×

Uyarı

JUser: :_load: 932 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

JUser: :_load: 3208 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

Genelkurmay Başkanlığı açıklamış;

MİT, Emniyet Hizmetleri Sınıfı personeli gibi emeklilerinin maaşına 2006 yılında Emekli sandığı Kanununda yapılan değişiklikle verilen 100 TL’nin , Kd.Bnb. ve altındaki emekli subaylar ile emekli assubaylara verilmesi Maliye Bakanlığınca uygun görülmemiş,

Birinci dereceden maaş alan subay ve assubaylara görev tazminatı verilmesi, Maliye Bakanlığınca uygun görülmemiş,

2003 yılı ve öncesi göreve başlamış olan assubaylara bir üst dereceye intibak işlemi Bakanlıkların görüşündeymiş,

2’inci derece ve daha aşağı seviyedeki personelin maaşına % 20, diğer personele ise % 17-20 artış yapılması  ile binbaşı ve daha alt rütbedeki subay, astsubay, uzman jandarma ve uzman erbaşların maaşlarına % 20 artış sağlanması teklifi Maliye Bakanlığınca uygun görülmemiş,

TSK personelinin özlük haklarını eğitim düzeyine göre düzenleyen tek gösterge tablosunu öngören teklif Bakanlıkların görüşündeymiş,

Lojman tahsis edilemeyen TSK personeline yaklaşık 400 TL artış sağlayan teklif, Maliye Bakanlığınca uygun görülmemiş,

Uçuş personeline ait brövelerin düzenlendiği yönerge (2005-2006 yılından bu yana üzerinde çalışılıyor) üzerindeki çalışmalar halen sürüyormuş,

Assubay rütbelerinin apolete alınması gündemde yokmuş,

OYAK üyelerinin yaklaşık % 60’ını oluşturan assubaylardan, OYAK Yönetim kuruluna yalnızca bir assubay seçilmiş,

***

Yazıyı, dolayısıyla sözü de uzatmaya gerek yok,

Yıllardır yeterince yazıldı çizildi,

Belki de assubayların, uzmanların yüzünden kıdemli binbaşı ve altında emekli olanlara da iyileştirme yapılmadı,

En iyisi assubaylığı kaldırıp, tek statüye geçilmeli ve sorunlar da böylelikle son buldurulmalıdır,

Assubayı tanımayan, assubay maaşı sorulduğunda teğmenden bahseden bir bakandan herhalde olumlu bir görüş beklenemezdi,

Esasında bu görüş sadece maliye bakanının  da değil, elbette ki hükümetin görüşüdür,

Şu anda kritik bir dönemden geçmekteyiz(!)

BOP dolayısıyla Suriye’de başlatılan hareketi destekleyen, yürüten Özgür Suriye Ordusu askerlerine ve 100 bini aşan kaçaklara para lazım!

BU KADARINA PES

Ekim 09, 2012

Son zamanlarda TEMAD Başkanının televizyon kanallarına çıkıp Assubayların haklarını savunması ve dahası askeri konularda fikir beyan etmesi üzerine Assubaylar gündemin bir maddesi haline gelmiştir. Bu esnada Türkiye Büyük Millet Meclisinden jet hızıyla Assubayların birinci derecenin dördüncü kademesine yükselebilmesiyle ilgili kanun kabul edilerek çıkmıştır. Bu konu bugün bir gaz alma olarak kabul edilse de, kanun çıkmadan önce bir çok Assubayın en çok üzerinde durduğu bir haksızlık abidesi idi.

Assubaylar tabii ki onur mücadelelerinin gereği olarak hak arama faaliyetlerine devam etmektedirler. Düne kadar her Assubayın özlemini çektiği, konuşunca etki bırakan başkanına kavuşan TEMAD yeni denizlere yelken açmaya başlamıştır. Ancak su seviyesinin bulur misali, camia yeni TEMAD Başkanının ve Yönetim Kurulunun ufuklarının çok altında kalırsa gün gelecek bu masal da sona erecektir.

2011 yılı TEMAD için milat olmuştur. Emekli Assubayların onur mücadelelerini özümsemiş, bu uğurda çalışma yapmaya başlayan bir dernek görüntüsü oluşmuştur. Önceki TEMAD yönetimlerinin kıramadığı bir çok tabuyu yeni yönetim kırmıştır. Öyle ki, bazı TEMAD üyeleri böylesi bir yönetimin fikir ve düşüncelerinin ulaşabildiği noktaların çok çok altında kalmışlardır. Bazen TEMAD Başkanının seslendirdiği duygu ve düşünce halleri bazı TEMAD üyeleri tarafından bile anlaşılamamış, dahası tedirginlikle karşılanmıştır. Özellikle TEMAD’ın Emekli ve Muvazzaf personelin haklarını arama görevi olan tek yasal kuruluş olduğunu bildirmesi, Genelkurmay’ın karşıt bildirilerine rest çekilmesine bir çok üye desteğini sunarken bir kısım üyeler de değişik savlar ortaya atarak TEMAD Yönetimini töhmet altına sokmuşlardır. Bu tür düşüncelerin bir kısmı yıllara dayalı olarak üzerlere sinmiş yersiz korku ve kaygıdan kaynaklanmaktadır. Bazı kesimler ise TEMAD’ın arkasında hükümetin olduğunu, Genelkurmay aleyhine açıklamaların yapılmasının tamamen bir mizansen olduğunu, gerçek amacın ise Subaylar ile Assubayların arasını açmak olduğunu bile söylemişlerdir. Tıpkı Sayın Atilla Kıyat’ın dile getirdiği, asker düşmanlığına angaje olma deyimi TEMAD’ımızın üzerine geçirilmeye çalışan bir elbise haline gelmiştir. Özellikle eski Genelkurmay Başkanlarına sitem, yenilerine de methiye düzmeye alışık olan ucuz TEMAD siyaseti gidip, hâlâ daha kendini birilerinin astı olarak görmeyen ve görmek istemeyen yeni TEMAD’ın gelmesi karşısında rahatsız olanlar, tabii ki birtakım yaftalamalar yapacaklarıdır. Ancak acı olan şudur ki, TEMAD’a üye olmamak için bahane arayan veya muhalif olma adına eleştiri dozunu kaçıranlar için de bu durum bir mastürbasyon konusudur. Kestirip atmak ve geçiştirmek isteyenler için yeni bir bahanedir. Yükselen TEMAD aleyhine yaşanan gelişmelerin bir kısmını biz biliyoruz. Ancak en çoğunu da TEMAD Genel Merkezi bilmektedir. Buna mukabil bizim de hislerimiz vardır.

TEMAD’ın hak savunuculuğu misyonunu ön plana çıkarması ve üzerindeki tozu toprağı silkeleyerek büyük bir camiaya önderlik ettiğinin bilincine varması, en çok mücadele ettiğimiz güç odaklarını rahatsız etmektedir. TEMAD’ın dile getirdiği istekler aslında bir anlayış değişikliğini ve bir devrimi gerektirmektedir. Oysa henüz böyle bir devrime alışkın olmayı bir kenara bırakın, kendince geleneksel olarak gönül alan veya sinirlenen, ancak hükümetle de son derece uyum içinde çalıştığı görülen bir Genelkurmay ile karşı karşıyayız. Bu durumda tabii ki güç odaklarının işbirliği  senaryoları kurulacak ise bu senaryo sırf Balyoz davaları ile aynı döneme denk gelen Astsubay hareketleri nedeniyle, hükümet TEMAD yakınlaşması diye adlandırılmamalıdır. Bilakis, Genelkurmay Başkanlığı böylesi günlerde TEMAD’a sahip çıkmalıdır. Çünkü Genelkurmay Başkanlığı da benzer töhmetler ile karşı karşıyadır.

Bazı üyeler, TEMAD’ın Balyoz ve Ergenekon davasına müdahil olmamasına rağmen hak ararken Genelkurmay Başkanlığı ile ihtilafa düşmesini, iktidar partisi taraftarı olarak müdahil olduğu izlenimi taşımışlar hâttâ yapılan çıkışları bile siyasilere göz kırpmak olarak nitelendirmişlerdir. Özellikle Atatürkçü kesime bu noktada TEMAD’a şüphe ile yaklaşma öngörüsü yerleştirilmektedir. Geldiğimiz noktada TEMAD içinde siyasal bakış açılarının farklılaşması nedeniyle bir fikir ayrılığının oluştuğu bir aşikardır. Balyoz ve Ergenekon davalarını, Astsubayların mücadele seslerini yükseltmesi ile birleştiren bu sav “Biber acıdır. Gerçekler de acıdır. Öyleyse gerçek biberdir.” kadar fikir fukarası bir yaklaşımdır. Bazılarının amacı ise Balyoz davası konusunda TEMAD’a açıklama yaptırarak derneği belirli bir görüşün himayesine sokmaktır. Oysa TEMAD şu ana kadar bu konuda son derece başarılı bir duruş sergilemiştir. Ancak ben yine de şöyle bir soru sormak istiyorum. Halen kendisi, eşi, babası, oğlu Balyoz ve Ergenekon davası nedeniyle tutuklu olanlar, acaba TEMAD’ın Assubayların Anayasal Haklarını aramak için seslerini yükseltmesine hangi yorumları yapıyorlar? Bu konularda fikir analizi yapanların neler söyleyeceğini kulaklarımla duyar gibiyim. Sahip oldukları genel fikrin en hafif ve ağza alınabilirini Sayın Atilla Kıyat seslendirmiştir. “Astsubayların bu hak arama çıkışı haksızdır.” Ya da Genelkurmay Başkanlığının resmi bildirisinde olduğu gibi… “Bu yolu onlar kendi seçti.”

Bilinmektedir ki, TEMAD Genel merkez seçimleri bir yıl önce yapılmıştır. Bu seçimler de yeni TEMAD  Yönetim Kurulu çok az bir oy farkıyla yönetime gelmişlerdir. Bu da demektir ki bir çok şube yeni TEMAD Başkanına güven oyu vermemiştir. TEMAD Başkanının son çıkışları da şubelerdeki muhalif çarıklı siyaset erbaplarının mühendislikleri ile gölgelenmeye çalışılmıştır. Tüm bu hak arama faaliyetleri devam ededursun, TEMAD’ın “Dünya Assubaylar Günü” diye bir şey icat etmesine doğrusu soğuk bakan şubeler de olmuştur. Ancak taban heyecanlı ve şube yönetimlerinden farklı düşünmektedir. Muvazzaf ve emekli binlerce Astsubay TEMAD Başkanının Televizyon Kanallarındaki konuşmalarından feyz almışlardır. Hâl böyle olunca da bazı şubeler ayak sürüyerek de olsa vebal altında kalmamak veya başka umut ve düşüncelerle Ankara’daki 17 Ekim kutlamalarında yerlerini alacaklardır.

Görünüyor ki, TEMAD Genel Merkezinin şubelerle sorunu vardır. Bu sorunun çözülmesi tamamen tek taraflı gerçekleşmelidir. O da şubelerin ıslah edilmesidir. Özellikle yıllardır başkanı değişmeyen fakat etkinliği de olmayan şubelerin tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir. Büyük üye sayısına sahip derneklerin yıllara dayalı etkinlik performansları değerlendirilmelidir. Öncelikle Assubaylar günü etkinliğine duyarsız kalan tüm şube yönetimleri derhal azledilmelidir. Şube Başkanı veya yönetici olmasına rağmen Assubayların sorunları konusunda bilinçli olmayan şube başkanlarının bu görevden affı sağlanmalıdır.

Koskoca Türkiye Emekli Assubaylar derneğini astsubayların sorunlarından ziyade, belirli bir fikrin veya partinin arka bahçesi olmasının önüne geçmek için veya dernek meselelerinin kişisel ikbal meselelerine hizmet etmesinin önüne geçmek için de çaba harcanmaktadır. Bu doğrultuda önümüzdeki dönemde şubeler zaman zaman denetlenmelidir. Milletvekilliğine adı geçen kim olursa olsun, camiaya tanıtılmalıdır. Dahası bu kişinin kendisini tanıtmasına müsaade edilmelidir. Gizli planlar sonucu birilerine hak etmediği bir paye verilmemelidir. İnce çizgilere dikkat edilmelidir. Hatırlanmalıdır ki, önceki TEMAD Genel Merkez Yönetiminin bir OYAK iştirakinin Genel Kuruluna isim verme şekli son derece tartışmaya açık ve üyeleri tatmin etmekten uzak bir görünüm çizmiştir. Özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir şehirlerinden birer Astsubay Milletvekili çıkarmak için şube reformlarına kesinlikle ihtiyaç vardır.

İşin en vahim yanı da özellikle Doğu bölgelerimizde yaşayan emeklilerimizin dernekleşememesidir. Dernek şubelerinin olduğu haritaya baktığımızda Türkiye maalesef bölünmüş gibidir. Oysa biliyorum ki, Van, Diyarbakır, Urfa, Elazığ ve Mardin şehirlerimizde Emekli Assubaylarımız yaşamaktadır. Bu illerde şube açma girişiminde bulunulmalıdır.

Birinci Dünya Assubaylar Günü, umarım TEMAD’ın da tekrar yapılandığı, daha iyi organize olabilen bir yapıya kavuştuğu günlerin başlangıcı olur.

Bazılarınız bu yazımı okuyunca “Şimdi ne bu?” diyeceklerdir. İzlenim… Sadece izlenim… Ancak ben bu izlenimim sayesinde Genel Merkez Yönetimine atfedilen yukarıdaki aleyhte söylemlere “Bu kadarına pes.” diyorum. TEMAD Genel Merkezine sahip çıkmak için topyekün olarak Dünya Assubaylar Günü kutlamaları nedeniyle Ankara’da olmalıyız.

Saygılarımla…

 

Artık ne yaptıgını ne yapacagını bilen bir yapılanma dönemindeyiz. Geçmişe sünger çekmenin bir bakıma geçmişten dersler çıkaran ve bu yaşanan günleri olumluya çeviren bir ekip var direksiyonda, inanılan desteklenen kadrosu ile yol alınıyor.

Sınıfımızın karekteristik yapısını bilerek bu yapıya uygun hareket ederek adım adım yol alınıyor. Resim net okunuyor, rakamlar belli ve önümüzde. Rakamlar gerceklerin tam göstergesidir, acı da olsa kabul edilecektir... Yıllar öncesi bir yazımda ''BİZ KAÇ KİŞİYİZ '' başlıklı yazımda bu gercegi yazmıştım.

Genelmerkezimizin açıkladıgı temad üyesi rakamı 32.000. Bu rakam tüm Türkiyedeki 90 gibi noktalardaki üye sayımızın tamamı...!!!

Bu rakam üzerindede çok konu gündeme gelecektir

KAÇ KİŞİ AİDATININ TAMAMINI YATIRIYOR?

KAÇ KİŞİ DERNEKLERE GELEREK KONULARI BİLİYOR?

KAÇ KİŞİ ÜYE OLDUGU HALDE SADECE YILLIK AİDATINI YATIRARAK BİR DAHA UGRAMIYOR?

Bu kaç kişi suallerini çogaltarak sıralayabiliriz. Asıl konu kaç kişiyiz biz?

YÜZYİRMİBİN ( 120.000 ) emekli diyorsak, deniyorsa istatiksel rakam acı veriyor...

YÜZDE%75  NEREDESİNİZ?

N E R E D E S İ Nİ Z?

UTANMIYOR*SIKILMIYOR*YÜZÜNÜZ KIZARMIYORMU? ASLINDA SİZLERE  P E S!

Bir çok facebook sayfaları, web siteleri günümüzün bu kolaylıkları ile KAÇ KİŞİYE ulaşabiliyor sesimizi duyurabiliyoruz? Bu teknolojik imkanların farlarından kaç kişiye ışık vermeye veya verdigimizi sanıyoruz? Nerede % 75 lik kesim? 4/3 lük kesim karanlıkta, uyuyor öylesine sessiz.. ONUR MÜCADELESİNDE yoklar.

17 ekim sonrası bu konu çok farklı bir şekilde ele alınmalı ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ile kısa zamanda bir platformda tartışılmalıdır.

Hiç kimse bir sure önce sitemizin ve güçbirliği platformunun basındaki yazıları başlayan ve ardından  büyük ses getiren ve tüm medyayı sarsan PES grubunun getirilerini gözardı etmemelidir.

Sivil toplum örgütünün güçü sayısal rakamlarda görülür ve hissedilir.

FARLARIN AYDINLATMADIGI BU BÜYÜK KESİMİN ETKİ ALANIMIZA girmesi için kesin planlamalar ve işlevler yapılmalıdır.

17 EKİM DÜNYA AS(T)SUBAYLAR GÜNÜ 2012 GÜNÜMÜZ BİZLER İÇİN ÖNEMLİ BİR KAVŞAK olmalıdır. O günlerde  Ankara'ya akmalı eş, çoluk çocuk, akraba tüm imkanlarımızı kullanarak SES GETİRİCİ güzelliklerde EL ELE GÖNÜL GÖNÜLE BU GÜZELLİGİ DOST VE DİGER KESİMLERE GÖSTERMELİYİZ.

ÇAGI YAKALAMA VE SINIFSAL MÜCADELE;

Öyle bir noktadayızki bir çok konunun önümüzdeki sürecte şekillenecegi günlere gidiyoruz..

YA YENİDEN DOGACAGIZ, KABUK DEGİŞTİRECEGİZ, ÇAGA UYACAGIZ...

YADA..!!

Bu bir sınıfsal ONUR mücadelesidir. Sınıfsal kavgalarda yerimizi almak, sınıfsal bu mücadelede bu noktadan KOPMAMAKTIR çabalarımız.

Şu gercegi göz ardı etmeden yola devam ediyoruz birlikte;

EZENLE EZİLEN

SÖMÜRENLE SÖMÜRÜLEN kimi yerde açıkca, kimi yerde gizlice bu mücadele içinde iseler sonuçta bu degişimi ya el ele pozotif sonuçlandıracaklar yada ÇATIŞANLAR BİRLİKTE ÇÖKÜŞÜ yaşayacaklardır.

Artık bizler omuzlarımızdaki bu yükün karşılıgı olan her türlü sosyal haklar ve ekonomik düzenlemelerin bu yıl içinde TAMAMLANMALI ve TSK  nın önemli unsurları olan bu sınıfların gercek anlamda bütünleşmeliler.

Kemikleşmiş yapının, kemikleşmiş fikirlerin degişimi zordur fakat imkansız degildir. Bakınız bir genaral bir kaç ay önce;

Emekli General Atilla Kıyat ;

*Her şeye maydanoz olduk
*Darbelerden ders almadık
*Toplumdan kendimizi soyutladık
*Kendimiz tel örgünün içine çektik
...
... *iç hizmetle ilgili kanunları sadece iç hizmette kaldı
*Namütenahit haklarımızı sevdik
*Böyle bir hayatı yaşamak hoşumuza gitti
*Astların çektiği sıkıntıları göremedik,
*Sende yüksel sende hayatını yaşa dedik
*Böylece doğruları görebilme yeteneğini kaybettik ..

bunu söylerken Enver AYSEVER 'in aykırı sorular programında tersini ifade ediyor Atiila KIYAT beyefendi. Hani derler ya ''KARAKOLDA DOGRU SÖYLER.........ŞAŞAR.

Yıllardır ezildik bu yazgının degişmesi ellerinizde, ellerimizdedir. KARANLIKTA DURANLAR AYDINLIGA ÇIKINIZ!

Her zaman yaşadıklarından ders çıkaran toplumlar başarı saglarlar. Bakınız arkadaşlar son yıllara darbe/ihtilal ikilemindeyiz. Bu bizim sınıfımıza hep olumsuz yansımış diger kesime tam tersi olmuştur.

DARBE VE İHTİLAL KAVRAMLARI,

Darbe ve ihtilal FARKLIDIR

DARBE; AYNİ DÜZENİN DEVAMINDA ERKİN EL DEĞİŞTİRMESİ OLUP

İHTİLAL İSE;DÜZENİN DEĞİŞTİRİLMESİDİR.

SAYGILARIMLA..

ATİLLA ABAYLI...

Konuşmasan, söylemesen olur, ama işi yapmasan O İŞ durur.Gerçekçi TEDBİR alınmazsa kötüye gider, AKSAKLIK-SORUN büyür, içinden çıkılamaz hale gelir. TSK' da ASSUBAYIN yeri budur. Assubay İŞ yapmazsa TSK durur.

TSK'da Mevki-rütbeyle yaptığını ISSIZDA da yapabiliyor, söylediklerini tekrarlayabiliyorsan SORUN yoktur.

Makam ve rütbenin arkasına saklanarak iş yapıyor tenhada SUSUYORSAN KİŞİLİK sorunun var demektir.

İşinde EN İYİ olmaz, yardım beklersen eksikliğin var demektir. HAK ettiği yere gelenler İŞİNİ BİLEN ve YAPANLARDIR.

Yaşam düşünmeyi GEREKTİRİR. SORUNLARI aşmak için DÜŞÜNMEK, DÜŞÜNEREK DOĞRUYU bulmak da SORUNLARI aşmanın TEK yoludur.

Assubay Hakları için MÜCADELEDE zamanı-yeri ve doğru YÖNTEMİ bulamazsak HAKSIZLIKLAR önlenemez KAR TOPU gibi daha da BÜYÜR

Mücadelede yönetimlerde bulunanlar SOSYAL, MADDİ, MANEVİ ihtiyaçları GÖREBİLİRLERSE  değişimi sağlayabilirler.

Sorunların ÇÖZÜMÜNDE Maddiyatın yanında maneviyata önem vermeyenlerin ADİL olmaları ve doğru KARAR vermeleri BEKLENEMEZ.

Kişinin HAYSİYETLİ olması Sorumluluk sahibi olacağının işaretidir.

Her konumda verilen MÜCADELE personele TECRÜBE kazandırmakta AMİR konumunda olanların gerçek değerlerini görmek, onların KİŞİLİĞİ hakkında veri TABANI ile bilgi oluşturmaktadır. Zamanla bu BİLGİLER ışığında VERİLECEK kararlar ASSUBAYLARI doğruya GÖTÜRECEKTİR.

TSK tarihinde ASSUBAYLARIN yeri bellidir.GÖRMEZDEN gelmek, YOK saymak DEĞERLERİNİ düşürmez. Ama GÜVEN ortamını YOK eder.

Assubaylar artık HAKSIZLIKLARA sessiz kalmayacak, gerçekleri, yanlışları bularak HALKIMIZA yansıtıcaklardır. Assubaylara yapılan HAKSIZLIK onlara ZARAR vermekle KALMAMAKTA MİLLETİMİZİN GÖZBEBEĞİ TSK'yı BÖLMEKTE ZAYIFLATMAKTADIR. Bu YANLIŞLARDAN SORUMLU olanları HALKIMIZIN bilmesi de ZARURETTİR. TSK'daki gerçekler HALKIMIZDAN saklanmamalıdır.

GÜNEŞ nasıl BALÇIKLA SIVANAMAZ ise TSK'da ASSUBAYLARA yapılan YANLIŞ ve ÖTEKİLEŞTİRME DE GERÇEKTİR. Bu GERÇEK ZAMAN-ZEMİN içinde ve GERÇEK DIŞI SÖYLEMLERLE DEĞİŞMEZ DEĞİŞTİRİLEMEZ, YOK SAYILAMAZ.

Bugüne kadar yapılan HAKSIZLIK ve ÖTEKİLEŞTİRMELERİ bir gün DÜZELİR diye SABIRLA "KOL KIRILIR YEN İÇİNDE KALIR" düşüncesiyle bekleyen ASSUBAYLAR bu DÜZELMENİN olmayacağını  ve KASTEN yapıldığını anlamışlar, SORUNLARIN  Üzerlerini ÖRTENLER DE bunun böyle DEVAM edeceğini DÜŞÜNMÜŞLER ve UYGULAMALARINI sürdürerek TSK' nın bölünme ve ZAYIFLAMASINA yol açmışlardır.

TSK'nın tüm kademelerince bilinen ama  devamlı ÖTELENEN ASSUBAY sorunları GERÇEĞİ artık daha fazla ÖTELENEMEZ ve üzerleri de ÖRTÜLEMEZ. Bıçak kemiğe değil artık CİĞERE saplanmaktadır. Bu AYIRIM ya bitirilecek ya da HALKLA paylaşılarak TSK'da yapılan HAKSIZLIKLAR en ince teferruatına kadar HALKA yansıtılacaktır. Doğru kararı da yüce halkımız verecektir.

TSK HAKİKATLERİ budur, olayları buraya kadar getiren de KOMUTA kademesinin kendisidir.

GENKUR'UN birinci ÖNCELİKLİ görevi ASSUBAYLARLA ilgili sorunu ADİL bir şekilde çözmektir. Eğer bunu yapmıyorsa ASSUBAYSIZ bir TSK için ADIMLARINI atmak zorundadır.. İstenilmedikleri ve YOK sayıldıkları yerde hiç bir ASSUBAY çalışmak istemez...

Hak arandı diye MAHKEMELERLE-CEZA ile korkutmak için ne ZAMAN ne de ASSUBAYLAR uygun değildir. Kendilerini YENİLEYEMEYENLER tarihin çöplüğünde çoktur. Görmek isteyenler TOZLU sayfaları karıştırabilirler....

Bilindiği üzere Sayın Ahmet KESER başkanlığındaki yeni TEMAD yönetimi, 14 Ekim 2011 tarihinde Genel Merkez’de yapılan kısa ve anlamlı bir ile tören nöbeti teslim aldı. Ordumuzun vazgeçilmez iki unsurundan birisi olan astsubayların; çağı yakalayan, gelişmeye, yeniliğe açık, her türlü bilgiyle donanmış, konusuna hâkim, müzakere edebilen, hakkını aramaya and içen fertlerinin bakış açısını ve yeni yüzünü temsil eden yönetimin ilk yaptığı işlerden birisi de hızlı, istikrarlı, tutarlı ve başarılı bir dizi basın-yayın hamlesi başlatmak oldu. Bu kadarına da Pes Hareketi, televizyonlarda çok sayıda canlı yayın, gazetelerde dizi yazılar, 17 Ekim Dünya Astsubaylar Günü faaliyetleri bunlardan sadece birkaçı... Türk kamouyunda olduğu kadar dış basında da gündem tutan ve ses getiren bu girişimler, yıllardan beri sessiz nefessiz bekleyerek haklarını aramak için çıkış yolu arayan astsubaylara yeni bir ses, taze bir nefes ve kararlı, neticeye odaklı bir başlangıç imkânı verdi. Bu makalemiz ile biz de; hak, adalet ve eşitlik arayan zümremizin bu uzun soluklu mücadelesine çorbada tuz, ummanda damla misâli bir iki kelâm eklemek amacındayız.

Adı “Cumhuriyet” idaresi olan ve milletin kayıtsız şartsız hâkimiyeti esasına dayanan çok partili idarenin hüküm sürdüğü memleketimizde, ara dönemleri saymazsak son 50 senede iki askerî darbe yapıldı; 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980... Kimisi “bizim çocuklara” dışarıdan ısmarlanan, kimisi içeriden sipariş edilen ve Türkiye’yi her seferinde yörüngesinden oynatan bu darbelere ilave olarak; ıslak imzalı muhtıraları, birisi TEMAD’a “adrese teslim” olarak yayınlanan ve birisini de “bizzat ben”in kaleme aldığı e-muhtıraları ve “balans ayarlarını” ilave etmezsek noksan kalır darbeler silsilesi.

Kıbrıs Barış Harekâtınında cephede sadece kendisinin harp ettiği zehabına kapılıp deveyi havuduyla yutmaya tevessül eden zabitan heyetinin nalıncı keseri gibi sadece kendine yontan maaş artışına isyan edip 1975 senesinde sokağa dökülen muvazzaf astsubaylar ve eylemin ön cephesinde muhannetlere meydan okuyan yiğit eşlerinin başına gelenler ise her biri filimlere konu olacak kadar acı ve ibret dolu, bir o kadar da yürekler burkan fakat bizler için birer celâdet hikâyesidir. Gün ışığına çıkarılmayı bekleyen bu olaylar silsilesinde kaybolup giden nice hayatların akibeti hâlâ muammadır....

Darbecilerinin peydahladığı günümüz Anayasası, 32 yaşında. Köhnedi, değiştirelim diyen zevat-ı şahâne, ortalıkda icra-i sanat eyliyor. Asker kişilerin tabi olduğu Askerî Cezâ Kanunu 82 yaşında, TSK İç Hizmetleri Kanunu 51 yaşında, TSK Personel Kanunu 45 yaşında... Kabul edildiği tarihden bugüne kadar incelendiğinde; bu kanunlarda astsubay lehine müspet hiç bir düzenleme yok, iyileştirme yok, yenilik yok. 1952 senesinde kabul edilen 5802 sayılı Astsubay Kanununun birinci maddesinde, astsubay şöyle tarif edilmiş; “Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı kadrolarının ast komuta kademelerinde eğitim, sevk ve idare ile diğer idarî işlerde subaya yardımcı olarak görevlendirilen askerî şahıslara, astsubay adı verilir”. Bu tarif, 5802 sayılı Astsubay Kanunu’nu ilgâ eden ve 1967’de onun yerine kabul edilen TSK Personel Kanununa aynen ithâl edilen tek madde. Subayın bile hiç bir kanunda böyle çarpıcı bir tarifi yok. “Adam Arıyorum Adam!” isimli makalemde ifade etdim. Türk astsubayı, kendisine 60 sene evvel biçilen o gömleğin içinde hâlâ müebbet hapis yatıyor ey dostlarım!

Dünyanın büyük küçük bütün ordularında astsubaylık mesleği; çağın anlayış, kavrayış ve ihtiyaçlarına göre yükselip neşvünema bulurken, Türk Ordusunda ise astsubaylık tam tersine gerilemiş ve gerilemeye devam etmektedir. Son yarım asırda, subayın refah düzeyi ve meslekî hoşnutluğu yıllara sâri olarak sürekli iyileşirken, astsubayın durumu iyileşmek şöyle dursun sürekli gerilemişdir. Seneler önce vefat eden subayına kılıç vermek için kanun teklifi hazırlayan kerameti kendinden menkul subay heyeti, sıra muvazzafıyla, emeklisiyle, eşi, çoluğu çocuğuyla sayısı milyonlara varan astsubayın lokmasına, ekmeğine, hakkına, hukukuna gelince kılını kıpırdatmıyor. Astsubayın, subay kılıcı kadar kıymeti var mıdır, sorarım sizlere?..

Türk milletine bugün mevcut olanlardan bile daha geniş hak ve özgürlük getirdiği söylenen 27 Mayıs 1960 darbesi ne yazık ki astsubayları iki kere vurmuşdur. Deli Dumrul’u aratmayacak bir zihniyetle astsubaylardan zorla aidat kesen ve kendisine en çok gelir temin eden, ancak iş yönetmeye gelince bu koca zümreyi inkâr edip yok sayan ve hukûki bir garabet olarak hiçbir ticaret kanunu tarifine sığmayan 205 sayılı OYAK da 1960 askerî darbesinin mahsuludür. Darbeden hemen sonra darbeci zihniyetle hazırlanan 211 sayılı İç Hizmet Kanunu, 926 sayılı TSK Personel Kanunu ve bu kanunlara müsteniden çıkartılan Yönetmelikler ile astsubayların ordumuz içindeki hareket sahası daraltılmış, mevcut hakları gaspedilmiş ve iyice köşeye sıkıştırılmışdır. 1980 darbesiyle bir kaç boğum daha daraltılan çember içinde muvazzafıyla, emeklisiyle astsubaylar tamamen boğulmaya terkedilmişdir.

Belge niteliğindeki makaleleriyle davamıza ışık tutan kıymetli meslekdaşım sayın Aydın KULAK’ın ifadesiyle; askerî darbeler, biz astsubayları “iki kere” vurdu. Davamızın bayraktarlarından muhterem meslek büyüğüm sayın Ersen GÜRPINAR da “tahakküme varan haksızlıklar” diyor 50 seneden beri astsubaya yapılanlara. Kendileri nezaket göstermişler bizce. Çünkü astsubaylara yapılan haksızlık, hukuksuzluk, vicdansızlık, akılsızlık ve kıygıları izah etmekde tahakküm kelimesi bile âciz kalır. Türk milletine ne verdiği ne aldığı tartışıladursun, askerî darbeler; aile efradıyla, hastasıyla, ölüsüyle dirisiyle; muvazzafıyla, emeklisiyle, astsubayları iki kere vurmuşdur. Astsubaylar, askerî darbelerin hem mağduru hem de müştekisidir. Kimisi “Ast” dedi vurdu, kimisi “Astsubay Devrimi” dedi vurdu. Asker vesayeti, astsubaylara “bir” vermiş fakat “iki” almış; kaşıkla vermiş, kepçeyle geri çalmışdır. Bu yazının yazıldığı tarihde bile “yukarıdaki” büveleklerin “aşağıya” bakış açısı işte bu ana fikir üzerindedir. Üstelik yaptıkları bu gericiliğe utanmadan “Astsubay Devrimi” dediler. İrtica avına çıkan ordunun kendisi, astsubay hakları konusunda tam bir irticacılık yapmışdır. Kanaatimizce yaptıkları bu hokkabazlığa dense dense “mor devrim” denir. Çünkü, “Astsubay Devrimi” dedikleri bu soytarılıklar, astsubayları her seferinde incitmiş, istismar etmiş ve onları tam anlamıyla morartmışdır.

Astsubaylar, günümüzde; meslekî-teknik, eğitim-öğretim ve idare-sevk-komuta kademelerinde görevli 97.000’den fazla mensubuyla Türkiye Cumhuriyeti Ordu’sunun omurgasını teşkil ediyor. Komutanlık unvanı sadece subaya mahsus değildir. Kimi karakuzgunlar hazımsızlık çekip bu hakikate kör baksa da bu böyledir. Bir bakınız etrafınıza. Karargâhlarda, karakollarda, gemilerde komutan unvanıyla görev yapan binlerce astsubayımız var. Bu hakikat, inkâr edilemez bir şekilde karşımızda duruyor. Kamouyu oluşturma konusunda kendisini bir asırlık köhnemiş zihniyetine zincirleyen Genelkurmay Başkanlığımız, astsubayına bakış açısı itibariyle 50 sene öncesinin anlayış ve gerçeklerinin bile gerisindedir. Bu bakış açısının neticesi olarak da astsubaylar bugün özlük hakları, kadro, yetki ve sorumlulukları bakımından hiç kuşkusuz yarım asır önceki seviyesindedir. Atatürk zamanında, Deniz astsubay rütbelerinin omuzdaki apoletde olduğunu ve astsubayların kılıç kuşandıklarını söylesem ne dersiniz? 50 sene önce uçak uçuran pilot astsubaylar nerede şimdi? Son 40 seneden beri bir önceki yıla kıyasen gittikce daha az maaş alıyor astsubaylar. 40 sene öncesinin astsubay maaşı nerede şimdi? TEMAD Genel Başkanı sayın Ahmet KESER’in tabiriyle Genelkurmay Başkanları, Fenerbahçeli zenci topcu “Jay Jay Okocha'yı sevdiği kadar bile sevmedi astsubayları”.

Bir asır öncesinin maziperest zihniyetinden ve gelişmeyi engelleyen bu zihniyetten beslenen idare-i maslahatcı, hulûs çakan subaylar, o köçekler, o zenneler, o eyyam ağaları, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ne pahasına olursa olsun hemen keçe külâh olmalıdır. Ordumuzu yıpratanlar, itibarını zedeleyen, zarar verenler işte bu zevatdır. Kimileri Marmaris’de “” resimler yapıp torunlarını severken, astsubaylar; çile çile acılar eğirip kirmende, ilmek ilmek dertler dokuyor kollarındaki sarı sırmalarına yarım asırdan bu yana. Kan kusturdular, kızılcık şerbeti içdim dedi. Kolunu kırdılar, yeninin içine sakladı, muhannetler görmesin diye! Maaşını kısdılar, ya sabır! dedi. Nedir bu ölçüsüz, ahlâksız haksızlığın ve kıygının sebebi? Söyleyiniz efendiler!.. Peki nedir, astsubayların bu yüce, bu sınırsız, bu mübarek sabrının sırrı? Söyleyelim, bir tek kelime; edep, edep, edep...

dz-asb-okulu-marsiAskerî darbeler, biz astsubayları “bir değil, ikişer kere” vurdu. Askerî vesayet, astsubaylara “bir” verdi fakat “iki” aldı dedik az evvel. Şu an gündemimizde olan bu konuları burada tek tek yazsak, site idaresini cidden zora sokarız. Bu makaleyi ikiye mi bölsek, dörtle mi çarpsak diye hülle yaparlar anında. Can dostlar, astsubaylara yapılan kepazeliklerin hangi birini yazalım? Guş ganedi galem olsa, bunca gadirliği yazmaya kâğıt da yetmez mürekkep de... Ancak kitaplara sığar. Zaten davamıza gönül veren vefâlı, şuurlu, astsubay olmaktan iftihar eden arkadaşlarımız ve TEMAD, bu sıkıntı ve taleplerimizi her vasatta gündeme getiriyorlar. İlla da örnek mi istiyorsunuz, verelim; Birincisi; Deniz Astsubay Okulu Marşına yapılan darbe... Güftesini, okulumuzun mezunu astsubay Nuri TAHİR’in ağabeyi olan usta yazar Kemal TAHİR’in yazdığı iki kıtalık Deniz Astsubay Okulu Marşının her kıtasının son dizesinin son kelimesi, “astsubaylarız” idi. 80 darbesinden birkaç gün sonra yaz tatili bitti ve üçüncü sınıf öğrencisi olarak okulumuza geldik. 81 okul neşetli devre arkadaşlarım tahattur edecekdir. İlk gün yapılan yat taburuna gelen nöbetci subayı, marşımızda yapılan değişikliği anlattı bize ve marşı, gayrı yeni şekliyle okumamızı istedi. Askerî darbe, astsubayı bir kez daha vurmuşdu. Darbeci zihniyet; Kemal TAHİR’in eserine gözünü kırpmadan saygısızlık etmiş ve kılıç, kalemi kesmişdi. “Astsubay” kelimesini görünce cin çarpmışa dönen firavun fareleri, marşımızdaki “astsubaylarız” kelimesini tırpanlamış, sesimizi kısmışdı. 28 yıllık “astsubaylar”, bir geceyarısı darbesiyle “denizciler” olmuşdu. Deniz Harp Okulundaki sevgili öğrencileri, marşlarında “Deniz Harp Okulu” diye yüksek perdeden yırtınırken bizler, marşımızın son dizelerine geldiğimizde, “astsubaylarız” değil de usulca “denizcileriz” diyecektik gayrı (¹). Züğürt Ağa filminde Şener ŞEN’in ürkerek “domatiz” dediği gibi...

Yüzüğün değeri, kaşındaki taşın kıymetiyle ölçülür. İşte, astsubay marşının paha biçilmez pırlanta kıymetindeki taşı da her kıtasının son dizesinin son kelimesi olarak göğsümüzü kabarta kabarta tekrarladığımız “astsubaylarız” kelimesidir. Mesleğimizin adı ve astsubayların kendi marşına vurduğu mühür olan “astsubay” kelimesini, marşımızdan çaldı darbeci zihniyet. Şu yok sayma, şu kirli, inkâr etme, sindirme, hafızayı silme, alçalmak pahasına yapılan bölüp yönetme siyasetine; şu vesayetçi, darbeci örümcek beyinlilerin uğraşdığı işlere bakar mısınız? Küçük işlerle kim uğraşır? Bu iş, büyük iş diyorsanız, o da sizin güzelliğiniz, eyvallah. Zira asker olarak astsubaylık, ordunun fevkalâde ehemmiyetli görevlerini icra edenlerden müteşekkil pek hayatî bir meslekdir. Ordu, midesi üzerinde yürür derler, biliriz. Elli kere allı pullu yemek tarifi kitabı yazın, ortalığa çıkıp yüzlerce kere ıstılah paralayıp yemek pişirmesini anlatın ağalar! Mutfağa girip de o laflarınızı yemeğe tahvil edemiyorsanız şayet, bildiklerinizin hiç bir kıymet-i harbiyesi yok. Astsubay dediğiniz asker kişi; bulup buluşturan, takıp takıştıran, yapıp yakıştıran; ekleyip derleyip toplayan; bağlayan, ulayan, birleştiren; kaynatıp yapıştırıp vidalayan; onaran, imâl eden; olmadı, yıkıp yeniden yapan; yazan, çizen, okuyan; bilen, öğrenen, anlatan, eğiten, öğreten; imkânsızı mümkün kılan; mutfakda aş, atölyede iş yapan; eli hem anahtar hem de top, tüfek, silah tutan; yetmedi nöbet tutup cephenin en önünde harp eden kişidir. Nöbette ve cephede gördüğünüz her 10 kişiden 8’i astsubaydır. Kolay değil; Ordunun omurgası olmak demek, işte budur a dostlarım.

Konumuza dönelim. Son sınıf olarak biz üç’ler, darbecilerin yaptığı değişikliği reddeddik ve marşımızı 1981 senesinin sonuna kadar “... astsubaylarız” diyerek okumaya devam ettik. Fakat bizden sonra gelen arkadaşlara, bu değişikliği zorla kabul ettirdiler. İşitdik ki, beyin ameliyatı başarılı olmuş; Darbe, demiri kesmiş. Sonraki yıllarda okula giren arkadaşlarımız bu değişikliğin farkına bile varmadılar.

İkinci darbe şöyle. Câri İç Hizmet Yönetmeliğinin Askerlikde Nöbet Hizmetlerini düzenleyen 382’inci maddesine göre, albaylar, nöbet hizmetine dahil edilmezler. 60 askerî darbesinin mahsulü olan, 1961 senesinde yürürlüğe giren İç Hizmet Kanununa istinaden hazırlanan ve aynı yıl yürürlüğe konulan İç Hizmet Yönetmeliğine, 1968 yılında yapılan bir değişiklik ile albaylara bu hak verildi. Yönergenin aynı maddesine tam 35 sene sonra, 2003 yılında yapılan bir değişiklik ile, astsubay iki kademeli kıdemli başçavuşlar da nöbet hizmetinden muaf tutuldu. Bu düzenleme ile; astsubay iki kademeli kıdemli  başçavuşun, nöbet hizmetleri bakımından albay’a emsâl olduğu resmen kabul edildi. Fakat bazı kör köstebeklere dokunmuş olacak, aradan 6 sene bile geçmeden bu hak gasbedildi. Nasıl mı? Tereyağından kıl çeker gibi! TSK Personel Kanununun astsubay rütbe bekleme süresini düzenleyen 78’inci maddesinde 2009 senesinde sinsice bir ameliyat yapılarak rütbelerdeki bekleme süreleri anlamsız yere uzatıldı. Üstelik bu hak gasbı, cilalanıp milletin vekillerine “Astsubay Devrimi” diye yutturuldu. Maaşa hiç bir artış getirmeyen bu düzenleme ile 2 rütbede hiç sebepsiz yere 6 sene avara kasnak yapacak astsubaylar bundan böyle. Niye mi yapıldı bu değişiklik? Gizli iki maksadı var; birincisi, astsubaylara daha fazla nizamiye nöbeti tutturmak. Çünkü, subayın az nöbet tutması için astsubayın çok nöbet tutması şart. Bu kanun değişikliğinden önce 26 senede yükseldikleri rütbeyi alabilmedk için astsubaylar 6 senede daha çile dolduracaklar ve 6 sene daha nizamiye nöbeti tutacaklar. Sonuç şu: bir subay, mesleği boyunca 23 sene nöbet tutacak. Astsubay ise 30 sene nizamiye nöbeti tutacak iyi mi? Önce ver, sonra al!  Veren el de alan el de aynı. Sen çal, sen oyna! Öyle ya, subayın canı cennete, astsubayın canı cehenneme!.. Yukarının aşağıya bakış açısı işte bu temel fikir üzerine kuruludur son yarım asırdır. İkincisi de inanın ya da inanmayın, astsubayın pardesü ve ceketinin koluna takdığı rütbe kıdem işaretlerinin sayısını tırpanlamak. Marşımızdaki “astsubay” kelimesine tahammül edemeyen karamuklar bu kez de astsubayların rütbe kıdem işaretini gözüne kesdirmişdi. Cebinizden çıkartıp para, pul vermediniz... Omuzunuzdan aşağı taşan yıldızların birini ikisini söküp vermediniz! Af buyurun, ağalar, astsubayların rütbe kıdem işaretleri nerenize battı acap? Gözünüz aydın, kınayı yakınız ey darbeci vampirler! Yaptığınız bu “ince balans ayarı” ile sizler daha az, astsubaylar ise artık daha çok nöbet tutacaklar. Tam istediğiniz gibi. Ve astsubaylar daha az sayıda rütbe kıdem işareti takacak pardesü ve ceketlerinin kollarına.

Adaletini yemişim, isteğimi mahvederim (AYİM)

ayim

Devam edelim darbelerin kepazelik silsilesini anlatmaya. Makalemin sonunda, sol altındaki imza bloğunda; rütbemi, rütbe kıdemim ile birlikte yazdım gördüğünüz gibi. Şu anki mevzuata göre yazılmışdır; ne bir eksik ne bir fazla. Muvazzaf iken çalışdığım komutanlık, TSK Karargâh Hizmetleri Yönergesinin ilgili maddesini gerekce gösterip rütbe kıdemimi, rütbem ile birlikte yazamayacağımı yazılı olarak bildirdi bana. Dedim ki rütbe kıdem işaretini, yayınladığınız yönergeye müsteniden kıyafetime takıyorum. Kıyafetimde taşıdığım kıdemimi, yazarım. Üstelik dedim ki, sizin rütbe kıdeminizin işareti yok fakat buna rağmen rütbe kıdeminizi, rütbeniz ile birlikte yazıyorsunuz, bu nasıl oluyor?image004 Duvara konuşdum sanki. Rütbe kıdemimi, rütbem ile birlikte yazmamı yasaklayan darbeci zihniyeti, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)’ne dava ettim. Sonuç mu? Kaybettim tabii. Aksi kâbil değildi zaten. Subayı, subay savundu o mahkemede. Astsubayın hakkını savunacak bir Allah kulu var mı orada? Yok! Astsubay olarak ben, davaya 5-0  mağlup başladım. Sonu başından belli Yeşilçam filmi misâli anlayacağınız. Bir hususu hatırlatalım. Subayın rütbe kıdem işareti yoktur. Fakat astsubayın rütbe kıdem işareti vardır ve yukarıda sağda görüldüğü gibi  pardösünün, ceketin koluna takılır. Davanın raportörü hâkim subay bile işareti olmayan kendi rütbe kıdemini, rütbesinin önüne yazdı fakat kıdem işaretini ceketime takdığım benim rütbe kıdemimi, rütbemin önüne yazmama tahammül edemedi. Duruşmalı dava talep ettim. Yürekleri yetmedi, duruşmaya da temyize de çağırmadılar beni. Kararları, gıyabımda verdiler. Birisi hâkim bile olmayan muhammes işkilli büzükler korosu, gözleri yetmezmiş gibi ağzını da bağladılar Themis’in ve oy birliği ile ırzına geçdiler bağırtarak. Hem de “Türk Milleti Adına” verdiği kararla... Türk Milletine bir sor bakalım, ne diyecek bu hususda. Meraklısına söyleyelim de görsün rezilliği. Raportörün adı; Ayhan AKARSU... Albay olmuş, hem de kıdemli (!). AYİM sayfasına girip arayın bakalım. İşareti olmayan rütbe kıdemini yazılarında hâlâ utanmadan nasıl da yazıyor kendi rütbesiyle. Helâl süt emmiş, mayası sağlam hukukcularımız var elbet. Onlara sonsuz saygımız, derin hörmetimiz var. Ancak, askerden hukukcu olur mu dostlar! Belki başka memleketlerde olur fakat benim vatanımda olmayacağını ben, yaşadım ve öğrendim. Bu dava, son 60 yılda AYİM’de bu konuda açılmış ilk ve tek davadır. Sivil bir mahkemede tekrar görülsün. Aynı sonuç çıkarsa, Kızılay Meydanında kendimi yakacağım. Söz meclisden dışarı, köpek, köpeği ısırır mı? Astsubayı Yargılama ve İmha Mahkemesi diyorlar AYİM için. Ateş olmayan yerden duman çıkar mı? İsmine bakar mısınız? İdare Mahkemesi... Adamlar açık açık ikrar ediyorlar; biz, “İdarenin Mahkemesiyiz” diye. Onlar, İdare. Peki ben kimim öyleyse? Bıçak, sapını keser mi can dostlar? Vatanını, askerini sevenleredir feryadım; 1971 muhtırasını veren darbeci zihniyetinin kurdurduğu, asker vesayetinin en koyu ve en acımaz şekilde yaşandığı yer olan, rütbeye göre karar veren ve dünyada yargıtay denetimine tabi olmayan tek mahkeme olan bu AYİM’den, Türkiye Cumhuriyeti tez elden kurtarılmalıdır.

Astsubayları iki kere vuran askerî darbeler hakkında bir örnek daha verip konuyu şimdilik kapatalım. 80 darbesinin hoyratca tarumar ettiği resmî kurumlardan birisi de TDK’dır. Atatürk’ün mirası olan TDK da diğer devlet kurumları gibi “netekim”lerin gazabından nasibini almışdır. TDK’nın 1988 basımı iki ciltlik Türkce sözlüğü var, bir bakınız. Astsubay söz konusu olunca “ast” de. Subaya gelince “üst” sıfatının “t”sine önce tecavüz et sonra idam sephasında sallandır. Eh, darbeci, ne de olsa. “Asmayalım da besleyelim mi?” diyen ben miyim? İnceledim, “ast” sıfatı almış bir tek kelime var bu koca sözlükde. Maksat hâsıl oldu! Hangi kelime, bildiniz... Şeref mi, zillet mi, varın siz karar verin. Bu mürai kararın, bu rezilliğin, bu aptallığın, bu bilimdışılığın üstünde TDK yönetimi hâlâ sırıta sırıta oturuyor.

Köhneye, kötüye, geriye doğru tekâmül, terakki olur mu efendiler?

Verilen hak geri alınır mı, ey milletim?

Bir” verdi, “iki” aldı askerî vesayet netekim!

ataTarih, 30 Ağustos 1924... Başkomutanlık Meydan Muharebesinin ikinci sene-i devriyesi. Atatürk, iki sene önce kendisiyle beraber savaşırken şehit düşen silah arkadaşlarını unutmamış... Ahde vefâ olarak şehitler anısına tam orada bir abide yaptırmak ister. Yer; Dumlupınar, Dumlupınar Meçhul Asker Anıtı Temel Atma Töreni. Bildiğiniz üzere Dumlupınar, 30 Ağustos 1922’de, yedi düvele karşı verdiğimiz topyekûn savaşda, Türk milletini geldiği coğrafyaya, uzak Asya’ya sürgün etmeye çalışan düşmanın belini çatırdatarak kırdığımız yer!.. Atatürk, anıtın temelini atıyor sonra da muhteşem bir nutuk irat ediyor meşhetde. Biz, bu nutukdan konumuzla ilgili olan bir parağrafı aldık makalemize. Buyurunuz, okuyalım;

Efendiler; medeniyet yolunda muvaffakiyet, teceddüde vâbestedir. İçtimaî hayatta, iktisadî hayatta ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne tekâmül ve terakki yolu budur. Hayat ve maişete hâkim olan ahkâmın, zaman ile tagayyür, tekâmül ve teceddüdü zarurîdir. Medeniyetin ihtiraları, fennin harikaları, cihanı tahavvülden tahavvüle duçar ettiği bir devirde, asırlık köhne zihniyetlerle, maziperestlikle muhafaza-i mevcudiyet mümkün değildir.

Son iki cümleyi tekrar edelim;

“Hayat ve dirliğe yön veren hükümlerin, zaman ile değişme, olgunlaşma ve yenilenmesi mecburîdir. Uygarlığın buluşları, fennin harikaları, dünyayı şekilden şekile soktuğu bir dönemde, yüzyıllık eskimiş düşüncelerle, geçmişe tapınmakla varlığı devam ettirmek mümkün değildir.”

Tefsir edelim: Ey komutanlar; bugün sıkı sıkıya sarıldığınız ve adına “statü hukuku” dediğiniz helvadan put ile; asırlık, köhnemiş zihniyetlerle, bu maziperestlikle, halkın gönlünde yer edinmek, saygı ve itibar görmek artık kâbil değildir. Gözlerinizi açıp; hayat nerede, maişet ne durumda, ahkâm nicedir, bir bakınız. Şah damarlarınızı şişire şişire her fırsatta Türk milletinin bağrından çıktınızı söylüyorsunuz. Şu an durduğunuz yere bir bakınız hele!.. Sînesinden çıktığınız millet nerede, siz neredesiniz?

obama-1Astsubay özlük hakları, yetki, makam ve sorumlulukları bakımından bugün itibariyle en ileri düzeyde olan devlet hangisidir? Atatürk’ün “muasır medeniyet” pusulası, bu konuda A.B.D’yi gösteriyor... Gözlerinizle görmek istiyorsanız, (²⁻⁷) sayılı bağlantılara bakınız. Seyredeceğiniz filmi kısaca açıklayalım; A.B.D. Başkanı OBAMA’nın, Başkanlık görevine başladığı gün, 20 Ocak 2009 tarihinde Beyaz Saray’da verdiği davetin görüntüleri... Kendisi, sahnede önde; hemen arkasında, A.B.D’nin beş kuvvetini temsilen, Kuvvet Kıdemli Astsubayları duruyor. Başkan sahneye çıkıyor ve yüzünde kocaman bir tebessümle evvela Kuvvet Kıdemli Astsubaylarıyla tek tek tokalaşıyor. Zencisiyle, beyazıyla, Kuvvet Kıdemli Astsubaylarının göğüslerini dolduran, astsubay olmanın gururunun çakmak çakmak ışıltılarını gözlerinde görebiliyorsunuz değil mi? Başkan OBAMA, daha sonra Kuvvet Kıdemli Astsubaylarını yanına alarak konuşmasına başlıyor. Dikkat ediniz, sahnedeki askerlerin hepsi astsubay.

obama-2Davetin devamında; Başkan’ın kendisi, karacı bir bayan astsubay ile; eşi Michelle hanım da deniz piyade bir erkek astsubay ile dans ediyor. Yetmiyor, yeri geldiğinde Kuvvet Kıdemli Astsubayları, Senato’da, kendi astsubaylarının haklarını savunuyor (⁸). Dostlar, bizim Cumhurbaşkanımızın, Başkan OBAMA’dan neyi eksik? Bizim astsubayımızın, Amerikan astsubayından neyi eksik? Bizim komutanlarımızın Amerikalı komutanlardan neyi eksik? El’in adamları, en önemli gününde böyle şanlı, böyle gurur verici törenlerde astsubayını baştacı yaparken bizim komutanlarımız acap ne ile meşgul oluyorlar?

Ordumuzda askerin, askerliğin, silahdaşlığın, vefâ’nın kadrini kıymetini iyi bilen her rütbeden çok sayıda kara yağız vatan evladı var, biliyorum. Türk Milletine akıl ve bilimi manevî miras olarak bırakan ve “muasır medeniyet”in de yükseğini hedef gösteren Atatürk değil mi? Atatürk. Sizler, Atatürk’ün askeri değil misiniz, evet askerisiniz. 90 sene öncesinden sizlere seslenen Atatürk’ün ufkunu ve zihniyetini idrak etmek ve bu emrini yerine getirmek için daha ne bekliyorsunuz efendiler? Muvazzafken, yeri geldiğinde fikrimizi sorardınız, TSK halkdan niçin kopuk diye. Alın size üç beş resim... Dönüp dönüp okuyun niçin kopuk olduğunuzu!..

Yeri gelmişken “medeniyet” kelimesi hakkında iki çift kelâm edelim müsaadenizle. Atatürk, milletimize uygarlık yolunda hedef gösterirken, “muasır medeniyet” ibaresini kullanmış ve “...Yurdumuzu dünyanın en mâmur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.” demişdir. Atatürk’ün “muasır medeniyet” tabiri, bir pusuladır ve medeniyetin en yükseği neredeyse orayı gösterir. Bugün Batı, yarın, Doğu... Masasının üzerindeki sırça mürekkep hokkasında divit yüzdürüp yüzme bilmeden umman geçmeye yeltenen tatlısu denizcisi misâli, bazı internet münevverleri; meşhur halk oyunlarımızdan “teke zortlatması” oynar gibi, Atatürk’ün medeniyet hedefi olarak “batı”yı işaret ettiğini ceffelkalem söylüyor. İnanmayın, külliyen yalan, iftira!.. Bu, nasıl bağlama; bu, nasıl oynama? Atatürk’e hakaret etmek istiyorsanız, doğru yerdesiniz. Sen tut önce “tek dişi kalmış canavar” ile İstiklâl Harbinde ölümüne cenk et, düşmanı perişan eyle. Sonra dönüp aynı mel’un düşmana sarılıp ondan medeniyet dilen! Oldu mu? Oldu, teptim, keçe oldu; sivrilttim, külâh oldu. Tek dişi kalmış canavardan medet umup medeniyet dileniyorsanız şayet o, sizin bileceğiniz bir iş. Ancak Atatürk için bu bir zilletdir, mevzu bahis bile olamaz. Neyi nereden apardığının dahi farkında olmayan; elinde tuzluk, yeldir yepelek sağa sola koşturan bu “kes/yapışdırcı” kalemşörlere ve onların dökdürdüğü bu yalan yanlış bilgileri, boncuk bulmuş çocuk gibi vecd ile ikrar eden nakkarezenlere, Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nu okumalarını salık veririz. Sultan Ahmet’de dilenip Ayasofya’da sadaka vermeye tevessül edenlere nacizane tavsiyemizdir; bu mesnetsiz galat-ı meşhuru derhal terkin ediniz. Tarih yazmak, tarihcilerin işi. Ancak, tarihi doğru kaynakdan öğrenmek, bilmek ve doğru anlatmakdan hepimiz müteselsilen mükellefiz. Düşüne düşüne görmeli her işi, sonra pişman olmamalı er kişi! 6 Mart 1922’de T.B.M.M’de tertiplenen gizli celsede Atatürk’ün irat ettiği şu sözlerini okuyup kararı kendiniz veriniz, emi?... “Hakikaten Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenîleşmesine rağmen Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanagelmiştir. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak ve bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler zuhur etdi. Halbuki hangi istiklâl vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.

Daha iyiye, daha güzele mâtuf olmak kaydıyla tenkit etmek, aklın ve vicdanın emridir. Biz yukarıda açıkladığımız bu eksiklere, bu yanlışlara, bu haksızlıklara, bu hatalara, bu kötüye gidişe bakdık, gördük, durduk, düşündük ve yazdık. Emekli bir astsubay olarak benim hisseme düşen budur. Tenkitden ders almasını bilmek erdemdir, fazilettir. Erdemli olup da ders almak ise bu hataları yapanlar, yaptıranlar, sebep olanlar ve tepkisiz kalanların vazifesidir. Hatırlatalım; suça, haksızlığa göz yummak; o suça, o haksızlığa zımnen şerik olmak demekdir.obama-4

Hayran olduğumuz, öykündüğümüz sanılmasın. O iş bizim tarzımız değil, öyle bir derdimiz de yok. Lâkin; göz, gördüğünü; ağız, yediğini ister! El’in Başkanı, 2009 senesini “Astsubay Yılı” ilan ederken; siyah, beyaz demeden kendi astsubayına Beyaz Saray’da madalyalar takıp millî kahraman ilan ederken; eşi erkek astsubay ile, kendisi bayan astsubay ile dans ederken, ey komutanlarım, sizler neler yapıyorsunuz? Yaşam tarzınızla, düşünce biçiminizle, kılık kıyafetinizle Amerika’yı tıpatıp taklit edersiniz de sıra Amerika’nın kendi astsubayları için yaptıklarına gelince niçin ıslık çalarsınız? Emeklisiyle, muvazzafıyla Türk astsubayı; 50 seneden beri her yönüyle halinden hoşnut değil, huzursuz, geleceğinden endişeli. Astsubay cephesinde manzar-i umumi işte böyledir. Âyinesi işdir kişinin, lafa bakılmaz; Şahsın, görünür rütbe-i aklı eserinde!.. Eseriniz ortada, sayın komutanlarım!

dempsey-battaglia-1

Sağ tarafınızdaki resme bakarmısınız? Kim onlar? Resimin sağ tarafında ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Martin E. Dempsey ve onun solunda ABD Genelkurmay Kıdemli Astsubayı Deniz Piyade Astsubay Kıdemli Başçavuş Bryan B. Battaglia... Genelkurmay Kıdemli Astsubayı, ABD Genelkurmay Başkanı ve Genelkurmay Başkan yardımcısından sonra Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin üçüncü adamıdır. 1 Ekim 2011 tarihinde görevi devralan ABD Genelkurmay Kıdemli Astsubayının görev devir teslim töreninde birlikteler. Hemen altındaki resimde ise Genelkurmay Kıdemli Astsubayı sol elini incile koymuş, sağ eli hava, orduya sadâkat yemini ediyor. Devamını görmek isterseniz sekiz numaralı bağlantıyı tıklayın hele. Dikkat edin, dudaklarınız uçuklamasın! dempsey-battaglia-2 Bizim Genelkurmay Başkanlarımızın, astsubaylar ile çekilmiş böyle birresmini gören ademoğlu varsa beri gelsin. Hatırlayınız, Genelkurmay Başkanlarımızdan birisi, bir astsubay için “tanırım, iyi çocukdur” dediydi. Tek suçu, kendisine verilen emri icra etmek olan meslekdaşımızın başına gelmedik kalmadı.

Büyük küçük demeden dünyanın hemen bütün ordularında bugün Kıdemli Astsubaylar; idare, sevk ve komutada söz sahibidir ve yıllardan beri ordulara yön vermektedir. Bu gerçeği zamanında idrak edemeyen Genelkurmay Başkanlığımız ve Kuvvet Komutanlıklarımız, eksik olan Kuvvet Astsubaylığı kadrolarını nihayet geçen aylarda sessiz sedasız, ayak sürüye sürüye ihdas etmiş ve geç de olsa bu konuda diğer ülke silahlı kuvvetleri ile arasındaki açığı kapatmıştır. Sessiz sedasız diyorum, çünkü internet sitesine bakdım, bu konu ilgili herhangi bir haber bulamadım. Kuvvet Astsubaylığı kadrosu, her askerin ortak müştereklerinden olan huzurun tesisi açısından önemlidir. Bu cümleden olmak üzere Genelkurmay Başkanlığının ve kuvvetlerin önünde, çetin bir imtihan var. Dünyanın siyaset kurucu ülke ordularında olduğu gibi Kuvvet Kıdemli Astsubayları, çağın gerektirdiği önderlik ve komutanlık bilgi ve becerileriyle ve bütün astsubayları temsil etmesine imkan verecek makam ve yetkilerle donatmak... Kuvvet Astsubayı, Kuvvet Komutanından sonra gelen ikinci adam konumundadır. Bu hakikat her daim akılda tutulmalıdır. Farkındayım, bu hakikati hazmedemeyecek kökleri kurumaya başlayan gebre otları var oralarda. Kuvvetler, bu gerçekleri iyi görmeli, fırsatları iyi değerlendirmeli ve başarılı olması için Kuvvet Astsubaylarına samimi olarak her türlü destek ve imkanı vermelidirler. Bu gerçekleri göz ardı edip savsaklamak, ordular için artık vazgeçilmez olan Kuvvet Kıdemli Astsubaylığı düşüncesinin ve dolayısıyla topyekûn Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarısızlığına sebep olur. Akıl için tarik birdir. Hatırlatması bizden.

Türk Silahlı Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığının ilk Kuvvet Kıdemli Astsubayı, meslekdaşım ve dostum olan Dz.Tls.Astsb.IV Kad.Kd.Bçvş. Necmettin KOÇAK’dır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde Kuvvet Kıdemli Astsubaylığı kadrosunu, Genelkurmay Başkanlığından 8 sene önce olmak üzere ve ilk olarak ihdas etmek basiretini göstererek Türkiye’yi bu ayıpdan 2004 senesinde kurtaran Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanımız Oramiral sayın Özden ÖRNEK’i bu vesile ile şükran ve tazimle yâdediyorum.

usa-academyAstsubay Akademisi ne oldu dediğinizi duyar gibiyim... Taklit, eğer nitelikli ise takdire şâyandır. İyi taklit etmek de marifet, yürek ister. Türk Silahlı Kuvvetlerinde Astsubay Akademisi teşkil etme ve Kıdemli Astsubaylık ruhu kazandırma konusunda Genelkurmay Başkanlığımız tam anlamıyla sınıfda kalmışdır. Dünya orduları; kıdemli astsubaylarını ileri komuta kademelerinde görev vermek üzere eğitirken, bizimkiler karargâhlarda evrak yazıp sumen taşıyacak kâtipvâri astsubay yetiştirme sevdasında. Tekrar keşfetmeye ne hâcet! Gidip bir bakın. El’in Genelkurmayı kendi kıdemli astsubayına nasıl bir eğitim veriyor, sizin haliniz nicedir? Bütün devletlerin silahlı kuvvetleri, teşkil ettikleri okula “Astsubay Akademisi” ismini verirken, Genelkurmay Başkanlığımızın dili “Astsubay Akademisi” demeye bir türlü varmamış ve istiğna ederek bu okula AÜKHE adını vermişdir. Niçin mi? Genelkurmay Başkanlığımza çöreklenen tek dişi kalmış birkaç akıl kumkuması, “akademi” kelimesini, sadece subaylara özgü bir kelime olarak telakki ettiklerinden tabi ki. Atatürk der ki; “İlim, tercüme ile olmaz, tetkik ile olur” Astsubay Akademisini taklit etmek şöyle dursun, Genelkurmay Başkanlığımız, tercüme etmeyi bile becerememişdir. Hasete, takıntıya lüzum yok, korkmayın! İsim olarak AÜKHE ismi, bir eser-i ucubedir ve “Astsubay Akademisi” olarak tezelden değiştirilmelidir.

image023Astsubaylar, 50 seneden beri her askerî darbeyle katlanarak büyüyen haksızlığın ve adaletsizliğin dayanılmaz yükünü taşıyorlar bugün omuzlarında. “Benim teğmenim, (senin) astsubay(ın)dan az maaş alamaz netekim!” diyenlerin gözlerini ölümün soğuk, çaresiz korkusu sardı şimdi. Tehir edilmiş vicdan azabının tarifsiz ısdırap dolu uykusuz nöbetlerinde, azrailin gelmesini bekliyorlar titreyerek, yapayalnız köşelerinde.. Makam bâki, hükümdâr fânidir. Bizden söylemesi, haber geldi mevtâdan; Devr-i iktidarınızda, kudretli günlerinizde; maaşını kısıp, lokmasını kesip kifaf-ı nefse mahkûm ettiğiniz; hakkını gaspettiğiniz, kanına ekmek doğradığınız; hem alınterini, başarısını, emeğini çalıp hem de inkâr edip yok saydığınız yüzbinlerce emekli astsubay, ayakta bekliyor sizleri huzur-u mahşerde.

EY DEVR-İ SABIK!

Kalsa da kul hakkı mahşere,

Kalır mı sandın mazlumun ahı yerde?

Siyasî irade; bu ısmarlama, bu püsküllü, bu ağulu darbelerin izlerini zihinlerinden, sicillerinden, bedenlerinden ve ruhlarından silmeye çalışırken; astsubaylar, uğradığı akıllara ziyan haksızlıklar ve dağları aşan sıkıntılarıyla yaşamaya devam ediyor. Darbeler sonucu ülkenin üzerine çullanan askerî vesayetin ağırlığı altında bugüne kadar hep bastırılan, inkâr edilen, yok sayılan, muvazzaf ve emekli astsubayların sıkıntıları, mızrak misâlî bugün artık çuvala sığmıyor. Astsubayı ile davalı olan bir ordunun savaş kazanması şöyle dursun, kışladan dışarı adım atması bile mümkün değildir.

Genelkurmay Başkanlığımız; astsubaylara muhtıra vererek onları hedef göstermeyi, Latin icadı böl-yönet taktiği ile ötekileştirmeyi, ayrıştırmayı; inkârcı ve hoyrat tutumunu artık bir kenara bırakmalı; mesnetsiz ve karakuşî peşin hükümlerinden kurtulmalı ve bu konuyu akıl ve bilim temelinde ele almalıdır. Genelkurmay Başkanlığımız; ezelî inadından vazgeçmeli; her şeyin en iyisine layık olduğunu kalemiyle, maharetiyle, meziyetiyle, seciyesiyle, kanıyla, canıyla defalarca ispatlayan memleketin has evladı astsubayını kucaklamalı ve onlarla iftihar ettiğini göğsünü gere gere söyleyebilmelidir. Bu hakikat artık görülmeli ve “astsubay açılımı” derhal gündeme alınmalıdır. Dünya siyasetinde oyuncu değil de oyun kurucu, başat ve kavi bir orduya sahip olmak iddiasında ise ki öyle olmak zorundadır, Genelkurmay Başkanlığımızın önünde başka seçenek yoktur. Yuvarlandığı bu kargaşa girdabından Türk Ordusu, kendini yenileyerek, tazeleyerek, birleşerek ve güçlenerek çıkmalıdır.

image027Büyüklük ne ile ölçülür sizce? Göz ucuyla, parmak hesabıyla, bir cıgara içimiyle mi? Çemberin çapı, dairenin çevresi, üçgenin alanı, karenin kökü, yamuğun yüzeyi, küpün hacmiyle mi? Terazi, kantar, dirhem, okka, nekir, kıtmir, gram ile mi? Karış, kadem, kulaç, ayak, arşın, fersah, endâze, cerip, metre ile mi? Bileğin  kaba gücü, kasın acı kuvveti, sesin ham gürlüğü, gırtlağın kuturu, midenin genişliği, kafanın iriliği, göbeğin ağırlığı, çenenin sağlamlığı, burunun uzunluğu, dilin sivriliği, dişin keskinliği ile mi? Yoksa, cüzdanın şişkinliği, diplomanın sayısı, rütbenin kalınlığı, makamın azametiyle mi?.. Bunların irapta mahalli yok! Bu fakir diyor ki büyüklük, yüreğin bizâtihi büyüklüğüyle ölçülür.

image029Ötekinin huzurunu, gönencini kendi zenginliği olarak görebilmek; derdiyle hemdert olmak, neşesiyle sevinmek, başarısıyla övünmek ve gönülden takdir etmek; rütbesine, yetkisine, gücüne, makamının arkasına saklanmadan; kıskanmadan, gıpta, haset etmeden, karşılık beklemeden, ürkmeden, çekinmeden, esirgemeden, samimiyetle, faziletle, candan, gönülden paylaşmak; ferdaya bırakmadan, korkmadan sevmek... Sevmek; insanı insan yapan, insana en çok yakışan hisdir çünkü. Mangal gibi bir yüreğiniz varsa şâyet işte siz, o zaman büyüksünüz!.. Sevgiyle mayalanmış, vicdan ile yoğurulmuş, şefkât ile çeliklenmiş bir yürek, dünya nimetine bedeldir!..

Seven insanların olduğu yerde kargaşa, kasavet, kavga kaygı, korku, kıyıgı, keder, kin, küsü, nefret, endişe, haksızlık zâil olur. Çünkü yok’ları var, ağuları bal eyler sevgi... Rütbesi ne olursa olsun; bu vatanın has evlatlarının peygamber ocağı deyip koşarak geldiği kışlalarımız, “yok’ların var, ağuların bal eylendiği” yuvalar olsun hiç pazarlıksız. Mâzide ceddimiz bunu başardı, bugün de başarmalıyız. Gelin; iyilikde, yenilikde, güzellikde, kardeşlikde, zenginlikde birleşelim. Biz astsubayların yegâne sevdâsı, işte budur can dostlar!

Makalemin satır aralarına serpişdirdiğim tekliflerimden, hicivlerimden her kişi, er kişi, her kurum, her komutan, her vekil gocunsun, üzerine alınsın ve pay çıkartsın. Daha fazla beklemek zaman kaybıdır, kimseye bir zerre dahi faydası yoktur. “Harbiye eğitimi vermedik astsubaylara, kolayca kandırırız” ya da “çivi gibi çakarız” diye düşünenler varsa, deniz bitti dostlarım!..  KESER geldi, hesap döndü... Biz, bu taleplerimizi samimiyetle, garazsız ivazsız, kalbî ve halisâne hissiyatımızla kaleme aldık ve tarih huzurunda defter-i kebire kayıt etdik. Zamanın şaşmaz mizanında hepsi er geç kantara çekilecek.

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Astsb.III Kad.Kd.Bçvş.

 

Kaynak:
  1. http://www.dho.edu.tr/bando/sozler.htm
  2. President Obama at the Commander-In-Chief's Inaugural Ball
  3. http://www.marinecorpstimes.com/news/2011/09/ap-dakota-meyer-awarded-medal-of-honor-091511/
  4. http://www.whitehouse.gov/blog/2010/11/16/president-obama-presents-medal-honor-staff-sergeant-salvatore-giunta-we-re-all-your-
  5. http://www.youtube.com/watch?v=oXQ15xE8ORw&feature=relmfu
  6. http://www.youtube.com/watch?v=rWsxAcoMnfY&feature=relmfu
  7. http://www.flickr.com/photos/seac_jcs/page134/
  8. http://www.zimbio.com/pictures/Cr1H0t1aXvD/House+Armed+Services+Committee+Holds+Hearing/Y6h55aVZGwi/Michael+Barrett

Kibrit Çöpü!..

Eylül 04, 2012

Kibrit Çöpü_ insan-kibrit-misali Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Teşbihde hata olmaz,  dostlarım!
Kibrit çöpünü, bize benzetirsek şâyet;
Kibritin kutusu da
İçinde yaşadığımız milleti ifade eder bir bakıma.
Kutuyu açıp baktığınızda,
Hepsi aynı gibi görünse de
Aslında hiçbiri diğerine benzemez.

Kibrit çöpü vardır, bir amaç için yanar;
Kimi bir sigara,
Kimi bir ocak yakar.

Kimi bir ormanı, bir evi yakar.
Kiminin yakdığı cürmünden büyükdür,
Kül eder, her şeyi kendisiyle birlikte.

Kimi, yanıp tüketir kendini,
Hiçbir işe yaramadan!..
Açılmamış mektup misâli,

Kimisi yanamayacak kadar cılız, incedir,
Yakarken kırılacak zannedersiniz,
Fakat bilirsiniz ki  en iyi o yanar.

Kimisi de epeyce iri, kalın...
Sanırsınız, yanınca, yeri göğü yakacak.
Çakınca görürsünüz ki
Fısss!.. diye bir ses  çıkartır,
Kendisini bile yakamaz,
Alev alamadan kararıp gider.

Hele şekilsiz bir kibrit vardır;
Nemelâzımcı, beleşci,
Acemi gelin gibi oyundan kaçan,
Mazeret üretme ustası...; (Sn. Rafet DURAN’dan)

Pervane gibi döner oradan oraya
Suya yazı yazmayı marifet belleyip
Cin olmadan adam çarpmaya çalışır.
Yanıp aydınlatmak şöyle dursun,
Fısss!.. diye ses bile çıkartamaz.

Kimisi; eneze, çelimsiz,
Üstelik eğri büğrüdür.
Fakat, bir kez çakınca,
Parlayıp yanıverir, yutar karanlığı...

Yiğittir, en üstteki kibrit çöpleri,
Cephenin en önünde cenk eden asker misâli,
Üstte olmanın bedelini öderler;
İlk önce onlar yanar.

Bir ağaçtan, binlerce kibrit çöpü yapılır,
Bir tek kibrit çöpü,
Koca bir ormanı yakar, kül eder.

Yanıp tükenmek, ömrün bitmesi gibidir...
Ucundan başlar,
Yanar yavaş yavaş, dibine doğru,
Sonunda kapkara, incecik bir kül kalır.

İnsanlar da kibrit çöplerine benzer dedik ya;
Kimi insan vardır,
Zehir kusar, şer işler yapar,
Orman yakmak, ev yakmak misâli,

Kimisi,
Armudun olgunlaşmasını bekler. (Sn. Hüseyin ÇETİN’den)
Kendinden isteneni asla yapmazlar, tufeylî misâli.
Bilmez ki armut bile daha hasiyetlidir millete.

Kimisi,
Çakmadan tutuşur, hiç lüzumu yokken,
Kraldan fazla kralcı misâli.
Bokunda boncuk bulduğunu zanneder,
Aslında, harcamışdır kendini boş yere.

Kimisi,
Çakmadan tutuşur,
Fedâ eder kendini öteki için;
Üstelik tam zamanında,
Bilir ki yanmak gerek, boğmak için karanlığı.

Korkakdır kimisi;
Yetmez yüreği, yakamaz kendini,
Diğerleri nâra yanarken!
Saçak altından yürüyüp,
Güneşin doğmasını bekler,
Diğerleri ıslanırken yağmurda!.. (Sn. M. Emin ATILGAN’dan)

Kimi insan vardır,
Bir lambanın fitilini yakar.
Fücceten gitse de kendisi
Yakdığı ışık bâki kalır.

Bazı kibrit çöpleri, aykırı insana benzer.
Bütün kibrit çöpleri aynı yöne bakarken,
Onlar, tam ters yöne bakar.
Kutu açıldığında, ilk önce onlar ele gelir
Ve herkesten önce yanarlar.
Dostlar, aykırılık bazen başa belâdır.

Bazı kibrit çöpleri, birbirine yapışıkdır.
Kafadâr, canciğer insanlar gibi...
Birisi yanınca diğeri de yanar hemen;

Ya, ödünç vermişdir ateşini,
Tutuşamayan arkadaşına,
Vefâlıdır çünkü.

Ya, yanan arkadaşının alevini söndürür,
Hasetdir çünkü.

Ya da, kendisi yanınca,
Yanmak istemeyen arkadaşını da yakar,
Sırf kendisi yandığı için.
Hâindir çünkü.

Hele kibrit vardır ki yanmak istemese bile,
Kendini fedâ edip tutuşuverir hemen,
Sırf arkadaşı yandığı için.
Arkadaşlık dediğin
Pazara kadar değil hani!

En tehlikelisi, kendisiyle birlikte
Kutuyu da yakan kibrit çöpüdür.
Çünkü, içinde yaşadığı milleti yakar.

Bazı kibrit çöplerinin ucunda yanıcı maddesi yoktur.
Ne yaparsa yapsın, yanamazlar.
Yanmadan tüketirler kendilerini
Milletin içinde ot gibi yaşarlar
Ahali nereye, onlar oraya...

İşte, gördünüz, can dostlarım!..
Yanmak da mesele, yanmamak da...

Önemli olan;

Neyi,
Nerede,
Ne zaman,
Niçin,
Nasıl ve
Kiminle yakdığımızdır.

Bir Türk, dünyaya bedeldir!
Bir dost da dünya nimetine bedeldir, bu da bizden!

Hani, Nazım Hikmet der ya;
Sen yanmazsan, ben yanmazsam,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?

Sen yanmazsan, ben yanmazsam,
Çıkar mı bu sevda başa,
Çıkar mı karanlıklar aydınlığa?..


Kıymetli dostlarım;
Deryada balık, semada bulut, saksıda çiçek;
Gülde diken, kafesde bülbül ya da kutuda kibrit!..

Eşref-i mahlûkuz külliyen.
Ötesi yok bu dar-ı dünyada.

17 Ekim yaklaşıyor; 4 onluk, 2 üçlük kaldı!
Yurdunu kanıyla sulayan,
Albayrağın ebedî sancaktârı,
Türk’ün ebedî bayraktârı,
Biz astsubaylar için büyük gün...


Gün;  Emekli astsubaylar için ortak eylem günü...
Gün; Türk astsubayının hak, emek, adalet ve şerefini aramak günü...

Büyük Allahım, herkese herşeyi nasip etmez!
Düşünüp yazanlar,
Söyleyenler,
Okuyanlar,
Tıklayanlar,
Karanlığa küfredip gölgesiyle kavga edenler,
Bulutları boyayıp hiç bir şey yapmayanlar!

Atın iyisi arkadan gelmez...
Yiğit, zorda belli olur!


Seçin birisini.
Kalkın ayağa ve haykırın!..

Siz,
Hangi kibrit çöpüsünüz?

*(Bilinen bir yazıydı, örütbağda bulduk!. Bize derleyip toparlamak düşdü sadece)

brove

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb.III Kad.Kd.Bçvş.

mazeret

Değerli Meslektaşlarım;

Verilmeyen, ötelenen haklarımızla ilgili olarak yıllarca sorumlu aradık. Bu gün birikmiş olan sorunlarımızla yaşamak zorunda kalmamızın başlıca sorumluları olarak Gnkur ve hükümetlerin ön yargıları, kâle almamalarının yanında, Eski Temad Genel Başkanlığı, Temad şubelerinin  tutum ve davnanışları ile bizzat üyelerin, özellikle de üye dahi olmayan meslektaşlarımızın tutum ve davranışları bu sorunları halen fiilen yaşamak zorunda kalmamıza sebep olmuştur.

Bilinçli ve sağduyulu meslektaşlarımızın çabaları sonucunda, belki de en zor olanı başarılmış, TEMAD Genel Başkanı ve ekibi değiştirilmiştir.  Seçilen yeni başkan ve ekibi; çağdaş bir anlayışa sahip, bir Sivil Toplum Örgütünün nasıl olması ve nasıl hareket etmesi hususunda, bence çok kısa bir süre içinde diğer sivil toplum örgütlerine de örnek olacak şekilde faaliyetler içine girmiş,  yapılması gerekenler bilinçli bir şekilde, sırasıyla yapılabilir duruma getirilmiştir. En büyük ve aşılması gereken çok önemli bir engel son derece çağdaş ve demokratik bir yöntemle aşılmıştır. Bu başarıya giden en önemli ve büyük bir adım olmuştur.

 Sorunlarımızla ilgili olarak yıllarca eleştirilen Gnkur.Bşk.lığı, bu günlere gelinceye kadar; “Statü hukukunun” ve bizlerin “tercihi”nin gereği olarak gördüğü sorunlarımızın önemli bir kısmını kabul etmiş ve MSB.lığına gönderek yasalaşmasını teklif etmiştir. Şakadan yasa teklifi yapılmayacağına göre, teklif yapılmış ve kamuoyuna duyurulmuştur. Çok önemli bir takım taleplerimiz  şikayetçi olduğumuz kendi kurumumuz tarafından da kabul edilerek çözüm için harekete geçilmiştir. Nihayet Milli Savunma Bakanı bu teklifleri Kanun Tasarısı haline getirerek Başbakanlığa gönderdiğini birkaç kez yazılı olarak kamuoyuna duyurmuş, yeni yasama yılında yasalaşacağını açıkça beyan etmiştir. Buraya kadar kısaca anlatmaya çalıştığım hususları hepimiz biliyor ve izliyoruz.

Henüz hiçbir sorunumuz (içi boş 1/4 hariç) çözülmüş değildir.  Yıllarca canhıraş bir şekilde mücadele eden, emek veren, göz nuru döken, yürüyen, meydanlara çıkan,  bağıran, çığlık atan, lider ve yönetici olarak seçilip, canını ortaya koyan, gece gündüz internetin başında nöbet tutan meslektaşlarımızın yanında, maalesef görmeyen, bilmeyen ve duymayan kısaca üç maymunu başarıyla oynayan meslektaşlarımızın genel mevcudumuza oranı bence en az % 90'dır. PES GRUBUNDAki sayı herkesin gıpta ile baktığı, bizim adımıza çok onur verici bir seviye olduğu gibi, muhataplarımızın bizleri dikkate almasında  da etkili olmuştur.

TEMAD Genel Başkanı ve ekibi henüz yasalaşmayan tüm haklarımız için bir Sivil Toplum Örgütünden bekleneni yapmaya gayret  göstererek, 17 EKİM’de “DÜNYA ASSUBAYLAR GÜNÜ”adı altında bir “FESTİVAL” düzenleme girişimi başlatmıştır. Ancak internette bu başlık altındaki gruba üye sayısı son olarak 15.991  görülmektedir.

PES GRUBU”ndaki üye sayısı ne kadar gurur verici ise, 17 EKİM etkinliği için açılan gruptaki üye sayısı da  açıkça kronik hastalığımızın aynen devam ettiğini göstermektedir. Buradan kısaca şu sonucu çıkarmak mümkündür. Sanal olarak üyeliğe “Evet”, ancak fiilen etkinliğe katılmaya “Hayır”denmektedir. Bizim bütün sorunlarımızın çözülmeyişinin ana sebebi de tam olarak burada yatmaktadır.  Kendi haklarımızın verilmesini dahi talep etmeden, yalnızca başkalarından medet umularak geldiğimiz noktayı hepimiz biliyoruz.

Endişem odur ki, canla başla çalışan TEMAD Genel Başkanlığı Yönetimi ve yıllarca mücadele eden çok değerli büyüklerim ve meslektaşlarım bu nemalazımcılık karşısında bir kez daha hayal kırıklığına uğramasınlar.

Yasa teklif ve tasarıları halen bir kenarda öylece bekletilmektedir. TEMAD  Yönetimi arkasındaki güce inanarak, haklı taleplerinin amansız takipçisi olduğunu göstermek üzere, 17 EKİM etkinliğini planlıyor. Fakat iş meydanlara çıkmaya gelince “ben de hakkımı aramak için hazırım” diyenler yine % 10'larda görünmektedir. Bu yazımın asıl amacı da zaten bu yüzde 10 değil % 90'lık kesimdir. Hepimiz şimdiden bu % 90'lık gerçeği görüp acil önlem almadan hiçbir hayale kapılmamalıyız. Sonucun, bizleri olduğu kadar, bizleri destekleyenleri üzüntü, kırgınlık ve kızgınlığa sürüklemesi, bizleri sevmeyenleri de çok mutlu edeceği büyük bir ihtimal olarak önümüzde durmaktadır.

Ne Yapmalıdır?

1.TEMAD Genel Başkanlığı: Tüm Temad Şubelerine üyeleri bilgilendirmek ve bilinçlendirmek üzere bildiriler hazırlamalı, şube yöneticileri tarafından üyelere bu bildirilerin toplu halde okunması ve bilgilendirme yapması istenmelidir. Eylül ayından itibaren 17 Ekim etkinliğine katılacakların listesini tutmalarını istemeli, periyodik olarak rapor almalı, genel merkeze sayıların bildirilmesi istenmeli, katılım için şubelerin yerel yönetimlerden ulaşım desteği almaları hususunda faaliyet göstermeleri talep edilmeli ve sonuçları istenmelidir. 17 Ekim etkinliğinden sonra üye yüzdelerine göre şubelerin başarı listelerinin tüm camiaya yayınlanacağı ve başarısızlığın sorgulanacağı şimdiden duyurulmalıdır. Bilmeyen, duymayan ve görmeyen meslektaşlarımızın ısrarla bilgilendirilmeleri sağlanmalı, mazeret unsuru kesinlikle ortadan kaldırılmalıdır.

2.TEMAD Şubeleri : Görevlerinin bilincinde ve hakkıyla yapanlar hariç olmak üzere, büyük bir çoğunluğu maalesef kendilerini kıraathane yöneticisi, üyelerini de müşteri olarak görme alışkanlıklarını terk etmelidirler.  Asli amaç bu görevlere seçilmek değil, üstlenilen görevleri amacına uygun olarak gereğini yapmak olmalıdır. Başarısızlığın nedeni olarak, şubeler üyeleri, üyelerin şubeleri sorumlu tutması kolaycılığı terk edilmelidir.  Tüm imkansızlıklarına rağmen mazeret üretmeden çalışan, çaba gösteren ve başarılı olan şubeler vardır. Bu şubeler ve yöneticileri örnek alınmalıdır.  Birikmiş sorunlar yalnızca bu başarılı şubelerin sorunu değildir. Hepimizi ilgilendiren ortak sorunlardır.

3. Emekli Meslektaşlarımız:

Önce birkaç soru sormak istiyorum;

  • TEMAD nedir?  Biliyor musunuz ve üye misiniz?
  • Emekli assubay olduğunuzu kabul ediyor ve bu meslekten maaş alıyor musunuz?
  • Emekli assubay olarak özellikle son on yıldır mali ve sosyal durumunda hiçbir iyileştirme yapıldı mı?
  • Özellikle son on yıldır, başka meslek gruplarının özlük hakları ile ilgili yapılan düzenlemeleri biliyor musunuz?  Kendi mesleğimizin yapılmasındaki zorluk, sıkıntı ve inanılmaz fedakarlıklara rağmen, bizleri özlük haklarında kat kat geride bırakanların görevlerinin zorluk ve riskini hiç kıyasladınız mı?
  • Örneğin birçok meslek grubunun başlangıç derece ve kademesinin  fakülte mezunları için 8/1,  yüksek okul mezunları için 9/2'den başladıldığı halde, biz emeklilerin halen 10/1  -10/2 ve 9/1 olarak uygulandığını  ve intibaklarımızın yapılmadığını biliyor musunuz?
  • Yığınla biriktirilmiş ve çözülmemiş sorunlarımızla ilgili olarak hiçbir karşılık gözetmeksizin, 45 yaşından 93 yaşına kadar onlarca meslektaşımızın bu sorunların çözümu için amansız bir şekilde mücadele ettiğini, internet sitesi kurduğunu, gazetelere yazdığını, kışın yüzlerce klometre protesto yürüyüşü yaptığını, ilgili bakanlara hesap sorduğunu, bizleri temsil edenlerin yoğun çabalarını ve karşılaştıkları zorlukları hiç duydunuz mu?
  • Gazete okumam, internete girmem, TV.'de haber izlemem, ülke sorunları da mesleğimiz ve  mesleğimizin sorunları da, hâttâ mesleğimize ve kişiliklerimize yapılan saldırılar da beni hiç ilgilendirmiyor diyorsanız bu gerçekten üzüntü verici bir durumdur. Bütün bunları biliyor ve buna rağmen sessiz kalmayı tercih ediyorsanız, bu da gerçekten vahim bir durum  değil midir?

Yeni TEMAD  Yönetimi 17 EKİM TARİHİNİ ASSUBAYLAR GÜNÜ ilan etti. 20 Ekim tarihine kadar bu etkinlik devam edecek. Sorunlarımız Yasa tasarısı olarak Başbakanlığın önüne kadar getirildi. Yalnızca Anayasal ve demokratik haklarını kullanarak sorunlarına sahip çıkacak ve inatla  takip edecek sahiplerinin var olduklarını göstermelerini bekliyor.

Hayatımız boyunca bir kez olsun Anayasal hakkımızı kullanarak sorunlarımıza birlikte sahip çıkalım. Bizler için mücadele edenlere güç ve destek verelim. Yaşamsal sorunların dışında bir kez olsun mazeret yerine adalet ve hakkaniyet için bir araya gelmenin erdemini yaşayalım.

%90 sorumsuzluk bizim için ne kadar üzüntü verici ise % 90'lık sorumluluk duygusu en az o kadar kıvanç verici olacaktır. Sorunlarımızın çözümü artık kesinlikle başkasının elinde değil, Bu % 90'lık kitlenin kendileri için vereceği kararla çözülecektir. Bu husus da kendimize saygımızla çok yakından ilgili bir husustur. Tüm meslektaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Devr-i Sâbık!

Ağustos 04, 2012

Devr-i Sabık Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bunaltıcı yaz sıcaklarının hüküm sürdüğü şu telaşlı fakat müteheyyiç Ağustos günlerinde sitemizin Mesaj Panosunda bir haber yayınlandı. Hazan mevsiminde gurup vakti hoyrat esen rüzgâra kapılan dalından kopmuş günbatımı renkli kuru bir yaprak misali gündelik hayat gailesinin içinde sürüklenerek yitip giden bu habere bigâne kalamadım.

Merak edip okuyanlar bilirler; bu haber, emekli bir astsubay ağabeyimizin ölüm ilanıydı. Allah rahmet etsin, mekânı cennet olsun! Yorumlarıyla mücadelemizin ateşini harlayan Sayın Nejdet TÖRE, sevenlerinden birisi, vefalı bir dostu ya da silaharkadaşı olmalı. Vefatı duymuş ve bir kadirşinaslık timsâli olarak haberi sitemize taşımışdı. Demek ki mütevaffanın en az bir seveni vardı. Vardı deyip teselli buluyoruz; ya mazallah sayın Nejdet Töre de olmasaydı? Kim, nasıl, nereden bilecekdi ki bir meslekdaşımız daha meçhule giden sessiz gemiye binmişti.

Sahabeden birisi, peygamberimize (s.a.v) sormuş;

- Ya Muhammed, kıyamet ne demekdir?

Peygamberimiz (s.a.m) cevaplamış;

- Kişi öldüğü gün, kıyameti kopmuşdur”.

Rahmetlinin ölüm haberi, ilk günlerde Mesaj Panosunun birinci sırasında yayına girdi. Sonra, üyelerimiz yeni haberler ekledi. Bir daha, bir haber daha... Bilgisayar denen ruhsuz, hissiz makina, bu vefat haberini aşağı doğru itti. Bakmayın, bugün göremezsiniz. Çünkü artık yok!.. Maaşa zam müjdesi vermiyordu ki saniyesinde bilmem kaç bin kere tıklansın ya da günlerce panoda kalsın. Haber, çokdan Mesaj Panosunun dışına atıldı ve geri gelmemek üzere tarihin tozlu sayfaları arasında kayboldu.

Ateş, düşdüğü yeri yakar. Kimbilir, bu ölüm haberinin arkasında ne emeller ne umutlar ne hayaller, ne dostluklar, ne hayal kırıklıkları, ne acılar, ne hüzünler, ne yokluklar, ne açlıklar var? Öyle ya o rahmetli de bir insandı. Hikayesini bilip bulmak, yazmak fayda getirir mi? Bilmiyorum. Fakat iyi bildiğim bir hakikat var ki bu ağabeyimiz, aç öldü. Ey yüce milletim ve kıymetli silahdaşlarım; bugüne kadar yüzbinlerce emekli astsubay gibi bu ağabeyimiz de aç öldü ve Hâk’kın huzuruna aç gitti!

devri-sabik-2Şu an okuduğunuz sayfanın sağ tarafındaki resme bakar mısınız? Kim onlar, tanıdınız mı? Efendim? Emekli astsubaylar mı dediniz? Yoksa o resimdekilerden birisi de siz misiniz? Ne yapıyorlar? Ellerinde pankartlar, dillerinde sloganlar, sel gibi akıp sokağa dökülmüşler. Ne kadar acı, ne kadar incitici, ne kadar gurur kırıcı... Sayıları onbinler, yüzbinler... Ne diyorlar peki? “Açlık sınırında boğulduk!” Boğulmak, ölmek midir? Evet, ölmekdir. Öyleyse bu emekli astsubaylar “açlıktan öldük” diyorlar değil mi? Astsubayı; savaşda, cephenin en önünde harp ettir, şehit olsun. Barışda, açlık sınırında maaşa mahkûm et, bu kez de açlıkdan ölsün. Her koşulda yolu ölüme çıkan başka bir meslek var mı acaba? Bu nasıl bir kaderdir allahaşkına? Aç ne yemez; tok ne demez... Emekli astsubayları bir somun kuru ekmeğe, bir acı soğana muhtaç edenler, Türk olamaz, müslüman olamaz. İnsan diyorsanız, işte o hiç olamaz. 1975 senesinden bugüne kadar geçen yaklaşık 40 senede; astsubaylar, ilk defa sokağa döküldü ve açlıktan öldüklerini haykırdı. İnsanın içini sızlatan, yüreğini dağlayan, gönül telini titreten böyle manzarayı bunca zamandır ilk defa gördü gözler bu memlekette. Peki, emekli maaşının az olduğunu iddia ederek sokağa çıkıp elinde böyle pankart taşıyan emekli bir tek subay gördünüz mü siz ömrü hayatınızda? Bir tane bile olsa emekli bir subayın açlıkdan öldüğünü duydunuz mu? Bu resme iyi bakın dostlar. Devlet, insanca yaşamaya yetecek kadar emekli maaşı vermezse şayet, onlar da yakında açlıkdan ölecekler.

Töremizde; kadına yaşı, erkeğe maaşı sorulmaz. Bilirim, çünkü Türk erkeği için, olmasa da “param yok” demek ölümden beterdir. Şeker isteyen çocuğuna, torununa “param yok” diyen bir babanın, bir dedenin ızdırabını bizler iyi biliriz. Bir günlük ömür, üç öğün aş ister. Torununa şeker almak şöyle dursun, bu emekli astsubayların yiyecek bir somun kuru ekmeği bile yok, Ey Türk Milleti!

Bilenler biliyor, bilmeyenler de bilenlere sorsun demiyorum! Zira burada yazdıklarımı anlamak için, dört işlemi bilmek yeterli. Mühürlü gözlere, kilitli ağızlara, kurşun dökülmüş kulaklara, nasırlı vicdanlara bir kez daha sesleniyorum. Rahmetli, ikinci dereceden emekli edildi, bundan hiç şüphe yok. Çünkü, Türkiye Cumhuriyetinin bütün vatandaşlarına istisnasız verdiği bir hak, ondan külliyen esirgendi. Her memurun yükselebileceği derece/kademeyi, kanunla yasak ettiler ona. Kendisi, en iyi ihtimalle 2/6’dan emekli edildi. 2/99’dan emekli olsa kaç kuruş fark eder? Peki, 2’nin 6’sından emekli edilen bir astsubay kaç para emekli maaşı alır? Bilenler söylesin, bilmeyenler öğrensin. Ya üçüncü dereceden emekli olduysa rahmetli? İşte o zaman sadece kendisi için değil, arkada bırakdığı dul ve öksüzler için de kıyamet kopdu demekdir.

Haberi okuyunca içimi tuhaf bir his kaplayıverdi.  Üşümedim Ağustos sıcağında fakat soğuk soğuk titredim birdenbire. Damarlarımdaki kan dondu sanki. Dilimden dökülen kelimeler boğazımda düğümlendi. Ne bileyim, nasıl diyeyim, bilemiyorum... Kendimi düşündüm bir an... 50 senelik bir ömür... Emeklilikde ikinci bahar değil, sadece ikinci yıl... Öyle ya; tiyatro değil, tekrarı yok bunun! Astsubayın ömür ortalaması 60 yaş  dersek, önümüzdeki dokuz sene içinde fücceten gidip de imamın kayığına binersem dostlar, şaşırmayın emi? Allaha bir can borcumuz var elbet. Vakti zamanı geldiğinde kelime-i şahadet getirip gönül huzuruyla gülerek veda etmesini biliriz hani. Şerefli bir astsubay olarak mesleğimden ve vatanıma adadığım 34 senelik hizmetimden asla pişman değilim. Çünkü bildiğim en iyi işi yaptım. Çocuklarıma bırakacağım yegâne ve en kıymetli miras da babalarının astsubay olmasıdır. Hakkımı, vatanıma, milletime ve kendi silah arkadaşlarıma helâl ediyorum. Ancak, ya emekli olduktan sonra bana açlık maaşını reva görenlere? Elbet hesap günü gelecek. En gecinden bile olsa, ahirette hesaplaşmaya hazır olun! Huzuru mahşerde iki elim yakanızda olacak. Statü hukuku deyip arkasına saklandığınız o helvadan put, o kâğıttan zırh, bakalım sizi cehennem ateşinden koruyabilecek mi?

Rahmetli ağabeyimiz, 73 mezunu. Demek ki vefat ettiğinde 60 yaşlarındaydı. Şimdi geldi aklıma, bir araştırılsa acaba astsubayın ömür ortalaması nedir? Türkiye ortalamasındaki sırası nedir?

Rahmetli, emekli olmak için en az 20 sene çalışdı. Belki de 30 sene veya daha fazla... Benim tahminime göre emekli olduktan sonra takrîbi 10 sene yaşadı. Devlete en az 20 sene prim ödedi ve ancak 10 sene emekli maaşı, yani “açlık maaşı” aldı. Meclisde iki sene görev yapdıktan sonra şimdilik 5.300 lira emekli maaşı alan vekillerin kulakları çınlasın.

İlk 20 senesi çocukluk ve gençlik... en az 20 ilâ 30 senesi vatana hizmet... Geri kalan 10 senesi de yokluk, açlık ve çile dolu bir emeklilik. Alın size 60 senelik ömrün, bir satıra sığdırılan kısacık hesabı; İşte, bu kadar... Kahraman, fedakâr, cefakâr dedikleri dağ gibi bir Türk astsubayının hayat hikayesi... Dikkat ediniz, sadece üç cümleden ibaret.

O’na kahraman dediler, fakat tabutunu top arabasına koyup bandolu tören tertip etmediler; imanlı, abdestli dört mü’min omuzladı tabutunu mezara kadar. Fedakâr dediler, fakat devlet mezarlığına gömmediler; mahallesinin, belki de memleketinin kuş konmaz, kervan geçmez ücrâ bir köyündeki köhne bir mezarlığa defnettiler. Devlet mezarlığında kâşâne misâli kabir yeri, ağaya beleş! Lâkin halk mezarlığında vatandaşa ücrete tabi. Belediye mezarlığından alelâde bir kabir yeri almak istedim, iki sene evvel. Üç metre murabba mezar yeri için tam 1.000 lira istediler. Uğruna ölmek için yemin ettiğim toprağı, belediye satmaya kalkdı bana. Almadım tabi. Bu günleri görmek de varmış kaderde. Rahmetlinin mezar taşı var mı? Siz söyleyin. Lâkin birinci sınıf pamukdan mamûl iki buçuk metre kefen bezi bîlâ bedel. Cefakâr dediler, açlıkla terbiye ettiler. Utanmadan, yüzleri kızarmadan kendileri 4 yuttu, rahmetliye 1’i çok gördüler. Bizimki mide, peki sizinki işkembe mi ağalar? Bu da yetmedi; hayatının son dönemecinde bir lokma ekmeğe muhtaç edip aç öldürdüler rahmetliyi.

Astsubaya yapılan şu haksızlık ve hukuksuzlukları gâvur, gâvura yapmaz, inanın. Kendi subayının ve kendi mahkemesinin hışmına uğradığı için davasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götüren bîçare astsubaya yapılan haksızlıklar, gâvura bile dudak ısırtıyor. Bu memleketin has evladı astsubaya yapılan haksızlık, elin gâvurunun bile vicdanını sızlatacak kadar hoyrat ve ölçüsüz. Yanlış hesap ne yazık ki gâvurun mahkemesinden dönüyor sevgili dostlarım. Gâvur daha mı vicdanlı yoksa? İdareyi temsil edenler adalet mizanını mı kaybettiler, yoksa akıllarını mı? Gâvurun, gâvura yapmadığını birileri bize yapıyor. Düşünüyor, bir anlam veremiyorum. Bu gadir niye? Bu kıygı niçin?

devri-sabik-3Kul hakkı ağırdır, altından kalkamazsınız dedik, burun kıvırdılar. Kara kaplı kanun klasörünün arkasına, cüppenizin içine saklanmayın dedik, bıyık altından güldüler. Her nefs, ölümü mutlaka tadacak dedik, kulaklarını tıkadılar. Hakkımızı haram ettik, yüzleri kızarmadı, arsızca dudak bükdüler.

Peki, kimdir bu faili muhtarlar? Nasıl oluyor da böylesine fütursuz, doludizgin, hesapsızca, hatta utanmazca davranabiliyorlar? Bu memleketin öz evladı astsubaylara böyle büyük ezâ ve cefâ edebiliyorlar? Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti ise bu fiili hangi kanun maddesine sığdıracağız? Türk Silahlı Kuvvetlerini babalarının çiftliği; astsubayları da beyaz köle mi sanıyor bu apoletli muhannetler? Nasıl oluyor da astsubayların canına kastedip aç ölmelerine sebep oluyorlar? Astsubayın katli vacipdir diye mestur bir fetva mı verdiler yoksa? Kimdir bunlar? Eşgâli, meşrebi nedir bu zalimlerin, hiç merak ettiniz mi? Devletin bekâsına alenen kast eden eşkıyayı koruyup kollayan kanunlar, açlıktan ölen astsubayın feryadına kulak vermeyecek mi? Astsubayın, eşkıya kadar dahi kıymeti yok mudur bu memlekette allahaşkına?

İdareci; temsil ettiği insanların hukukunu korumada cesur, güçlü, yetenekli, ehil, mahir, başarılı, samimi, dürüst, bilgili, insaflı ve adil olmak mecburiyetindedir. Çünkü İdareci, görev yaptığı yerde kendisini değil, çalıştığı kurumu temsil eder. İdareci, efendi değil, hizmetcidir. Çünkü o, artık mensubu olduğu kurumun itibarını, unvanını, yetkisini, birlik simgesini, adresini daha da önemlisi imkanını kullanmaktadır. Adalet tesis edildiğinde ancak ortak bir huzur ve güven hâkim olacaktır. Emekli astsubayın meşru mücadelesinin temelinde ve özünde işte bu ana fikir ve ortak payda vardır.

devri-sabik-4Fransız oyun yazarı Jean-Baptiste Poquelin, nam-ı diğer Molière’in meşhur bir sözü vardır; “İnsan, sadece yaptıklarından değil, çoğu zaman yapamadıklarından da sorumludur” der. Komutanlarımız, bu özlüsözü biraz tevil etmişler ve şu şekilde söylemeyi münasip görmüşler; “Komutan, yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumludur”. Yeri geldiğinde, komutanlık makamının önemini ve manasını kuvvetlendirmek amacıyla bu vecizeyi, askerî talimatlarda ve konuşmalarında kullandıklarına siz kıymetli silahdaşlarım da şahit olmuşsunuzdur.

Madem ki asker kişiler, komutan sıfatını taşıdıkları için yaptıklarından ve yapmadıklarından kendilerini peşinen mesul kabul ediyorlar, öyleyse aç ölen emekli astsubayların hesabını vermelidirler. Ortada bir nevi “kasten açlıktan adam öldürme” veya cinayet değilse bile en azından cünha diyebileceğimiz bir fiil var. Öyleyse bir de “faili” olmalı, değil mi? Madem ortada bir fiil var ve aç ölen emekli bir astsubay var, öyleyse bir de bu fiilin sorumlusu, bir başka ifadeyle, elbette bir “Devr-i Sabık”ı olacakdır. Diclenin kenarında kurdun kaptığı kuzunun hesabı devletten soruluyorsa, aç ölen astsubayın hesabı da sorulmalıdır. İşledikleri bu fiilin hesabını bugün değilse yarın, en kısa zamanda vermelidirler. Öyleyse gelin dostlar, bugünden tezi yok. “Aç ölen” silahdaşlarımızı takip edelim. Eğer mümkün ise, aç ölen meslekdaşlarımızın isimlerini, hiç olmazsa sayısını, sitemizinde hakkımızı alıncaya kadar yayınlayalım. Hani şu anasayfanın sağ alt tafında bir sayaç var ya, işte onun gibi bir şey... Sayın Nejdet TÖRE’nin haberini verdiği rahmetli de hak arama uğruna fakat hakkını alamadan “aç ölen” ilk ağabeyimiz olsun.

Genelkurmay Başkanlığımızın manevi şahsiyetine saygılıyız. Sayın Genelkurmay Başkanımızın emekli astsubayın sıkıntısını yürekden hissettiğini biliyoruz. Astsubayın çekdiği maddi meşakkati en yakından gören ve bizler ile aynı düşüncede olduğunu bildiğimiz çok sayıda hakşinas, vicdanlı, gönüldaş subayımıza müteşekkiriz. Ancak şunu da biliyoruz ki, sıkıntılarımızın giderilmesi konusunda sayın Genelkurmay Başkanımızın bugüne kadar ortaya koyduğu irade ve kararlılık ne yazık ki kabul edilen kanunlara hiç yansımamıştır. Demek ki karargâh çalışmasında görevli personel arasında sayın Genelkurmay Başkanımızın emirlerini kıtır kıtır kemiren işgüzar firavun fareleri var. Bu hakikat artık görülmelidir. Emekli astsubayın maaşının bugünün koşullarına göre düzenleneceğine dair en yetkili makamların verdiği sözlerin tutulmaması yapılan kanunların her seferinde boş çıkması,  güvensizlik uçurumunu her geçen gün biraz daha derinleştirmekte ve Türk Silahlı Kuvvetlerine onulmaz zararlar vermektedir. Emekli astsubaya verilen vaatler bir an önce yerine getirilmelidir. Kimse makam masasının arkasına sinmesin, apoletinin altına saklanmasın. Hedefimizde; canım, cennete; canın, cehenneme diyenler var. Işığı önümüze tutun diyoruz, gözümüze tutuyorlar. Hedefimizde; son 50 senedir astsubaylara gadreden ve hırsları boyunu aşan süne zararlıları var. Bize zulmeden bu apoletli uğursuz zalimleri isim isim tespit edelim dostlarım. Bu Devr-i Sabıkları, bütün dünya bilsin... Ordu mensuplarının arasına fitne tohumu eken bu baldırgan otlarının, bu yaban yapalaklarının maskesini er ya da geç düşüreceğiz. Bu lapacıları, bu fitne kumkumalarını günü geldiğinde öyle bir teşhir edelim ki hesap sırası gelinceye kadar işgilli büzük gibi dingildesinler.

Muhterem büyüklerim, kıymetli silahdaşlarım;

devri-sabik-5Büyük önder Atatürk, Yüce Türk milletine “muasır medeniyetlerin dahi üstünde” bir yer ve hedef göstermişdir. Türk astsubayının da şiarı budur. Hedefi; kendisine, gelişmiş ülke astsubaylarının da üstünde bir yer bulmakdır. Hak ettiği kıymeti ve makamı her türlü engele rağmen mutlaka bulacakdır.

Bu yazımda sakın bir meyusiyet aramayın. Çünkü bir katre bile katmadım. Meyus olanlar lutfen zahmet edip yorum yazmasınlar! Aksine, “aç ölen” her silahdaşımız, yeni bir meşale olup yolumuzu aydınlatacak ve mücadelemizi sonuna kadar devam ettirmek için bizleri tazeleyecek, inanç ve kuvvet aşılayacaktır.

Emekli Türk astsubayının meşru şeref mücadelesinin meşalesini Genel Başkanımız Sayın Ahmet KESER 2012 yılında yakdı. Hakkımız, şerefimizdir. Şeref mücadelemiz, yakıtı alın terimiz olan bu sönmez meşalenin nurunda dalga dalga büyüyor. Ferasetli yüce milletimiz, astsubayının açlığını yüreğinde hissetmiş, davasını kendi davası bilmiş ve gönülden desteklemişdir. Yürümek, aç ölmekden iyidir. Tarifsiz acılar çeksek de, gurumuz incinse de, gün be gün açlıkdan ölsek de kararlı adımlarla ve azimle hedefimize yürüyoruz. Dün imkansız olanları bugün başardık. Hedefimize her zamankinden daha yakınız. Önümüzdeki aylar, sayın Genelkurmay Başkanımız ve sayın Millî Savunma Bakanımızın emekli astsubayın özlük hakları konusunda basında yayınlanan sözleri ile imtihanına tanıklık edecek.

Ateşi yakdık!
Un var, yağ var, şeker var...

 

 brove

 

  

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb.III Kad.Kd.Bçvş.

SEVGİLİM

Temmuz 29, 2012
sevgilim-pes

Sevgilim, Canım Karıcığım,

Seninle geçen evlilik yıllarımızdan birinin yıldönümünde “Bu kadarına pes” demeden benimle aynı yastığa baş  koyduğun için bu aşağıdaki cümlelerimi sana ithaf ediyorum. Bu yazı herhangi bir assubayın eşiyle yaşadığı bir serüvenin içinden yalnızca biridir.

Assubaylık mesleğine başladığım yıllarda bunun bir meslekten ziyade bir hayat tarzı olduğunu hemen kavramıştım. Bu hayat tarzındaki rolümü hiç mi hiç beğenmemiştim. Beğenmememin nedeni baş rol beklerken yan rolü üstlenmiş bir tiyatro oyuncusunun psikolojisi ile bir değildi. Yüz yıl önce Amerika Halkındaki zenci-beyaz ikilemesine benzer bir yaşam tarzına girdiğim için mutsuzdum fakat hep bir gün sona ereceğinden umutluydum. Bilinçsizlik mi dersin, yoksa bencillik mi, ne dersen de, seni de bu beğenmediğim yola ortak ettim. Ne yaparsın işte!.. Bizim meslektekilerin bir lafı vardı. “- Bu mesleğe başlarken 1-0 yenik başlarsın. Evlendiğinde de durum 1-1 berabere olur.” Derlerdi. Bu laftan hiçbir şey anlamasam da kadını aşağılayan bir düşünceye yakın bulur ve pek beğenmezdim. Acaba benim de zencim sen miydin? Ne kadar aptalca değil mi?

Düğünümüzü hatırlıyor musun? Düğün salonlarında en güzel masa gelin ve damatındır. Bütün gözler bu masadadır. Gülümseyen gözlerle onlara mutluluklar dilerler. Oysa bizim düğünümüzde konsantre bozucu bir masa vardı. Komutan masası. Ne kadar komik değil mi?

İlk evlendiğimizde seni annenin kollarından alıp da uzak şehre götürdüğümde yüzündeki öksüz tavrı  görünce demiştim ki… “ Biz iki kişilik bir canız. Ben senin yanındayım. Sakın üzülme.” Ben nöbetlere giderken içini garip bir telaş ve hüzün kaplardı. Ben eve geldiğimde de keyiflendiğini hissederdim. Gelecekle ilgili planlar kurar, borçla aldığımız eşyaların taksitinin bitmesini sabırla beklerdin. Tatil planlarımız bu borçlar arasında bir hayal olarak kalırdı. Lojmanın kapısında nöbetçi kulübesi ve içinde bir asker vardı. Senin en büyük manzaran buydu. Onların nöbet değişim zamanlarını bilirdin. Sanki sen de bir çeşit nöbetçiydin.

Hatırladın mı aşkım, bize lojman çıktığında eşyalarımızı kamyondan lojmana taşımak için asker veriyorlardı. Bize de yardımcı olsunlar diye üç asker vermişlerdi. Ancak sen onlara acımıştın da onlardan daha çok eşya taşımıştın. O zaman sen bu askerlerin eşya taşımasını içine sindirememiştin de, ben sana bunun normal olduğunu söylemiştim. Oysa normal değildi. Bunu ben de biliyordum. Ancak mesleğimi avantaja çevirebileceğim yegane anlar idi bu anlar.  Ama düşünüyorum da her tayin döneminde bir birlikteki onlarca kişinin evini bu erler taşırdı. Sen de bunu gördükçe çocuğunun asker olmasını istemezdin. Hatta bu çocukların anne ve babaları görse ne kadar kızarlar derdin. Gece biz sıcacık evimizde otururken kaloriferimize kömürü asker atardı. Bazıları evler çok sıcak oluyor diye hayıflanır, bazıları da ısınamıyoruz diye kalorifer dairesine gider askere fırça çekerdi. Bu hatıralarımızı da sorgulamamız gerek diye düşünüyorum.

Askerler bana senin yanında “komutanım”  dedikçe kendimi Genelkurmay Başkanı gibi hissediyordum. Senin beni yavaş yavaş tanımaya başladığın o anlar, sübjektif bir realitenin ilk adımları idi.

Sonraları hayatına komutanın hanımı  girdi. Sen benim gözümün içine bakarken, sanki birileri sana “hayır yanlış kişinin gözünün içine bakıyorsun. Komutanın eşinin gözünün içine bak.” Diyordu.

Senin normal günlük hayatın komutan eşi ve ona farklı davrananlar arasında “tavır” olarak algılanıyordu. Artık yavaş yavaş üniformayla tanışmaya başlamıştın.

Gençtik. Eğlenmeyi de severdik. Arkadaşlarla veda gecelerine, Cumhuriyet balolarına katılırdık. Bu gecelerde askeri hiyerarşi adıyla bazı kurallar geliştirilmişti. Komutanla eşi dans pistine kalkmadan kimse dans etmemeliydi. Oturum yerleri daha önceden belirlendiği gibi rütbeye göre olmalıydı. Ancak saflığımız ve eğlenmeye odaklanmış olmamız nedeniyle bunlara pek kulak asmazdık. Başkalarının bizleri üzmesine müsaade etmezdik. Oysa kendilerini fark ettirmek isteyenler, biz fark etmek istemedikçe önümüze dikilir ve tabiri caiz ise “ Beni fark edeceksin.” Der gibi emrivaki tavırlar sergilerlerdi. Bu fark etmeme halimiz, bizim gibi davranmayanlar tarafından da kullanılarak asiler veya disiplinsizler arasına girmemize vesile olurdu.

İlk acı tecrübeni kuaför sırasında almıştın. Sivil memur kuaför senin güçlükle aldığın randevuyu Subay eşine vererek seni çok öfkelendirmişti. Çalıştığım iş yerine geldiğinde iki gözün iki çeşme ağlıyordun. “Gidelim buradan” diye yalvarıyordun.

Bir gün komutanım beni makam odasına çağırmıştı. Mart ayının yaklaştığını ve kendisini zor durumda bıraktığımı  söylemişti. Beni tüm kalbiyle samimi olarak uyarmıştı. Yani eşin sosyal faaliyetlere katılmıyor. Böyle devam ederse sana yüksek sicil verirsem başkalarına haksızlık yapmış olurum diyordu. Ayrıca benim iyi sicilli ve gelecek vaad eden, yurt dışı görevine yakın bir personel olduğumu söyleyerek senin sosyal faaliyetlere, yani eşinin düzenlediği çay partileri ve günlerine katılmanı istiyordu. Bunu sana söylediğimde sen korkarak, senin başına kötü bir şey gelecekse ben katılırım. Demiştin. Oysa benim başıma kötü bir şey gelmesine gerek yoktu. Sadece umutlarıma seni esir edecektim. Beklentilerimde senin de rolün olmuştu. Hani komutanlar rütbe terfi törenlerinde konuşurlarya… “ Bu rütbeye gelmemde en çok  emeği geçen sevgili eşime teşekkür ediyorum.” Galiba bu bir realite idi. Evet eşlerin rolü büyüktü. Neyse işte… O ikazdan sonra sen de bir çaya katılmıştın. Senin aslında çaylardan falan kaçtığın yoktu. Sen sadece orada yaşanan eşler arası askerlikten de öte yalakalık pozisyonlarına takılıyordun.

Kıdemli Başçavuş olmuştum. Seni de yanıma alıp devre arkadaşımla 30 Ağustos balosuna gitmiştik. Havuz başındaydık. Biz arkadaşımla resmi elbiseliydik. Sen de çok şıktın. Geceye kimbilir ne kadar heyecanla gelmiştin. Ancak ne kadar da derin hüzünle ayrılmıştın. Baloda Generalin protokol masasının etrafında yaklaşık onbeş masa falan subay vardı. Tüm subaylar havuzun başını çevrelemişti. Assubaylar da köşelerde bir yerlere sıkıştırılmıştı. Bizim masamız alanın girişinde idi. Her geçen bizim yanımızdan geçip masasına ilerliyordu. Salona girişte selamlamalar yapılıyordu. Ancak ne hikmetse sadece bir subay ve eşi haricinde kimse bize bırakın selam vermeyi görmezden gelmişlerdi.  Sonra kendi aralarında subay subaya eğlenmişler ve biz de onları izlemiştik. Sen sinirlenmiştin ve bir daha böyle bir yere gelmeyelim demiştin. Sana söylemedim ama ertesi gün Komutan iki tane genç assubayı fırçalamıştı. Neden mi? 30 Ağustos balosunda fazla eğlendiler diye…

Doğrusu; general, subaylar dururken assubayların eğlenmesini içine pek sindirememiş ve yanında oturan komutanımızı ikaz etmişti. Ne de olsa onlar yüzbaşılıktan binbaşılığa terfi ederler, biz ise başı sonu çavuş, üstünkörü, tabiri caiz ise fasulyeden bir rütbe alırdık. Tabii ki 30 Ağustos'larda da figüran olmalıydık.

Bir gün büyük oğlum hışımla eve geldi.Spor salonundan gelmişti. Hatırladın mı? “ Sen neden Albay olmadın?” diye hem iç çeke çeke ağlıyor, hem de hırsını bana yansıtıyordu. Kendisine ne olduğunu sorduğumda spor salonundaki görevli askerin ellerindeki topu alarak Albayın oğluna verdiğini hıçkıra hıçkıra anlatmıştı. Ancak o an görevim sakinleştirmek olduğu için ben de aynı psikolojiye bürünmemeliydim. Oğlumu gülümseyerek teselli ettim. O an seninle ikimiz de göz göze gelmiş ve birbirimize söylemeden sessizce emekli olma kararı almıştık.

Sanki birileri bize emekli olun demeye başlamıştı. Her şey üst üste geliyordu. Oğlumun okulu garnizon içinde bir okuldu. Çocuklar subay, astsubay ve sivil memur çocukları idi. Çocuklarımız da bu okullarda subay, astsubay ve sivil memur idiler. Öğretmenler çocuklara babalarının konumuna göre davranırlardı. Hatta bir keresinde veli toplantısında öğretmenden sözü alan bir subay eşi diğer velilere dönüp çocuk ve eğitim hakkında konuşmaya başlamıştı. Sınıf annesi seçiminde sivil memurun eşi aday olmasına ve parmağını  ısrarla kaldırmasına rağmen, subay eşi olan öğretmen hiç parmak kaldırmayan subay eşini sınıf annesi olmaya davet etmişti.  Artık komedi filmi izler gibi olayları izler olmuştum. Ancak bu komedi filmini birazcık şenlendirmek gerekliydi. Nasıl olsa emekli olacaktım. Yaptım da…

Toplantıda söz alarak orada bulunanlara bu komik durumu anlattım. Sivil memurun eşi aday olduğu halde sınıf annesi seçilmemesinin sebebini öğretmene sordum. Neden öğretmen dururken bir velinin diğer eşlere nasihat verdiğini sordum. Tabii ki aldığım klasik cevap beni yanıltmadığı gibi bu cüretim de rütbeli eşlerinin kulağına gitmişti.  Ama aşkım inan ben çok eğlendim. Kendimle gurur duymuştum.

O zamanlarda büyük oğlum her fırsatta büyüyünce asker olacağını söylerdi. Aslına küçücük vücudundaki kocaman kalbiyle bizi kırmamak için “asker” kelimesini seçmişti. Aslında subay olmak istiyordu. Biz ise oğlumuzun ileride bu mesleği seçmemesi konusunda onu ikna etmeye çalışıyorduk. Çünkü onun böylesi bir sistemin içerisinde olmasını istemiyorduk. Aksi taktirde tabii ki onun istikbaline müdahale etmek istemezdik. Nitekim oğlumuzun bu istekleri  çocuklukta tanıştığı askeri değer yargılarına göre şekillenmişti. Emekli olduktan sonra askerliğe ilgisi zaten otomatik olarak kaybolmuştu.

Emekli dilekçemi vermiştim. Son bayrak törenim idi. Emekli olan biri için bu son bayrak töreni çok önemlidir. İnsan ister istemez duygulanıyor. Bayrağa bakıyor. Atatürk’e bakıyor. Yanındaki arkadaşlarına bakıyor. Tam ben bu duygusal sahneye takılmış  İstiklal marşının hoparlör devresinden verilmesini bekleyip İstiklal Marşını tüm benliğimle söylemeyi düşlerken iştima sırası yarıldı. Hepimiz kenara çekildik. Yüzbaşı iştimaya dalmış arka taraftaki sivil memurların kıyafetlerini kontrol ediyordu. Bu duygusal dakikalarımı bir yalancı rüya gibi tamamlayarak gülümsemeli bir ifade ile içimden “ ohhh kurtuldum.” Diyerek emekli oldum.

Bak aşkım bunlar ikimizin yaşadıkları. Bir de sana anlatamadıklarım var. Bir de görevimin başında yaşadıklarım var.

Ama ilk kez sana şunu itiraf etmek istiyorum. Çalıştığım müddetçe aldığım her maaşı sorguladım. Ben bu maaşı hak edecek ne yaptım? Diye sordum.  Çünkü bir şeylerin yanlış gittiğine emindim. Bu yanlış gidişe dur diyememenin ve içinde sürüklenmenin acısını yaşadım.

Televizyonlara çıkıp Güneydoğu Kahramanlığı  rolünü oynayan, söylediği yalanlara kendileri de inanan hayalperestleri izledikçe kendimi başka bir orduda görev yapmış gibi hissettim.

Oysa benim çalıştığım orduda kurallar o kadar basitti ki…

Kurtuluş savaşını kazanmış, yoktan bir ülke kurmuş kahraman bir ordunun mirasının üzerine inşa ettiğimiz sırça köşk ne kadar da göz kamaştırıcı ve egoların tatmini ile görev ne kadar çok ilişkilendirilmiş.

Abartılı bir teşbih olmakla birlikte “On Emir” filminde köleler ve mısırlılar arasındaki kast sistemi senin lojman hayatında çok çarpıcı bir örnek değil mi? Bu bağlamda düşündüğümde özgür hayattan çıkıp gelen astsubay eşlerine dayattırılan hayat tarzı ne kadar trajikomik değil mi canım. Aynı mahallenin iki kızı, sen benimle evlisin ve sen sınıf arkadaşın benim komutanımla evli ise sen o arkadaşına artık eski arkadaşın gibi davranmamalısın. Senin ona “Hanımefendi” demen gerek. Hayat yazılmadan okunan trajikomik bir kitap. Hayvani bir içgüdüyle yönetilen gelenekselleşmiş davranışlar ayıplayıp küçümsediğimiz ilkel topluluklara ne kadar benziyor.

Emekli olur olmaz TEMAD’a üye olmuştum. Seninle birlikte TEMAD’ın düzenlediği bir yılbaşı organizasyonuna gitmiştik. Ancak sen bana “bir daha gitmeyelim.” Demiştin. Çünkü orada gördüklerimiz, görmek istediklerimizden çok uzaktı. Bir kenara atılmış bir çaresizler bölüğünün içinde gibi hissetmiştin kendini. Çoğu belletilmiş bir çaresizliğin içindeydi. Taaa ki, Sayın Ersen Gürpınar’ın bir güneş gibi çıkıp parlamasına, Sayın Tuncer Küçük’ün Onur Yürüyüşüne, emekliassubaylar.org’un Kral çıplak demesine, Emekli Assubaylar Güçbirliği Platformunun “Biz kimiz ne istiyoruz” bildirisine, Yeni TEMAD Başkanının televizyonda çıkıp konuşmalarına kadar. Onların, bizlerin mücadelesini en çok sen alkışlıyordun. “ İşte bu…” diyordun. Oysa hiç birimiz uğradığımız mağduriyetlerde, siz eşlerin maruz tutulduğu sosyal mağduriyetlere fazla değinmek istememiştik. Bunlara değinmek bir kompleksli halin ifadesi gibi algılanır diye düşünerek kamuoyuna bu sorunlarımızı söylememiştik.

Canım beni sen anlıyorsun. Büyük oğlum anlıyor. Ancak küçük oğlum bu konularda hiç mi hiç anlamıyor. Çünkü o bunları yaşamadı ki… Ben emekli olduğumda o üç yaşındaydı. Şimdilerde üçüncü sınıfta. Geçenlerde öğretmen sormuş babalarınız ne iş yapıyor diye. Koşa koşa geldi. Baba sen eskiden neydin? diye. Oysa on kere söylemiştim. Astsubaydım diye… Neden sordun dedim. Öğretmen sordu. Ben çalışıyor dedim. Ne iş yapıyor diye sorunca emlakçılık yapıyor ama emekli demiş. Ne emeklisi olduğumu sorunca da bilmiyorum, hatırladığım kadarıyla bir şapka falan giyiyordu demiş. Ben de onu ayıpladım. Oğlum kaç kez söyledim emekli assubayım diye… Sonra güldüm. Çocuklar söylenenlerden çok gördüklerine bakıyorlar.

Böylesi anılar çok hayatım… Bizim çabalarımız bu anıların bizimle birlikte tarih olması. Bunca yıl, bu mesleği seçmemin diyetini öderken, hiçbir mecburiyetin yokken benimle beraber bir diyet ödemeye maruz tutulduğun halde bu güne kadar bana “ Bu kadarına da pes “ demediğin için teşekkür ederim.

17-ekim-dunya-astsubaylar-gunu

Değerli Okurlarımız, Meslektaşlarımız;

17 EKİM DÜNYA ASSUBAYLAR günü kutlamalarına destek amacıyla TEMAD Genel Başkanlığı öncülüğünde ve koordinesinde FACEBOOK'ta kurulan grup yönetimi tarafından Site Yönetimimize gönderilen açıklama aşağıdadır; Site yönetimi  olarak hertürlü desteğe hazırız; Lütfen kişisel desteklerinizi esirgemeyiniz.Sevgi ve saygılarımızla 

17-Ekim-Kapak

TEMAD’a akan dereleriz” sloganıyla bütünleşmiş olan ve bizler, yani assubaylar tarafından kurulmuş olan www.emekliassubaylar.org’un güzide takipçileri, meslektaşlarımız...

Üç aydır değil, bir yıldır değil, beş yıldır değil, on yıldır değil onlarca yıldır camiamızın hizmetinde olan, bu uğurda; emek harcayan, alın teri döken siz meslektaşlarımıza selam ediyoruz.

Yıllardır, As(t)subay özlük hakları için nasıl bir çaba içinde olduğunuzu, ne kadar etkili yol ve yöntemler geliştirdiğinizi ve uyguladığınızı çok yakından takip ediyoruz.

Bizler, emeklisi ve çalışanıyla Türk Silahlı Kuvvetlerimizin diğer bütün unsurlarıyla birlikte temel taşları olan astsubay/assubaylarıyız.

www.emekliassubaylar.org sitesi olarak sizlerin de sürekli olarak vurguladığınız üzere; "bizler hakkımız olandan ne bir eksik ne bir fazla bir şey istemiyoruz.” Bizler, özellikle son 20-30 yıl içinde bizden alınanları geri istiyoruz. Bu isteklerimiz, ana başlıklar halinde olsun, tek tek konuların içine girerek olsun binlerce kez hem siteniz hem de diğer yayın kuruluşlarımız vasıtasıyla kamuoyuna ve ilgililere duyurulmuştur.

TEMAD Genel Başkanlığı Yönetim Kurulunun 19 Mart 2012 tarihinde almış oduğu kararla Bu yıl ilk kez kutlanması kararlaştırlan 17 EKİM DÜNYA ASTSUBAYLAR GÜNÜ kutlama çalışmalarına katkı ve destek sunmak amacıyla kurulan “17 EKİM DÜNYA ASTSUBAYLAR GÜNÜ” isimli FACEBOOK grubumuza destek olmanızı bekliyoruz.

Amaç birliği içinde olan, olması gereken tüm sızıntıların, derelerin, yollarındaki tüm engellerin kaldırılarak daha güçlü bir şekilde TEMAD’a yönlendirilmesinin, isteklerimizin gerçekleşmesini kolaylaştıracak adımlar olduğunu düşünüyor, saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz.

SESİMİZİ DÜNYA DUYACAK...

 

17 EKİM DÜNYA ASTSUBAYLAR GÜNÜ
FACEBOOK GRUP YÖNETİMİ

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ