönemindeki Gelişimi (1700-1900)/Okutman Yakup Göktaş/A.Ü. K.K. Eğitim Fakültesi Güzel sanatlar Eğitimi Bölümü
  7. Sultanın İsimsiz Kahramanları/Doç. Dr. Mustafa Kaçar/Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi/ 12 Aralık 2007
  8. İnönü Dönemi (1938-1950) Türk Denizciliği/Güzide Sezgin/Ankara Üni. -Türk İnk. Tar. Ens./2007
  9. http://www.msb.gov.tr/ayim/Ayim_karar_detay.asp?IDNO=621&ctg=000002000013000007
  10. Mersin’de Askeri Deniz Okulları/İsmail Sözener/Y. Lisans Tezi/Mersin Üni. SBE. Tarih ABD./2008
  11. Deniz Kuvvetlerinde Sistem Değişikliği/İskender Tunaboylu/Doktora Tezi/Dokuz Eylül Üni.-Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Ens./ İzmir-2008
  12. Deniz Kuvvetlerinde Astsubay Sınıfının Tarihi Gelişmesine Toplu Bir Bakış/Tümamiral Fahri Çoker/ Deniz Kuvvetleri Dergisi Sayı:463- Cilt:74/Ekim 1968 (Alıntı yapılmıştır)
  13. 1890’dan 2003’e 113 Yıllık Şanlı Geçmişin Tarihçesi/Dz. Asb. Hzl. Okulu Kapanış Özel Sayısı/Deniz Basımevi/ 2003
  14. www.oyak.com.tr
  15. 27 Mayıs’a Damgasını Vuran Söz ve Beyanlar/Yrd. Doç. Dr. Mustafa Arıkan/Türkiyat Araştırmaları Dergisi-Sayı:4/Konya-1997
  16. The Chilean Naval Mutiny of 1931/Carlos René Manuel Tromben Corbalán/University of Exeter/Doktora Tezi/Eylül 2010
  17. Sintinenin Dibinde/ Emin Karaca/ Karakutu Yayınları-Eylül 2004
  18. Battleship Potemkin/Sydney Semphony Dergisi/Sydney Opera House/2009
  19. http://www.enotes.com/topic/Russian_battleship_Potemkin
  20. Çelenk Olayı’nı Yaşayan Dönemin Tanığı Deniz Assubayları/İsimleri Gizli Tutulmuştur.
  21. Kronstadt 1921/Paul Avrich/Çeviren Gün Zileli
  22. Red Mutiny: the True Story of the Battleship Potemkin Mutiny/ Neal Bascomb
  23. http://www.kurkuhl.de/english/november/time-line.html
  24. Homeros-İlyada/Türkçesi: Azra Erhat-A.Kadir/Sander Yayınları/1975-İstanbul
  25. Deniz Astsubay Hazırlama Okulu 1983 Mezunları Okul Yıllığı
  26. Emekli Deniz Assubayı İlhami Kemal Atayolu’nun Anıları
  27. Emekli Deniz Assubayı Halil Ergenli’nin Bilgi ve Yazışmaları
  28. http://www.turksolu.org/ileri/36-37/gezmis36.htm (Deniz Gezmiş’in Savunması)
  29. Mao-Bir Yaşam/Philip Short/Çeviri: Yavuz Alogan/İthaki yayınları-2007/Google Kitaplar
  30. Nejat Gülen/Şanlı Bahriye/ Kastaş Yayınları/03-2001
  31. Sultan Abdülaziz’den Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı Donanması/Dr. Mehmet Beşirli/A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi-Sayı:25-Erzurum/2004
  32. Astsubay Hazırlama Okulları İncelemesi/Öğr. Alb. Mehmet Sırrı Bekişli (Çok Progr. Astsb. Hzl. Ok. K.lığı )
  33. http://www.roman-empire.net/army/army.html
  34. Kuva-yı Milliye’nin Askeri Açıdan Etüdü/ Yrd. Doç. Dr. Kadir Kasalak/ Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi-Kasım 1998
  35. Astsubaylar/Nail GÜRELİ/Milliyet Yayınları/1991
  36. TSK internet siteleri/Kuvvet Komutanlıkları İnternet Siteleri
  37. Emret Komutanım/M.Ali BİRAND/Milliyet Yayınları/Ekim 1986-Kasım 1986
  38. http://translate.google.com.tr/translate?hl=tr&langpair=en%7Ctr&u=http://www.army.mil/-news/2009/03/11/18042-army-nco-history-part-1-american-revolution/ (tarihçe-usa)
  39. http://www.ncocorps.net/more/short_history_of_the_army_nco.htm (tarihçe-genel)
  40. Astsubaylığın Tarihçesi Çalışması/Ayhan YILDIRIM/ http://www.84krastsb.org/index.php?option=com_content&view=article&id=93:astsubayliin-tarhces-1&catid=5:ayhan-yildirim
  41. http://www.jandarma.tsk.tr/birlikler/bando/bandoic.htm (bayan assubay alımı)
  42. XVI. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Çavuşluk Teşkilatı/Fırat Üni. Sosyal Bilimler Dergisi Cilt-12, sayı-2, Sayfa: 395-420 Elazığ-2002/Ümit KOÇ/Fırat Üni. Fen Edb. Fak. Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi
  43. Çıraklık Eğitiminin “Osmanlı Dönemi” Durumu/Yrd. Doç.Dr. Ali ŞAHİNKESEN/Ankara üni. Öğretim Görevlisi/
  44. TÜRKİYE'DE ASKERI VETERİNER HEKİMLİK TARİHİ ÜZERİNDE ARAŞTIRMALAR/ Ferruh Dinçer/A. Ü. Veteriner Fakültesi Veteriner Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü
  45. Cenevre Sözleşmesi-III
  46. Stanag 2116
  47. Prof.Dr. Mustafa Ergün/İkinci Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri/Ocak 1996-Ankara
  48. Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi/Enver Ören/İhlas Matb. A.Ş.
  49. Türk Ordusunun Tarihsel Kaynakları/Mevlüt BOZDEMİR/Ankara Üni.Siyasal Bilg.Fak.yayını/1982
  50. İsmail ONARLI/ Toplumsal Barış Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 5, Eylül 2004, s.16-18
  51. Deniz Harp Okulu Pusula Dergisi Sayı : 65-66/2010
  52. Türkiye’de Askeri Bandoculuk Eğitimi/Erol Demirbatır/Uludağ Üni./ Eğitim Fakültesi Dergisi XVIII (1), 2005, 67-81
  53. http://web2.airmail.net/napoleon/index.html (Napolyon Konusunda araştırma ve makaleler sitesi)
  54. E.Dz.Astsb. Necdet TÖRE’nin mahkeme belgeleri ve kendisinden alınan bilgiler.
  55. E. Dz. Astsb. Özgün Uysal’ın kişisel bilgi kayıtları
  56. TEMAD Çorlu Şubesi’nin İnternet Sitesi Kayıtları (Başbakan’la Temad Görüşmesi)
  57. Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulu (DAMYO) İnternet Sitesi/ www.damyo.edu.tr
  58. E. Astsb. Mustafa Cebrail Sadakoğlu’nun Sağlık Astsubay Okulları ile ilgili kişisel bilgi envanteri.
  59. http://www.milliyet.com.tr/2001/01/18/yazar/pulur.html (Nazım Hikmet)
  60. Biyografisine Sığmayan Kadın: Halide Edib/ İpek Çalışlar/Everest yayınları-Mayıs 2010
  61. Samsun-Atakum Tarım Meslek Lisesi/ http://okulweb.meb.gov.tr/55/01/965050/tarihce.html
  62. Bizimkiler-Roma-Anadolu Merkezli Dünya Tarihi/Arda Kısakürek-Evin Esmen Kısakürek
  63. Türk Kültür Tarihinde Spor/Balıkesir Üni. Çalışması/ http://www.kultur.gov.tr/portal/turizm_tr.asp?belgeno=32117
  64. http://www.crystalinks.com/sumer.html
  65. Helen ve Roma Tarihinin Ana Hatları / Bülent İplikçioğlu/ Arkeoloji ve Sanat Yayınları-2007/İstanbul
  66. http://www.roman-empire.net/army/career.html
  67. Eski Türk Ordusunun Genel Mahiyeti/ Prof. Dr. Saadettin GÖMEÇ
  68. Türk Siyasal Kültüründe Devlet Anlayışı/ Adnan Güney/ S. Demirel Üni. S.B.E. Kamu Yönetimi A.B.D.
  69. http://www.ac-sciences-lettres-montpellier.fr/academie_edition/fichiers_conf/Pages2006.pdf
  70. Machiavelli: “Şeytan” mı, “İnsan” mı?/ Faruk Deniz/İstanbul Üni. S.B.F.Dergisi No: 23-24 (Ekim 2000-Mart 2001)
  71. İtaly in the time of Machiavelli/Steve Muhlberger/Nipissing Uni./ http://www.nipissingu.ca/department/history/muhlberger/2155/MACH.HTM
  72. http://vieuxblaye.free.fr/spip.php?article13
  73. Prusya Askeri Sisteminin Kuruluşu ve Olgunlaşması/Mesut Uyar-Hayrullah Gök/ http://koltukgenerali.blogspot.com/2007/05/5.html
  74. Moliere Eğitim Araştırma Projesi: Tarihsel Arka Plan Çalışması/16 ve 17.yy Fransası/İlker Yasin Keskin ve Çalışma Grubu/2009/ http://www.bgst.org/tb/yazilar/090109yk.asp
  75. Ece Ayhan’ın Şiirinde Çocuk ve Eğitim Teması ve Felsefi Temelleri/Hulusi Geçgel
  76. http://www.haberpan.com/haber/enver-pasa--e2-80-98askerlik-kisaltilsin /Enver Paşa Hakkında
  77. Çıpa Dergisi Özel Sayısı/Aralık 2003/DAMYO
  78. www.galatagazete.com /Pınar Çekirge/Fabrikalar Fabrikatörü/
  79. The Army NCO Guide/ FM 7-22.7/HQ Department of The Army-December 2002
  80. The Soldier’s Guide/ FM 7-21.13/ HQ Department of The Army-October 2003
  81. http://www.dzkk.tsk.tr/turkce/TarihiMiras/TurkDenizcliKiyafetleriveUnvanlari.php
  82. E. Tank Kd. Bçvş. Süleyman Kızan’ın Anıları
  83. Emekli Asb. Mustafa Savaş Evran’ın Anıları (www.emekliassubaylar.org)
  84. http://www.ozgundurus.com/Yazar/Altan-Algan/Uc-darbede-bir-orgeneral-Muhsin-Batur.php
  85. http://www.army.mil/article/16759/president-obama-reaches-out-to-senior-ncos/ 
  86. Hürriyet Gazetesi Arşivi
  87. http://ayvalik.temad.org.tr/?islem=paket/haberP/haber_detay.php&haber_id=37
  88. http://www.tarihtebugun.gen.tr/?a=5
  89. E. Hv. Asb. Ökkeş Kadri Baçkır'ın Anıları/ www.emekliassubaylar.org
  90. Deniz Gezmiş’in Savunması/ http://www.turksolu.org/ileri/36-37/gezmis36.htm
  91. http://www.tarihportali.net/tarih/cumhuriyet_tarihi_ekonomi_kronolojisi_29_mayis_1969_15_haziran_1970-t7629991.0.html;wap2=  (Personel Kanunu)
  92. E.Hv. Asb. Abdullah İnaler'in Anıları/http://ainaler.blogcu.com/
  93. Darbe Günlükleri/Aydın Kulak/Sokak Kitapları Yayınları-2010
  94. E. Asb. A.Z.'nin O Döneme İlişkin Anı ve Değerlendirmeleri/ www.emekliassubaylar.org
  95. Kamuoyuna Açık Mektup/ Sarp Kuray/http://www.suvaridergi.org/content/view/300/53/
  96. http://www.nethaber.com/Haber/27172/Turk-Kara-Kuvvetleri-2005te-KURULUS/ Ötüken, 1973, Sayı: 4
  97. Kutadgu Bilig’e Göre Türk Savaş Sanatı/Dr. Erkan Göksu/Kırıkkale Üni. Fen Edb. Fak. Tarih Böl.
  98. Almanak (Türkiye Cumhuriyeti Günlüğü/1923-2000)/K. İzbek/2006-İzmir
  99. http://dostoevskiy.niv.ru / Dostoyevski, Hayatı ve Çalışmaları Kronolojisi
  100. http://www.emekliassubaylar.org/haberler/item/310-ordunun-belkemigi-ses-verdi /Erişim: 17 Nisan 2012/
  101. Ulusal Yayın Yapan İnternet, Basın ve Medya Kuruluşlarının internet siteleri, programları ve köşe yazıları
  102. TC. Resmi Gazete (Çeşitli sayı ve nüshaları)
  103. Sosyal Medya Siteleri (Facebook ve Twitter)

Devr-i Sâbık!

Ağustos 04, 2012

Devr-i Sabık Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bunaltıcı yaz sıcaklarının hüküm sürdüğü şu telaşlı fakat müteheyyiç Ağustos günlerinde sitemizin Mesaj Panosunda bir haber yayınlandı. Hazan mevsiminde gurup vakti hoyrat esen rüzgâra kapılan dalından kopmuş günbatımı renkli kuru bir yaprak misali gündelik hayat gailesinin içinde sürüklenerek yitip giden bu habere bigâne kalamadım.

Merak edip okuyanlar bilirler; bu haber, emekli bir astsubay ağabeyimizin ölüm ilanıydı. Allah rahmet etsin, mekânı cennet olsun! Yorumlarıyla mücadelemizin ateşini harlayan Sayın Nejdet TÖRE, sevenlerinden birisi, vefalı bir dostu ya da silaharkadaşı olmalı. Vefatı duymuş ve bir kadirşinaslık timsâli olarak haberi sitemize taşımışdı. Demek ki mütevaffanın en az bir seveni vardı. Vardı deyip teselli buluyoruz; ya mazallah sayın Nejdet Töre de olmasaydı? Kim, nasıl, nereden bilecekdi ki bir meslekdaşımız daha meçhule giden sessiz gemiye binmişti.

Sahabeden birisi, peygamberimize (s.a.v) sormuş;

- Ya Muhammed, kıyamet ne demekdir?

Peygamberimiz (s.a.m) cevaplamış;

- Kişi öldüğü gün, kıyameti kopmuşdur”.

Rahmetlinin ölüm haberi, ilk günlerde Mesaj Panosunun birinci sırasında yayına girdi. Sonra, üyelerimiz yeni haberler ekledi. Bir daha, bir haber daha... Bilgisayar denen ruhsuz, hissiz makina, bu vefat haberini aşağı doğru itti. Bakmayın, bugün göremezsiniz. Çünkü artık yok!.. Maaşa zam müjdesi vermiyordu ki saniyesinde bilmem kaç bin kere tıklansın ya da günlerce panoda kalsın. Haber, çokdan Mesaj Panosunun dışına atıldı ve geri gelmemek üzere tarihin tozlu sayfaları arasında kayboldu.

Ateş, düşdüğü yeri yakar. Kimbilir, bu ölüm haberinin arkasında ne emeller ne umutlar ne hayaller, ne dostluklar, ne hayal kırıklıkları, ne acılar, ne hüzünler, ne yokluklar, ne açlıklar var? Öyle ya o rahmetli de bir insandı. Hikayesini bilip bulmak, yazmak fayda getirir mi? Bilmiyorum. Fakat iyi bildiğim bir hakikat var ki bu ağabeyimiz, aç öldü. Ey yüce milletim ve kıymetli silahdaşlarım; bugüne kadar yüzbinlerce emekli astsubay gibi bu ağabeyimiz de aç öldü ve Hâk’kın huzuruna aç gitti!

devri-sabik-2Şu an okuduğunuz sayfanın sağ tarafındaki resme bakar mısınız? Kim onlar, tanıdınız mı? Efendim? Emekli astsubaylar mı dediniz? Yoksa o resimdekilerden birisi de siz misiniz? Ne yapıyorlar? Ellerinde pankartlar, dillerinde sloganlar, sel gibi akıp sokağa dökülmüşler. Ne kadar acı, ne kadar incitici, ne kadar gurur kırıcı... Sayıları onbinler, yüzbinler... Ne diyorlar peki? “Açlık sınırında boğulduk!” Boğulmak, ölmek midir? Evet, ölmekdir. Öyleyse bu emekli astsubaylar “açlıktan öldük” diyorlar değil mi? Astsubayı; savaşda, cephenin en önünde harp ettir, şehit olsun. Barışda, açlık sınırında maaşa mahkûm et, bu kez de açlıkdan ölsün. Her koşulda yolu ölüme çıkan başka bir meslek var mı acaba? Bu nasıl bir kaderdir allahaşkına? Aç ne yemez; tok ne demez... Emekli astsubayları bir somun kuru ekmeğe, bir acı soğana muhtaç edenler, Türk olamaz, müslüman olamaz. İnsan diyorsanız, işte o hiç olamaz. 1975 senesinden bugüne kadar geçen yaklaşık 40 senede; astsubaylar, ilk defa sokağa döküldü ve açlıktan öldüklerini haykırdı. İnsanın içini sızlatan, yüreğini dağlayan, gönül telini titreten böyle manzarayı bunca zamandır ilk defa gördü gözler bu memlekette. Peki, emekli maaşının az olduğunu iddia ederek sokağa çıkıp elinde böyle pankart taşıyan emekli bir tek subay gördünüz mü siz ömrü hayatınızda? Bir tane bile olsa emekli bir subayın açlıkdan öldüğünü duydunuz mu? Bu resme iyi bakın dostlar. Devlet, insanca yaşamaya yetecek kadar emekli maaşı vermezse şayet, onlar da yakında açlıkdan ölecekler.

Töremizde; kadına yaşı, erkeğe maaşı sorulmaz. Bilirim, çünkü Türk erkeği için, olmasa da “param yok” demek ölümden beterdir. Şeker isteyen çocuğuna, torununa “param yok” diyen bir babanın, bir dedenin ızdırabını bizler iyi biliriz. Bir günlük ömür, üç öğün aş ister. Torununa şeker almak şöyle dursun, bu emekli astsubayların yiyecek bir somun kuru ekmeği bile yok, Ey Türk Milleti!

Bilenler biliyor, bilmeyenler de bilenlere sorsun demiyorum! Zira burada yazdıklarımı anlamak için, dört işlemi bilmek yeterli. Mühürlü gözlere, kilitli ağızlara, kurşun dökülmüş kulaklara, nasırlı vicdanlara bir kez daha sesleniyorum. Rahmetli, ikinci dereceden emekli edildi, bundan hiç şüphe yok. Çünkü, Türkiye Cumhuriyetinin bütün vatandaşlarına istisnasız verdiği bir hak, ondan külliyen esirgendi. Her memurun yükselebileceği derece/kademeyi, kanunla yasak ettiler ona. Kendisi, en iyi ihtimalle 2/6’dan emekli edildi. 2/99’dan emekli olsa kaç kuruş fark eder? Peki, 2’nin 6’sından emekli edilen bir astsubay kaç para emekli maaşı alır? Bilenler söylesin, bilmeyenler öğrensin. Ya üçüncü dereceden emekli olduysa rahmetli? İşte o zaman sadece kendisi için değil, arkada bırakdığı dul ve öksüzler için de kıyamet kopdu demekdir.

Haberi okuyunca içimi tuhaf bir his kaplayıverdi.  Üşümedim Ağustos sıcağında fakat soğuk soğuk titredim birdenbire. Damarlarımdaki kan dondu sanki. Dilimden dökülen kelimeler boğazımda düğümlendi. Ne bileyim, nasıl diyeyim, bilemiyorum... Kendimi düşündüm bir an... 50 senelik bir ömür... Emeklilikde ikinci bahar değil, sadece ikinci yıl... Öyle ya; tiyatro değil, tekrarı yok bunun! Astsubayın ömür ortalaması 60 yaş  dersek, önümüzdeki dokuz sene içinde fücceten gidip de imamın kayığına binersem dostlar, şaşırmayın emi? Allaha bir can borcumuz var elbet. Vakti zamanı geldiğinde kelime-i şahadet getirip gönül huzuruyla gülerek veda etmesini biliriz hani. Şerefli bir astsubay olarak mesleğimden ve vatanıma adadığım 34 senelik hizmetimden asla pişman değilim. Çünkü bildiğim en iyi işi yaptım. Çocuklarıma bırakacağım yegâne ve en kıymetli miras da babalarının astsubay olmasıdır. Hakkımı, vatanıma, milletime ve kendi silah arkadaşlarıma helâl ediyorum. Ancak, ya emekli olduktan sonra bana açlık maaşını reva görenlere? Elbet hesap günü gelecek. En gecinden bile olsa, ahirette hesaplaşmaya hazır olun! Huzuru mahşerde iki elim yakanızda olacak. Statü hukuku deyip arkasına saklandığınız o helvadan put, o kâğıttan zırh, bakalım sizi cehennem ateşinden koruyabilecek mi?

Rahmetli ağabeyimiz, 73 mezunu. Demek ki vefat ettiğinde 60 yaşlarındaydı. Şimdi geldi aklıma, bir araştırılsa acaba astsubayın ömür ortalaması nedir? Türkiye ortalamasındaki sırası nedir?

Rahmetli, emekli olmak için en az 20 sene çalışdı. Belki de 30 sene veya daha fazla... Benim tahminime göre emekli olduktan sonra takrîbi 10 sene yaşadı. Devlete en az 20 sene prim ödedi ve ancak 10 sene emekli maaşı, yani “açlık maaşı” aldı. Meclisde iki sene görev yapdıktan sonra şimdilik 5.300 lira emekli maaşı alan vekillerin kulakları çınlasın.

İlk 20 senesi çocukluk ve gençlik... en az 20 ilâ 30 senesi vatana hizmet... Geri kalan 10 senesi de yokluk, açlık ve çile dolu bir emeklilik. Alın size 60 senelik ömrün, bir satıra sığdırılan kısacık hesabı; İşte, bu kadar... Kahraman, fedakâr, cefakâr dedikleri dağ gibi bir Türk astsubayının hayat hikayesi... Dikkat ediniz, sadece üç cümleden ibaret.

O’na kahraman dediler, fakat tabutunu top arabasına koyup bandolu tören tertip etmediler; imanlı, abdestli dört mü’min omuzladı tabutunu mezara kadar. Fedakâr dediler, fakat devlet mezarlığına gömmediler; mahallesinin, belki de memleketinin kuş konmaz, kervan geçmez ücrâ bir köyündeki köhne bir mezarlığa defnettiler. Devlet mezarlığında kâşâne misâli kabir yeri, ağaya beleş! Lâkin halk mezarlığında vatandaşa ücrete tabi. Belediye mezarlığından alelâde bir kabir yeri almak istedim, iki sene evvel. Üç metre murabba mezar yeri için tam 1.000 lira istediler. Uğruna ölmek için yemin ettiğim toprağı, belediye satmaya kalkdı bana. Almadım tabi. Bu günleri görmek de varmış kaderde. Rahmetlinin mezar taşı var mı? Siz söyleyin. Lâkin birinci sınıf pamukdan mamûl iki buçuk metre kefen bezi bîlâ bedel. Cefakâr dediler, açlıkla terbiye ettiler. Utanmadan, yüzleri kızarmadan kendileri 4 yuttu, rahmetliye 1’i çok gördüler. Bizimki mide, peki sizinki işkembe mi ağalar? Bu da yetmedi; hayatının son dönemecinde bir lokma ekmeğe muhtaç edip aç öldürdüler rahmetliyi.

Astsubaya yapılan şu haksızlık ve hukuksuzlukları gâvur, gâvura yapmaz, inanın. Kendi subayının ve kendi mahkemesinin hışmına uğradığı için davasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götüren bîçare astsubaya yapılan haksızlıklar, gâvura bile dudak ısırtıyor. Bu memleketin has evladı astsubaya yapılan haksızlık, elin gâvurunun bile vicdanını sızlatacak kadar hoyrat ve ölçüsüz. Yanlış hesap ne yazık ki gâvurun mahkemesinden dönüyor sevgili dostlarım. Gâvur daha mı vicdanlı yoksa? İdareyi temsil edenler adalet mizanını mı kaybettiler, yoksa akıllarını mı? Gâvurun, gâvura yapmadığını birileri bize yapıyor. Düşünüyor, bir anlam veremiyorum. Bu gadir niye? Bu kıygı niçin?

devri-sabik-3Kul hakkı ağırdır, altından kalkamazsınız dedik, burun kıvırdılar. Kara kaplı kanun klasörünün arkasına, cüppenizin içine saklanmayın dedik, bıyık altından güldüler. Her nefs, ölümü mutlaka tadacak dedik, kulaklarını tıkadılar. Hakkımızı haram ettik, yüzleri kızarmadı, arsızca dudak bükdüler.

Peki, kimdir bu faili muhtarlar? Nasıl oluyor da böylesine fütursuz, doludizgin, hesapsızca, hatta utanmazca davranabiliyorlar? Bu memleketin öz evladı astsubaylara böyle büyük ezâ ve cefâ edebiliyorlar? Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti ise bu fiili hangi kanun maddesine sığdıracağız? Türk Silahlı Kuvvetlerini babalarının çiftliği; astsubayları da beyaz köle mi sanıyor bu apoletli muhannetler? Nasıl oluyor da astsubayların canına kastedip aç ölmelerine sebep oluyorlar? Astsubayın katli vacipdir diye mestur bir fetva mı verdiler yoksa? Kimdir bunlar? Eşgâli, meşrebi nedir bu zalimlerin, hiç merak ettiniz mi? Devletin bekâsına alenen kast eden eşkıyayı koruyup kollayan kanunlar, açlıktan ölen astsubayın feryadına kulak vermeyecek mi? Astsubayın, eşkıya kadar dahi kıymeti yok mudur bu memlekette allahaşkına?

İdareci; temsil ettiği insanların hukukunu korumada cesur, güçlü, yetenekli, ehil, mahir, başarılı, samimi, dürüst, bilgili, insaflı ve adil olmak mecburiyetindedir. Çünkü İdareci, görev yaptığı yerde kendisini değil, çalıştığı kurumu temsil eder. İdareci, efendi değil, hizmetcidir. Çünkü o, artık mensubu olduğu kurumun itibarını, unvanını, yetkisini, birlik simgesini, adresini daha da önemlisi imkanını kullanmaktadır. Adalet tesis edildiğinde ancak ortak bir huzur ve güven hâkim olacaktır. Emekli astsubayın meşru mücadelesinin temelinde ve özünde işte bu ana fikir ve ortak payda vardır.

devri-sabik-4Fransız oyun yazarı Jean-Baptiste Poquelin, nam-ı diğer Molière’in meşhur bir sözü vardır; “İnsan, sadece yaptıklarından değil, çoğu zaman yapamadıklarından da sorumludur” der. Komutanlarımız, bu özlüsözü biraz tevil etmişler ve şu şekilde söylemeyi münasip görmüşler; “Komutan, yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumludur”. Yeri geldiğinde, komutanlık makamının önemini ve manasını kuvvetlendirmek amacıyla bu vecizeyi, askerî talimatlarda ve konuşmalarında kullandıklarına siz kıymetli silahdaşlarım da şahit olmuşsunuzdur.

Madem ki asker kişiler, komutan sıfatını taşıdıkları için yaptıklarından ve yapmadıklarından kendilerini peşinen mesul kabul ediyorlar, öyleyse aç ölen emekli astsubayların hesabını vermelidirler. Ortada bir nevi “kasten açlıktan adam öldürme” veya cinayet değilse bile en azından cünha diyebileceğimiz bir fiil var. Öyleyse bir de “faili” olmalı, değil mi? Madem ortada bir fiil var ve aç ölen emekli bir astsubay var, öyleyse bir de bu fiilin sorumlusu, bir başka ifadeyle, elbette bir “Devr-i Sabık”ı olacakdır. Diclenin kenarında kurdun kaptığı kuzunun hesabı devletten soruluyorsa, aç ölen astsubayın hesabı da sorulmalıdır. İşledikleri bu fiilin hesabını bugün değilse yarın, en kısa zamanda vermelidirler. Öyleyse gelin dostlar, bugünden tezi yok. “Aç ölen” silahdaşlarımızı takip edelim. Eğer mümkün ise, aç ölen meslekdaşlarımızın isimlerini, hiç olmazsa sayısını, sitemizinde hakkımızı alıncaya kadar yayınlayalım. Hani şu anasayfanın sağ alt tafında bir sayaç var ya, işte onun gibi bir şey... Sayın Nejdet TÖRE’nin haberini verdiği rahmetli de hak arama uğruna fakat hakkını alamadan “aç ölen” ilk ağabeyimiz olsun.

Genelkurmay Başkanlığımızın manevi şahsiyetine saygılıyız. Sayın Genelkurmay Başkanımızın emekli astsubayın sıkıntısını yürekden hissettiğini biliyoruz. Astsubayın çekdiği maddi meşakkati en yakından gören ve bizler ile aynı düşüncede olduğunu bildiğimiz çok sayıda hakşinas, vicdanlı, gönüldaş subayımıza müteşekkiriz. Ancak şunu da biliyoruz ki, sıkıntılarımızın giderilmesi konusunda sayın Genelkurmay Başkanımızın bugüne kadar ortaya koyduğu irade ve kararlılık ne yazık ki kabul edilen kanunlara hiç yansımamıştır. Demek ki karargâh çalışmasında görevli personel arasında sayın Genelkurmay Başkanımızın emirlerini kıtır kıtır kemiren işgüzar firavun fareleri var. Bu hakikat artık görülmelidir. Emekli astsubayın maaşının bugünün koşullarına göre düzenleneceğine dair en yetkili makamların verdiği sözlerin tutulmaması yapılan kanunların her seferinde boş çıkması,  güvensizlik uçurumunu her geçen gün biraz daha derinleştirmekte ve Türk Silahlı Kuvvetlerine onulmaz zararlar vermektedir. Emekli astsubaya verilen vaatler bir an önce yerine getirilmelidir. Kimse makam masasının arkasına sinmesin, apoletinin altına saklanmasın. Hedefimizde; canım, cennete; canın, cehenneme diyenler var. Işığı önümüze tutun diyoruz, gözümüze tutuyorlar. Hedefimizde; son 50 senedir astsubaylara gadreden ve hırsları boyunu aşan süne zararlıları var. Bize zulmeden bu apoletli uğursuz zalimleri isim isim tespit edelim dostlarım. Bu Devr-i Sabıkları, bütün dünya bilsin... Ordu mensuplarının arasına fitne tohumu eken bu baldırgan otlarının, bu yaban yapalaklarının maskesini er ya da geç düşüreceğiz. Bu lapacıları, bu fitne kumkumalarını günü geldiğinde öyle bir teşhir edelim ki hesap sırası gelinceye kadar işgilli büzük gibi dingildesinler.

Muhterem büyüklerim, kıymetli silahdaşlarım;

devri-sabik-5Büyük önder Atatürk, Yüce Türk milletine “muasır medeniyetlerin dahi üstünde” bir yer ve hedef göstermişdir. Türk astsubayının da şiarı budur. Hedefi; kendisine, gelişmiş ülke astsubaylarının da üstünde bir yer bulmakdır. Hak ettiği kıymeti ve makamı her türlü engele rağmen mutlaka bulacakdır.

Bu yazımda sakın bir meyusiyet aramayın. Çünkü bir katre bile katmadım. Meyus olanlar lutfen zahmet edip yorum yazmasınlar! Aksine, “aç ölen” her silahdaşımız, yeni bir meşale olup yolumuzu aydınlatacak ve mücadelemizi sonuna kadar devam ettirmek için bizleri tazeleyecek, inanç ve kuvvet aşılayacaktır.

Emekli Türk astsubayının meşru şeref mücadelesinin meşalesini Genel Başkanımız Sayın Ahmet KESER 2012 yılında yakdı. Hakkımız, şerefimizdir. Şeref mücadelemiz, yakıtı alın terimiz olan bu sönmez meşalenin nurunda dalga dalga büyüyor. Ferasetli yüce milletimiz, astsubayının açlığını yüreğinde hissetmiş, davasını kendi davası bilmiş ve gönülden desteklemişdir. Yürümek, aç ölmekden iyidir. Tarifsiz acılar çeksek de, gurumuz incinse de, gün be gün açlıkdan ölsek de kararlı adımlarla ve azimle hedefimize yürüyoruz. Dün imkansız olanları bugün başardık. Hedefimize her zamankinden daha yakınız. Önümüzdeki aylar, sayın Genelkurmay Başkanımız ve sayın Millî Savunma Bakanımızın emekli astsubayın özlük hakları konusunda basında yayınlanan sözleri ile imtihanına tanıklık edecek.

Ateşi yakdık!
Un var, yağ var, şeker var...

 

 brove

 

  

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb.III Kad.Kd.Bçvş.

Turkiyede-Assubayligin-Tarihsel-Gelisimi-3
TARİH OLAY
9/10.Ocak.1975 Eskişehir'de mevcut, tüm Hava Kuvvetleri Birlikleri işe gitmeme ve pasif direniş eylemi gerçekleştirerek, yapılan haksızlıkları protesto ederler. Eskişehir'de F-4 (Fantom) M.T.D. Elektronik Silah Oryantasyon Kursu, kursiyer assubayları da bu eylemlere katılırlar.
9/15 Ocak 1975 Balıkesir, Diyarbakır, Mürted, Ankara, Merzifon ve Malatya'da 9-15 Ocak tarihleri arasında geniş çaplı pasif direnişler uygulamaya konulur.
11/14.Ocak.1975 Genkur Ges K.lığı 1. Elk. Brl. K.lığı'nda görevli assubaylar ve onlarla dayanışma gösteren sivil memurlar iş yavaşlatma eylemi (vardiyalı çalıştığından hafta sonu tatili söz konusu değil) yaparlar.
11 Ocak 1975 11oca75-hurriyetHürriyet Gazetesi birinci sayfasından 6 sütun olarak “Assubaylar Yan Ödemeyi Az Buldu” ana başlığı ile haber yayınlar. Astsubayların bu olay nedeni ile harekete geçip “Assubaylar Birliğini” kurduklarını manşetten verir. Bu asparagas haber için harekete geçilir ve derhal yalanlanır.
12/15.Ocak.1975 1 ve 2. Hava Üs Taktik Komutanlığı bağlısı birliklerde görevli 2500 Hava Assubayı ile 30 Deniz Assubayı'nın katılım gösterdiği ve 9-12 Ocak tarihleri arasında geniş çaplı olarak uyguladıkları işe gitmeme ve iş yavaşlatma eylemleri büyük ses getirir. Kayseri'de Hava Kuvvetleri bağlısı birliklerde 3 gün işe gitmeme eylemi gerçekleştirilir. Daha sonradan Hava-İş sendikası liderliğine kadar ilerleyen Hava Assubayı Atılay Ayçin, bu eylemlerde başı çeker. Bu nedenle de ordu ile ilişiği kesilir.
13/15.Ocak.1975 Bandırma, 6. Ana Jet Üs K.lığı bağlısı birlikler, 13 Ocak günü Assubay Gazinosunda toplantı yaparlar ve arkasından, 14-15 Ocak tarihlerinde iki günlük işe gitmeme eylemini (525 Hava ve Deniz Assubayı) gerçekleştirirler. 301. Deniz Hava Filosu'nda görevli Deniz Assubayları da bu eylemin içinde yer alır. Gölcük bölgesinde Deniz Assubayları tarafından bireysel tepkiler ortaya konulur ve pasif direnişler yapılır.
18 Ocak 1975 Assubay eşleri, Ankara’da Ulus’tan Kızılay’a kadar yürüdü. Sıhhiye’de kurulan polis barikatını geçmeyi başardılar ve seslerini tüm ülkeye duyurdular. Yine arbede çıktı, eşler coplandı. Kortejin kenarında duran assubaylar bu zulme dayanamayınca ortalık iyice karıştı. Bu yürüyüş esnasında, Adalet Bakanlığı binası civarında astsubay eşleri için bir hazır kıta bekletilmesi hayli ilginçtir. Olur da eylemci assubaylar ve eşleri Meclis’e yaklaşırsa kanlı bir süngü cengi ile geri püskürtülecektir.  Ayrıca dâhiyane bir fikirle kalabalığın sık sık fotoğrafı çekilmiş ve eyleme karışan assubaylar bir bir tespit edilmeye çalışılmıştır. Hatta gazetecilerin çektikleri resimler dahi incelenmiş ve hesap günü için isimler fişlenmiştir. İstanbul, Taksim'de de bir yürüyüş tertiplendi fakat basın bunu sessizce geçiştirdi. 
20 Ocak 1975  Assubay Eşleri Ş. Urfa’da yürüyüş yaptı. Vilayet önüne kadar yürüyüp İstiklal Marşı söylediler ve protesto eylemini bitirdiler. Çorlu bölgesinde muhtelif pasif direnişler ve assubayları bilinçlendirme faaliyetleri gerçekleşmiştir.  Çorlu'da ortak tepki havası hissedilmiş ama tam anlamıyla koordineli bir eylem ortaya konulamamıştır. Küçük çaplı ve bireysel eylemler ve bilinçlendirme süreci yaşanmıştır. Kara Assubayı Y. S., assubaylar arasında eylem propagandası yaptığı gerekçesiyle bir hafta hapisle cezalandırılmış ve cezanın ardından sürgün ataması olarak, bir başka bölgeye; Dağ ve Komando Okulu'na gönderilmiştir.
1975 TEMAY ve EMAS adlı dernekler, bazı yerlerde astsubay eylemlerine öncülük ederler. Milli Gazete; Astsubay hakları ile ilgili bilgilere sayfalarında geniş yer verir. Bu yürüyüş ve hak aramalara DİSK ve Dev-Genç gibi bazı Sivil Toplum Kuruluşları, Milletvekilleri, General ve Amiraller, Subaylar da destek verirler. 1975 Astsubay yürüyüşlerinden dolayı 5000 civarında Astsubay hapis cezası ve rütbe tenzil cezası alırlar. Ceza infazları birliklerde işlerin aksamaması için vardiya usulü ile uygulanır. Planlanan bu vardiya usulüne göre Assubaylar Ceza evlerine konarak cezaları infaz edilir.
28 Ocak 1975 Assubay eşlerinin protesto eylemleri Millet Meclisi’nde ses bulmuştur. O gün epey hareketli bir oturumda konu gündeme getirilmiştir. Kavgalı, tartışmalı, yumruklu ve tokatlı olarak gerçekleşen o günkü oturumun assubay eşlerinin eylemi ile ilgili kısmı için basında şunlar yazılmıştır: “MHP'li Ali Fuat Eyüboğlu, sataşma gerekçesiyle söz istemiş ve Başkan Ahmet Çakmak, Eyüboğlu'na söz vermiştir. Bunun üzerine CHP'liler ayağa kalkarak Başkanın tutumunu uzun süre protesto etmişlerdir. Eyüboğlu, konuşurken Assubay eylemleri ile ilgili olarak: Assubay ailelerinin yürüyüşü sırasında CHP Gençlik Kollarının yayınladığı bildiriden söz açarak, 'Bu bildiride, Türk ordusunun tahkir edildiğini' iddia etmiştir. Bunun üzerine CHP'liler yeniden Eyüboğlu'na bağırıp çağırmışlardır.” 
05 Şubat 1975 Millet Meclisi’nde, assubayların yan ödemeleri, gündem dışı bir konuşmayla kürsüye getirilmiş, bu konuda açıklama yapan Milli Savunma Bakanı İlhami Sançar, Hava Kuvvetlerinde 630 assubayın tutuklandığını, ayrıca 2236 assubayın hakkında soruşturma açılarak açığa alındığını, 74 assubayın da emekliye sevk edildiğini açıklamıştır. Eylemler nedeniyle ordudan ayrılışı yapılan isimlerden birisi de şair Murat Kapkıner’dir.
6 Mart 1975 Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı birliklerde görev yapan ve eylemlere karıştığı tespit edilen 177 kişi (45 K.K.K. lığı, 31 Dz. K. K. lığı, 24 Hv. K. K. Lığı mensubu Asb. ve bu eylemlere destek veren 77 Svl. Me.) Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığının 6 Mart 1975 tarih ve 1975-96 sayılı, 1975-191 esas, 1975-74 karar numaralı iddianamesi gereğince “Birlikte Karar Alarak Görevi Kasten Aksatmak ve Bu Karara Fiilen Uymak” suçlamasına istinaden yargılanmak üzere mahkemeye sevk edilerek, T.C.K.nun 236/1-2, As.C.K.’nun 34’ncü maddeleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları istemiyle yargılanmaya başlandı. Daha sonra bunlardan 45 Asb. hemen tutuklanarak, 33-45 gün arasında ceza aldı. Cezaları Mamak Askeri Cezaevinde çektirildi. Mahkeme sonucunda, 45 Astsb. ile 52 Svl. Me., 2 ay Ağır hapis ve 200 TL. ağır para cezasına çarptırıldı. Asb. ların rütbe alma durumları ise 1 sene geç olmak üzere devam etti. (Bu eylemlere katılan Svl. Memurlar, durum kendilerini ilgilendirmediği halde eylemlere gönüllü olarak katılmışlar ve Assubayların Onur Mücadelesini şereflendirmişlerdir.)
25 Mart 1975 Anlaşarak ve sözleşerek toplu halde firar ettikleri iddiasıyla haklarında dava açılan 271 assubayın duruşması, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinde yapılmış, duruşmada askeri savcı iddianamesini okumuş ve sanıkların izinsiz olarak işlerine gitmediklerini ileri sürerek bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmalarını istemiştir. Hava Albay Muammer Uzuner’in başkanlığında duruşma hâkimi Binbaşı Ferşat Oltulu ve üye Hava Hâkim Ütğm. İsmail Hakkı Dirik’ten Kurulu mahkeme heyeti Hava K. K. lığı’nın duruşma salonu küçük olduğu için duruşmayı Sıkıyönetim Mahkemesi Salonunda yapmıştır.
29 Mart 1975 Eylemler sonrasında kamuoyu tepkisi oluşmuş ve assubayların eylemleri yan ödeme kanunnamesinde bir değişikliği zorunlu kılmıştır. Kanunname gözden geçirilip makyajlanmak zorunda kalınmıştır. Yeni hali, eskisinden biraz daha iyicedir. Bu kez Kıdemli Başçavuşumuz görece olarak, üsteğmenle eş seviyeye getirilmiştir. Tabi ki, komutanlık tazminatını saymazsak!
Mart/Nisan 1975 Eylem mağdurlarını korumak ve savunmak gayesi ile Ankara, İstanbul, İzmir, Gölcük, Gelibolu, Konya, Eskişehir, Balıkesir, Bandırma, Kayseri, Merzifon, Malatya, Diyarbakır, Erzurum, Erzincan, Mersin, Adana, İskenderun, gibi birçok il ve ilçede hızlı örgütlenmeye gidilmiş, bu örgütlenme sonrasında oluşturulan Hak Arama Komiteleri hızla harekete geçmiştir. Hak Arama Komiteleri bir yandan davalara kilitlenirken, öte yandan da hem içerdekilere hem de içerdekilerin dışarda bıraktıklarına maddi yardımlar için Takip Komiteleri oluştururlar. Takip Komiteleri zor durumdaki aileleri ve hapisteki assubayları maddi açıdan desteklemeye çabalarken, diğer ekipler; davalardaki hak ve hukukun müdahili, gözlemcisi ve destekçisi olurlar.
18 Nisan 1975 Üst komuta kademesinde, eyleme karışan assubayların ordudan ilişiğinin kesilmesi düşüncesi hâkim düşüncedir. Fakat Hava Kuvvetleri Komutanı bu düşünceye karşıdır. “Halen tutuklu bulunan assubayların neredeyse tamamının Uçak Teknisyenleri olduğunu, onların Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiklerinin kesilmesinin, Hava Kuvvetlerinin asli görevi olan; uçuş, atış, av önleme ve bombardıman görevlerini aksatacağını hatta aksatmaktan da öte yapılamayacağını” belirtir. Ayrıca “Kıbrıs Barış Harekâtı’nın fiilen bitmiş olmasına rağmen teyakkuz durumunun devam ediyor olması münasebetiyle, eylemci personelin ilişiklerinin kesilemeyeceği” fikrini Genelkurmay başkanına arz eder. Olaylara daha katı yaklaşan Genelkurmay Başkanı da durumun ciddiyetini anlayınca, devam eden şartlar nedeniyle bu düşünceye katılmak durumunda kalır. Böylece verilecek cezalarda yetki mahkemelere kalır. Ordudan atılmayıp hapis cezası alanlar, işlerin aksamaması amacıyla cezalarını birliklerinde vardiya usulüyle çekerler.
10 Tem. 1976 Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanı’nın başvurması üzerine, Askeri Personel Kanununu değiştiren kanunun üst öğretim gören astsubayların intibaklarıyla ilgili bir hükmünü iptal etti. Bu hüküm, görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubayların, aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tespit edilen giriş derece ve kademesine bir derece eklemek suretiyle bulunacak derece ve kademelerden hizmete başlamış sayılmasını öngörüyordu. Anayasa Mahkemesi, bu hükmün eşitlik ilkelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar verdi. Burada ilginç olan nokta, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı da olan Cumhurbaşkanı Sn. Fahri Korutürk’ün Anayasa Mahkemesine itiraz başvurusu yaparken gerekçe olarak Assubay’ın emsalinin subay olduğunu belirtmesidir. Yine aynı dönemlerde Assubaylar, Subaylarla aynı dereceden göreve başlamışlardır ancak bu kez Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Assubayların emsali Subay değil, 657 sayılı yasaya tabi genel idari hizmetleri sınıfındaki devlet memurudur kararı vermişti. (Yani işine nasıl gelirse canım!)
24 Mart 1978 Assubay Sınıf Okulu’nda okuyan öğrencilerin bu okullarda geçirdikleri sürelerin (18 yaşından gün almak şartıyla) emekliliğinden sayılması kabul edildi.
13 Ara. 1978 Genelkurmay Başkanı Kenan Evren : “Silahlı Kuvvetlerimizin çektiği maddi sıkıntıları gidermek mümkün olduğu halde, manevi sıkıntıları, moral sıkıntılarını gidermenin çok güç olacağını sizler de takdir edersiniz. Bu moral sıkıntısı, daha ziyade Silahlı Kuvvetlerimizin bizatihi içinde bulunan ayrılıklardan doğmaktadır./…/Takdir edersiniz ki, bir Sıhhiye Astsubay Başçavuş’un Tümgeneral maaşı alması ve ondan çok daha zor hizmetlerde çalışan Teknisyen Assubaylarımızın, normal maaşla iktifa etmesi, orduda huzursuzluğun kaynaklarından birisini teşkil eder, bu yönüyle sizlere bu moral yönünü dile getirmekten kendimi alamadım. Silah noksanlığını, malzeme noksanlığını giderebiliyoruz fakat personelin moralini tam tutamazsak, onu kullanacak insanları istediğimiz şekilde yetiştiremezsek, o zaman elimizdeki silahların da, teknik vasıtaların da kıymetinin kalmayacağı şüphesiz hepimizin malumudur." (Tam gün yasası nedeniyle bu konuşmayı yapıyor ve bu yasayı eleştiriyor ama ne hikmetse örneği assubaylar üzerinden veriyor.) (Tercümesi; siz bu yasayla, bazı assubayların benden fazla maaş almasına yol açıyorsunuz. Hadi Tabip Subaylar tamam da, bu benden ast olan “köle assubayların” maaşta beni sollaması neyin nesi?)
20 Şubat 1979 mfcakmakGölcük, Donanma Komutanlığı’na bağlı Mareşal Fevzi Çakmak (D-351) muhribinde 16.30 sularında meydana gelen yangın sonucu Asb. Çvş. Mehmet Kaya ile erlerden Mehmet Tekinler ve Ziya Karapınar yanarak şehit oldu. Yangına bakımda olan geminin mazot kazanına giden borulardan birinin alev almasının yol açtığı belirtildi. Olay esnasında yangına karşı kahramanca mücadele eden bir deniz assubayı ve iki er, Harp Filosu Komutanı Tümamiral’in emriyle içerde bırakıldı. Üzerlerine kaporta kapatıldı ve ölüme terk edildiler. Olay esnasında Harp Filosu Komutanı, personelin gazını almak için kahramanlık nutukları atar. “Gemiyi kurtarmak için gerekirse hepimiz canımızı feda edeceğiz!” falan der. Personelin tepkisine rağmen verilen emir uygulanır ve bu üç kahraman denizci ölüme terk edilir. Olay sonrasında komuta kademesince assubayların cenazeye katılmaları engellenir. Tepkilerden korkulur. Gemilerin kıçtankara iskeleleri içeriye alınır ve gemilerden çıkış yasaklanır. Meslektaşlarına son vazifesini yapmaları engellenen ve zalimce tedbirlerle içerde tutulan assubaylar, yeni bir tepkisel eylem fikrinde karar kılarlar. Buna göre belirlenen gün ve saatte TCG Donatan gemisinin işareti ile protesto eylemine başlanacaktır. Her gemi hazırladığı siyah çelenkleri aynı anda denize bırakacak ve böylece bu zalimliğe karşı ortak tepkisini gösterecektir. Bu karşı koyuş, bu onurlu duruş gerçekleştiğinde ortalık karışır. Donanmanın zalim subayları bunu bir isyan olarak değerlendirip katılanları, özellikle ele başılarını askeri mahkemeye çıkarmaya çalışırlar. Haklarında isyana teşvik suçlaması ile yasal süreci başlatırlar. Özellikle Kocatepe ve M.F. Çakmak muhriplerinde tepki çok büyüktür. O yüzden bu gemilerde tutuklamalar yapılır. Tutuklananların yerine geçici görev mürettebat atandırılır ve gemiler bakımda ve sülyen boyalı olmalarına rağmen apar topar Mersin’e intikal ettirilir. Böylece isyanın donanmanın diğer gemilerine de sıçraması önlenecektir. Yine de uzun bir süre ortalık yatışmaz. Bu süreçte Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk de bir inceleme gezisi için Gölcük Tersanesi’ne gelecektir. Onun geçeceği güzergâhlar üzerine devrimci sloganlar yazılır. Bunların en önemlisi Gölcük B Kapı girişindeki asfalta yazılan slogandır ki, bu eylem sonrasında B Kapı için Nöbetçi Subaylığı ihdas edilmiştir. Ayrıca, liman açıklarında alargadaki bir geminin bordasına da devrimci sloganlar yazılması, donanmanın üst komuta kademesini deliye döndürmüştür. O dönem özellikle bu yazı Gölcük’te dillere destan olmuştur. Olaylar yatışmasına yatışır ama bu onurlu eylemi gerçekleştiren deniz assubayları ağır bir bedel ödemek zorunda kalır. Kimisi ordudan atılır, kimisi hapis yatar, pek çoğu da devre kaybeder ve çok uzun yıllar mimli personel olarak gözetim altında tutulur. Hiçbir yurt dışı görevine, gemi alımına gönderilmezler.
1979 Daha önce şapka kokartlarında Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden ay-yıldız bulunmayan Deniz Assubay Hazırlama ve Sınıf Okulu öğrencileri, tasarımı o yıl Dz. Asb. Hzl. Okulu 2.Sınıf öğrencisi olan Özgün Uysal tarafından yapılan ve değişikliği Dz. K.K. Kıyafet Yönetmeliği'ne işlenen, ay-yıldızlı şapka kokartlarını ilk kez kullanmaya başladılar.
5 Haz. 1982 Astsubayların rütbe terfi veya rütbe kıdemliliği sırasında bulunmadıkları halde, görevde iken bir yüksek öğretim biriminden mezun olmaları durumunda, bir üst maaş derecesinin birinci kademesine yükseltilmelerini sağlayacak Yönetmelik Resmi Gazetede yayınlanarak, yürürlüğe girdi.
Haziran 1983 TEMAY ve EMAS gibi eski dernek yapılanmaları iptal edildi ve TEMAD’ın kuruluşu ile ilgili 2847 sayılı yasa yürürlüğe girdi.
17.Ekim.1984 Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) kuruldu.
Ekim 1986 emretkomutanimBirkaç bölümde assubayları ve sorunlarını da ele alıp inceleyen ve kamuoyuna assubayları tanıtan “Emret Komutanım” isimli kitap yayımlandı. Kitap, Mehmet Ali Birand tarafından hazırlandı ve Milliyet yayınları tarafından piyasaya çıkarıldı.
15 Ara. 1986 Emret Komutanım isimli yazı dizisi hakkında Genelkurmay Başkanlığı’nın yapmış olduğu açıklamalar, Milliyet Gazetesinde yayımlandı. (10 Ara.1986 gün ve GENSEK: 3050-273-86/BASHALK (753)). Bu açıklamaya göre, “Yazarın, astsubaylarımızı ‘Tanınmayan Kuvvet ve Ayrı Bir Dünya’  olarak vasıflandırması ise, ardındaki saklı fikirleri ile Silahlı Kuvvetler içinde bir ‘kırgınlar’ grubu yaratmak temayülünü teşvik eder mahiyette görülmektedir.
1990 Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’nun Yüzüncü Kuruluş Yıldönümü nedeniyle PTT tarafından anma pulu çıkarıldı.
25 Haz. 1991 Nail Güreli’nin hazırlamış olduğu Astsubaylar yazı dizisi Türkiye’nin etkin gazetelerinden Milliyet’te yayımlanmaya başlandı.
1 Tem. 1991 Nail Güreli tarafından hazırlanan ve Milliyet Gazetesinde yayımlanan Astsubaylar yazı dizisinin 35’inci bölümü de neşredildi ve tamamlandı.
Ağustos 1991 Nail Güreli’nin “Astsubaylar” isimli kitabı Milliyet Yayınları tarafından piyasaya çıkartıldı.
28 Ağu. 1991 Ordudaki görevinden zorunlu hizmet nedeniyle ayrılamayan subay ve assubayların çözümü firarda aradıkları belirtildi. Son yıllarda Firari sayısının arttığı ve bu sayının 150 dolayında olduğu öğrenildi. (Milliyet Gazetesi)
11 Kasım 1991 Gazeteci Rafet Ballı tarafından hazırlanan ve Milliyet gazetesinde yayımlanan Emekliler konulu yazı dizisinde Emekli Assubayların Sorunları anlatıldı.
14 Ocak 1992 Astsubayların sorunlarının çözümü için TEMAD atağa kalktı. TEMAD’ın yeni Genel Başkanı Emekli Hava Assubayı Orhan Özkan,  sorunlarını ve dileklerini yetkili makamlara duyurmak ve çözümü sağlamak üzere bir kampanya başlattı. Assubayların ve emeklilerinin isteklerini içeren raporlar, Meclis Başkanlığına, Başbakanlığa, Milli Savunma Bakanlığı ile diğer ilgili bakanlıklara ve Genel Kurmay Başkanlığına iletildi.
20 Aralık 1993 evinwq3Ünlü sinema ve tiyatro sanatçısı Hulusi Kentmen, kalp yetmezliği ve böbrek sorunu nedeniyle vefat etti. Kentmen, uzun yıllar Türk Donanmasında deniz assubayı olarak görev yapmıştı. Türkiye halkı onu zengin ama aşka ve sevgiye saygı duyan baba ve fabrikatör rolleriyle tanıyıp sevmişti. Hatta gönüllerin cumhurbaşkanıydı o. O denli seviliyordu. Seksen iki yıllık ömrünü tamamlarken söylediği son sözler şöyleydi: “Biz sinema oyuncuları, hayal sanatçılarıyız. Bir iz bırakmıyoruz. Oynadığımız, oynatıldığımız müddetçe varız, onun dışında ise yokuz. Ne olur bizi unutmayın!
19 Aralık 1994 Astsubay Hazırlama Okullarının kapatılması ve Astsubay Sınıf Okullarının Meslek Yüksek Okulu olarak yeniden yapılandırılması konusu Yüksek Askeri Şurada ele alındı. Konunun detaylı araştırılmasına ve incelenmesine karar verildi.
15 Haz. 1997 Genelkurmay Başkanlığı 12 Haziran 1997 tarihli yazısında Başçavuşlara ve Assubaylara hakaret ettiği gerekçesiyle Milli Gazete yazarı Sadık Albayrak hakkında suç duyurusunda bulundu. Sadık Albayrak, Mizan isimli köşesinde yazmış olduğu yazıda başta Başçavuşlar olmak üzere assubaylara ağır hakaretlerde bulunmuş ve bunun neticesinde assubaylar büyük tepki göstermişti. (Sadık Albayrak, oğlu Berat Albayrak'ı Başbakan Tayyip Erdoğan'ın kızı Esra Erdoğan'la evlendirerek, 'başbakan dünürü' olan yazarımızdır.)
17 Ağu.1999 17agustosdepremi17 Ağustos 1999 Marmara depreminde Deniz Kuvvetleri mensubu 420 subay, assubay, er ve uzman çavuş şehit oldu. (Medyada çıkan haberlere göre, bu dönem Gölcük’te görev yaparken depremde şehit olan Mehmetçiklerimize “Şehitlik Beratı” verilmediği de 2010 yılında hala yazılıyordu. Ne acı değil mi? Kimin şehit sayılıp sayılmayacağına bile ölüm şekline göre değil, statüsüne göre karar veriliyor!)
6/10 Ara. 1999 Astsubay Hazırlama Okullarının kapatılması ve Astsubay Sınıf Okullarının Meslek Yüksek Okulu olarak yeniden yapılandırılması konusunda Genel Kurmay Başkanlığı’nda geniş katılımlı bir Eğitim Koordine Toplantısı icra edildi. Bu toplantı neticesinde konu hakkında kesin karara varıldı. Bu karara göre, Proje uygulamaya geçirilecek.
13-21 Haz.2001 13 Haziran 2001 tarihli ve  “T.S.K.’nde İstihdam edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar” konulu kanun 21 Haziran 2001 tarihli ve 24439 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi.
2001 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’de de Amerikan Astsubay yapılanmasına benzer adımlar atılmaya başlandı. Birlik ve Gemi Kıdemli Assubaylık kadroları kuruldu. Kuvvet Kıdemli Assubaylığı tesis edildi. Kıdemli astsubay Akademisi fikri etüt edilmeye başlandı.
25 Kasım 2001 Milliyet Gazetesinde “Sözleşmeli Bayan Astsubay Yasası” ile ilgili iç sayfa başlığı : “Ayşe Başçavuş Geliyor.

Hazırlayan: Aydın Kulak

(2010 yılında yayımlanan çalışmanın güncellenmiş versiyonudur. Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek kullanılmasında bir sakınca yoktur. Çalışma ile ilgili açıklamalar ve kaynakça, yazı dizisinin son bölümünde yer alacaktır.)

Not-1: Bu yazıdaki bazı resimler, Tosun Saral Albümü’nden alınmıştır. Assubaylarla ilgili pek çok resme Facebook’taki Tosun Saral Albümü’nden ulaşabilirsiniz. Kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.

astsubay-tarihi-2
TARİH OLAY
9.Eylül.1934 19.yüzyılın ikinci yarısında filizlenen ve 20.yüzyılın başlarında sistematik bir düşünce haline gelen “Türkçülük” fikrinin 1930’lu yıllarla birlikte önderi olan Hüseyin Nihal Atsız, Kasımpaşa’da bulunan Deniz Gedikli Erbaş Ortaokulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiş ve dört yıl burada görev yapmıştır. 30 Haziran 1938 tarihinde bu okuldaki görevinden ihraç edilmiştir. O dönemde, Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’nun yönetmeliğine göre, Türk olmayanlar okula alınamamaktadır. Yeni öğrencileri imtihan eden komisyonda yer alan Atsız, sorduğu sorularla adaylardan Türk asıllı olmayanları tespit etmekte ve öğrenci olarak okula alınmayan bu adaylar yüzünden de etrafındaki düşmanlarını çoğaltmaktadır. Arnavut asıllı olduğu iddia edilen müdür, komisyondan Atsız’ı çıkarmış ve bu hadise üzerine Arnavut asıllı müdüre selam vermeyerek disiplin suçu işleyen Atsız, müdürün Milli Savunma Bakanlığı’na yazdığı bir yazı yüzünden okuldaki vazifesinden ihraç edilmek durumunda kalmıştır
9.Nisan.1935 Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki rütbe isimleri, yeni Türkçe terimlerle değiştirildi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde kullanılan rütbeler; Laiklik ilkesi kapsamında çıkartılan 2590 sayılı ‘Efendi, Bey, Paşa gibi Lakap ve Unvanların Kaldırılmasına Dair Kanun’ un üçüncü maddesine dayanılarak Bakanlar Kurulu’nun 09 Nisan 1935-No:2/2295 sayılı ‘Ordudaki Rütbeler ve Yeni Karşılıkları Hakkındaki Kararname’ ile yürürlüğe girmiştir. (Madde 3: Askeri rütbelerden adın başına gelmek üzere kara ve havada Müşürlere Mareşal, Birinci Ferik, Ferik ve Livalara General, Denizde Birinci Ferik, Ferik ve Livalara Amiral denilir. Generallerin ve Amirallerin derecelerini gösteren unvanlarla Deniz Müşürleri unvanlarının ve diğer askeri rütbelerin karşılıkları Ali Askeri Şurası kararı ve İcra Vekilleri Heyetinin tasdiki ile konulur.) Bu kapsamda Gedikli Erbaş (Assubay) rütbeleri de şu şekilde değişikliğe uğramıştır: Eski/Yeni - Başgedikli/Başgedikli-Başçavuş/Başçavuş - Başçavuş Muavini/Üstçavuş - Çavuş/Çavuş - Onbaşı/Onbaşı
10.Haziran.1935

tosunsaralalbümü272771 sayılı “Ordu Dâhili Hizmet Kanunu” ile yeni rütbe ve kategori tanımlamaları yapılmıştır. Burada Er’den Başgedikliye kadar olan rütbeye haiz kişilere “Erat” deneceği belirtilmiş, Yarsubay’dan Mareşal’e kadar olan rütbeye haiz kişilere ise “Subay” deneceği belirtilmiştir. Erat tanımlamasındaki personelden özel kanunlar ile mükellefiyetlerinden fazla hizmet kabul edenlere “Gedikli” deneceği karara bağlanmıştır. Böylece Gedikli Küçük Zabit yapılanması da Gedikli Erbaş olarak kanunlarda tanımlanmaya başlamış ve sınıf olarak bir kategori düşüşü yaşanmıştır.       

Ayrıca, rütbe kategorisi olarak şu gruplar belirtilmiştir. Erbaşlar: Onbaşı, Çavuş, Üstçavuş, Başçavuş, Başgedikli.  Asubaylar: Yarsubay (Zabit Vekili), Asteğmen, Teğmen, Yüzbaşı, Binbaşı.  Üstsubaylar: Yarbay, Albay, Generaller ve Mareşal. (Burada dikkat çekici olan şey, Gedikli Zabitliğin yerine Yarsubaylık rütbesinin getirilmesi fakat halen görevde olan Gedikli Zabitlere bu rütbenin verilmemiş olmasıdır. Muhtemelen bu rütbe Harp Okulu öğrencilerinin mezuniyet sonrası için ihdas edilmiştir.) (Gedikli Erbaşların sosyal hakları kısıtlı olmasına rağmen maddi hakları bu günkü Assubayların maddi durumlarından çok daha iyiydi. Bir Gedikli Erbaş naspedilişinden sonra 18 sene evlenemezdi. Sonrasında ise üst kademeden evlilik onayı almak zorunluluğu vardı. Koğuşta eratın en başında yatar, haftada bir gün şehre izinli çıkardı.)

26 Şubat 1937 205 sayılı kanunun 2.nci maddesini değiştiren 3134 sayılı kanun ile gedikli erbaşların en az ortaokul tahsiline haiz olmaları şartı getirilmiştir. Assubayların, Hazırlık Okulları sonrasında tahsil süreleri (ortaokul üstü) 2 yıllık sınıf okulu yani sanat enstitüsü seviyesine çıkarıldı.
16 Mayıs 1938 2771 sayılı kanunda (Ordu Dâhili Hizmet Kanunu) değişiklik yapıldı. Subay rütbeleri değiştirildi. Assubay rütbelerinde bir değişikliğe gidilmedi. (3387 sayılı kanun)
Haziran 1938 nazımdonanmadavasıŞair Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı ve Kerim Korcan ile bir avuç deniz assubayı “Donanma Davası” olarak bilinen dava nedeniyle tutuklandı. Nazım Hikmet ve arkadaşlarının suçları Donanma’daki assubaylara kitap okutmak ve henüz icat edilmemiş bir suç olan “Komünizm” propagandası yapmaktı. Söz konusu kitapların çoğu, bugün dünya klasikleri diyebileceğimiz eserlerden oluşuyordu ve hiç biri yasak yayın değildi. Komünizm propagandası suçu, yargılanma sürecinde ancak yasalara girdi. Türk Ceza Yasası'ndaki 141-142. maddeler, 16 Temmuz 1938 gün ve 3531 sayılı yasayla değişikliğe uğratılarak, yalnız eylemi değil, düşünce açıklamayı da cezalandırır hale getirildiler. Nazım Hikmet, Erkin gemisinde sintineye kapatıldı. Ondan önce tutuklanan Kemal Tahir grubu ve deniz assubayları ilk önce Yavuz Zırhlısı sintinelerine, yer kalmayınca da Erkin Gemisi sintinelerine hapsedildiler. 10 Ağustos 1938 tarihinde Erkin Gemisinde başlayan mahkeme, 29 Ağustos 1938’de karara bağlandı ve ağır cezalarla sonuçlandı. Kemal Tahir’in assubay kardeşi (Nuri Tahir) ve sanık diğer assubaylar da paylarına düşen cezaları aldılar. Bu davada ilk kez yüzer-gezer mahkeme olarak kullanılan Erkin Gemisi de bu özelliğiyle Zulüm Mahkemesi olarak tarihe geçti.
12 Aralık 1938 Genelkurmay Başkanlığı, dünyadaki siyasi şartların bir savaşa doğru meyletmesini dikkate alarak, ordudaki subay sayısının artırılması yönünde karar almış ve bu maksatla on yıl hizmetten sonra emekliye ayrılan Gedikli Erbaşların, imtihandan geçirilerek yedek teğmen olarak orduya alınmasını uygulamaya koymuştur. (Kanun No: 3543, Resmi Gazete Tarih/Sayı:21/XII/1938- 4090)
1 Eylül 1939 1937 yılında çıkan yasa gereği ilkokul seviyesindeki Musiki Gedikli Okulu kapanmış ve yeni bir yapılanma ile Ankara Musıki Gedikli Erbaş Hazırlama Orta Okulu, Riyaseti Cumhur Armoni Mızıkası’nın yanındaki binada açılmıştır. Bu kuruluşta Riyaseti Cumhur Armoni Mızıkası Şefi Bando Yarbay Veli Kanık’ın (Şair Orhan Veli’nin babası) emeği büyük olmuştur. Bandoların icracı assubaylarını yetiştirmek amacıyla 3 yıl süreli eğitim verilmekte, ayrıca mezunlar, 8 ay kıta stajı ve 10 ay kurs gördükten sonra assubay olarak kıtalara atanmaktaydılar. Okulda okutulan bütün derslerin sorumluluğu Cumhurbaşkanlığı Armoni Mızıkası Komutanlığına verilmiştir. Okul, ilk mezunlarını 1941-1942 eğitim yılında vermiş, bu dönemde 20 öğrenci diploma almıştır.
18 Ocak 1940 3779 sayılı “Gedikli Erbaşların Maaşlarının Tevhit ve Teadülüne Dair Kanun” yürürlüğe girdi. Bu kanunda gediklilerin maaş tutarları, rütbeleri, görev ve temdit süreleri ile her rütbenin yaş hadleri belirtiliyordu. Bu kanunun bir özelliği de o tarihe kadar kaçıncı hizmet yılında olursa olsun aynı aylığı almakta bulunan Başgediklilerin dört yılda bir yapacakları uzatma ile aylıklarının birer derece yükseltilmesidir. Böylece hizmet ve kıdemleri olumlu yönde değerlendirilmiştir.
1940 Assubay Okullarına ilkokul mezunlarının alınmasına son verildi ve Ortaokul mezunları alınmaya başlandı.
24 Nisan 1942 2/17733 sayılı kararname ile Donanma mensubu Gedikli Küçük Zabit ve Gedikli Okulu öğrencilerinin şapka şeritlerine “Türkiye Cumhuriyeti Bahriyesi” anlamına gelen “T.C.B.” simgesinin yazılması hükmü konuldu.
1943 Mersin’de bulunan Deniz Gedikli Mektebi, Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ tarafından ziyaret edildi.
1947 Hava Assubay Okullarına, son kez pilot adayı öğrenci alımı yapıldı.
1949 Hava Assubay Okulları Pilot Assubay olarak son mezunlarını verdi. 1947 yılında Amerikan sistemine geçildiğinden, o yıldan itibaren pilot adayı öğrenci alımı durduruldu ve 1950’den bu yana Pilot Assubay yetiştirilmiyor.
23 Mart 1950 ABD’li danışmanların tavsiyeleri paralelinde hazırlanan Gedikli Erbaş Kanunu ile Gedikli Sınıfının yetiştirilmesine ilişkin hususlar yeniden düzenlendi. 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kanunu yürürlüğe girdi. Kimlerin Gedikli Erbaş olabileceği, maaş ve rütbeleri, mecburi hizmet, yükselme ve bekleme durumları, çekilme şartları gibi hususlar yeniden düzenlenmiş ve daha önce yürürlükte olan bir takım kanunlar kaldırılmıştır. Bu kanuna göre, Gedikli Erbaş olabilmek için en az ortaokul ve eşidi okullardan (ve hazırlama ortaokullarından) mezuniyet şartı getirildi. Sonrasında ise gedikli erbaş okullarını (sınıf okulları) veya sanat enstitülerini bitirmek gerekiyordu. Bu kanunla en kıdemli assubayın maaşı subaylarda yüzbaşı rütbesine karşılık gelmekteydi ki, ilerleyen dönemlerde bu seviye bir asteğmen maaşı düzeyine değin indirilmeye çalışılacaktı.
30 Haziran 1950 23 Mart 1950 tarihinde kabul edilen Gedikli Erbaş kanunu yürürlüğe girdi.
7 Haziran 1951 gedikli-erbas-ilaniAmerikan yardımı ile edinilen modern harp silah ve araçları ile donatılan Türk Ordusu ve Donanması; artan bilgili, teknik donanımlı ve kaliteli personel ihtiyacını karşılamak üzere yeniden düzenlediği Gedikli Erbaş Kanununu, edinilen deneyimler ışığında bir kez daha gözden geçirdi. Bu konuda yeni yasa ile birlikte yeni düzenlemeler gündeme getirildi. TBMM gündemine sunuldu. Gerekçe şöyle belirtilmekteydi: Modern harp silah ve araçları ile teçhiz edilen silahlı kuvvetlerimizde, bu modern harp silah ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip veya yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına ihtiyacın çok fazla olduğu, evvelce küçük zabit denilen ve sonra gedikli erbaş olarak adlandırılan bu sınıfın statüsünde zaman zaman değişiklikler yapılmak ve hukuki durumlarının çeşitli kanunlarla tespiti suretiyle bu sınıfa rağbet teminine çalışılmışsa da tatbikatta edinilen tecrübeler bütün bunların bilhassa muharip sınıflara rağbeti sağlamak için kafi olmadığını gösterdiği, bu kanun tasarısı ile muharip assubaylara aylıkla birlikte, liyakat gösterenlerin subay nasbedilmeleri ve kıdemli yüzbaşılığa kadar yükselmeleri sağlanmak suretiyle rağbetin arttırılması düşünüldüğü, bu suretle Anadolu’nun küçük kasabalarında ortaokuldan fazla tahsil imkanı bulamamış Türk çocuklarına daha geniş hizmet imkanları verilmiş ve liyakatleri ile mütenasip rütbelerle taltif edilmeleri de imkan dâhiline girmiş olacağı, böylece kazanılacak teğmen-yüzbaşı rütbesindeki sınıf subayları, ordu subay mahrutunun kaidesini teşkil ederek harp okulunda yetiştirilecek subayların daha uzun süreli bir tahsile tabi tutularak yüksek komuta için daha yüksek kapasitede eleman yetiştirilmesi sağlanmış olacağı… Ayrıca Gedikli Erbaş tabirinin Astsubay olarak değiştirilmesi teklif edilmiş ve gerekçe olarak; bunların subaylığa da yükselecekleri özellikle vurgulanmıştır.
 Haziran 1951 Gedikli Erbaş kanun Tasarısının Milli Savunma Komisyonundaki müzakeresinde, Astsubay terimi yerinde bulunmamış ve kanunun ruh ve manasına daha uygun olarak “Küçük Subay” denilmesi öngörülmüş olmasına rağmen bütçe komisyonu, halen yürürlükte olan 1059 sayılı Küçük Zabit Kanunu ile tedahül (birbirine karıştırılacağı) edeceği ve orduda bu adla bir sınıf teşekkül etmiş bulunduğundan bahisle hükümetin teklifini desteklemiş ve kanunun 5802 sayılı (Astsubay Kanunu) olarak Meclisten geçirip yürürlüğe koymuştur.
2 Tem. 1951 Adnan Menderes Başbakanlığındaki Demokrat Parti iktidarı tarafından 5802 sayılı Assubaylık kanununu çıkartıldı. Assubayların ordudaki başarıları ve vazgeçilmezliği kanıtlanınca 5802 sayılı kanun çıkarılarak “Gedikli Erbaş” ve “Gedikli Küçük Zabit” unvanları “Assubay “ olarak değiştirilerek son tanıma ulaşıldı. Yasada, ‘Komuta kademelerinde eğitim, sevk, idare ve diğer işlerde subaya yardımcı olan assubay çavuştan, assubay kıdemli başçavuşa kadar rütbe sahibi askeri şahıslar assubaydır’ denildi. 5802 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi ile bu Kanunda geçen "Gedikli Erbaş" adı "Assubay", "Başgedikli" adı "Kıdemli Başçavuş" olarak değiştirilmiş ve metne işlenmiştir. Bu kanunla birlikte yeni tanımlamalar yapılmış ve daha önce (Bkz. 10 Haz. 1935) Asubaylar (Yarsubay, Asteğmen, Teğmen, Yüzbaşı, Binbaşı) olarak geçen grubun tanımı subay olarak değiştirilmiştir. Daha önce, subaylara benzer haklar talep edilmesin diye, adı Gedikli Erbaş yapılan (10 Haz. 1935) mesleğimiz, bu tarih itibarıyla Assubaylık tanımına kavuşmuş ve her ne kadar farklı tutulmaya çalışılsa da, tarihten gelen sürekliliği itibarıyla subay kavramı içine dahlolmuştur. Yine bu kanun gereğince, Deniz Gedikli Erbaş Ortaokulu'nun adı da Deniz Astsubay Hazırlama Ortaokulu şeklinde değiştirilmiştir. Kanundaki en önemli ve değişik hüküm, belli süre ve rütbe ile hizmetten sonra ehliyet ve kabiliyetlerini ispat eden assubayların subay, askeri teknisyen ve askeri kâtip sınıfına geçmelerini mümkün kılan esas ve prensipleri ihtiva etmesiydi.
1951/1952 menderes27 Mayıs 1960 askeri darbesinin yapılmasında ve Adnan Menderes’in idam edilmesinde etkin olan sözlerden birisinin: “Paşalar Saltanatını yıkacağım. Ben orduyu asteğmenlerle (yedek subaylarla) de idare ederim!” sözü olduğu çok sık konuşulur. Bu sözün kimi kez farklı aktarımına da tanık oluruz. “Ben orduyu asteğmenlerle ve assubaylarla da idare ederim” sözü de böyle bir farklı anlatımdır. Gerçi orduyu asteğmenlerle yönetmek demek zaten ordunun temel direği olan assubaylara çok güvenmek ve üst subayları atıl, miskin görmek demektir. Bu yüzden bu iki farklı söylem birbirinden pek farklı olarak algılanamaz. Nihayetinde asıl vurgulanmak istenen, ordunun yükünü çekenlerin genç ve kıdemsiz subaylar ile assubaylar ve diğer astlar olduğu gerçeğidir. Olay, üst subay ve generallerin ise bu vatansever insanların alın teri ve emeğini sömürerek, konforlu yaşam rantına çevirmeleri hadisesidir. Adnan Menderes’in bu sözleri 1951 veya 1952 yılında ve Samsun’da söylediği iddia edilmektedir. 
19 Mart 1952 Astsubayların nitelik ve niceliklerini belirli bir standarda kavuşturmak amacıyla Astsubay Yönetmeliği kabul edilerek, yürürlüğe kondu.
15 Eyl. 1954 Vekiller Heyeti Yeni bir kararname ile Astsubay Talimatnamesi’nin 6, 17 ve 18’inci maddelerini değiştirdi. Buna göre, assubayların sınıf ve meslekleri; Muharip, Yardımcı ve Teknik Sınıf olmak üzere üçe ayrıldı.
26 Eki. 1955 İlkokul mezunlarını kabul eden Gedikli Erbaş Hazırlama Ortaokulları, Assubay Hazırlama Ortaokulları, Deniz Gedikli Hazırlama Ortaokulları ve Musiki Gedikli Hazırlama Ortaokullarını bitirenler, resmi ortaokul mezunu kabul edildi. Buna göre, bu okullardan mezun olanlar, ortaokul mezunu alan bütün üst dereceli mekteplere kabul edilecek ve dışarıdan devlet lise imtihanlarına da girebilecekler.
1956 I. Ve II. İnönü denizaltılarının hizmete girmesi ile birlikte subaylar tarafından 1944’ten itibaren kullanılmaya başlanan denizaltıcı brövelerinin, denizaltıcı assubaylar tarafından da kullanılması kabul edildi.
29 Haziran 1956 5802 sayılı Astsubay Kanununda yer alan assubaylıktan askeri kâtipliğe geçirilme hükmü, uygulama alanı bulmadığından 6744 sayılı kanunla kaldırıldı. Ancak o tarihe kadar yetiştirilmiş askeri teknisyenlerin bu kanundan faydalandırılmaları kabul edilmiştir. 6744 sayılı kanun assubaylıktan subaylığa geçişte yaş hadlerinin belirlenmesi koşullarına da açıklık getirmekteydi.
2 Kasım 1956 Ordu Kıyafet Kararnamesi, 4/8196 sayılı kararname ile kabul edildi. Cumhuriyet Döneminin en köklü kıyafet kararnamesi olan bu kararname ile pek çok yeniliğe imza atıldı. Daha önce assubaylar arasında Başgediklilere özel olan ceket takımı ve beyaz elbise (donanmada), Asb.Çvş. Rütbesinden itibaren tüm assubaylar için uygulamaya konuldu. Amerikan ve İngiliz Donanmalarında kullanılan ve İşbaşı olarak adlandırılan günlük eğitim elbisesi, Türk Donanmasında da kullanılmaya başlandı. Deniz Kuvvetleri bandolarında görevli assubaylar için bando elbisesi saptandı.
24 Şubat 1961 5802 sayılı Astsubay Kanununda değişikliğe gidilmiş ve kanunun 8. Maddesinin değiştirilmesine ilişkin olarak 262 sayılı kanun yürürlüğe konmuştur. Buna göre rütbeler aynen muhafaza edilmiş, maaş derece ve tutarlarında değişikliğe gidilmiş ayrıca Astsubay Kıdemli Başçavuş rütbesindeki üç defa uzatma ve aylık yükseltme hükmü dörde çıkarılmıştır.
1 Mart 1961 oyakgeneral205 sayılı yasa ile Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının yardımlaşma ve emeklilik fonu olarak Ordu yardımlaşma Kurumu (OYAK) kuruldu. 1960 öncesinde subay ve assubayların ekonomik durumu çok bozuktu. Kurmay subaylar Ankara’nın apartmanlarında bodrum katlarında oturuyordu. Bu dönemlerde geçim şartlarının zorluğundan dolayı pek çok subayın taksicilik yaptığı da belirtilmektedir. OYAK işte bu kısır döngüyü kırmak ve ordu personelinin yaşam şartlarını iyileştirmek ve en azından emekliliğinde rahat edeceği bir yaşam hazırlamak üzere iyi niyetle kurulmuş bir müessesedir. Fakat günümüze değin yapılan uygulamalar ve yönetimsel hatalar nedeniyle pek çok ordu mensubunu mağdur etmiştir. Zorunlu üye olunması ve kimseye seçim şansı tanımaması en kötü yanıdır. Üyelerinin büyük çoğunluğu ordunun assubayları ve diğer ast kesim olmasına rağmen, yönetimde hep üst subayların ve generallerin söz sahibi olması, kurumun yapısının ve yönetimsel kararlarının onları koruyup kollayacak şekilde dizayn edilmesi, hesap sorulabilirliğin ve şeffaflığın hâlâ gerçekleştirilememesi en olumsuz yanları olarak göze çarpıyor. Bugün üstsubay ve generaller haricinde ordu mensuplarının pek de sevemediği bir kurumsal yapı olarak varlığını sürdürüyor. Ne seviliyor ne de vazgeçilebiliyor. Çünkü ordunun astları emek ve alın terinin karşılığını tam anlamıyla alamıyor ve OYAK’ın getirilerine kendisini mecbur hissediyor. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Milli Birlik Komitesi üyeliği yapan Alparslan Türkeş’in OYAK’ın ne türden bir motivasyon ile ve hangi gerekçelere dayandırılarak kurulduğunu oldukça net bir şekilde özetleyen ve 27 Mayıs öncesi döneme atıfla anlatılan şu anekdot hayli ilgi çekicidir: “Bu dönemde yönetim, Milli Şef ve onun önde giden suç ortakları, orduya ve subaylara ve onlara önderlik eden generallere karşı yukardan bakan ve küçümseyici bir tavır benimsediler.Hayat pahalılığı ve geçim mücadelesi subayları utandırıyor ve bunaltıyordu. Subaylar her yerde ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlardı. Ankara’da insanlar bodrum katlarına ‘Kurmay Subay Katı’ diyorlardı. Eğlence yerlerinde subaylara ‘Limonatacı’ adı takılmıştı; çünkü pahalı içecekler ısmarlamaya, karaborsacı ve vurguncularla yarışmaya güçleri yetmiyordu.
1962 Kara Kuvvetleri’ne bağlı Astsubay Hazırlama Okulları Konya’da bir çatı altına toplandı.
1963 Türkiye Emekli, Malul ve Müstafi Assubaylar Yardımlaşma Derneği (TEMAY) kuruldu.
1964 Assubay yetiştirme sisteminde değişiklikler yapılmış ve Ortaokul düzeyindeki okullar yavaş yavaş lise düzeyine çekilmeye başlanmıştır.
27 Tem. 1967 Yeni çıkartılan 926 sayılı Askeri Personel Kanunu ile bütün askeri personel statüleri birleştirilmiştir. Personel kanununun kabulünden sonra Assubayların öğrenim durumları lise üstü 1 yıl sınıf okulu olarak uygulanmaya başlamıştır. (Yayım Tarihi: 10.08.1967) Bu kanunla Astsubaylığın tanım, görev ve rütbeleri bugünkü şeklini almıştır. Bu kanuna göre astsubay rütbeleri: Asb.Çvş/Asb.Kd.Çvş./Asb.Üçvş./ Asb.Kd.Üçvş./Asb.Bçvş./Asb.Kd.Bçvş. Şeklindedir. Bu kanun 5802 sayılı kanundaki bütün maddeleri (tanım hariç) kaldırmış ve assubaylar için bir tür geri adım olmuştur.(Özellikle subaylığa geçiş esas alındığında!). (Rütbeler ve terfi koşulları 31 Ağustos 1970 tarihinden itibaren uygulamaya konulmuş ve bu uygulama da 1970 Assubay eylemlerine sebebiyet vermiştir. Kıdemli Çavuş ve Kıdemli Üstçavuş rütbeleri ihdas edildiğinden)
1967 Minyeli Abdullah; Türkiye’de yasaklanan romanlardan birisi. Yazarının kara listeye alınıp yargılanmasına sebep olan bir kitap. Fakat en çok baskısı yapılan ve en çok satan kitap. Tam seksen dördüncü kez basılıyor ve okuyucusuna ulaşıyor. Dini bir konuyu ele alan Minyeli Abdullah, aynı zamanda Yeşilçam’da sinemaya da uyarlandı. Gişe rekorları kırdı. Yücel Çakmaklı yönetmenliğini yaptı. Perihan Savaş ve Berhan Şimşek başrollerini oynadı. 1967’de çöpten toplanan kâğıtlara yazılan bir roman, 1989’da sinemalara ve seyircilere ulaştı. Yazarı Ömer Okçu ya da takma adıyla Hekimoğlu İsmail. 1952 yılında Zırhlı Birlikler Okulu’ndan mezun olmuş bir Kara Assubayı. 1960 yılından sonra ise Hava Kuvvetlerinde bir Füze Assubayı. Romanını görevdeyken yazdı ve takma isim kullandı. Gerçek adı öğrenilince soruşturmalara uğradı. Kitap yasaklandı. 1972 yılında emekli oldu. Timaş Yayınları’nı kurdu. Harran Üniversitesi tarafından Edebiyat Doktoru unvanına layık görüldü ve halen yazarlık kariyerini sürdürmekte.
1970 Yeni çıkartılan Personel Kanunu nedeniyle bir assubayın maaşı asteğmen rütbesinin bile altına düşmüş ve diğer çeşitli uygulamalardaki olumsuzluklar  (926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun zamanı gelen rütbe terfi uygulamaları) da assubaylık mesleğine karşı onur kırıcı kabul edilmiş ve ilk assubay eylemleri başlamıştır.
1970 İstanbul’daki Kolera Salgını nedeniyle, Yassıada’da öğrenim gören Deniz Assubay Aday öğrencileri (550 öğrenci) yaklaşık 1,5 ay dışarı çıkamadılar.
16 Mayıs 1970 600-700 Lira tutan taban maaşının da Personel Kanunu kapsamına alınmasını isteyen assubay eşleri Malatya’da sessiz bir yürüyüş yaptı. İnzibat kordonu altında yapılan yürüyüş, saat 16.00’da başladı. İki bine yakın assubay eşi, Hükümet Meydanı’nda toplandıktan sonra Kışla Caddesi’nden Atatürk Anıtı’na kadar yürüdü ve anıta çelenk koydu.
22 Mayıs 1970 Personel Kanunu’nu protesto için yürüyüş izni alamayacaklarını anlayan 300 kadar assubay ve uzman çavuş eşi, Siirt’ten, Başbakan Demirel’e “Isparta Milletvekili” olarak telgraf çekti ve “kocalarının kanundan gereği gibi faydalanamayacaklarını” bildirdi.
21/22.Mayıs.1970 Assubay eşlerinin Ankara’da da bir yürüyüş için hazırlık yaptıklarını öğrenen Milli Savunma Bakanlığı ile Kuvvet Komutanları bunu önlemek için harekete geçmişlerdir. Assubaylar için Kuvvet Komutanlarının sert birer emirname yayınlayarak bu yürüyüşün yapılmamasını istedikleri öğrenilmiştir. Bu arada Malatya’da protesto için 72 assubayın meslek değiştirdikleri anlaşılmıştır.
23 Mayıs 1970 Umulmadık derecede yoğun bir katılımla, Ankara'da gövde gösterisi anlamında güçlü bir yürüyüş yapılmıştır. Bu yürüyüş esnasında ne yazık ki, kendileri de bu yasadan muzdarip durumda olan toplum polislerimizle çatışmalar yaşanmıştır. Polislerin ailelerine saldırısını kenardan izlemek zorunda olan bazı meslektaşlarımız, bu zulme dayanamamış ve ortaya atılarak, tepkilerini göstermiştir. Kimileri ise kalabalığın coşkusuna kapılıp halen muvazzaf olduğunu unutmuş ve kendini arbedenin içine bırakmış, o heyecanı orada yaşamak istemiştir. Bu yürüyüşe katılanlar bazı ilginç metotlarla tespit edilmiş ve cezalandırılmışlardır.
25 Mayıs 1970 Assubay eşleri ve çocukları Konya’da yürüyüş yaptı. Bu yürüyüş ve protesto astsubay eylemlerinin en güçlülerinden birisi olarak tarihteki yerini aldı.
27 Mayıs 1970  Milli Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu, TEMAY Genel Başkanı Kemal Kerim Kalkan’a “Assubayların Personel Kanunu’ndan yeteri kadar faydalanacaklarını” bildirmiş ve “Yürüyüşlerin durdurulmasını” istemiştir.
 1970 Gerçekleşen protesto eylemlerine kızan dönemin Hv. K. Komutanı Orgeneral Muhsin Batur birliklere bir emir yayınlayarak; Assubayları karıların arkasına saklanan Mao’nun askerleri gibi davranmakla itham eder. Bu söylem aslında Çin’de Nisan 1927’de yaşanan At Günü Olaylarını çağrıştırmakta ve General Batur’un tıpkı orada yaşandığı gibi astsubay ve ailelerini katletme düşüncesini açığa vurmaktadır. Olaylarda öncü gözüken 73 Uçak Makinist Assubayı rütbe tenzili ile Kara ve Deniz Kuvvetlerine gönderilir.
26 Mayıs 1970 Eskişehir Birinci Hava Kuvvetlerine bağlı assubayların eşleri ve çocukları Şeker Fabrikasına kadar bir yürüyüş yapmışlar ve Atatürk Anıtına çelenk koymuşlardır. Ellerinde “Anayasa, anayasa, analara verme tasa”, “Her yerde var alın terimiz, Personel kanununda yok yerimiz” yazılı dövizler taşıyan iki bin kadar assubay eşi, Ankara'dan gelen TEMAY Başkanı Kemal Kerim Kalkan'ın önleyici teşebbüsüne rağmen dağılmamıştır.
28 Mayıs 1970 Askeri Personel Kanun Tasarısında kocalarının haklarının yendiğini iddia eden assubay aileleri, Hadımköy’de sessiz bir yürüyüş yaptılar. Slogan ise “Alın teri, yoktur yeri!” Diyarbakırlı Assubay eşleri Orduevinin Astsubay salonunda bir toplantı yaparlar. Bu toplantı zor kullanılarak dağıtıldığı için hemen ertesi gün yürüyüş yapmak üzere valiliğe başvururlar. Yürüyüş tarihi 28 Mayıs 1970'tir. Eskişehir’deki assubay eşleri, Hava Kuvvetleri Komutanının beyanatı üzerine bir bildiri yayınlamışlardır. Bildiride “Yürüyüşün hiçbir aşırı ucun ve hiçbir ideolojinin tesiri olmaksızın anayasa teminatı altında yapıldığı” açıklanmıştır.
30 Mayıs 1970 4537Personel Kanununu protesto amacıyla, astsubay eşleri İzmir’de protesto yürüyüşü yaptı. Assubayların eylem yapması yasak olduğundan, onların yerine eşleri yürüdü. Assubay eşleri ile toplum polisi arasında çatışma çıktı. Beşyüz civarında assubay eşinin düzenleyip katıldığı yürüyüşte toplum polisi beş defa barikat kurarak yürüyüşe engel olmak ister. Ancak bütün çabalara rağmen assubay eşlerini yıldıramaz. Barikatları yararak yürüyüşlerine devam ederler. Toplum Polisinin Amerikan Bankası'nın önünde kurduğu üçüncü barikatta, karşılıklı itişip kakışmalar çatışmaya dönme istidadı gösterir. Emniyet Müdür Yardımcısı Vasıf Erüstün’ün barikatı açtırmasıyla olayların daha ileri aşamaya geçmesi önlenir. Assubay eşleri, izinsiz olduğu gerekçesiyle önlenmek istenen yürüyüşlerinde, ellerinde dövizlerle Atatürk Anıtına kadar gitmişler, çelenk koymuşlar ve yasa taslağındaki haksızlıklara karşı seslerini duyurmuşlardır.
Haziran 1970 Hava Kuvvetleri'nin jet üslerinde uçak makinisti assubaylar pasif direnişlere geçerler. Teknik işleri yavaşlatırlar. Uçaklar havalanamaz olur. Olayların öncüsü olarak değerlendirilen 73 Uçak Makinisti Assubay hakkında yasal işlem başlatılır. Birliklerdeki assubaylar, dilekçeler vererek, yeni rütbe yapılanmasındaki hak kayıplarına karşı çıkarlar. Ne yazık ki, bu dilekçelerin hepsine topluca “hayır” cevabı verilir ve geri iade edilir. Firar suçu teşkil etmeyecek şekilde işe gitmeme eylemleri yapılır. Birliklere sadece nöbetçi ve görevliler gitmeye başlar. Hava Kuvvetleri Komutanı'nın kışkırtıcı beyanatı nedeniyle bazı havacı assubaylar, kuvvet değiştirme talebinde bulunurlar.
13 Haziran 1970 Assubayların eylemine karşı en tuhaf tepki, Paşa damadı Metin Toker'den gelmiştir. Haziran ayının üçünde gazetesinde yer alan yazısında “assubay eşleri hareketini” orduya karşı bir tertip olarak yorumlamakta ve “eylülde komünizm gelecek” teraneleriyle aklı sıra ülkenin birlik ve bütünlüğünü savunmaktadır. Bunun yanında bu eyleme cesurane bir şekilde hak verenler de vardır. O dönem Milliyet Gazetesinde yazan ama daha sonra Ortam ve Yeni Ortam'ı çıkaran Kemal Biselman, Assubay eşlerinin eylemlerinin haklılığını şu şekilde savunmaktadır: “ Assubay eşleri polisi göğüsleyip yürüyor... Ne istiyor? Hakkını istiyor!
Nasıl oluyor da halk yararına işlemesi gereken bir sistemde, halkın yararına olan haklar verilmiyor?
Nasıl oluyor da, halkın yararına olan haklar istenince anarşi sayılıyor?
Demek ki, halkın yararına olan hakları vermeyip demokrasiyi demokrasilikten çıkaranlar olduğu gibi; bunlar istenince, hücuma geçen, isteyenleri tü kaka eden, “aman dümenim bozulacak” diye türlü saray oyunlarından medet uman bir zihniyet var ortada.
...
İstediği de statüko devam etsin, dümeni bozulmasın...”
31.Tem./Ağu.1970 Assubaylarda yeni rütbe yapılanmasına gidildi ve pek çok rütbede rütbe tenziline gidilerek, hak kaybının oluşmasına sebebiyet verildi. Örneğin o dönemki şartlarda Asb. Üçvş. rütbesine haiz olanlar, yeni rütbe olan ve Üçvş.’dan düşük olan Kd. Çvş.’luğa tenzil edildi. 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun rütbe terfi şartlarının uygulamaya konulması ile birlikte Kd. Çvş ve Kd. Üçvş rütbeleri de assubay rütbeleri arasındaki yerini aldı. (Bkz. 27 Tem.1967)
25 Kas. 1970 Gençlerin Çavuş ve Onbaşı işaretleri takmaları yasaklandı. İtalya’da ortaya çıkan ve bütün dünyada hızla yayılan, gençlerin kollarına assubay, çavuş ve onbaşı işaretleri takma modası İçişleri Bakanlığı’nca yasaklandı. Bu işaretlerin anarşizmi çağrıştırdığı düşünülüyordu.
14 Tem. 1971 Atatürk’ün can yoldaşı Kılıç Ali vefat etti. Kılıç Ali; askerlik hayatına Assubay olarak başlamış, Çanakkale Savaşlarında göstermiş olduğu başarı ve cesaretinden ötürü teğmenliğe terfi ettirilmişti. Daha sonra, yüzbaşılığa kadar yükselmiş, Birinci Dünya Savaşı'na ise binbaşı rütbesiyle katılmıştı. Antep, Maraş ve Havalisi Kuvayı Milliye Komutanı olarak Fransız işgaline karşı savaşırken, “Milis Albayı” olarak nasbedilmişti.
Tem/Eki 1971 deniz-gezmis1Deniz Gezmiş, yaptığı savunmada Astsubay Eşleri’nin yürüyüşünü “Ezilen halkın sömürüye ve onun dayanağı Amerika’ya karşı yürüttüğü demokratik mücadele” olarak tanımladı. “Ezilen halkımızın sömürüye ve onun dayanağı Amerika'ya karşı yürüttüğü demokratik mücadelelerden; öğretmen teşekkülleri, memur sendikaları, harp gazileri, teknik elemanlar, yargıçlar, öğretim üyeleri, astsubay eşleri ve yetimlerle dulların direnişlerini ve bunun gibi birçoklarını saymak mümkündür. Bu direniş ve protestoların hemen hemen hepsi, AP iktidarının çıkartmak istediği anti-demokratik kanunlara karşı olmuştur. Hayat pahalılığı ve zamların ayyuka çıktığı yurdumuzda sadece küçük bir grubu memnun etmek için çıkarılan Personel Kanunu geniş memur kesimini kapsamına almadığı için demokratik direnişler başlamıştır. Bunlardan öğretmen teşekkülleri, memur sendikaları, teknik elemanlar çalıştıkları müesseselerde işleri boykot ettiler ve yürüyüş yaptılar. Astsubay eşleri, harp gazileri, yetimler ve dullar yürüyüş yaparak Personel Kanunu'nu protesto ettiler.
15 Mayıs 1972 Dz. Assubay Hazırlama Okulu öğrenci kıyafetleri değişti. Bu dönemde okulda öğrenci olan 1971, 1972, 1973 ve 1975 yılında Assubay olarak mezun olacak tüm Assubay okulu aday öğrencileri son olarak Paletli kıyafeti giymişlerdir.
1973

ece-ayhanTürk Şiirindeİkinci Yeni akımının önde gelen temsilcilerinden Şair Ece Ayhan’ın “Devlet ve Tabiat ya da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler” isimli kitabı yayımlandı. Bu kitapta yer alan “Meçhul Öğrenci Anıtı” isimli şiir, şairin eğitim sistemini eleştirirken Küçük Zabit Okullarını bir imge olarak kullanması nedeniyle önemlidir. “İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında” dizesi bu şiirdeki en vurucu yerdir. Burada devlet parasız yatılı okulları ve askeri ortaokullar, liseler;  “Küçük Zabit Okulları” olarak tanımlanmış, bireyin yaratıcı yanının daha çocukken intihara sürüklendiği açık ve çarpıcı bir şekilde ortaya konmuştur. İşte şiirin o bölümü:

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.

1974 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nda yapılan değişiklik sonucu ve 1424 Sayılı Kanun’a göre Astsubay Okulları; Astsubay Hazırlama ve Sınıf Okulu olarak ikiye ayrıldı.
31 Aralık 1974 15105 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Kararname (23.12.1974 tarih ve 7/9207 sayılı Kararname) ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde uygulanacak yan ödeme ve tazminatlar belli olur. İş Güçlüğü ve İş Riski oranları yürürlüğe girer. Assubayların yan ödemeleri aşağı çekilir. Assubayların özlük ve sosyal haklarında büyük menfaat kayıpları oluşur. Bu hak ihlali üzerine T.S.K.’ inde görevli tüm Astsubaylar harekete geçerek, bu durumu protesto ederler.
Ocak 1975 Yan ödeme ve tazminatlarda kendilerine yapılan haksızlığa sert tepki gösteren Assubaylar, protestolara başladılar. Ankara, İstanbul, İzmir, Gölcük, Gelibolu, Konya, Eskişehir, Balıkesir, Bandırma, Kayseri, Merzifon, Malatya, Diyarbakır, Erzurum, Erzincan, Mersin, Adana, İskenderun, gibi birçok il ve ilçede hızlı örgütlenmeye giden Assubaylar, Komiteler oluşturarak harekete geçerler. Assubay Komitelerinde her eğilimden insan vardır: AP’li, CHP’li, MHP’ li, MSP’li, sosyalistler ve devrimciler gibi...

Hazırlayan: Aydın Kulak

(2010 yılında yayımlanan çalışmanın güncellenmiş versiyonudur. Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek kullanılmasında bir sakınca yoktur. Çalışma ile ilgili açıklamalar ve kaynakça, yazı dizisinin son bölümünde yer alacaktır.)Not-1: Bu yazıdaki bazı resimler, Tosun Saral Albümü’nden alınmıştır. Assubaylarla ilgili pek çok resme Facebook’taki Tosun Saral Albümü’nden ulaşabilirsiniz. Kendisine teşekkürlerimi sunuyorum.

turkiyede-asb-tarihi-1

TARİH

OLAY

M.Ö.209

alp-er-tunga-destaniBüyük Hun İmparatorluğu'nun kurucusu Teoman'ın oğlu Mete Han tarafından, bugünkü modern orduların düzenini teşkil eden; onluk, yüzlük sistem de denilen düzenli ordu sistemi kurulmuş ve uygulanmıştır. Bu sistemle onbaşı, elli başı, yüzbaşı, binbaşı gibi askeri terimler oluşmuş ve halen günümüzde de orduların temel düzeni olarak kullanılmaya devam etmektedir. Türk Askeri Yapısında kullanılmaya başlanılan “Çavuşluk” yapısının temeli bu dönemde atılmış ve yeni kurulan her Türk devletine ve hatta başka devletlere de geçişi sağlanmıştır.

1038-1826 Türk bürokrasi ve askeri yapısında yer alan “Çavuşluk” teşkilatlanması; Selçuklularda Serheng, Osmanlılarda ise yine Çavuşluk teşkilatı olarak sürdürülmüştür.    Bu rütbe ve makam hem bürokratik bir memuriyeti göstermekte hem de yetkileri olan askeri bir konumu temsil etmektedir.
27.Aralık.1734

1730 İhtilalı’nın (Patrona Halil İsyanı) sarsıntılarını atlatan Osmanlı Devleti, faydalanmaktan artık bir çekince duymadığı yabancı danışmanların da yardımıyla, Topçu Sınıfının teknik bilgi ile yetişmiş assubay kadrosu için, Üsküdar’da Toptaşı’nda “Hendesehane” adı altında bir okul açmıştır ki; bu müessese memleketimizde asker ve sivil mühendis okullarının çekirdeğini ve müspet bilimler öğreten ilk meslek eğitim kurumumuzu teşkil etmektedir. /(Faik Reşit Unat)/ Humbaracı Ahmed Paşa’nın, Sadrazam Topal Osman Paşa’nın himayesi ile kurmuş olduğu “Humbarahane ve Hendesehane” adlı naçizane askeri teknik eğitim kurumu, bugünkü anlamıyla bir nevi “Astsubay Sınıf Okulu”dur. Bu askeri eğitim kurumu zamanla değişime uğramış, askeri mühendisliğe, oradan da üniversitelere ve harp okullarına dönüşmüştür. Osmanlı’nın Batılılaşması anlamında atılan ilk adım Assubay Sınıf Okulu türü bir eğitim ocağının kurulmasıdır. 1734 yılında eğitime başlayan okul, yeniçeri korkusuyla 1736 yılında tatil edilmiştir. 1759 yılında Sadrazam Ragıp Paşa tarafından eski öğrencileriyle ve onların çocuklarıyla, okul, yeniden açılmıştır. 1795 yılında ise okul lağvedilmiş ve öğrenciler Mühendishane’ye nakledilmiştir.

15.Haziran.1826

Osmanlı’da Yeniçeri Ocağı kaldırılmış ve Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ordusu kurulmuştur. Nizam-ı Cedit yapılanmasına benzeyen bu yeni ordu, günümüz modern Türk ordusunun da başlangıcı sayılmaktadır. II. Mahmut’un gerçekleştirdiği askeri yenilikler sırasında geleneksel çavuşluklar kaldırılarak kara ve deniz ordularında erle subay arasındaki küçük rütbelere çavuş sanı verildi.

15.Temmuz.1826

Osmanlı'da ilk askeri hazırlık okulu II. Mahmut Döneminde açılmıştır. Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ordusunun kuruluş aşamasında yaşları on beşin altında olan çocukların da askere alınmış olması neticesinde, bu çocukların eğitimi için Şehzadebaşı’ndaki eski Acemi Oğlan Kışlası adı “Talimhane” olarak değiştirilmiştir. Bu çocukların eğitimi ile ilgili olarak; Padişah II. Mahmut, Nazır Hacı İbrahim Saib Efendi tarafından yazılan takrir ve Serasker Ağa Hüseyin Paşa’nın telhisi “Nizâm-ı Talimhânei Sıbyân-ı Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye” adıyla 9 Zilhicce 1241’de kanun haline getirmiştir. Talimhanede on beş yaşına girenler yüzbaşının tavsiyesi uyarınca Asâkir-i Mansûre birliklerine piyade neferi veya tüfekçisi, nalbant, marangoz veya kâtip olarak tayin edilmekteydiler. Bunlar arasında tüfekçi bölüklerine kaydedilenler onbaşı rütbesiyle yeni görevlerine başlamaktaydılar.

1828

Bölük Emini, Çavuş ve Başçavuş rütbeleri kullanılmaya başlandı. Asakir-i Mansure-i Muhammediye terimlerinde esaslı değişiklikler yapılmış, tertip yerine "alay" , kol yerine "tabur", saf yerine de "bölük" kelimeleri kullanılmıştır. Bundan başka, her alaya bir "kaymakam", bir "alay emiri", her tabura da sağ ve sol ağaları adlı iki "kolağası", biri "sancaktar" ve bir "tabur kâtibi", yüzbaşıların komutasında kalan bölüklere de iki "mülazım", bir "başçavuş", dört "çavuş", bir de "bölük emini" verilmişti. İkinci Meşrutiyet (1908) dönemine kadar assubaylar ordu içinde, askerî birliklerde yetiştirildi. Sürekli olarak aynı görevi yapan ve bu nedenle bilgi ve becerisi ile sivrilmiş erbaşların “Gedikli” unvanı ile muvazzaf hizmete alınmaları yöntemiyle küçük zabitan ihtiyacı karşılanıyordu. Gedikli Erbaşlar kıtalarda gösterdikleri başarı ve yeteneklerine göre Onbaşı (Bölük Emini), Çavuş ve Başçavuşluğa kadar yükselebiliyorlardı. Bu gedikli erbaşlar aynı zamanda alaylı subaylar için de bir kaynak oluşturuyorlardı. İkinci Meşrutiyet’ten sonra bu sistem okullaştırılmak istenmiş ve “Küçük Zabit Mektepleri” kurulmuştu.

1829

Takribi olarak, Talimhane’nin kapatılış tarihi. Askerî Hazırlık Okulu diyebileceğimiz Talimhane’nin ömrü kısa sürmüştür. Talimhane’nin öğrenci kalmayışı sebebiyle ne zaman kapatıldığına ilişkin bilgi bulunmamaktadır. Çocuk neferlerin yaş durumunu dikkate alarak; talimhanenin, kuvvetle muhtemel, 1829 yılında kapanmış olabileceğini söyleyebiliriz.

5.Şubat.1890

Bahriye Nazırı Büyükamiral Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın gayretleriyle donanmanın teknik ve ameli personel ihtiyacını karşılamak üzere, Güverte sınıfında; topçu, işaretçi, serdümen ve porsun, sanayi ve makine sınıflarında; kalafatçı, marangoz, burgucu ve ateşçi dallarında “Deniz Gedikli Subay ” sınıfının kurulması için bir nizamname çıkarıldı. Ceride-i Bahriye gazetesinde (Sayı:17) yayımlandı. Belirtilen branşlarda sanatkâr yetiştirilmesi amaçlanmaktaydı.

3.Nisan.1890

21 Sayılı Ceride-i Bahriye'de çıkan Şura'yı Bahriye Nizamnamesiyle "Deniz Gedikli Sınıfı" resmen kuruldu. Bu nizamname, modern anlamda Assubaylığın resmi olarak Osmanlı ve Türk bahriyesinde ve ordusunda ilk kez bir mesleki sınıf adıyla yer alışı açısından önemlidir. Bu nizamnameye göre 15 Nisan 1890 tarihinden itibaren “Deniz Gedikli Sınıfı” resmi olarak kurulmuştur.(Donanmayı Hümayûnu Cenabı Mülûkâneye Alınacak Sıbyan Efradına ve Bunlardan Yetiştirilecek Gediklilere Dair Nizamname)

15.Haziran.1890

İlk Gedikli sınıfı "Selimiye" top eğitim gemisinde öğrenime başladı. Okutulan dersler; hesap (dört işlem), iyi yazma, imla ve okuma dersleriydi. Öğrencilere mesleki eğitim kapsamında ayrıca, Branda Bağlamak, Geminin Kısımları, Direk, Seren, Yelkenler, Sabit Arma, Makara ve Tornalar, Gemici Bağları ve çeşitleri, Top ve Kundak ayrıntıları, Ateşli Silahlar ve kısımları öğretilmiş ve top, tüfek, arma ve kürek talimleri yaptırılmıştır. Güverte sınıfı için önce 100, sonra 55 kişi, makine sınıfı için ise her yıl Sanayi-i ve İmalat-ı Bahriye sınıflarından 20 kişi ayrılarak tahsis edilmiş, böylece gemilerde bu iş için başıbozuk kişiler görevlendirilmesinin de önüne geçilmiştir.

17.Kasım.1890

dashokDeniz Assubay Hazırlama Okulu’nun kuruluş yıldönümü olarak kutlanan tarih. Açılan ilk Assubay Okulu olması ve Kuruluş Yıldönümü kutlanan tek Assubay Okulu olması nedeniyle önemlidir. 2003 yılından itibaren kutlamalar, Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulu (DAMYO) tarafından yapılmaktadır. Kuruluş yıldönümü etkinliklerinin ilk kez 1975 yılında, dönemin Dz. K.K. Ora. Hilmi Fırat’ın emir ve direktifleri ile başlatıldığı yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda tespit edilmiştir. Gazetelere bu konuda verilen ilk ilana 1979 yılında rastlanmıştır. Kuruluş Yıldönümü etkinliklerinin Deniz Kuvvetlerine muharip subay ve assubay yetiştiren okulların birlik ve bütünlüğünü göstermek amacıyla, 15 Haziran yerine 17 Kasım’da kutlanılmaya başlanılmış olabileceği ilgililerce yapılan ve ulaşılan değerlendirmedir. Bilindiği gibi, Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu’nun Kuruluş Yıldönümleri her yıl 18 Kasım tarihinde kutlanmaktadır.

1890

Nizamnameye göre Gedikli Sınıfının işleyişi şu şekildeydi: Sıbyan efradı olarak adlandırılan adaylar, İstanbul’da eğitim gemisinde bir yıl nazari ve ameli bir öğrenime tabi tutulacak, daha sonra gezen gemilere gönderilecek ve bu gemilerde dört yıl daha eğitim ve öğretim göreceklerdir. Beş yıllık (sıbyanlık) dönemini bitiren ve son sınavda başarı gösterenler branşlara ayrılacak ve onbaşı rütbesi ile göreve başlayacaktır. Bunlar bir yıl sonra yapılacak yeni bir sınavla Çavuş veya Bölük Emini nasbedileceklerdir. Bir yıl sonra yine sınavla 3.Porsun veya 3.İşaretçi vb. rütbeye haiz olacaklardır. Bu şekilde mecburi askerlik hizmetini de tamamlayan sıbyan efradı; üstlerinden iyi sicil ve not aldıkları takdirde ve yapılan sınavı kazandıklarında, bir son sınava tabi tutulacaklardır. Bu sınavda da başarılı oldukları takdirde mensubu oldukları sınıfta Gedikli-i Salis (3.Sınıf gedikli) rütbesiyle hizmete devam edeceklerdir. Başarısız olanlar ise diğer erat gibi terhis edilecektir. 3.Sınıf Gedikliler, dört yıl gemi görevi sonrasında eğer gemi komutanından iyi sicil almışsa ve sınavda başarılı olmuşsa; Gedikli-i Sani (2. Sınıf Gedikli) rütbesine yükseleceklerdir. Beş yıllık bu süreyi de tamamlayanlar, yine iyi sicil ve sınavda başarılı olmak kaydıyla Gedikli-i Evvel (1.Sınıf Gedikli) olmaya hak kazanacaklardır. Bu rütbenin üzerinde ayrıca Sergedikli (Başgedikli) denilen bir rütbe vardır ki, bu rütbe ancak olağanüstü başarı gösterenlere verilmektedir.

1891-92

Önceleri Gedikli Sınıfına sadece İstanbul’dan öğrenci alınmaktaydı. İstanbul ahalisinden bu sınıfa girmek isteyenlerin az olması üzerine sonradan taşra ahalisinden de arzu edenlerin Gedikli Sınıfına müracaatlarına müsaade edilmiştir. Ayrıca sürekli değişen top, tüfek gibi harp teçhizatının temizleme usulü eski silahlarla aynı olamayacağından yeni silahların temizliğini, bakım ve tutumunu öğrenmek üzere sıbyan taburundan 40 nefer ayrılarak, kundakçı ve çakmakçı olarak yetiştirilmesine karar verilmiştir.

1891

İlk dalgıç sınıfı da bu dönem kurulmuştur. Tersane-i Amire’de Dalgıç Bölüğü teşkil edilmiş, Cidde’den getirilen altı nefer eğitime tabi tutularak Dalgıç Gediklisi yapılmıştır. Bunlar, torpido kesme görevinde istihdam edilmiştir.

1891-1895

Bu dönem kurulan Gedikli Sınıfı ancak kısa bir süre hayatta kalabilmiştir. Nizamnamesinde “Sıbyan efradından başka efradın gedikli sınıfına ve gediklilerin dahi mülazım, yüzbaşı vs. rütbelere nakli katiyen caiz değildir” hükmü bulunmasına rağmen, II. Abdülhamit’in emri gereği bir kısım gedikliler, üsteğmen rütbesiyle subay sınıfına geçirilmeye başlanmıştır. Nihayetinde nizamname hükümleri büsbütün ihmal olununca, bu şekliyle gedikli yetiştirmekten vazgeçilerek, mevcut olanların muhtelif subay rütbelerine terfisi yapılmıştır. Bunun başlıca sebeplerinden birisi, o dönem bahriyede hâkim olan başıbozukluklardır. Özellikle maaş ödemelerinden kaynaklanan sorunlar nedeniyle, ne donanma subayına ne de denizcilerine söz geçirilemiyordu. Yapılan yenilikler de bu yüzden etkili olamıyordu. Ayrıca bu yozlaşma döneminde sınıflaşma da başlamıştı. Kapalı bir sistem olarak kurulan gediklilikten yetişenlerin kaliteli olması ve bu yüzden terfiyi zorlaması, subay sınıfını oldukça rahatsız etmiş ve bu sınıf lağvedilerek hemen önü kesilmiştir. Açıkçası Gedikli sınıfı kendisine tevcih edilen görevi layıkıyla yapmış ve daha fazlasını hak ettiği ve istediği için kuralları delip geçmiştir. Gedikli Zabitliğin ilk uygulandığı dönemlerden bilinen isimlerin en başında İsmail Hakkı Kaptan gelir. Gazi Alemdar Gemisi ile İstiklal Savaşı’nda destan yazan isimlerden birisi olan Gemi Süvarisi İsmail Hakkı Kaptan, Osmanlı’nın ilk Gedikli Zabitlerindendir ve Kurtuluş Savaşı döneminde emekli durumdadır. Buna rağmen gönüllü olarak şevkle üstüne düşen sorumluluğu almış, Cumhuriyet destanımızın yazılmasında büyük çaba sarf etmiştir.

1895

Dönemin Bahriye Nazırı Hasan Paşa, Bahriye Personelinin ıslahı ile ilgili olarak Padişaha sunduğu raporunda şu sözlere yer verir: “Haşmetli Alman İmparatoru bundan üç ile dört sene evvel Alman deniz zabitlerine verdiği bir nutukta bir devletin donanmasının muhtaç olduğu denizcileri yetiştirebilmesi, bir büyük donanma teşkil etmesinden güçtür. Çünkü bir devlet lüzum görünce birkaç donanmaya sahip olabilir. Fakat kendisine gerekli olan binlerce yetişmiş denizciyi bulamaz. Bunun için, harp gemisi personeli yetiştirmeye çalışalım.

1903/1904

İlk Jandarma Zabit Mektebi Selanik’te açılmıştır. Bu okulda, ordudan seçilmiş subaylara zabıta eğitimi verilerek jandarma sınıfına geçirilirlerdi. Ayrıca ikinci kısım olarak jandarma küçük zabitleri okutularak subay yetiştirilirdi. Bu kısma Zabit Namzedi Bölümü denilirdi. İlerleyen yıllarda bu okul İstanbul’a nakledilmiştir.

7 Ağustos 1908

Yürürlüğe giren askeri rütbelerin tasfiyesi hakkındaki kanun gereğince (1890’da kurulan) Deniz Gedikli Mektebi kaynaklı subaylar (sayıları 400 civarında idi) meslekten çıkarılmıştır.

1909

Çıkarılan bir nizamname ile subay eğitiminin olduğu gibi Assubay eğitiminin de modern metotlarla yapılabilmesi için Osmanlı Devletinin yedi ordu bölgesinde ilkokul düzeyinde “Gedikli /Küçük Zabitan İptidai Mektepleri” ve bu okullardan mezun olan öğrencilerin eğitimlerini sürdürmesi amacıyla ortaokul düzeyinde “Gedikli /Küçük Zabitan Mektepleri” açılmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda 1909 yılı içinde Selanik, Edirne, Beyrut, Erzincan, Bağdat Gedikli Küçük Zabit Mektebi açılmıştır. Okulların yönetmeliğine göre (Küçük Zabitan Mektebi ve Küçük Zabitan İptidai Mektebi Nizamnamesi); bu okullarda öğretim, öğrencinin yaşına (15-18 yaş) ve ilköğretim durumuna göre 1-3 yıl arasında değişiyordu. Öğrenciler yaşlarına göre üç gruba ayrılıyorlardı. Ayrıca bazı bedeni özelliklere bakılarak sınavla öğrenci alınıyor, asker çocukları tercih ediliyordu. Okul, sekiz yıllık bir mecburi hizmet yüklüyordu. Okuldayken öğrencilere maaş da veriliyordu. Mezun olanlar sicillerine göre, belli oranlarda Topçu, Süvari ve Piyade Küçük Zabit Mekteplerine ayrılıyorlardı. Küçük Zabit Mektepleri; Küçük Zabitan İptidai Mektepleri’nin mezunlarını aldığı gibi, dışarıdan da 18-21 yaşları arasında ilköğretimlerini tamamlamış, sağlam gençler alıyorlardı. Öğretim süresi iki yıl idi. “Onbaşı” olarak mezunlar veriyordu. Küçük Zabit Mektebi çıkışlıların altı yıl mecburi hizmetleri vardı (Küçük Zabit İptidai Mektebinden gelenlerin ise sekiz yıl). Bundan sonra Kuleli'de bir yıl okuyup İhtiyat Zabiti; Jandarma Mektebi'nde bir yıl okuyup Jandarma Subayı veya Polis Mektebine gidip Komiser olabiliyorlardı.

13 Nisan 1909

31 Mart Ayaklanması. Bu ayaklanma küçük rütbeli subayların başlattığı bir ayaklanma olduğundan “Çavuşların İsyanı” olarak da anılmaktadır. Her ne kadar gerici bir isyan olarak tanımlansa da karmaşık ve çok yönlü bir isyandır. Belki de Assubayların yapacağı darbe ve isyanların hep gerici olacağı endişesiyle, bu süreçten itibaren küçük rütbeli subaylara bakış değişmiş ve her dönemde tenzili rütbeye uğratılmaya başlanmıştır. Yani “darbeyi çavuş yaparsa gerici yapar, kurmay subay ve generaller yaparsa ilerici yapar” yargısı oluşmuştur. Üstelik bu isyanda pek çok kesimin parmağı olması da dikkat çekicidir. Belki de en masumane istek, küçük rütbeli subaylarınkidir.

Mayıs 1910

Çavuşluktan mülazım-ı sâni rütbesiyle ordularına gönderilen zabitler için Talimgâh Mektepleri açıldı. Daha sonra bütün subaylara şart koşuldu. İlerleyen yıllarda Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla kapatıldı.

14.Temmuz.1913

Gedikli Sınıfının yeniden teşkil edilmesi amacıyla Kanunname hazırlığına başlandı. Uygulamaya kanunnameden önce geçildi ve Gedikli Zabitan adayları için Çırak Mektepleri açıldı. Bu bir deneme süreciydi. Bir yıllık deneme süreci başarılı olduğu takdirde, resmi olarak uygulanacaktı. Bu kanunnamenin hazırlanmasında eğitim alanında incelemeler yapmak üzere İngiltere’ye gönderilmiş olan Makine Kd.Yzb. İbrahim Aşki Bey’in hazırlayıp verdiği raporda belirttiği hususlar göz önünde tutulmuştur.

19.Temmuz.1913

Süfeni Hümayunda Gedikli Sınıfının Sureti Teşkiliyle Usulü Terfi ve Terakkileri Hakkında Kanun” kabul edildi. Bu kanun Gedikli Sınıfının teşkil esaslarını kapsamaktadır. (Zaten deneme uygulamasına 14 Temmuz’da başlanmıştı.)

8 Ocak 1914

Bu tarihte Harbiye Nazırı olan Enver Paşa, I. Balkan Savaşı’nda bozguna uğrayan Osmanlı Ordusu’nun yeniden düzenlenmesine ve modernleşmesine çalıştı. Yaşlı Paşalar emekliye sevk edilirken, genç subaylar orduda önemli görevlere getirildi. Askeri okullara ve bu okullardaki eğitime önem verdi. Bu kapsamda küçük zabit ve gedikli küçük zabit mekteplerine de ayrı bir önem verdiği değerlendirilmektedir. Çeşitli kaynaklarda en güvendiği kişileri bu okulların başına getirdiğinden sıkça söz edilmektedir. Ayrıca yine bu dönemde askere alınan halk ozanları, âşıklar ve mahalli sanatçılar doğrudan Küçük Zabit Okul ve Alaylarına gönderilir ve burada geniş çaplı bir eğitime tabi tutulurlardı. Bunlardan en bilineni Kırklareli’nin ünlü halk âşıklarından Âşık Ali Tanburacı’dır. Enver Paşa dönemi bir milat olmuş ve cumhuriyetin başlangıç dönemlerinde de Küçük Zabit Mektepleri, halk sanatçılarının ve âşıkların yetiştirilmesi amacıyla kutsal bir ocak olarak görev yapmıştır. Askerlik görevini yapmak üzere gelen âşıklar, mahalli sanatçılar ve halk ozanları; Gedikli Okulları’nda eğitilmiş, kendilerini geliştirmeleri sağlanmış ve özellikle Türk Halk Müziği’ne daha etkin şekilde hizmet verecek, daha olgun ve yaratıcı eserler üretecek, araştırmalar ve derlemeler yaparak muhteşem katkılar sunacak müzik altyapısına kavuşturulmuştur.

20.Nisan.1914

Bir yıllık uygulamadan alınan sonuçlara göre “Süfeni Hümayunda Gedikli Sınıfının Sureti Teşkiliyle Usulü Terfi ve Terakkileri Hakkında Kanun” yeniden düzenlendi, hükümet tarafından kabul edildi ve padişahın onayından geçti. (Bu dönemlerde gedikliler iki kaynaktan temin edilmekteydi. Birincisi yükümlülüğünü yerine getirmekte olan erlerden, başarılı olanlar; diğeri ise deneme aşamasındaki Çırak Mektepleri. Rütbeler ise şöyleydi: a-Neferat/Erat, b- Küçük Zabitan: Onbaşı/ Çavuş/ Başçavuş/Gedikli Namzedi, c-Gedikli Zabitan: 3.Sınıf Gedikli/2.Sınıf Gedikli/1.Sınıf Gedikli)

7 Eylül 1914

Bahriye Makine Çırakları ile Makine işçileri hakkındaki nizamname yürürlüğe girdi (25 Ağustos 1330)

20.Eylül.1914

Küçük Sıhhiye Heyeti Kuruldu ve Tümen Merkezlerinde bulunan hastanelerde "Sıhhiye Küçük Subayları Okulları" açılmaya başlandı. Birinci Dünya Savaşında ve Mütareke Döneminde, bu Tümen Merkezlerindeki okulların çalışmaları durduruldu.

1914-1918

Birinci Dünya Savaşı’nda işgal edilen bölgelerdeki Gedikli Küçük Zabitan Mektepleri ve Küçük Zabitan Mektepleri kapanmış, diğer okullar ise 1924 yılına kadar faaliyetlerini sürdürmüştür.

22/24.Şubat.1915

Geçici bir kanun ile küçük zabitlerin üstünde olarak “Gedikli Zabit” sınıfı teşkil edilmiştir. Böylece, bir senelik denemeden sonra Gedikli Sınıfının yeniden teşkil edilmesi hakkındaki kanun resmi olarak uygulamaya konulmuş oluyordu. Yani ikinci kez Gedikli Sınıfı deneniyordu. Gedikli Zabit Mektebini bitirenler, önce Gedikli Küçük Zabit olarak görev yapıyordu. Tıpkı önceki uygulamada olduğu gibi, Gedikli Küçük Zabitlerden başarılı olanlar, Gedikli Zabitliğe yükseltiliyordu. Gedikli Zabit yapılanması şu üç rütbe basamağından oluşuyordu: Üçüncü Sınıf Gedikli, İkinci Sınıf Gedikli ve Birinci Sınıf Gedikli. Sadece Birinci Sınıf Gedikli, Teğmen (Mülazım)  ile Asteğmen (Mühendis) rütbe aralığında konumlandırılmış, diğer iki rütbe ise Asteğmen’den (Mühendis) daha kıdemsiz olarak yapılandırılmıştı. Gedikli Zabitlere hitap şekli ise genel olarak isminin sonuna “Efendi” sözcüğünün eklenmesi şeklindeydi. “Telsiz Telgraf Birinci Sınıf Gediklisi Salih Efendi” şeklinde bir uzun unvan tanımı kullanılıyordu.

9/20 Mart 1915

Süfeni Hümayunda Gedikli Sınıfının Sureti Teşkiliyle Usulü Terfi ve Terakkileri Kanunu’nun bir yıllık uygulamasından sonra 9 Mart 1915 tarihinde kabul edilen ve 20 Mart 1915 tarihinde yayınlanan 172 numaralı, "Bahriye Efrat ve Küçük Zabit Aniyle Gedikli Zabıtanı Kanunu Muvakkati" ile Gedikli sınıfı esaslara bağlanmıştır. (22/24 Şubat 1915’deki Meclisi Umumi’nin kabulü)

20 Aralık 1915

Makine Çırakları Nizamnamesi Sultan Reşat tarafından imzalanarak, yürürlüğe girdi.

30 Aralık 1915

Deniz Gedikli Sınıfı için daha esaslı bir kaynak oluşturmak üzere Makine Gedikli Mektebi kuruldu. Tir-i Müjgân Gemisi'nde eğitime başladı. Bu gemi fabrika gemisiyken okul ve eğitim gemisi haline getirilmiştir. Bu gemi bir süre sonra nakliyat hizmetlerine tahsis edilince, yerine Muin-i Zafer Korveti görevlendirilmiştir.

3 Şubat 1916

Deniz Gedikli Sınıfı için daha esaslı bir kaynak oluşturmak üzere Gemici Çırakları Nizamnamesi çıkarıldı ve Güverte Gedikli Mektebi kuruldu. İclâliye Gemisi’nde eğitime başladı. Gedikli Mektebi’nin kuruluşuna tanıklık eden ve bu kurumsallaşmada etkin olarak görev alan isimlerden birisi de Bahriye Kolağası Çiftçioğlu Mehmed Nail Bey’dir. Nail Bey, günümüzün tanınmış yazar, şair ve gazetecisi Yağmur Atsız’ın dedesi, Türk milliyetçiliğinin öncü isimlerinden H. Nihal Atsız’ın ise babasıdır. Yağmur Atsız’ın çeşitli zamanlarda yazılarında belirttiğine göre; dedesi Kolağası Nail Bey (1877-1944), Kasımpaşa ve Heybeliada’da Bahriye Gedikli Mektebi’nin kuruluşunda bizzat görev almıştır.

13 Mayıs 1916

Yapılan kanuni bir değişiklik sonrasında; Osmanlı Ordusu’nda, başa, fes yerine “Enveriye” ve “Cemaliye”  denilen başlıkların giyimine başlanmıştır. Kara Kuvvetleri için hazırlanan serpuşa, Harbiye Nazırının isminden dolayı “Enveriye” denilirken, aynı uygulamayı bahriyede başlatan Bahriye Nazırı Cemal Paşa’dan dolayı da denizcilerin serpuşuna “Cemaliye” denilmiştir. Gedikli Küçük Zabit ve Deniz neferlerinin Cemaliyelerinin alt kısmına 2 cm. genişliğinde, üzerinde serpuş sahibinin görev yaptığı geminin adının Osmanlıca yazılı bulunduğu siyah bir şerit konulmuştur.

17 Mayıs 1916

Deniz Bandolarının takviyesi amacıyla “Tir-i Müjgân Okul Gemisi”nde “Bahriye Musiki Mektebi” adı altında bir oluşum ortaya çıkmıştır.

1918-1923

ikuvayımilliye30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında işgalci kuvvetler Anadolu’yu işgale başlamışlardır. Bu işgal hareketine karşı milli direniş hareketi de kendiliğinden oluşmuş, Kuvayı Milliye adı ile anılmıştır. Daha sonradan bu onurlu mücadele, Atatürk’ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı olarak cereyan etmiştir. En nihayetinde 9 Eylül 1922 tarihinde işgalciler Anadolu’dan atılmış ve 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile aydınlığa açılan yepyeni bir ufuk belirmiş ve modern Türkiye doğmuştur. Düşmana karşı direnişte en önde yer alan ve Kuvay-ı Milliye güçlerine liderlik eden pek çok küçük zabit bu dönemde büyük kahramanlıklar göstermiştir. Çerkez Ethem, Antepli Şahin, Kılıç Ali ve daha niceleri şanlı tarihimizin onurlu sayfalarında yer almaktadır. İstiklal Savaşımız süresince de öncü olmayı sürdüren küçük zabitlerimiz, Türkiye halkının gönül kahramanı olmayı başarmıştır. Gazi Alemdar’da Ateşçi Ömer ve Gedikli Zabit İsmail Hakkı Bey, Hava Kuvvetlerinin eşsiz tayyarecisi Vecihi Hürkuş, büyük aydın Halide Edip bunların en bilineni ve ilk akla gelenleridir. Kademlioğlu İsmail Başçavuş, Atatürk’ün yanı başındaki Ali Çavuş, Yunan Başkumandanı Trikopis’i esir eden Ahmet Çavuş, Gazi Yiğitbaşı ve daha pek çok Küçük Zabit, İstiklal Savaşı’nda yer almış fakat isimleri fazla duyulmamıştır. Anadolu insanının bağrından kopup assubaylık payesi (Onbaşı ve Çavuş) ile onurlandırılan kadın, erkek, genç, yaşlı ve çocuk; nice kahramanlıklara imza atmış, şehitlik ve gazilik onuruna ulaşmış ve cumhuriyetin büyük destanında gurur abidesi olarak yer almıştır. İstiklal Mücadelemizin içinde olan ama daha adı sanı bile bilinmeyen nice kahramanımız vardır ki, tarih bir gün onları da keşfedecektir. İstiklal Mücadelemizi ve Kuvay-ı Milliye destanını sırf subaylara mal etmeye çalışanlar; gerçekler cesurca yazıldığında, bu onurun Anadolu insanına ve tüm Türkiye halkına ait olduğunu öğrenmek zorunda kalacaklardır.

13 Eylül 1921

halideedipKurtuluş savaşı yıllarında Hilal-i Ahmer`de (Kızılay) hastabakıcı olarak çalışan Cumhuriyetin yazar ve aydınlarından Halide Edip, Sakarya Savaşı’ndan sonra kendi isteğiyle Batı Cephesi’nde birinci ve ikinci şubede çalıştı. Kendisine “Onbaşı” unvanı verildi. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Bayan Assubayı olma şerefine ulaştı. Daha sonra Atatürk tarafından, cesaret ve başarılarından ötürü, “Çavuş” rütbesine terfi ettirildi.

9 Eylül 1922

1921-1922 yılları arasında Tetkik-i Mezalim Komisyonu`nda Yunanlıların Anadolu’dan çekilirken bıraktıkları hasarı ve yaptıkları zulümleri Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Yusuf Akçura ile birlikte rapor eden Halide Edip, Türk Ordusu’nun İzmir`e girdiği gün de oradadır. Bu dönemde Atatürk tarafından kendisine “Başçavuş” rütbesi verilir.

3 Mart 1924

Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Türk Eğitim Sistemi yeniden düzenlenmiş ve bu çerçevede değişik zamanlarda on adet Gedikli Erbaş Hazırlama Ortaokulu açılmıştır. Bu okullar şunlardır: Halıcıoğlu (1924-1934)(1960-1961), Ankara (1929-1936), Konya (1931-1938)(1951-1964), Merzifon (1941-1962), Kayseri/Zincirdere (1942-1949), Elazığ (1943-1944), Mersin (1955-1963), Afyon/Emirdağ (1959-1960), Çorum (1959-1961),Ankara Elektronik (1960-1964)

22 Nisan 1924

508 sayılı kanun ile Gedikli Zabit ve Gedikli Küçük Zabitlerin rütbe ve özlük haklarına ilişkin yeni bir düzenlemeye gidildi. Gedikli Küçük Zabitlik yapısı bu dönem itibarıyla Gedikli Erbaş olarak tanımlanmaya başlandı. Bu anlayışta örnek alınan Alman ve İngiliz askerlik yapısı etkili oldu. Yeni bir savaşa hazırlanan ülkeler; ordularında bir ara yönetici sınıftan ziyade, emri ikiletmeyecek, ne denirse anında uygulayacak ve mutlak itaati düstur görecek, emirlere bilgi ve görgüsüyle yorumlar getirmeyecek bir yapı arzu etmişlerdir. Bu yüzden gelişme çağındaki Gedikli Zabitliği ve Küçük Zabitliği, uygulama alanından kaldırmaya ya da Erbaş konumuna indirgemeye başlamışlardır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu yönde adımlar atılmıştır.

22 Nisan 1925

648 sayılı kanun ile Gedikli Zabit ve Gedikli Küçük Zabitlerin rütbe ve özlük hakları ile ilgili olarak ilave düzenlemelere gidildi.

15 Mayıs 1925

Donanma Personelinin kıyafetlerine ilişkin olarak Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan bir (ilk) kararname ile serpuş kaldırıldı. Deniz subayları, gedikli zabit ve küçük zabitlerinin 'viziyerli serpuş' yani şapka giymeleri kabul edildi. Bilindiği gibi, 13 Mayıs 1916 tarihinde yapılan değişiklik sonrasında; başa, fes yerine “Enveriye” ve “Cemaliye”  denilen başlıkların giyimine başlanmıştır. Kara Kuvvetleri için hazırlanan serpuşa, Harbiye Nazırının isminden dolayı “Enveriye” denilirken, aynı uygulamayı bahriyede başlatan Bahriye Nazırı Cemal Paşa’dan dolayı da denizcilerin serpuşuna “Cemaliye” denilmiştir.

23 Nisan 1926

İzmir-Gaziemir’de ilk kez Uçak Makinist Okulu Kuruldu.

28 Mayıs 1927

1059 sayılı Piyade Küçük Zabit Kanunu kabul edildi.

9 Nisan 1927

1001 sayılı Gedikli Küçük Zabit Sınıflarına Dair Kanun ile ilk meslek tanımı yapıldı. Gedikli Küçük Zabitliğe kaynak olarak Gedikli Küçük Zabit Hazırlama (İhzari) Mektepleri kuruldu. Güverte ve Makine Gedikli Mektepleri /Çırak Okulları kapatıldı.

18 Mayıs 1929

1455 sayılı Askeri Memurlar Kanununa geçici bir madde eklenerek, Muzıkacı Gedikli zabitlerin askeri memurluğa/öğretmenliğe geçişi sağlandı. Hatta sivil sanatkârlara dahi bu hak tanındı. Fakat Deniz ve Hava Kuvvetlerindeki Gedikli Zabitlere aynı haklar tanınmadı.

1 Haziran 1929

1492 sayılı Deniz ve Havada Gedikli Küçük Zabit Maaş Kanunu’ndaki bir geçici madde ile Gedikli Zabitlik yapılanması kaldırılmıştır. Halen görev yapmakta olan “Üçüncü Sınıf Gedikli”, “İkinci Sınıf Gedikli” ve “Birinci Sınıf Gedikli” rütbelerine haiz personelin isterlerse, almakta oldukları aylıklarla Başgedikliliğe geçirilecekleri (Tenzil-i Rütbe), istemedikleri takdirde, emekli olana kadar Gedikli Zabitan hükümlerine tabi olarak görevlerine devam edecekleri belirtilmiştir. Yine bu kanunla Gedikli Küçük Zabit Rütbeleri şu şekilde kabul edilmiştir: Gedikli Çavuş-Başçavuş Muavini-Başçavuş ve Başgedikli

Temmuz 1929

Deniz Kuvvetlerinde mevcut yüze yakın güverte gedikli zabitanından yalnız biri Başgedikliliğe razı olmuştur. Diğerleri eski kanuna tabi olarak göreve devam etmeyi seçmişlerdir. Başgedikliliğe razı olan subay; Kavalalı Halil İbrahim olup Yavuz gemisinde çok uzun süre görev yapmış başarılı bir denizciydi.

1929-1930

Deniz ve Hava Kuvvetlerinde gerçek anlamıyla mesleklerinin uzmanı olmuş Gedikli Zabitler bundan sonraki süreçte tam anlamıyla kaderlerine terk edilmişlerdir. Devlet onlara herhangi bir hak tanımazken, tasfiye hükmüne rağmen onlardan yaş hadlerine kadar faydalanmış ve hatta önemli bir kısmı emeklilikleri sonrasında dahi çeşitli görevlerde kullanılmıştır. Oysa 1492 sayılı kanunun gerekçesinde bu yapının maksatsız olduğu vurgulanmaktaydı. Maksatsız bir yapının son ana değin kullanılmış olması ise tam bir ironi teşkil etmekteydi.

1934

Pera Palas Otel’de Atatürk tarafından ilk kez yeni rütbeler konuşuldu ve tartışıldı.

11/18.Haziran.1934

2505 sayılı “Gedikli Küçük Zabit Membalarına Dair Kanun”, 11 Haziran’da kabul edilmiş, 18 Haziran’da yayımlanarak, yürürlüğe girmiştir. Bu kanun gereğince Deniz Gedikli İhzari Mektebi’nin adı “Deniz Gedikli Küçük Zabitan Hazırlama Mektebi” olarak değiştirildi. Aynı kanun isim değişikliğinin yanında okula girme şartlarını ve Gedikli Yetiştirmenin esaslarını da değiştirmişti.

1934-35

Deniz Assubay Okulu Marşı bestelendi. Nuri Tahir, Deniz Gedikli Erbaş Okulu’nda öğrenciyken, abisi olan yazar ve şair Kemal Tahir de bu güzide okulu tanıma fırsatı buldu. Kardeşinin ve okul yönetiminin talebiyle, bestekâr Halit Recep Arman ile ortak bir çalışma yaptı. Marşın sözlerini Kemal Tahir yazdı. Bestesini ise H. Recep Arman notalara döktü. İşte o marşın ilk dörtlüğü: Çelikten kalbimizde vatanın sevgisi var/Gözlerimiz enginde düşmandan bir iz arar/Düşmanların kalbinde korku olur eseriz/Biz ömrünü vatana veren assubaylarız (aslı: gediklileriz)

Hazırlayan: Aydın Kulak

(2010 yılında yayımlanan çalışmanın güncellenmiş versiyonudur. Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek kullanılmasında bir sakınca yoktur. Çalışma ile ilgili açıklamalar ve kaynakça, yazı dizisinin son bölümünde yer alacaktır.)
assubayligin-tarihsel-gelisimi

TARİH

OLAY

M.Ö.2000-1200 Hitit Ordusu’nun sınırlardaki garnizon kentlerinde oturan ve daimi olarak profesyonel askerlik yapan, bugünkü karşılığı bir tür assubaylık denebilecek askeri bir pozisyonun kuruluşu gerçekleşti. Ayrıca, savaş zamanı seferber ettiği ana ordusunda da çeşitli askeri rütbeler kullanılmaktaydı.
M.Ö. 800-700

Assubaylığın tarihsel gelişimi açısından Homeros’un İlyada Destanı’ndaki anlatımları oldukça önemlidir. Troya (Truva) Savaşı’nın anlatıldığı bu destandaki şu çarpıcı dizeler assubaylık mesleğinin tarihsel kökeni için sağlam bir dayanaktır:

Bir önder kumanda ediyordu her sıraya,
erler de yürüyordu sessiz soluksuz.
Diyemezdin arkalarında koca bir ordu var,
şu insanların göğsünde ses var diyemezdin.
Önderlerin ardından yürüyorlardı usulcana,
sıralar içinde ışıl ışıl parlıyordu silahları.”
(Çeviri: Azra Erhat-A.Kadir)

M.Ö. 500

Roma Krallığı’nda ilk Assubay yapılanmaları görüldü. Decurion (onbaşı) lar birliklere kumanda eden en kıdemsiz subaylardı. Assubay yapısı yüzbaşı rütbesine değin uzanmaktaydı.  Ordunun belkemiğini oluşturan yüzbaşıların da bu dönem için assubay olarak değerlendirildiği sıkça görülür. Fakat bu yapı profesyonel değildi. Roma lejyonları M.Ö. 107 yılındaki Marian Reformları’na kadar sabit kuvvetler olarak değil, ihtiyaç duyulduğunda oluşturulup daha sonra dağıtılan birlikler şeklinde görev yapmaktaydılar.

M.Ö. 209

hun-ordusuBüyük Hun İmparatorluğu'nun kurucusu Teoman'ın oğlu Mete Han tarafından, bugünkü modern orduların düzenini teşkil eden; onluk, yüzlük sistem de denilen düzenli ordu sistemi kurulmuş ve uygulanmıştır. Bu sistemle onbaşı, elli başı, yüzbaşı, binbaşı gibi askeri terimler oluşmuş ve halen günümüzde de orduların temel düzeni olarak kullanılmaya devam etmektedir. Türk Askeri Yapısında kullanılmaya başlanılan “Çavuşluk” yapısının temeli bu dönemde atılmış ve yeni kurulan her Türk devletine ve hatta başka devletlere de geçişi sağlanmıştır.

M.Ö. 107-30

tesserariusRoma Cumhuriyeti’nde, Gaius Marius M.Ö. 2. yüzyıl sonlarına doğru geçici olarak oluşturulan lejyonları reforme etti ve en alt sınıflardan topladığı askerlerle oluşturduğu profesyonel lejyonlar ile Roma’nın, hem güçlü bir orduya hem de işsiz yurttaşları için iş olanağına kavuşmasını sağladı. Geç Cumhuriyet ve Erken İmparatorluk döneminde lejyonlar sık sık Marian Lejyonları olarak adlandırılırdı. Bu yapılanmada Decanus (8 askerden oluşan manganın komutanı) ve decurion’dan başlayan bir assubay yapılanmasından söz edilebilir. Genel anlamıyla, Optio, Duplicarius, Decurion, Tesserarius, Decanus, Cornicen, Signifer birer assubay mevki ve rütbesi görünümündedir. Bunun yanında, günümüz modern anlayışında Yüzbaşı, Üsteğmen, Teğmen ya da Asteğmen rütbelerine karşılık gelen Centurion (Yzb.), Primus Pilus (Ütğm.), Centurion Pilus Prior (Tğm.) ve Primus Ordo (Astğm.-Tğm.) rütbeleri de o dönem yapılanmasında yine birer orta-ast subay kavramı içinde yer almaktadır. Gerçek anlamda subay rütbeleri Centurion’dan (Yzb.)sonra başlamaktadır. Lejyonlar, Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu boyunca göstermiş oldukları olağanüstü başarıdan ötürü, antik dönem boyunca uzun süre askeri kabiliyet ve etkinliğin modeli olarak gösterilmişlerdir.

13. Yüzyıl

İngiliz Kraliyet Donanmasında ilk kez “Gedikli Zabit” yapılanması uygulamaya konmuştur. (Gedikli Zabitler, tanım olarak subaylar içinde yer almalarına rağmen, uygulamada Assubaylığın bir tür devamı ve parçası gibi görülmektedirler. Hemen hemen tüm dünya ordularında bu kural geçerlidir.) Bu usta denizciler böylece ilk gedikli sınıfını oluşturdular ve gedikli zabitan ile deniz assubaylığının ilk nüvesi oldular. Zaman zaman “Boat Mates”, bazen “Boswans Mates” olarak anıldılar. Tecrübe ve özgüvenleri ile zamanla vazgeçilmez oldular ve daha sonra “Royal Warrant” (Kraliyet Gedikli Zabitanı) olarak ödüllendirildiler.

13. Yüzyıl

Bu dönemden itibaren özellikle donanmada personel hep iki kategoriye ayrılmıştır: Subaylar ve denizciler. İngiliz soyluları çeşitli unvanlarıyla birlikte donanmada subay olmuşlar, asil olmayan halk çocukları ise gedikli zabit, assubay ve denizci er olarak hizmette bulunmuşlardır. Denizci tabiriyle niteleyeceğimiz assubaylar ve denizci erler uzun yıllar boyunca çok zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hatta bu nedenledir ki, pek çok devrimci isyana da öncülük yapmışlardır. Temelinde İngiliz sınıfçılığının yattığı bu sınıfçı uygulama halen pek çok ülkede devam etmektedir. Modern ülkeler bir şekilde ordu ve donanmasından bu sınıfçı sistemi atmayı başarırken, kendini ve demokrasisini geliştirememiş ülkeler ki buna Türkiye de dâhil, hala bu Ortaçağ ürünü kast sistemini uygulamaya devam etmektedir.

1445

Fransa Kralı Charles VII tarafından kurulan düzenli ordularda, şimdiki Assubay tanımlamasına ve rütbelerine rastlayabiliriz. Bu dönemde assubaylar orduda “onbaşı” veya “mızraklı onbaşı” rütbeleriyle başlayan bir hiyerarşide yer almışlardır. Charles VII; Orduda yeni bir yapılanmaya gider, yeni bir Ordu Yönetmeliği çıkartır. Bu yönetmelikle, ilk kez modern anlamda Assubay olarak nitelendirilebilecek rütbe ve kavramlar Fransız Ordusunda yer alır.

1469-1527

Niccola Machiavelli (Makyavel) ulus devlet kavramını ve buna bağlı olarak ulusal orduyu gündeme getirdi. Fransa ve Prusya ordusu değişen çağa ve teknolojiye uygun yapılanmalara öncülük etti. Alınıp satılan ordu unvanları yerine daimi ve ücretli ordular gündeme geldi. Prens (Hükümdar) adlı kitabında “Bir devletin sağlam temellerini iyi yasalar ve iyi bir ordu oluşturur; iyi orduların olmadığı yerde iyi yasalar da olmaz” vurgusu yaptı. Bu yüzden, Makyevel, Modern Orduların babası da sayılır.

1643-1715    Fransa’da, Louis XIV kendi döneminde, aristokratların muhalefetine rağmen, ordudaki başıbozukluğu yok etmek ve orduyu gerçek anlamda bir disiplin altına sokmak amacıyla yeni düzenlemeler yapar. Bu düzenlemelerin mimarı ise Michel Le Tellier (1641-1691) olur. Bu düzenlemelerin en dikkat çekici tarafı, özellikle subay ve assubayların geleceğin yöneticileri olarak, gerektiği şekilde eğitilmeleri için özel eğitimler veren okullar (Harp Okulları) açılmasıdır.

1775

Amerikan Kıta Ordusu Kuruldu. Bu ordudaki Assubay yapılanması İngiliz, Fransız ve Prusya Ordu yapısını kendisine göre harmanlayıp özümseyerek oluşturulmuştur. Kendi milli değerlerine özgü bir organizasyonla, ordusunda Assubay yapılanmasına işlerlik kazandırmıştır.

1804-1815

Fransa’da Napolyon tarafından yeni ordu düzenlemesi yapıldı. Napolyon'un ordularını kurmasını sağlayan 23 Ağustos 1793 Konvansiyonunun kabul ettiği "levee en masse " yani zorunlu askerlik kanunu ile ulusal ordu tam anlamıyla ortaya çıkmış oluyordu. Napolyon Ordusu kazanmış olduğu zaferlerin yanında daha pek çok özelliğiyle de dünya ordularına örnek olma vasfını hala taşıyor. Bu yapılanmada da etkili bir Assubay oluşumu ve bunun yanında dikey yükselme söz konusudur. Ülke içindeki sınıfsal farklılıkların yarattığı engellerin kaldırılması açısından yapılan assubaylık düzenlemeleri, henüz diğer rakip ülkelerce bilinmeyen bir yapıydı ve olağanüstü başarılıydı. Bu sarsıcı düzenlemeler esnasında, yıllardır assubay olan çavuşlardan bazıları çok kısa sürede generalliğe yükselmişlerdi. Bunların içinden gerçekten başarılı ve iyi olanlar vardı (Masenna). Fakat daha da şaşırtıcı olan şey, rütbeleri farklı olan soylu subayların bile hızlı terfi sisteminden etkilenerek, bu soylu rütbelerini bir yana bırakmaları ve bu dönemde yeniden askere yazılıp sıfırdan başlamayı göze almalarıdır (Lasalle).

1821-1881

Büyük Rus yazarı Dostoyevski. Suç ve Ceza’nın, Budala’nın, Kumarbaz’ın, Karamazov Kardeşler’in ve daha nice eşsiz romanların yazarı! 1844 yılında Rus Ordusundan ayrılana kadar assubay ve subay olarak görev yaptı. Hayatının sonraki döneminde devlet aleyhine bir komploya karıştığı iddiasıyla askeri mahkeme tarafından idama mahkûm edildi. Tam kurşuna dizilmek üzereyken affedildi ve sürgüne gönderildi. Tüm askeri rütbeleri geri alındı. 1854 yılının 2 Mart’ında er olarak 7. Sibirya Alayı’na gönderildi. Burada beş yıl görev yapmak zorunda kaldı. Er olarak başladığı askeri kariyerinde yine önce assubaylığa, ardından da subaylığa terfi etmeyi başardı. 1859 yılında ordudan terhis edildi ve yeniden yazarlık günlerine dönüp birbirinden güzel eserler vermeyi sürdürdü.28 Ocak 1881’de ciğer kanaması sonucu vefat etti. 31 Ocak günü yapılan cenaze töreninde büyük yazarı ebediyete uğurlamak için tam otuz bin kişi bir araya gelmişti.

1857

Helmuth Von Moltke, Harp Bakanı Roon ile birlikte Prusya Ordusunda değişiklikler ve düzenlemeler yapar. Bu düzenlemeler iki temele dayanır ve başarılı olur. Birinci temel; sağlam ilk ve orta öğretim görmüş gençlerin kapsamlı bir teorik ve uygulamalı askeri eğitim-öğrenim görerek yetişen subaylar olması ve bu subayların hem askeri hem de politik görevleri üstlenebilecek düzeye ulaşabilmesidir. İkinci temel dayanak ise, branşlarında çok iyi yetişmiş Assubaylar olup, özellikle teknik ve uygulamalı konulardaki tecrübe ve bilgileri sayesinde muharebe ve eğitimlerde ordunun asıl yükünü taşımalarıdır.

3 Nisan 1890

21 Sayılı Ceride-i Bahriye'de çıkan Şura'yı Bahriye Nizamnamesiyle Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde de "Deniz Gedikli Sınıfı" resmen kuruldu. Bu nizamname, modern anlamda Assubaylığın resmi olarak Osmanlı ve Türk bahriyesinde ile ordusunda ilk kez bir mesleki sınıf adıyla yer alışı açısından önemlidir. Bu nizamnameye göre 15 Nisan 1890 tarihinden itibaren “Deniz Gedikli Sınıfı” resmi olarak kurulmuştur.(Donanmayı Hümayûnu Cenabı Mülûkâneye Alınacak Sıbyan Efradına ve Bunlardan Yetiştirilecek Gediklilere Dair Nizamname)

27.Haz.-8.Tem.1905

potemkinzirhlisi27077Potemkin Zırhlısı Denizci İsyanı (1905 Rus Devrimi): Rus Çarlık Donanmasının Karadeniz Filosu gemilerinden Potemkin Zırhlısı’nda devrim amacıyla çıkan denizci isyanı. Rusya 1917 yılında Komünizme geçtiğinde, bu isyanı gerçekleştirenler devrimin sembolü haline geldi. Ayrıca, Sergei Eisenstein tarafından isyan film haline getirildi. Bu film bugün hala dünyanın en iyi on filmi arasında kabul edilmektedir. Denizciler, kendilerini hakir gören ve köle muamelesi yapan, zalimlikte sınır tanımayan subaylarına karşı isyan ederler. İsyanın görünen sebebi denizcilere yemekte kurtlu et çıkarılmasıdır. İsyanı başlatanlardan Assubay Vakulinchuk, daha ilk başlarda öldürülür. Fakat Astsubay Matyushenko, sonuna kadar direnir. İşçi ve köylü kitleleri ile birleşip büyük devrimi gerçekleştirmek amacındadır. İsyana başka gemiler de katılır. Odessa halkı ile bütünleşen Potemkin Zırhlısı personeli büyük eylemler gerçekleştirir. Fakat Çarın güçleri, Odessa’da Richiliu Merdivenlerinde tam bir katliam yaparlar. Şehri bombalamakta tereddüt eden isyancılar bunun bedelini ağır öderler, her şey tersine dönmeye başlar. Filonun diğer gemileri isyanı bastırmak için geldiğinde, diğer gemi mürettebatı, kendi arkadaşlarına ateş açmayı reddeder. Buna karşın isyana katılan diğer birkaç gemi, isyandan vazgeçer ve teslim olur. Potemkin yalnız başına kalır. Karadeniz’de bir kovalamaca başlar. Yakıt ve erzak sorununu çözemeyen Potemkin isyancıları, o dönem tarafsız olarak kabul gören Romanya’nın Köstence Limanı’nda Romanya yetkililerine teslim olurlar. 1905 Devrimi aslında bir tarlaya hasat için ekilen tohum işlevi görmekteydi. Yarım yamalak bir devrim niteliği taşıyordu ama geleceğin Bolşevik Devrimi’nin altyapısını sağlam temeller üzerine oturtuyordu. İşçiler, köylüler ve askerler haklarını aramayı, isyan etmeyi ve en önemlisi birlikte hareket etmeyi öğrenmişlerdi. Birlikte hareket ettikleri takdirde, öyle kolay kolay yıkılmayacaklarını görmüşlerdi. Hak ve eşitlik adına kazanımlara ulaşabileceklerini ve katı çar yönetimini silkeleyebileceklerini fark etmişlerdi. Şair Nazım Hikmet’in Donanma Davası’nda da bu Potemkin Zırhlısı Olayı’nın korkusu vardır.

13 Nisan 1909

Osmanlı’da 31 Mart Ayaklanması. Bu ayaklanma küçük rütbeli subayların başlattığı bir ayaklanma olduğundan “Çavuşların İsyanı” olarak da anılmaktadır. Her ne kadar gerici bir isyan olarak tanımlansa da karmaşık ve çok yönlü bir isyandır. Belki de Assubayların yapacağı darbe ve isyanların hep gerici olacağı endişesiyle, bu süreçten itibaren küçük rütbeli subaylara bakış değişmiş ve her dönemde tenzili rütbeye uğratılmaya başlanmıştır. Yani “darbeyi çavuş yaparsa gerici yapar, kurmay subay ve generaller yaparsa ilerici yapar” yargısı oluşmuştur. Üstelik bu isyanda pek çok kesimin parmağı olması da dikkat çekicidir. Belki de en masumane istek, küçük rütbeli subaylarınkidir.

29 Eki - 7 Kas 1918

Kiel Denizci İsyanı, Alman Kasım Devrimi ve Spartakist Ayaklanma: İlk olarak Wilhelmshaven’de başladı ve sonra Kiel’e uzandı. I. Dünya Savaşı sonunda Alman Donanma Komutanlığı, Ordunun şerefini kurtarmak amacıyla, İngilizlere karşı son bir saldırı yapmak düşüncesindedir. Fakat denizciler artık savaştan bıkkındır. Bunca çabalarının hezimetle son bulması onların moralini bozmuş ve komuta kademesine olan güvenlerini sarsmıştır. Şimdi Amiralleri, şerefsiz olduğunu düşündükleri bir barış yerine, onları şerefli ama nafile bir ölüme göndermek istemektedir. Barış isteyen ve bir an önce evine dönmeyi arzulayan denizciler, bu anlamsız emre uymayı reddederler. Ayrıca gemileri de kullanılamaz, seyir yapamaz duruma getirirler. SMS Thüringen ve SMS Helgoland gemilerinin öncülük ettiği bu isyan hareketi nedeniyle yüzlerce denizci tutuklanır. Bir olay çıkar korkusuyla İngilizlere saldırıdan vazgeçilir ve Kiel’e dönülür. Kiel’de tutuklananların serbest bırakılması için bu kez büyük çaplı bir hareket başlar. Eyleme işçiler de katılır. Liderliğini denizci (assubay olarak değerlendirilebilecek bir torpidocu uzman personel)Karl Artelt ve tersane işçisi Lothar Popp’un yaptığı isyan kısa sürede diğer şehirlere de yayılır. Siyasi bir hareket olan Spartakist grup tarafından sahiplenilir. Stuttgart, Münich derken Kasım 1919’a gelindiğinde en sonunda Berlin bile ayaklanır ve olaylar tam bir ihtilala dönüşür. Kentleri işçi ve asker konseyleri yönetmeye başlar. Alman İmparatoru tahttan feragat etmek zorunda kalır. Alman Cumhuriyeti ilan edilir. Ardından 1919 başlarında Berlin’de Spartakist Ayaklanma baş gösterir. Spartakistlerin amacı ülkeye komünist bir düzen getirmek ve proleterya egemenliğini tesis etmektir. Fakat isyan çok acı bir şekilde bastırılır. Ortalık yatışıp ülkeye barış geldiğinde, Spartakist Hareketin liderleri, efsane karakterler olan Rosa Luxembourg, Karl Liebknecht ve Kurt Eisner vahşi bir şekilde acımasızca öldürülür. Bu isyan hareketine Almanya’da bulunan Türklerden de katılım olur ki, bunlardan birisi Nazım Hikmet’i Komünizm yönünde etkileyen isimlerdendir.

28 Şub-18 Mar 1921

Sovyet Rusya’da Komünist Rejime Karşı Yapılan Kronstadt Denizcileri İsyanı: Kronstadt’lı denizcilerin ve 14.000 işçinin komünist rejime karşı yaptığı isyan hareketi. Bu isyanın ele başıları deniz gediklileri, işçiler ve denizci erlerden oluşuyordu. Subay ve general/amiraller bu hareketten uzak durdular. Ülke yönetiminin komünist parti tekelinde olmaması gerektiğini, her bir sovyetin yönetimsel yetkileri olmasını savunuyorlardı. Savaş Komünizmine karşı çıkıyorlardı. Rus Savaş gemisi “Petropavlovsk”un idari assubayı (Kıdemli Kâtip) Stepan Maksimovich Petrichenko (1892-1947) isyan hareketinin lideriydi. İsyan Kotlin Adası’nda Baltık Filosu’na bağlı bir deniz üssü olan Kronstadt Üssü’nde (Finlandiya Körfezi’nde) başlatıldı. Fakat sert bir şekilde bastırıldı. İsyancılar, hareketin ana kıtayı da etkileyeceğini düşünüyorlardı ama Rusya ana kıtası isyana katılmadı. İsyanın lider kadrosu Finlandiya’ya kaçtı. Bu isyanın bir diğer önemi de, bastırılması esnasında Türkiye Cumhuriyeti’nin Ali Fuat Cebesoy aracılığıyla Sovyet Rusya’ya destek vermesi, özellikle isyanın bastırılmasında Tatar güçlerinin ikna edilmesi ve kullanılmasına aracılık etmesidir. Kronstadt Denizcileri 1905 Devrim sürecinde, 1917 Şubat ve Ekim Devrimi’nde hep başroldeydiler. Troçki, onlar için “Devrimin gururu ve şerefidir” sözünü kullanmıştır. İsyan sürecinde acımasız oluşlarıyla da ünlüdürler.

1-8 Eylül 1931

150px-Manuel AsticaŞili’de Donanma İsyanı: 1929 Büyük Buhranının etkisiyle Şili zor bir ekonomik dönem yaşamaktadır. Bu kapsamda tüm kamu çalışanlarının maaşları %30 düşürülecektir. Zaten zor şartlarda yaşayan donanma personeli bir tatbikat için ülkenin kuzeyine intikal etmiştir. Subaylar ve denizciler (assubay ve erler) arasında muhteşem bir sınıfsal fark yaratılmıştır. Ücret uçurumu vardır. Kıt kanaat geçinebilen denizciler zor şartlar altında görev yapmaktadır. Hükümetin bu kararını duyunca, önce donanma olarak eylem yapma taleplerini komuta katına bildirirler. Komuta katı razı olmayınca da filodaki gemileri ele geçirirler ve subayları göz hapsine alırlar. İsyana diğer donanma üsleri ve bir de hava üssü katılır. Hükümet, deniz kuvvetleri komutanlarının kendi personeli ile uzlaşmasına izin vermez ve güç kullanmaya karar verir. Kısa sürede pek çok yerdeki isyan bastırılır fakat Assubay Manuel Astica liderliğindeki filo gemileri hâlâ direnmektedir. Sonunda hava kuvvetlerinin uçakları gemilere saldırı gerçekleştirir. Fakat bu saldırı başarısızlıkla sonuçlanır. Üstelik beş uçak gemiler tarafından vurulur. İsyanın ateşli günlerinde denizciler, kendi haklarının ötesinde siyasi ve sosyal içerikli bir de manifesto ilan ederler. Şili halkından ve medyasından bekledikleri desteği bulamayınca direnmekten vazgeçip teslim olurlar. Buna karşın hiçbir eylemci idam edilmez. Hatta bir yıl sonra, rejim olarak sosyalizme geçilince, Astica haricindeki isyancılar serbest bırakılır. Gemisine komuta edemeyen pek çok subayın ordudan ayrılışı yapılır. Komutanlığı elinden alınır. Assubay Manuel Astica da bir süre sonra tüm hakları verilerek emekliliğe sevk edilir.

Haziran 1938

nazımhikmetTürkiye’de, Şair Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı ve Kerim Korcan ile bir avuç deniz assubayı “Donanma Davası” olarak bilinen dava nedeniyle tutuklandı. Nazım Hikmet ve arkadaşlarının suçları Donanma’daki assubaylara kitap okutmak ve henüz icat edilmemiş bir suç olan “Komünizm” propagandası yapmaktı. Söz konusu kitapların çoğu, bugün dünya klasikleri diyebileceğimiz eserlerden oluşuyordu ve hiç biri yasak yayın değildi. Komünizm propagandası suçu, yargılanma sürecinde ancak yasalara girdi. Türk Ceza Yasası'ndaki 141-142. maddeler, 16 Temmuz 1938 gün ve 3531 sayılı yasayla değişikliğe uğratılarak, yalnız eylemi değil, düşünce açıklamayı da cezalandırır hale getirildiler. Nazım Hikmet, Erkin gemisinde sintineye kapatıldı. Ondan önce tutuklanan Kemal Tahir grubu ve deniz assubayları ilk önce Yavuz Zırhlısı sintinelerine, yer kalmayınca da Erkin Gemisi sintinelerine hapsedildiler. 10 Ağustos 1938 tarihinde Erkin Gemisinde başlayan mahkeme, 29 Ağustos 1938’de karara bağlandı ve ağır cezalarla sonuçlandı. Kemal Tahir’in assubay kardeşi (Nuri Tahir) ve sanık diğer assubaylar da paylarına düşen cezaları aldılar. Bu davada ilk kez yüzer-gezer mahkeme olarak kullanılan Erkin Gemisi de bu özelliğiyle Zulüm Mahkemesi olarak tarihe geçti.

9 Aralık 1949

Bütün dünya devletleri tarafından imzalanarak yürürlüğe giren Cenevre Sözleşmesi bugünkü harp hukukunun temellerini oluşturmaktadır. Harp esirlerine yapılacak muameleye ilişkin Üçüncü Cenevre Sözleşmesi assubaylar açısından yeniden gözden geçirilmesi gereken hükümler içermektedir. Bu sözleşmede harp esirleri tarif edilmiş ve bu esirlere rütbe ve konumlarına göre nasıl davranılacağı karara bağlanmış, sadece iki tip sınıflandırma yapılmış, subaylar ve diğerleri şeklinde bir ayrıma gidilmiştir. Harp Esirlerine Yapılacak Muamele ile İlgili Cenevre Sözleşmesi’nin 60.ıncı maddesinde tam bir rütbe kategorisi çizilmekte ve harp esirlerine ödenecek maaş belirtilmektedir. Bu maddeye dayanarak, Gedikli Subaylara (WarrantOfficer) subay tanımı içinde yer verilmektedir. Bu sözleşme incelenmeli ve en azından Kıdemli Assubayların meslek tecrübe ve deneyimlerine saygı duyulmalı, onların, bu sözleşmede yer alan harp esirleri kategorisi değiştirilmelidir. Yani, assubaylar ya da en azından kıdemli assubaylar da subaylar gibi farklı bir muameleye tabi tutulmalıdır. Ayrıca, orada geçen tanım her ne kadar harp esirlerini bağlıyor olsa da, uluslararası bir anlaşma olduğundan, devletlerin ordu kurgulanmalarına ve rütbe tanımlamalarına kadar etkili olma gerçeği vardır. Tüm dünya assubaylarının ortak hedefi bu sözleşmede assubaylarla ilgili konumlandırmayı değiştirmek olmalıdır.

1951/1952

Türkiye’de 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin yapılmasında ve Adnan Menderes’in idam edilmesinde etkin olan sözlerden birisinin: “Paşalar Saltanatını yıkacağım. Ben orduyu asteğmenlerle (yedek subaylarla) de idare ederim!” sözü olduğu çok sık konuşulur. Bu sözün kimi kez farklı aktarımına da tanık oluruz. “Ben orduyu asteğmenlerle ve assubaylarla da idare ederim” sözü de böyle bir farklı anlatımdır. Gerçi orduyu asteğmenlerle yönetmek demek zaten ordunun temel direği olan assubaylara çok güvenmek ve üst subayları atıl görmek demektir. Bu yüzden bu iki söylem birbirinden pek farklı olarak algılanamaz. Nihayetinde asıl vurgulanmak istenen, ordunun yükünü çekenlerin genç ve kıdemsiz subaylar ile assubaylar ve diğer astlar olduğu gerçeğidir. Olay, Üst subay ve generallerin, bu vatansever insanların alın teri ve emeğini sömürerek, konforlu yaşam rantına çevirmeleri hadisesidir. Adnan Menderes’in bu sözleri 1951 veya 1952 yılında ve Samsun’da söylediği iddia edilmektedir.

1960-1970

Çin Halk Cumhuriyeti, Ordusunda rütbe sistemini kaldırmayı denedi fakat başarısızlıkla sonuçlandı. Arnavutluk’ta da 1966 yılında ordudaki rütbe sistemi kaldırıldı. Orduyu, siyasi komiserlikler ve parti hücreleri vasıtasıyla doğrudan bulunduğu bölgelerdeki Halk Konseylerine bağlı hale getirdiler. Rütbeli ordu sistemi “yönetici kadrolarla asker kitlesi arasında sıkı ve yoldaşça ilişkilerin kurulmasını önlüyor, küçük-burjuva kibirliliğini ve gururunu körüklüyor, yaratıcı inisiyatifin gelişmesini köstekliyor ve böylece subayların ve generallerin kitlelerden kopma tehlikesini getiriyordu.” Nihayetinde Sosyalizm’de ordu çözülemeyen bir sorundu ve rütbeli ordu yapısı bazı zorunluluklardan dolayı kaldırılamıyordu.

16.May.-15.Haz.1970

Türkiye’de yürürlüğe girmesi beklenen yeni Personel Kanunu tasarısı nedeniyle hak kaybına uğrayan ve ayrıca yeni rütbe terfi sistemi aleyhlerine uygulamaya konan assubaylar ve eşleri ülke çapında büyük çaplı protesto eylemleri ve yürüyüşler gerçekleştirdiler. Gerçekleşen protesto eylemlerine kızan dönemin Hv. K. Komutanı Orgeneral Muhsin Batur (bir yıl sonra darbe gerçekleştiren bir cuntacı) birliklere bir emir yayınlayarak; Assubayları karıların arkasına saklanan Mao’nun askerleri gibi davranmakla itham eder. Bu söylem aslında Çin’de Nisan 1927’de yaşanan At Günü Olaylarını çağrıştırmakta ve General Batur’un tıpkı orada yaşandığı gibi assubay ve ailelerini katletme düşüncesini açığa vurmaktadır. Olaylar sonrasında pek çok assubayın ordu ile ilişkisi kesilir. Hapis cezaları uygulanır.

25 Kas. 1970

Türkiye’de ve birçok dünya ülkesinde gençlerin Çavuş ve Onbaşı işaretleri takmaları yasaklandı. İtalya’da ortaya çıkan ve bütün dünyada hızla yayılan, gençlerin kollarına assubay, çavuş ve onbaşı işaretleri takma modası İçişleri Bakanlığı’nca yasaklandı. Bu işaretlerin anarşizmi çağrıştırdığı düşünülüyordu.

9-20 Ocak 1975

Türkiye’de assubaylar ve eşleri bir kez daha eylem sürecindedir. 15105 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Kararname (23.12.1974 tarih ve 7/9207 sayılı Kararname) ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde uygulanacak yan ödeme ve tazminatlar belli olur. İş Güçlüğü ve İş Riski oranları yürürlüğe girer. Assubayların yan ödemeleri aşağı çekilir. Assubayların özlük ve sosyal haklarında büyük menfaat kayıpları oluşur. Bu hak ihlali üzerine orduda görevli tüm Astsubaylar harekete geçerek, bu durumu protesto ederler. Pek çok şehirde büyük yürüyüşler yapılır. Pasif direnişler uygulanır. Başkent Ankara’da yapılan etkili yürüyüşte astsubay eşleri toplum polisi tarafından coplanınca arbede çıkar. Hükümetin astsubay eylemini bastırmak için tam teçhizatlı bir birliği hazır bulundurması kötü niyetini açıkça ortaya çıkarır. Bu yürüyüş ve hak aramalara DİSK ve Dev-Genç gibi bazı Sivil Toplum Kuruluşları, Milletvekilleri, General ve Amiraller, Subaylar da destek verirler. 1975 Astsubay yürüyüşlerinden dolayı 5000 civarında Astsubay hapis cezası ve rütbe tenzil cezası alırlar. Ceza infazları birliklerde işlerin aksamaması için vardiya usulü ile uygulanır. İlgili kanun tekrar gözden geçirilip biraz makyajlandıktan sonra yürürlüğe konulur.

20 Şubat 1979

mfçakmakgemisiGölcük’te, Türk Donanmasına bağlı Mareşal Fevzi Çakmak (D-351) muhribinde 16.30 sularında meydana gelen yangın sonucu Asb. Çvş. Mehmet Kaya ile erlerden Mehmet Tekinler ve Ziya Karapınar yanarak şehit oldu. Yangına bakımda olan geminin mazot kazanına giden borulardan birinin alev almasının yol açtığı belirtildi. Olay esnasında yangına karşı kahramanca mücadele eden bir deniz assubayı ve iki er Harp Filosu Komutanı Tümamiral’in emriyle içerde bırakıldı. Üzerlerine kaporta kapatıldı ve ölüme terk edildiler. Olay esnasında Harp Filosu komutanı, personelin gazını almak için kahramanlık nutukları atar. “Gemiyi kurtarmak için gerekirse hepimiz canımızı feda edeceğiz!” benzeri söylemler yapar. Personelin tepkisine rağmen verilen emir uygulanır ve bu üç kahraman denizci ölüme terk edilir. Olay sonrasında komuta kademesince assubayların şehit cenazesine katılmaları engellenir. Tepkilerden korkulur. Gemilerin kıçtankara iskeleleri içeriye alınır ve gemilerden çıkış yasaklanır. Meslektaşlarına son vazifesini yapmaları engellenen ve zalimce tedbirlerle içerde tutulan assubaylar, yeni bir tepkisel eylem fikrinde karar kılarlar. Buna göre belirlenen gün ve saatte TCG Donatan gemisinin işareti ile protesto eylemine başlanacaktır. Her gemi hazırladığı siyah çelenkleri aynı anda denize bırakacak ve böylece bu zalimliğe karşı ortak tepkisini gösterecektir. Bu karşı koyuş, bu onurlu duruş gerçekleştiğinde ortalık karışır. Donanmanın zalim subayları bunu bir isyan olarak değerlendirip katılanları, özellikle ele başılarını askeri mahkemeye çıkarmaya çalışırlar. Haklarında isyana teşvik suçlaması ile yasal süreci başlatırlar. Özellikle Kocatepe ve M.F. Çakmak muhriplerinde tepki çok büyüktür. O yüzden bu gemilerde tutuklamalar yapılır. Tutuklananların yerine geçici görev mürettebat atandırılır ve gemiler bakımda ve sülyen boyalı olmalarına rağmen apar topar Mersin’e intikal ettirilir. Böylece isyanın donanmanın diğer gemilerine de sıçraması önlenecektir. Yine de uzun bir süre ortalık yatışmaz. Bu süreçte Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk de bir inceleme gezisi için Gölcük Tersanesi’ne gelecektir. Onun geçeceği güzergâhlar üzerine devrimci sloganlar yazılır. Bunların en önemlisi Gölcük B Kapı girişindeki asfalta yazılan slogandır ki, bu eylem sonrasında B Kapı için Nöbetçi Subaylığı ihdas edilmiştir. Ayrıca, liman açıklarında alargadaki bir geminin bordasına da devrimci sloganlar yazılması, donanmanın üst komuta kademesini deliye döndürmüştür. O dönem özellikle bu yazı Gölcük’te dillere destan olmuştur. Olaylar yatışmasına yatışır ama bu onurlu eylemi gerçekleştiren deniz assubayları ağır bir bedel ödemek zorunda kalır. Kimisi ordudan atılır, kimisi hapis yatar, pek çoğu da devre kaybeder ve çok uzun yıllar mimli personel olarak gözetim altında tutulur. Hiçbir yurt dışı görevine, gemi alımına gönderilmezler.

1979

asbakademisimezuniyetiA.B.D. Ordusunda Kıdemli Assubayların görev ve sorumlulukları genişletilerek, orta kademe yönetici ve subay yardımcısı haline dönüştürülmesi kararı uygulamaya konuldu. Bu maksatla Kıdemli Astsubay Akademisi kurulmasına karar verildi.

1981

Amerikan Ordusunda Kıdemli Astsubay Akademisi kuruldu ve eğitime başladı.


1992

STANAG 2116 Edition-5 yürürlükte. Bu STANAG NATO rütbe standartlarını sağlamak üzere hazırlanmıştır. Burada assubaylar;  “Other/Enlisted Ranks” kategorisinde yer almaktadır. OR-1’den başlayan ve OR-9’a değin uzanan bir hiyerarşik rütbe sıralaması mevcuttur. OR-1; erlere, OR-9 ise; Kıdemli Başçavuşluğa karşılık gelmektedir. STANAG’da ayrıca OR-5 ile OR-9 Aralığı Assubay (NCO) rütbe aralığı olarak belirtilmektedir.


17 Ağu.1999

Türkiye’de Donanma’nın ana üssü Gölcük’te büyük bir deprem yaşandı. Marmara depremi olarak bilinen bu afette Deniz Kuvvetleri mensubu 420 subay, assubay, er ve uzman çavuş şehit oldu. (Medyada çıkan haberlere göre, bu dönem Gölcük’te görev yaparken depremde şehit olan Mehmetçiklerimize “Şehitlik Beratı” verilmediği de 2010 yılında hala yazılıyordu. Ne acı değil mi? Kimin şehit sayılıp sayılmayacağına bile ölüm şekline göre değil, statüsüne göre karar veriliyor!)

Şubat 2002

Türkiye’de yapılan bir kanun değişikliği ile Assubaylar,  Askeri Ceza Kanunu'nda erbaş statüsünden çıkartılmışlardır. (Daha önce yapılan çalışmalarla, Personel Kanunu’na dâhil edilen Astsubay tanımı, bu tarihe kadar Askeri Ceza Kanunu’na dâhil edilmemiş, yeni bin yılın başlangıcına değin erbaş statüsünde tutulmuştur. (Uygulanır olmasa bile, eski statüye göre katıksız hapis cezası verilebiliyordu)

11 Nisan 2002

Assubay Hazırlama Okullarının kapatılmasını ve Assubay Sınıf Okullarının Meslek Yüksek Okulu olarak, 2 yıl üzerinden ve ön lisans seviyesinde yapılanmasını teşkil eden “4752 Sayılı Astsubay Meslek Yüksek Okulları” Kanunu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildi.

1 Ocak 2008

2008 yılı NATO tarafından Astsubay Yılı olarak ilan edildi.

7/12 Eyl. 2008

NATO Astsubay Yılı etkinlikleri kapsamında, Uluslararası Kıdemli astsubay Sempozyumu,  Almanya’da,  Garmisch-Partenkirchen’de,  George C. Marshall Merkezi’nde gerçekleşti. Sempozyum, 28 ülkeden 45 Kıdemli Astsubayın katılımıyla gerçekleştirildi.

1 Ocak 2009

asssubayyılıNATO’dan sonra, bu kez Amerikan Kara Kuvvetleri 2009 yılını Astsubay yılı ilan ettiğini şu şekilde duyurdu.

“1775’te bu yana Astsubaylar rütbe işaretleri ile askerlerden belirgin bir şekilde ayrılmıştır. Yaklaşık 200 yıldan beri, Kara Kuvvetlerinin astsubay sınıfı kendisini geliştirerek dünyanın en başarılı askeri sınıfı haline getirmiştir. Geçmiş ve bugün dikkate alındığında “Astsubay gibi yaşamak” cesurane bir yaşam biçimi, “aldığı görev ne olursa olsun” kendini o göreve adamanın, istekli olmanın ve görevi tamamlamanın timsali olmuştur.”

20 Ocak 2009

A.B.D.’de Genel Kurmay Başkanlığı’nın düzenlediği bir balodan görüntüler hayli ilginç. Modern bir ülkede nelerin rahatlıkla olabileceğini gözler önüne seriyor. Başkan ve eşi hanımefendi dans ediyorlar fakat farklı kişilerle. Başkan Obama, Kara Astsubay Margaret H. Herrera’ya Kavalyelik ediyor. "First Lady" Michelle'in "kavalye"si ise Deniz Piyade Astsubay Elidio Guille.

30 Ocak 2009

A.B.D. Başkanı Barack Obama, Kara Kuvvetleri Ordu Kıdemli Başçavuşu Kenneth O. Preston ile Beyaz Saray’da, Oval Ofis’te bir araya geldi ve “Kıdemsiz askerlerin” sorunlarını birinci ağızdan dinledi. Ordunun Başkomutanı sıfatını taşıyan Başkan’ın tarihte ilk kez assubaylar ve kıdemsiz askerlerle resmi bir toplantı düzenlediği belirtildi. Ordu Kıdemli Başçavuşu Kenneth O. Preston, görüşme sonrası yaptığı açıklamada “Unutmayın ki, Astsubaylar, ordu içindeki subayları nasıl lider yapacağını bilen ve onları lider olarak yetiştiren kişilerdir” dedi.

Hazırlayan: Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ