×

Uyarı

JUser: :_load: 3208 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

JUser: :_load: 2207 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

ASSUBAYIN ADI YOK

Mart 11, 2015

NATO ordularında kuruluş günleri kutlanan, ABD ordusunda itibar ve pozitif ayrıcalık gören öykülerinde, filmlerinde başrollerde yer alan Assubayların Türkiye versiyonuna baktığınız zaman ön yargıların, adaletsizliklerin, vicdansızlıkların üçgeninde sinir harbi yaşayan, sosyal ve ekonomik haksızlıklara uğrayan buna rağmen orduyu sırtında taşıyıp teri, kanı ve canı ile ülkesine sadakatini ispatlayan bir meslek grubunu görürsünüz.

TSK düşmanlığını ve sevgisizliğini ifade etmenin bir yolu da Assubaylar üzerinden gerçekleşir. Ne yazık ki bu duruma Genelkurmay ve bizleri temsil etmek için kurulan derneğin yöneticileri sessiz kalırlar!

Assubayı sadece 28 günlük askerliği sırasında tanıyan yazar çizer takımı, bizim kıçımızla başımızla 'sözde' mizah yaparlar. Maaşlarını Subaylarla kıyaslama cesaretini gösteremeyen hâkimi, hekimi, öğretmeni Assubayların görev koşullarını sorumluluklarını dikkate almadan  aldığı üç kuruşa göz diker! Adında adalet olan bir partinin hükümetinin maliye bakanlığı ise haklarımızla ilgili tekliflere yanıtında mahalle bekçisinden daha alt kademeden göreve başlatılan ilkokul mezunu KİT işçi emeklisinden daha az emekli maaşı alan Assubayın maaşını kamu görevlileri ile kıyaslama adaletsizliğini gösterir!

Dizilerde tavuğa kene düşmanı başçavuş diye isim takılır! Milletin vekili, üstelik MS Komisyonu üyesi Assubayları sadistlikle suçlar! Başındaki türban ile müslüman olduğunu zanneden yazar müsvettesi bir gafil, Assubayları dinsiz olarak lanse etmeye çalışır! Toy bir teğmenin sadist  cezalandırma yöntemi  ile pimini çektiği el bombası 4 evladımızın şehit olmasına neden olur! Dini - imanı - ahlâkı kimseye bırakmayan bir televizyon kanalı, dizisinde bu suçu Assubaya mâl eder! Meslek yaşantısını Assubayların çalışmaları ile geçirip emir Subayı ve koruması Assubay olmadan karargahtan çıkamayan efsane komutan kitaplarında belgeselinde Assubayı yok sayar! Sanki  onlar  kahramanlık yaparken Assubaylar zap suyu kenarında  rakı - balık piknik yapıyorlardır!

Dizilerde yakışıklı jönler Subay, Sami Hazinses gibi tipler Assubaydır ve onların kahraman olmaya hakları yoktur!

TSK'yı acımasızca eleştirenler nedense ordudaki ayırımcılıktan Assubayların sosyal ve ekonomik haksızlıklarından söz etme cesaret ve erdemini göstermezler!

Tüm bu olumsuzlukları sizlerin desteği ile yazarlarla, dizi yapımcıları ile gazete ve televizyonların yönetimleri ile paylaşan, tepki gösteren, RTÜK ile Savcılıklara suç duyurusunda bulunan, davalar açan, sonuçlar alan, binası, sekreteri, aidatı, ödeneği olmayan sitemizin basın ve halkla ilişkiler birimi E. ASSUBAYLAR GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU'dur.

Şimdi size Sn. Hakan EVRENSEL'İN "Güneydoğudan öyküler" kitabındaki  bir hakimin anılarını aktarmak istiyorum. Güneydoğunun küçük bir ilçesinde görev yapan hakim ilçe dışındaki lojmanından görünen karakolun bir gecesini şöyle anlatır:

Lojmanımızın balkonundan o karakol görünürdü. Yaklaşık bir aydır her istihbarat kaynağından karakolun basılacağı haberi geliyordu. Üstelik baskının şimdiye kadar yapılanlardan çok daha büyük olacağı söyleniyordu. Yakın birliklerden timler getirildi, karakolun etrafına mayınlar döşendi, ağır silahlarla takviyeler yapıldı ve baskın beklenmeye başlandı.

En son gelen istihbaratta baskının saati ve baskına katılacak terörist sayısı bile veriliyordu. 22.10, beş yüz terörist. Karakol o gün basılmadı.

Bir gün sonra, bildirilen saatte cehennem başladı. Balkonumuzdan izlediğim dehşet dolu manzarada, daire haline gelmiş teröristlerin, dairenin ortasına, gecenin karanlığında ateşleri parıldayan silahları ateşlediklerini görüyordum. Karakolun, havan ve roket mermilerinin patladığı yerde olduğunu biliyorduk. Tam anlamıyla çember içine almışlardı. Lojmandan ayrılıp doğruca jandarmanın binasına gittik. Karakolun merkezi, telsizle, sürekli timlerden durumlarını bildirmelerini istiyor; dış emniyette bulunan timler de bu çağrılara cevap veriyor, havan ve uçaksavar ateşi istedikleri yerleri de tarif ediyorlardı.

Bir süre sonra telsiz konuşmaları, timlerden birinin üzerine yoğunlaştı. Timden bir türlü cevap alınamıyordu. Üst üste, defalarca çağrı yapılıyor ancak bir türlü timle irtibata geçilemiyordu. Konuşmaları takip eden askerler timden ümitlerini kesmişlerdi. Ama bir yandan da çağrılar devam ediyordu. Bir saat kadar sonra, telsizden bitkin bir ses duyuldu: "Yaralılarım var, yaralılarımı alın." Tüylerimiz diken diken olmuştu. Hemen cevap verildi. "Tamam Suat 3, sakin olun, az sonra birlik çıkacak." İlk yaralı haberi, bu saatlerdir aranan timden gelmişti. Tim komutanı konuşurken arkadan silah sesleri duyuluyordu. Herkes bu sözler üzerine yorum yapıyordu. Telsizin başındaki tim komutanlarından biri, bu timde şehit olduğundan emindi. Merkezden tekrar çağrı yapıldı. "Suat 3 irtibatı kesme. Sakin olun!"

Cevapta bir değişiklik olmadı : "Yaralılarım var. Kan kaybediyorlar. Yaralılarımı alın!"

Ve tam bir buçuk saat, beşer dakika arayla Suat 3 kodlu timle muhabere aynen bu sözlerle sürdü: "Yaralılarımı alın" , "Sakin olun, geliyoruz." Hepimiz o time kimsenin yardıma gidemeyeceğini çok iyi biliyorduk. Karakola düşen mermi sayısında azalma olmuyor, aksine, takviye alan teröristler baskının şiddetini gittikçe artırıyorlardı.

Kimsenin, değil karakolun dışına çıkmak, mevzi değiştirebilecek fırsatı dahi olmadığı apaçıktı.

Bir süre sonra, Suat 3''ün telsizinden hırs dolu kelimelerini işittik: "Hemen gelip yaralılarımı almazsanız, karakola dönüp bölüğü tarayacağım." Hepimiz şok olmuştuk. Hemen tabur komutanı devreye girdi. Hemen hemen aynı sözcüklerle tim komutanına sakin olma çağrısı yaptı. Ama işe yaramıyordu. Tim komutanı "Yaralılarımı alın!" dışında başka bir şey demiyordu. Tabur komutanının da telsizi bırakmasıyla, bir saat kadar daha tim komutanından ses çıkmadı. Birer dakika arayla yapılan yoğun çağrılara cevap vermedi. Hepimiz tim komutanının da şehit olduğunu düşünüyorduk. İçim burkuluyor, başım dönüyor, tanık olduğum bu anlardan nefret ediyordum. Telsizin başına tim komutanının okuldan devre arkadaşı geldi. Son bir ümitle eline mikrofonu alıp, cevap beklemeden, telsizin kodlarını da kullanmadan, konuşmaya aşladı : "Devrem ben Hüseyin. Geçmiş olsun devrem. Biraz daha dayan olur mu? Bak destek timleri yola çıktı. Sana doğru geliyorlar. Devrem aman pes etme olur mu?"

Telsizin mandalını bırakıp beklemeye başladı. Hepimiz Motorola marka, duvara monteli telsiz cihazının hoparlör kısmına gözlerimizi dikmiş bekliyorduk. Ve konuştu : "Devrem, bölük komutanı nerde?" Hepimiz derin bir "Oh!" çektik. Telsizden, "İzinde devrem" yanıtı verildi. Suat 3 , artık tükenen bir sesle konuşmayı sürdürdü : "Ne olur yaralılarımı alın. Ben de yaralıyım."

O ana kadar kendisinin de yaralı olduğunu söylememişti. Hepimiz donup kalmıştık. Telsizin başındaki devre arkadaşı da bu sözü üzerine mikrofonu fırlattı ve odadan çıktı. Ben kapının hemen eşiğinde ayakta duruyor, duyduklarım ve gördüklerimle bir tarihe tanıklık ettiğimi düşünüyordum. "Ben de yaralıyım" dan sonra yine ses kesildi. Sabaha kadar hiç konuşmadı, yüzlerce kez yapılan çağrılara cevap vermedi. Artık onun şehit olduğuna ben de inanmıştım.

Gün ağarırken hepimiz yorgun düşmüş, telsizden yapılan "Suat 3, Konuşan Suat, Cevap ver!" çağrısından bıkmış halde bir köşede yığılmışken, birden telsizin mandalına basıldığını fark ettik. Telsizden silah sesleri geliyordu. Ve on - on beş saniye sonra hayatım boyunca unutamayacağım bir İstiklal Marşı dinlemeye başladım. Mandala sürekli basıldığı için bütün telsizlerin konuşma imkanı durmuştu.

Çatışmanın altında yaralı bir tim komutanının, makamıyla söylediği İstiklal Marşı'nı dinliyordum. Gözlerim dolmuştu. O ana kadar duyduğum en güzel İstiklal Marşı''ydı. Birinci dörtlüğü bitirdi. İkinci dörtlükte sesi çatallaştı. Kelimeler uzadı. Ama marşı söylemeyi bırakmadı. Bozuk bir ses tonuyla, kendini zorlayarak okumaya devam etti. Marşı bitirdiğinde, ben de bitmiştim. Hemen orayı terk ettim.

Bir daha onun sesini hiç duymadım. Toplam 22 şehidin verildiği o baskın gecesinde, vücuduna saplanmış 7 merminin acısıyla söylediği İstiklal Marşı''nı ruhuma işleten tim komutanının ölmediğine ise halâ inanamıyorum.

 

Kimdir bu kahraman tim komutanı? Elbette assubay'dır ama öykü yazarı bunu belirtmemiş uyarılarım üzerine kitabının müteakip baskılarında düzelteceği sözünü vermiştir.

ŞEHİT'LİK en büyük mertebedir; Şehitlerimizin rütbesi ne olursa olsun onlar bu ülke için hiçbir değerin geri getiremeyeceği canlarını veren kahramanlarımızdır ve onlara minnettarlık duyuyoruz.

Yıllar sonra aynı yazıyı neden kaleme aldım? Dostu olduğu zabitlerin etkisi ile assubaya ön yargılı yaklaşan bir çoklarımızın ilgi ile yazılarını okuduğu Sn.Yılmaz Özdil 7 Mart tarihli yazısında muhtemelen astsubay lojmanlarında yaşanan bir dramı dile getirildiği Hakan Evrensel’in LOJMAN adlı öyküyü yazıp;"Ne zaman şehit bir SUBAY’ın cenaze törenini izlesem aklıma hemen LOJMAN öyküsü gelir" demiş. Yazılarında assubayı küçümsemeyi, eleştirmeyi marifet sayıp şehitlerini adeta yok sayıp  subay kahramanlıklarını şehitlerini yazan Yılmaz Özdil'e bu öykü de bizden armağan olsun...

Bir üniforması kefen olan assubayını büro memuru statüsünde göreve başlatıp sosyal, ekonomik ve insani haksızlıklara uğratmanın yanısıra kamuoyunda olumsuz imajı yaratan, sahip çıkmayan  genelkurmay şehitler subay olursa kahraman, assubay ve uzman olursa personel diye söz ettikten sonra Yılmaz Özdil ve aynı zihniyette olanlara neden kızalım?..

Kızmaya önce  olumsuzluklara tepki göstermeyen, eleştirmeyen,  kendimizden  ardından  da bunca maddi ve manevi desteğe rağmen assubayların yanlış imajını silen, onları tanıtan sempozyumlar, paneller seminerler yapmayan, gazete ve bilbord ilanları vermeyenlerle  Ahmet KESER başkanlığındaki TEMAD bizi kamuoyuna tanıttı algısını yaratarak olumsuzlukları gizleyen yönetim yandaşı amigolara  kızmamız gerekmiyor mu?..

Huzur ve adalet dolu günler diliyorum.

STATÜ

Aralık 17, 2014

Alt statü,

üst statü diye söylemler,

dolanır durur anılmalarda.

Sınıfsal ayırım, ayrıcalıklardır gayesi.

Bu sınıflamayı

hiç ama hiç beğenmiyorum!

Assubaylar alt statü değildir.

Teknik hizmetleri,

zimmet yükünü taşıyan kahramanlardır.

Cefakarlarıdır bulundukları ortamda, bu toplumun.

Gerçek fiili hizmetleri üretenleridir, verenleridir.

"Alt” değil,

daha onurlandırıcı, hak ettikleri söylemlerle anılmalıdırlar.

Hizmette önde, ileri karakol olanlar,

alt statü olamazlar!

Emeklileri de,

sosyal tesislerde uyduruk oranlamalarla,

hak kısıtlamalarını hak etmiyorlar!

Ben,

1965 üniversite mezunuyum.

Lisanslıyım.

Bana yakıştırılan "alt statü"!

İki yıllık harpokullu,

gümrükten geçme liseli, belki de meslek okullu "üst statü"!

Öyle mi?

Düzeltilmeli bu haksız söylemler.

Gerilere itilemeyecek kadar nadide, eğitimli insanlardır onlar da.

21. yüzyıl modern Türkiye’ sine yakışmıyor.

Haklarda, anılmalarda öteleme değil,

İdeal hukukun gereklerince anılmalıdırlar.

 “Alt statü” uygun olmayan söylem!

Eşitlikten uzak olmamalı.

emeklileri haksızlıkları dolu dolu yaşamamalı.

Sızlanmaları paylaşmamalı.

Gerçek üreticilere ve cefakarlara,

alt olmak yakıştırılmamalı.

Haksızlıkları görüp, içine sindiremeyip, yutkunarak bakmamalı onlar da!

Boğazlarına düğümlenmemeli haksızlıklar.

Vefalı insanlardır.

Minnet duyguları ile dop doludurlar.

 

Mehmet KAYALI

Değerli Meslektaşlarım

Bu yazının içerisinde, hakaret, küfür, ayrıştırma, nefret söylemi, siyasi bir düşünceyi empoze etme, bir gurubun mensubu gibi hareket etme söz ve düşüncesi bulunmamaktadır. Bu tür kavramları arayanlar için yazı çok sıkıcı olabilir. Bu nedenle  bu tür beklentiler içinde olan   meslektaşlarımı  boşuna  hayal kırıklığına uğratmak istemem.

Umutlanmıştık. Gururlanmış, sevinçli, huzurlu ve mutluyduk. Çünkü yeni bir lidere, yeni yönetim ekibine, yeni anlayışa yeni bir bakış açısına sahiptik. Bu nedenle birleşmiş, tek yumruk olmuştuk. Bir anda sosyal medyada çığ gibi büyümüş, seven sevmeyen herkesin ilgi odağı olmuştuk.  En gözde meslek mensupları dahi bizlere gıpta ile bakar hale gelmiş, bunu açıkça beyan etmeye başlamışlardı.  Örgütümüzle, başkan ve  ekibi ile gurur duyuyor,  hak ettiği övgülerle kendilerini koşulsuz desteklediğimizi ve sahip çıktığımızı yazılarımızla beyan ediyorduk.

Uzunca bir süreden beri bizleri sosyal medyada takip eden, meslek mensubu olan ya da olmayanların olup bitenleri, birbirimize karşı tutum ve davranışlarımızı izledikten sonra, varacağı sonuç;  bu insanlar  bu ortamlarda yazarak asıl amaçları, hak arama çabası içinde olmak mıdır? Yoksa hakaretleşme, karşılıklı hınç alma veya aşiret grupları gibi,  öç alma  amacıyla toplanmış kişiler mi olduğu konusunda kafalarının iyice karışacağını sanıyorum.

Halbuki, aynı haklı amaç doğrultusunda birlikte hareket etmek için bir araya gelerek, ses getirmiş, muhataplarımızın dikkatini çekmeyi başarmıştık.

Bugün neden ayrışma içine girdik? Birbirimize karşı çoğunlukla neden  hakaret ve nefret söylemleri geliştirdik?

Bu aşamadan sonra bu ayrışma, nefret ve hakaret söylemlerini yazmayacağım. Ancak  tespit edebildiğim sebeplerden birkaçını belirtmek istiyorum.  Ayrıştırma ve hakaret sözlerini  tekrar etmenin, birilerinin diğer birilerine karşı neler yaptığını  veya söylediklerini açıklamanın,  haklı ya da haksız ayrımına gitmenin artık ne faydası olacağına, ne de gerekli olduğuna inanmıyorum. Çünkü  ayrıştırmanın  ben de bir parçası olmak istemiyorum.   Hepimiz, başkanından sade bir üyesine, hatta üye dahi olmayan bir meslektaşımızın sağduyu ile hareket ederek, hatalardan ders çıkartarak yeni baştan tek yumruk haline gelebiliriz.

Bunun için yalnızca iyi niyetli olmak yeterlidir.  Önceki TEMAD  yönetiminin hatalarından çıkardığımız ders sonucu, yeni yönetimin seçildiği tarihten itibaren belirtilen hususların ısrarla nerede ise  her yazımda   önerildiği halde, geldiğimiz sonuç itibariyle, son  bir kez daha önerme zorunluluğu  hissettim.

Yeni bir başlangıç yapalım. Önce TEMAD Genel Merkez Yönetim Kurulu olarak;
  • Yönetici konumunda olanların haklı eleştirileri dikkate almalı ve bunlardan yararlanmalıdır.
  • Yöneticilerin üyelerine karşı açık, yeri ve zamanı geldiğinde hesap verebilir, kararlı, yönlendirici, birleştirici, haklı konularda eleştirenleri (hakaret eleştiri değildir)  dışlama,  övgüler düzenleri kollama kolaycılığından vazgeçilmelidir.
  • Yönetim Kurullarının kendi aralarında uyum içinde olmalı sorunlarını diyalogla çözmelidirler.
  • Çeşitli medya kanallarından, yetkili kurumlarla ilgili olarak kamuya yapılan açıklamalarda bir tarafa ağır ve bazen lüzumsuz eleştirilerde bulunurken, diğer tarafı görmezlikten gelmek, meramın hak arama değil, siyasi düşünce nedeniyle yanlı davranıldığı kuşkusu  yaratılmamalıdır.
  • Çok çeşitli nedenlerle TEMAD’ı eleştirenlerin ve bu eleştiriler nedeniyle savunma ihtiyacı hissedenlerin, hakaret, aşağılama  vb, söz ve söylemlerden ısrarla kaçınmalarını, (art niyetle yapılan hiçbir eleştirinin ömrü zaten fazla olmayacaktır.)
  • TEMAD Genel Merkezi;  her ne sebeple olursa olsun, üyelerin kendi aralarındaki gereksiz polemik,  hakaret, aşağılama, küçük düşürme söylemlerine müsamaha göstermemelidir. Gerek görüldüğünde açıklamaların bizzat yetkili kurulları vasıtası ile yapılacağını ilan etmesi  artık kaçınılmaz, gözardı edilemez bir zorunluluk haline gelmiştir.
  • Önceki TEMAD Yönetiminin sıklıkla başvurduğu üyelikten çıkarma uygulamalarının devam ettiği üzülerek gözlenmektedir. Yöneticiler daha hoşgörülü ve sabırlı olmak zorundadırlar.  İç barışın sağlanması için bu meslektaşlarımızın  üyeliklerinin tekrar gözden geçirilerek, iyi niyetli bir yönetim anlayışı içinde bulunulduğunu göstermek için yeniden  bir başlangıç yapılmalıdır.

Yukarıda bahsedilen hususlarla ilgili olarak TEMAD Genel Merkezi hiçbir kusuru ve sorumluluğu bulunduğunu düşünmüyorsa, bildiği gibi hareket etmeye devam edebilir. Fakat assubaylar kendi temsilcileri ile mahkeme önlerinde dahi birbirlerine saldırmaya devam edeceğe benzemektedir.

Sosyal Medyada yazan her meslektaş için:
  • Yalnızca  başkalarının mücadelesinden medet uman meslektaşlarımı birlikte hareket etmeye ikna etmeliyiz.
  • Fiilen yaşadığı sıkıntılar nedeni ile  acilen çözüm bekleyen meslektaşlarımızı suçlamak büyük bir  haksızlıktır.

Sorunların çözülmesi ile ilgili kararlı, etkili bir mücadele yöntemi sergilenmesini TEMAD Şubelerinden ve Genel Merkez Yönetiminden beklemek   en doğal haklarıdır.

Bununla birlikte:   Sorunların bir an önce çözülmesi için hep birlikte ve aynı amaç etrafında bütünleşmek,  temsilcilerin yasalara uygun, haklı,  meşru kararlarını  desteklemek ve katkı sunulması gerekir.    Her meslektaşın  kendi hakları ve onuru  için mücadele etmesi, aynı zamanda  ahlaki bir zorunluluktur.

Ayrıştırmayı kaçınılmaz kılan siyasi söylemler, bu söylemlerin arkasından gelen hakaretamiz sözler  doğal olarak karşıtlık yaratmaktadır. Hepimizin siyasi bir dünya görüşü var.  Bizler, hak ve onur mücadelesinde siyasi düşünce tarzımıza göre değil, hukuk, adalet ve hakkaniyet anlayışını esas alarak elbette sorumlularını eleştireceğiz. Bu bizzat oy verdiğimiz ya da üyesi olduğumuz siyasi parti de olabilir. Haksızlık ve hukuksuzluğu kim yapıyorsa elbette eleştiriyi hak edecektir. Ancak haklı olunan bir konuda hakaret ve küfürle hak aranamayacağı gibi suç işleneceği unutulmamalıdır. Hakaret, küfür, aşağılama hiç kimsenin hakkı olamaz.

Eli kalem tutan çoğunluğun  sağduyu ile düşünüp hareket etmesi halinde, aykırı davranışlar içinde bulunanlar ile yalnızca kişisel çıkarları için hareket edenler  zaman içinde zaten yok olup gideceklerdir.

Aklı başında her meslektaşım, başka bir hesap içinde değilse, geçmişe gerçekten sünger çekerek;   
  • Kurumlara, emeğe, yaşa, deneyime,verilen hizmete ve mücadele için özverili çabalara  saygı göstermelidir.
  • Her söylediği söz, yaptığı her türlü davranış, hukuka, adalet ve hakkaniyet anlayışına ve ahlaka uygun olması için azami titizliği göstermelidir. Aklımıza gelen her düşünceyi veya eylemi çok iyi düşünmeden, kurumlara, makam ve kişilere nasıl zarar vereceğini hesap etmeden bu ortamlarda uluorta kullanmamalıyız.

Bizler birbirimizi bağışlamalı, birbirimizden gerekirse özür dileyerek el sıkışmalıyız. Birlik olmak için gerekli çabayı göstermez ve kısaca birbirimize saygı duymaz isek, hiçbir kurum ve makamın bizleri dikkate almasını bekleyemeyiz.  İçine düştüğümüz bu çıkmazdan acilen kurtulmamız gerekmektedir. Aksi takdirde mücadelemizde başarılı olmamız boş bir hayalden öte gitmeyecektir. Sosyal medyada  kör dövüşü yaparak zaman öldürmekten ve kendi kendimizi bitirmekten başka bir sonuç elde edemeyeceğiz.  Artık sinirlerimizle değil, akıl ve sağduyu ile hareket etmek bizler için zorunluluktur. Başarısızlığı sadece bu neslimize değil, bundan sonraki nesillerimize dahi anlatmakta zorlanacağımız gibi, sorumlularının da pek hayırla anılmayacağı açıktır. Saygılarımla…

Meslek hayatın boyunca horlandın, haklı haksız azarlandın…

Dışlandın, yok sayıldın!

Kaderin kanunlarla değil, birilerinin iki dudağından çıkacak sözlerle çiziliyordu…

Sustun, çünkü ekmek parasıydı…

Sustun, 15 yıla mahkûmdun!

Emekli olunca, “kazasız belasız emekli oldum” diye kurban kesen tek meslek bizimkisi!

Emekli oldun, çile devam ediyor!

Seni anlıyorum, hıncını, hırsını, öfkeni anlıyorum!

Emek senin, yemek başkasınındı, külfet sana nimet başkasınaydı, haklısın!

Yıllar boyu sustun, yıllar boyu içine attın, tamam!

Ama Allah aşkına, insanlık adına bunun acısını senin gibi, seninle aynı, belki de senden daha fazla acı çekmiş meslektaşından çıkarma!

Meslektaşların tüm bu yaşananların ne sebebi ne de sonucu, sadece senin gibi mağduru!

Meslektaşlarınla uğraşma, çünkü sorunlarının çözümü meslektaşlarınla uğraşmakta değil!

Ola ki bir tartışma çıktı meslektaşlar arasında, taraf olma, ortada kal ve uzlaştır!

Haklısın, haklı kal!

Kimseye hakaret ederek bir yere, bir sonuca varamazsın!

Meslektaşının farklı düşüncesi olabilir, olmalıdır da… En fazla ben de “şöyle” düşünüyorum de… Bildiğin doğru varsa paylaş, olmadı görmezden gel!

Yıllardan beri, birbirimizi kırmaya, incitmeye, üzmeye doymadık mı?

Yetmedi mi?

Yetmez mi?

Yönetimler gelir geçer, kimse koltuğu mezara götürmüyor… Göreve adaysan bile kırmadan, dökmeden, hakaret etmeden, kutuplaşmadan, kutuplaştırmadan aday ol!

Yönetimdeysen sonsuza kadar orada kalmayacağını unutma!

Seçimden sonra yine yüz yüze bakabilesin!

Koca dünyada yalnızsın, esnafı, memuru, mühendisi, okumuşu, okumamışı hep seni hedefe koyar!

Assubaylığı herkes kötüler, ama aldığın üç kuruş da herkesin gözüne batar. Hep seni örnek gösterirler, “astsubay kadar maaş alamıyoruz” diye…

15 Ay askerliği yapmamak için de kaçacak sıçan deliği ararlar!

Tek dayanağın, seni anlayacak, derdini paylaşacak yine meslektaşın!

Güldürme birilerini sana malum yeriyle!

Adamsan, yiğitsen, yürekliysen vurma emekli assubaya, hedefini iyi belirle!

Unutma, meslektaşına attığın taş döner sana gelir.

Ettiğin hakaretin bir parçası da sana gider!

Unutma!

Dünyanın hiç bir ülkesinde TSK içindeki yaşanan assubay sorunları başka bir ülkede ne yazık ki yaşanmamıştır. Çözüm için atılan adımlar gerçeklerden uzaktır.

Çözümün tek adresi 1982 anayasası ile genelkurmay ve hükümet olarak karşımızdadır.

Sorunların tümünü mahallemizdeki ''bakkal hasan efendi de '' bilmektedir...

TSK kendi içindeki reformu 21. yy ortamına uygulamamış paşa babalar bu sureci zevki sefa ortamında geçirmişlerdir. Dogudaki bilinen mücadele verirken yollara döşenen mayınlar ile hayati uzuvlarını kaybedenlere verilen bir yanıtta asfalt için ''ödenek '' kelimesi ile cevap verilmiş sonrasında İstanbul'da fenerbahçe ordu evi sahasına sadece or komutanlar için on adet

süper villanın yapımı ortaya çıkmıştır ne yazık ki... Yine dünyanın hiç bir ülkesinde olmayan bir yaklaşım ile ''üstün insan'' yaklaşımı ile or komutanlar mezarlarını bile ayırma gafına imza atmışlardır.

Bu günlerdeki durum itibari ile..

  • Yasama, yürütme ve yargının iç içe geçmesi ve yetki ihlalinden de öte yaşanan yetki gaspları sistemi tıkamış durumda..
  • Halkın vergileri kişisel ikbal için kullanılıyor.  Bazı sınıflar  hesap vermemekte direniyor, böylece yapanın yanına kâr kalıyor, kamu vicdanı zedeleniyor, bizlerin tepkileri dikkate alınmıyor.
  • Kimse yargının adalet dağıttığına inanmıyor, hukukun üstünlüğü rafa kaldırılmış, yaşananlar üstünlerin hukukunun geçerli olduğunu gösteriyor.

Bu günlerde genelkurmayın bazı yazar çizer ve hak hukuk çizgisinde ifade özgürlügü ile konuları paylaşan arkadaşlarımızı ''ordu evi ''yasagı ile demoklesin kılıcını kullanması ibretle izleniyor...

Şu günlerde siyaseten yaşanan ismini ne koyarsanız koyun ''polis kardeşlerimiz ''arasındaki bölünme ibretle izlenirken bunun TSK'ya bir iki önemli unsurun bir başka şekilde yansıması bu ülkeye çok acılar verdirecektir.

Bizler, ilk etapta acilen başlangıç dereceleri ile intibaklarımızı beklerken hâlâ bu direnişin sebebini anlamakta zorlanıyoruz.

Tüm yazı ve ifadelerimizin genelkurmay tarafından günü gününe izlendigini biliyoruz.!

Sayın komutanlar ;

Türk silahlı kuvvetlerini Atamızın işaret ettigi muaasır medeniyet seviyesine taşımak insansız hava araçlarını ve son teknolojik araçları kullanmakla değil içinde insan barındıran bu devasa kurumun assubay'larına verilen değerle ölçülür .

Başlangıç dereceleri konusu çok önemli bir noktadır.!

Kavga ile, yasaklar ile sorunlara düğüm üzerine düğüm atılıyor. Bunun bir çok olumsuz yansımaları görülmektedir. Bir masa etrafında bir kaç aşamalı bir birliktelik ile konular dile getirilerek çözümlenmelidir. Bizim masamız yuvarlak olmasın önemli degil, lakin ifadelerimizi, konulara bakış acılarımızı sıcak ve farklı bir ortamda kanaat önderi olarak belirlenen yasaklı da olsa bir grubun TEMAD genel merkezi ile geniş kapsamlı birliktelik ile konuşulmalıdır.

Ordu evi yasakları ile ilgili olarak sayın E.GÜRPINARIN yazısındaki şu cümleler dikkat çekicidir.

ön yargılı zihniyetin adaletsizliği kuruma olan aidiyet duygusunu sona erdirmiş, orduyu sevgisizlik sarmaşığı sarmaktadır. Adalet olmayan yerde hiçbirşey olmaz ve "GÜÇLÜ ORDU, GÜÇLÜ TÜRKİYE" sadece slogandan ibaret kalır; ordunun bir aile olması  lafla değil icraatla mümkündür... Bu nedenle  ordunun tüm fertlerinin önce insan olduğu hatırlanarak haksızlıklara isyana kulak vererek adalet sağlamak kadar ulvi,şerefli bir davranış varken adaletsizliği eleştirenleri antidemokratik uygulamalarla susturmaya çalışmak sorunları ortadan kaldırmayacaktır.

demiştir.

Artık yeniden bir yerden başlamak şarttır.!

Yeni adımların günleri gelmiştir.

Hiç kimse masum degildir,hataları karşılıklı bir tarafa koyma zamanıdır.!

Konu TSK ise gerisi teferruattır sayın komutanlar...

BU SORUN ERTELENEMEZ!

Bu sorun milyonların sorunudur...

Bu sorun TSK'nın önde gelen sorunudur...

Bu sorun insani,ulvi ve TSK'nın gelecek sorunudur...

Bu sorun TÜRKİYE'nin sorunudur...

SÖZÜN LAFTA DEGİL, İCRAATLA yapılması günleri gelmiştir artık!

Degerli komutanlar,silah arkadaşlarımız,muvazzaflar,emekliler, bu sese kulak veriniz.!

Çalışmalar devam ediyor cümlesi sınıfımızı delirten bir ifadedir. Sayın bakanların,sayın komutanların zaman zaman ifade ettigi bu yaklaşımı artık duymak istemiyoruz.

Bayram sonrası bu çagrının sonuçlarını,gerek sizlerin yorumlarından,gerekse komuta kademesinin ilgili noktalarından birlikte izleyecegiz.  Zira her yazımız izleniyor,takip ediliyoruz.!

Saygılarımla.

 

Atilla ABAYLI
E.Hv.Astsb Kd.Bçvş.
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

HUKUK ARANIYOR!

Temmuz 22, 2014

 

Türk Genelkurmayı, Emekli Astsubaylar Derneği Başkanı başta olmak üzere bazı emekli astsubaylara Ordu evlerini yasaklıyor. Gerekçeli yazıyı görmedim ama muhtemelen birtakım yönergelerle gerekçelendirilmiş olmalı. Çok emin olduğum bir husus ise “disiplin” konusunda birtakım zorlama yorumlarla “disiplinsizlik” sonucu çıkarıldığı.

Durumun öyle olmadığını herkes biliyor. TEMAD Başkanı veya diğer arkadaşların fikirleri hoşuna gitmiyor Genelkurmayın. Altını bir kere daha çizmek gerekir “FİKİR”, eyleme dönüşmüş bir durum yok!

Umulurdu ki, Türk Silahlı Kuvvetleri hukuksuzluğun ne demek olduğunu anlamış olsun, hiç değilse kendi içinde, kendi mensuplarına karşı hukuktan ayrılmasın.

Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinin en büyük darbesini “kanuni” bir takım gerekçelerle, ama “hukuk” ile ilgisi olmayan yargılamalarla yaşadı. Ömrünü görevine adamış, “candan önce vatan” demiş gerçek askerler çok acılar çektiler.

Amaç, emekli ile çalışan arasındaki bağı koparmaksa bunun imkansız olduğunun biliniyor olması gerekir. Günümüzün iletişim çağı koşullarında, dünya küçücük bir köye dönüşmüşken, dünyanın her tarafı ile anında iletişim kurabilmek mümkünken, hele de aradaki bağ gönül bağı ise bu bağı koparmaya hiçbir makamın, otoritenin gücü yetmez, yetmeyecektir.

Bu gün “muktedir” olanlar, en azından bize karşı muktedir olanlar, Bingöl devlet Karayolunu hendek kazıp kapatanlara, ya da karargahın önündeki bayrağı indirip yere fırlatanlara karşı gösterdikleri sabrı bize karşı gösterememektedirler.

Gerçekten bu kin, bu hırs, bu dışlama, bu fırsat kollama neden?

Sayın Umur Talu’yu kızının yaş gününde Genelkurmay Askeri Mahkemesine çağıran dünün muktedirleri nerede bu gün? Neler yaşadılar? Umur TALU ise hala Umur TALU.

Bu günün muktedirleri de yarın bizimle aynı rütbeye gelecekler… Emekli… Sonrasında ne yazarsa yazsın, emekli emeklidir. Bunu yaşayacaklar. Belki cenazeleri başka camiden kalkacak, o kadar kul hakkı ile hangi camiden kalkarsa kalksın gidilecek yer aynı, hakkı olan hakkını alacak, hiç şüphe yok!

Peki yapılmak istenen ne bu yasakla?

Ben mahallenin zengin çocuğuyum, bilyeler de, futbol topu da benim, alır eve giderim, ya da istediğimi oynatır, kuralları ben koyarım” diyorlarsa…

Buyursunlar… Topları da, bilyeleri de onların olsun.

NOT: Siyaset sokmadım bu köşeye…Ama bir cümlecik yazmadan da geçemeyeceğim! Eğer Ekmeleddin İhsanoğlu kazanırsa seçimi, bu Tayyip ERDOĞAN’ın toplumu kamplaştırmasındaki başarısı olacaktır. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun başarısı değil!

ANILAR

Temmuz 21, 2014

GELDE, ÜZÜLME!

MUTLULUĞUMUN ACIYA DÖNÜŞEN, HATIRAMDIR BU BENİM

HANİ, MUTLULUKLAR VARDIR YAŞAMIN TATLI AKIŞI İÇİNDE, HÜZNE DÖNÜŞEN. ANLATACAĞIM OLAY BİRE BİR GERÇEK YAŞAMIMDAN OLUMSUZ BİR OLGUDUR.

BİR ANIDIR.

HATIRALARIN ACIYA DÖNÜŞÜP YAŞANMIŞ ŞEKLİDİR.

Ben de insanlar arasına karışığım askerlik ortamında. Askerliğin onursallığını paylaşmak güzeldir, mutlu olur insan.

Güven dolu olur, kışlada yaşam, aslında.

Mutluluktur, paylaşımı farklıdır, içtenliklidir, askeri ortamın. 

Çalışma yaşamı da erken başlar,  kışlada. Gazinosu vardır, eğer rütben statün uygunsa lojmanın da olur.

Mutlu bir yaşama katkı olarak.

Farklı bir kültürdür sanki, alışılagelmiş ortam  oluşturur askerlerin yaşamı içinde.

Burdur ilinin, KEMER (Sertaç) (BEBEKLER) diye bir bucağı vardır (şimdi ilçe), yıl olarak 1961 ortamı.

Ormanlarla kaplı ve çevrili çevre içinde.

Kırmızı kiremitleri vardır. BİR GÜL ÇİÇEĞİNİN TAÇ YAPRAKLARI MİSALİ, uzaktan bakıldığında kırmızı  bir gül çiçeğini andırır KEMER nahiyesi o yıllarda.

FRANSIZ YAZAR VİKTOR  HUGO’NUN “MON VİLLAGE” şiirinde betimlemesi gibi. Çanak yapraklarını oluşturan yeşillik ormanları, kırmızılık  gül çiçeğinin taç yapraklarını oluşturan kiremitleri ile. Bir mutluluk doludur Kemer’de yaşam ortamı. Kendilerine özgüdür içtenlikleri. Kaynaşmıştır insanlar kendilerince.

Hizmet veren devlet memurları ile.

Ben de onlardan biriyim, mutlu.

Sene 1961'dir. Okurum, çabalarım. Öğrenciyim. Üniversiteyi  bitirebilme adına.

Zaman bana yetmez okuma ortamında. Bir gazete gelir, okurum. Postadan, haftada iki defa gelebildiği KEMER bucağında Fransa yayınlı.

ADI: Journal Dorien diye. İnsanlar bakarlar söylemini bilmedikleri, anlamadıkları gazeteye. Arapça benzerinde. Yabancı dil,  Fransızca olduğundan. 

Arada bir bu bizim, karakol komutanı gavur mudur nedir dediklerini de duyar olurum okumalarımla. Çok sevdiğim yabancı dilim, Fransızca dilimi unutmak istemem ben de!

Mutluyum.

Bulunduğun toplumca, önce yadırganırsın.

Görevim dışında atletizmde, formumu koruma, kaybetmeme durumundasın.

Ondan sonra da sporu çevrene sevdirme gayesi ile, çabası ile içtenlikli olgulardasın. Koşarım dolu, dolu.  HER GÜN  25 – 30 km. ideallerimdeki yarışlar için o yıllarda.

Çıldırmış sanır insanlar seni.

Nedensiz koşmanı yadırgarlar. Zaman içinde alışırlar elbette.

Önce çocuklarda başlar, özentilerle seninle yarışma olgusunda merak.

Ve beraber koşma ortamına  katılım..

Katılırlar sana, takılırlar senin peşine, koşma  istekleri oluşur.  Yarışırlar güçleri yettiğince, seninle. 

Seversin onları. Sevinirsin içtenliklerine.

İçten davranışlarını sevdirmek adına atletizmi.

Gün gelir çağrılırsın ülke genelinde yarışma ortamına, ulusal yarışlarda yarışma için.

Okurlar gazetelerde ismini Kemer’liler.

Daha da merak sararlar grup koşmalarına, zaman içinde bir yarıştır başlar.

Bencilliklerine bağımlı güçlerini ispat ve öne geçirmek için. Sarar onları koşma olgusu.

Öğrenirler gün gelir Kemer'deki,  jandarma karakol komutanının sporda rekortmen atlet olduğunu.

Yaşlıları da katılır. Onlarda da oluşur koşma sevgisi. Koşma olgusu ile sağlıklı yaşamanın kardeşliği. Sporun sağlığa sağladığı katkılarını öğrenirler sonunda.

İç tepkilerinde hissederler. Takım oluşturup yarıştırmak farklı bir duygudur onları.

Benim için…..    

Öğrenirler kendi benliklerinde yarışmayı.

 

Böylesi güzel duygularla, mutlulukla dolu sürerken yaşam.

Görevimle ilgili resmî işlerimi yapmak, maaşımı almak için sabahın saat altısında düşerim yollara, 1961 yılında bir bahar günü. Mutlu bir gün başlangıcıdır benim için.

Kemer–Burdur Arası 68 km. Üç saat çeker engebeli yollar ortamında. Burdur’un şirinliği farklıdır. Görmek mutluluktur.

İhtiyacım olan kitaplardan almak, yaşama haz veren günlerden bir gün. Sene 1961, mevsim ilk bahar, güneşli, içtenlikli alışkanlıklar içindesiniz. Üzerinizdeki  üniforma; eğitim elbisesi.

Bir lokantaya gidersiniz kahvaltı için.

Lokanta ortamında iken, itibar görürsünüz üniformalı olduğunuzdan.

Kahvaltı için gittiğiniz yerde , yan masada biri vardır. Sabahın erken saatlerinde alkollü gibi görüntüsü ile bakımsız ve özensiz kıyafetli.

Aldırmazsınız olumsuz görüntüye. İlginiz dışında olan kişi, biraz durur, kalkar gider.

Aradan beş dakika geçer.

Çıkar gelir tanımadığın kişi. İki inzibat eri ile karşınıza dikilir.

Anlayamazsınız, anlamsız olguları ve sebebini!

Kişinin iç güdüsü, içtepileri içinde saklı olduğundan.

Olmayan nedenini bilemezsiniz. 

Ve meçhul kişi sizi hedef alıp sorar lokantada;

  • BENİ TANIMADIN MI ?

  • Hayır! Tanıyamadım

dersiniz masumane.

  • Hadi yürü,  inzibat  merkezine 

der.  Amirane, emir verircesine.

O sivildir düzensiz kıyafeti ile. Erler ve sen üniformalı.

O anda, amirlerinizle iletişim kurma olanağınız da yoktur.

Gitmek istemesen iki asker sürüyüp götürecektir seni. Ben de perişan olacağım askerlik onurum da. Uyum sağlamazsam, haksız emirlere, emir vari  söylemlere. 

Çaresiz uydum uğradığım haksızlığa. 

  • Orada anlatırsın

der karşındaki.

O anda çaresizdim bir sarhoşun elinde. İnzibat merkezine girince;

  • ALIN ŞUNUN TABANCASINI 

dedi erlere. Erler aldılar.

Oysa o tabanca bana görev için verilmişti.

VE BEN SESSİZ teslim olmuşum ortama.

Zaten ayda BİR KERE, üç  dört saatliğine gelebildiğiniz. 

Şehir merkezinde kitapçı, lokantacı, amirlerinizden başkaca kimseyi tanıma olanağınız yoktur.

Zabıtasınız. Çalışma ortamınızdan ayrılma olasılığınız yoktur.

Asayişi koruma görevi ortamından. 

İnzibat merkezine girer girmez, bir küfürdür bir hakarettir. Küfür ve hakaret kültürünün görülmedik, duyulmadıklarının hedefi oldum. Orada gözüme ilişen  yarı aralık bir kapı ve oda içinde bir astsubay, görevli olduğu halde odasından bile çıkamadı!

Hafifçe kapısını kapattı. Ürküntüsü vardı demek ki. Erler dağıldılar. Bana hakaret eden de yüzbaşı rütbesinde imiş.

İnzibat komutanı iken, iki ay kadar önce inzibat komutanlığı görevinden alınmış.

Ama hala kendini,  görevli sanan biri. Kimse de sesini  çıkaramıyor.  İki üç er kaldı.

Ben metanetimi saygımı yitirmedim. Benim sükunetim ve metanetim.

Onu çaresizliğe düşürdü. Benimle ilgisi yitti o anda.

Belli ki doyuma ulaştı.

Ben de üzüntülü, ağlamaklı göz yaşlarını içine akıtmış biri. 

Sessiz kalarak uğradığım haksızlık ortamında onurunu korumak isteyen ZAVALLI DURUMUNA DÜŞÜRÜLMÜŞ bir assubay.

Üzüntünün en dolu dolusunu yaşayarak oradan ayrıldım. Silahım orada kaldı.

 

Alay Komutanıma gittim.

SAYIN ALAY KOMUTANIM  BU GÜN BİLE  MİNNETARLIĞIMI  HİSSETTİĞİM muhterem insan.

Keşke yaşasa idi. Gidip mutlulukla ellerini doya, doya öpme isteğim var halen.  İçimde uhde olarak sakladığım ve yaşadıkça saklayacağım içtenlikli duygu.

1938 MEZUNU BİNBAŞI SAYIN SÜLEYMAN TURAN idi Alay Komutanım. Anlattım olumsuz olayı. BENİ SÜKUNETLE DİNLEDİ. AĞLADIM, ANLATTIM.

  • Uyumlu davranman iyi olmuş

dedi. Beni karşı odada oturttu.

  • Sakin ol yavrum üzülme

dedi, ama elde mi. Ağlarım hala anımsadıkça. Bu gün 82 yaşındayım.

Komutanım, hemen Sayın Tugay Komutanı'nı aramış. Sayın Tugay Komutanı beni emretmişler.

Olayı Tugayda  da  Tugay Komutanı'na  anlattım. Beni teskin etti, onurlandırıcı söylemleri ile.

Daha sonra bana bildirildiğine göre adının CEMİL GÜLSE olduğunu öğrendiğim

Yüzbaşı'ya  on gün göz hapsi verilmiş.

Bu pespaye adama verilen ceza, aslında ceza değildi o.

Onu koruma idi.

Onun yerinde ben olsa idim. Ne olurdu?

İşte bu okul’ sal korumadır. Kayırmadır!

 

Bakarsınız istemediğiniz, ummadığınız, beklemediğiniz anda karşınıza  çıkıverir. Üzüntünün en dolusunu, size yaşatan olumsuzluklar.

Ve bunun adı hiyerarşinin olumsuz taraflarıdır. Ehil olmayan kişilerin elinde, hazım edilemeyen, yetkinin olumsuz kullanımıdır.

Kahrolursunuz amma çaresizsinizdir. Kaçmak gelir içinizden.

Ortamın olumsuzluğundan kaçamazsınız. Görmek, duymak istemediğiniz söylemlerle üzerinize, üzerinize gelir olumsuzluklar. Ve olumsuz kişiler.

Tüm sessizliğinize, sakinliğinize uyum sağlama isteğinize rağmen.

Galiz küfürlerin nedeni yoktur ama hedefi olursunuz.

Ne annenizin, ne de sizin iffetiniz kalır küfür ortamında. Neden annelere sövülür de, babalara sövülmez, onu da anlamış değilim.

İffetsizliğiniz ortaya dökülür, kendini iffetli sanan tanımadığınız zavallılar tarafından. 

Çağdaşlıktan, insanlıktan ortamdan uzak olgularda. Bıkar olursunuz yaşamaktan.

Askeri ortamla bağdaşmayan olumsuz kişilik sergilemesidir bu.

Hazmedilemeyen yetkinin hak edilmeyen rütbenin kötü kullanımıdır.

Bütünüyle size yapılan.

Ama metanetiniz, olumsuzluğu yenmeye yeter. Ve yetmiştir de.

Kazanmazsınız amma kaybetmezsiniz de benim de yaptığım, yapabildiğim oydu.

Yeni, yeni öğrenmek istemediğim küfürlere hedef olmak. Bugün bile içtenlikli olumsuzluklarla doluyum Cemil Gülse denilen tutarsıza.

 

Yıllar sonra Ağrı’dayım. Yani 1969 yılı idi. ANKARA’DAKİ ÜST DÜZEY KOMUTANLARIMIN MÜRACAATIMA YAZILI EMİRLE İZİN VERMELERİ sonucu liselerde Fransızca OKUTMAYA BAŞLADIM, 1966 YILINDAN SONRA, 

Aynı yıl içinde anımsadığıma göre bir gün Alay Komutan Yardımcısı  Yarbay Sayın Muzaffer YILMAZKAN  beni emretmişler. 

Odasına girdim. Bir de ne göreyim. Sekiz sene önce hakaretleriyle, küfürleriyle yaşamımı karartan yıllarca rüyalarıma giren  olumsuz  olguların sahibi Cemil Gülse yarbay olmuş. Karşımda.  

Komutan yardımcımın yanında oturuyor.

Kendisini hemen tanıdım.

Ama o beni tanıyamadı. Aradan 8 sene geçti.

Meğer oğlu benim öğrencilerimden biri  imiş. Öğrencinin ismi gündeme gelince anımsadım.

Çocuk ortanın üstü derecede, başarılı, saygılı, verilen ödevleri yapan içtenliği konusunda güven veren bir öğrencim olduğu için olumlu konuşmaktan,   öğrencinin uyumlu ve başarılı olduğu konusunda konuşmaktan başkaca bir söylemim olamazdı zaten.

Tüm öğrencilerim için hep olumlu düşünmüşümdür, eğitim verdiğim sürece.

En çalışmayanların bile derslerini sevmelerini sağlamış, öğrencilerime farklı yöntemler kullanarak derse olan ilgilerini pekiştirip konulara ısındırarak, derslerine sevgi   ortamı   yaratmışımdır. 

Ancak biraz konuştuktan  sonra Cemil Gülse’nin jestleri, mimikleri değişti.

Ben ayakta, esas duruşta. O anda tanımış olmalı. Zaman, zaman yüzünde kızartılar oluştu. Hareketlerinde mahcubiyete, BELKİ GELİŞ pişmanlığına, dayalı olumsuzlukları farklı oluştu. 

Olumsuz görüntüleri fark edince ben...

Sayın Komutanımdan izin aldım. Ayrılmak istedim. Ortamı terk ettim. Daha sonra komutanım da, olumsuzluğu fark etmiş olacak ki beni çağırdı. Oluşan farklı ortamı sordu.

Kendilerine 1961 yılında bana nedensiz yapılanları, başıma gelenleri anlattım.

Ama aradan uzun zaman geçtiği için anımsamak istemediğimi, bir daha hatırlayarak mutsuzluğa düşmek istemediğimi söyledim, Sayın Komutanıma.

Kin duygusu insanın taşımaması gereken olumsuz bir  yük ve duygu olduğunu komutanıma söyledim. Beni kutladı. Yanından ayrıldım.

 

Bu gün aradan 53 yıl geçti

Hatırladıkça ürperti ile titrerim mutsuz kötü anı ile. Ve düşüncem odur ki,

Bu olumsuz olgu empati olsa idi.

Bugün, bende  ne mutluluğun adı olurdu, ne de  bugüne gelebilir idim.

Neyse zaman geçti.

Ben çağdaş insanım. Çağdaş toplumun kabul edemeyeceği olgulardı zaten.                                                

Kendime uygun bulmam. 

Yapabildiğim, ulaşabildiğim, olumlu olguları yaşamaktır, mutluluktur bence.

Bu gerçek bir olaydır. Muhatabım olan kişinin sicil dosyasında vardır!

 

Mehmet  KAYALI

Elveda ve Merhaba…

Temmuz 14, 2014

Önce neden elvada…

Yazılarımda ilke olarak kendimden bahsetmemeyi seçtim hep, mecbur olmadıkça “ben” demedim. Sanırım bu gün buna mecburum “ben” diyeceğim, kendimden bahsetmek zorundayım. Hoş görünüze sığınıyorum.

Ben yanılabilirim, arşivler yanılmaz!

Kimsenin şahsını hedef almadım!

Hakaret etmedim!

Tartışmadım, yorumları saygıyla karşıladım, gerekiyorsa kişisel mail adresine açıklama yaptım. Ama gerekiyorsa!

En çok Sayın Mustafa EROL’u eleştirdim, asla saygısızlık etmeden! Şahsını değil, icraatını eleştirdim, ama yanına gittiğimde önümü ilikledim. Yine karşılaşsam aynı şeyi yaparım! O benim büyüğüm, beni TEMAD’tan ihraç etti, canı sağ olsun. TEMAD üyesi olsam da olmasam da ben assubayım. Her yerde her zaman gururla söylerim.

Seçim öncesiydi, tüm adaylara çağrı yaptım, arzu eden herkesle röportaj yapacağımı, kelimesine dokunmadan yayınlayacağımı belirttim. Sayın KESER olumlu yaklaştı. İlk bölümünü yayınladım, imla hatalarına dahi dokunmadan. Arşivlerdedir, çanak soru sormadım, toplumun aklından geçenleri sormaya gayret ettim.

Bir çok yorum aldım…Kimi olumluydu, kimi olumsuzdu…Olumsuzlara da olumlu olanlar kadar saygı duydum, her zaman olduğu gibi.

Ama biri vardı ki… İşte onu kaldıramadım. Beni k.ç yalayıcılıkla itham ediyordu. İnsafsızca, ölçüsüzce hakaret ediyordu. Ve kahraman meslektaşım, ya da her kimse adını yazamayacak kadar aciz, rumuz kullanıyordu.

Toplumda adı bilinen, kitapları olan bir subayla uzun yazışmalarım oldu. Adını söylemem doğru olmaz.  Anlaşabilmemiz mümkün değildi, ama karşılıklı olarak fikirlerimizi paylaştık. Hakaret yok, saygısızlık yok. Karşılıklı teşekkür ve iyi dileklerle sonlandırdık.

Bir astsubay arkadaşım ise bana en ağır küfürle hakaret ediyordu!

Neden?

Çözemedim, anlayamadım, izah edemedim!

Yoruldum o zamanlar!

Ben hiçbir karşılık beklemeden, ileriye dönük hiçbir hesabım olmadan toplumumun bir neferi olma çabasındaydım.

Hakaret ediliyordu.

Veda ettim,  tarih 22.01.2011…

Köprünün altından çok sular geçti…

Uzaktan uzağa da olsa izledim, maalesef o günden bu yana değişen pek bir şey yok…

Bir hikaye okudum;

Sabah gün doğmadan önce  bir adam uçsuz bucaksız okyanusun kenarında yürüyor, eğilip yerden bir şey alıp denize fırlatıyor, yine yürüyor, yine eğiliyor, yine yerden bir şey alıp denize atıyor… Bu işlem devam ediyor dakikalarca… Yalısından olayı izleyen birinin dikkatini çekiyor, adamın yanına gidiyor ve soruyor;

  • Pardon ama sen ne yapıyorsun?
  • Med-Cezir sonucu kumsalda kalan deniz yıldızlarını denize atıyorum.
  • Binlerce kilometre sahil, milyarlarca deniz yıldızı… Neyi halledeceksin ki, ne değişecek?

Adam eğilir, yerden bir deniz yıldızı alır ve okyanusa fırlatır ve der ki;

  • Bak, bunun için değişti…

Her şeye rağmen Okyanus kıyısındaki bir denizyıldızına faydam olursa amacıma ulaşmış sayarım…

Bu düşüncelerle …MERHABA….

 

Kadrolarda mevcut aksaklıklardan kaynaklı olarak assubay çavuş ile kıdemli üsçavuşun, başçavuşun, kıdemli başçavuşun aynı kadroya atanabiliyor olması, aynı işi görmesinin istenmesinden dolayı mesleki kariyer çizgisi iniş çıkışlarla dolu, karmaşık bir statü haline getirilmiş, assubay statüsü.

Mesleğe başlayan bir assubayın; ilk yıllarında yapmış olduğu görevi en son rütbesinde de yapabileceğini bilmekte olması veya yapmış olması; sıradanlığı, bıkkınlığı da beraberinde getirebilmekte. Her halde bundan kaynaklı olsa ki ideallerle birlikte hitap şekilleri de değişime uğramakta. Kıdemsiz durumdaki subay, bir üstüne “komutanım” şeklinde hitap ederken, kıdemsiz assubayın üstü olan assubaya “abi” şeklinde hitabı sistemin sunmuş olduğu olumsuzluklara bir tepkinin eseri olsa gerek.

İş öyle bir hal almış ki, daha assubay çavuş rütbesinde bulunanlardan bile başçavuş, kıdemli başçavuşlara “abi” şeklinde hitapların arttığı iletilerde iddia edilmekte.

Bu durum bile; emir-komuta zinciri içerisinde sistem tarafından gri bölgede tutulan assubay statüsünün daha kariyerli, emir-komutada daha aktif, etkin ve yetkin bir meslek haline getirilmesi gerektiğini göstermekte.

Assubayların, her hâlükârda, bir üstü olan assubaya, komutasında olduğunu belirten “komutanım” şeklinde hitabı bence yerinde olacaktır. Umarız ki genelkurmay ve kuvvet assubayları konu üzerinde gerekli duyarlılığı gösterirler.

***

Diğer bir konu ise; son zamanlarda assubay rütbelerinin yazışında İç Hizmet Kanunu’ndaki şeklin uygulamaya geçtiği belirtilmekte. Yani üsçavuş rütbesinde bulunan bir assubay, rütbesini, Topçu Üçvş. şeklinde yazarken, şimdi kanunda yazdığı şekliyle Topçu Astsb.Üçvş. şeklinde yazması aranır olmuş –ki “Astsubay”ın Türk Dil Kurumu’ndaki kısaltması “Asb.” olmasına rağmen-. Konuya maddi yönden bakarsak kanuna uygun ancak şekil olarak hiç de uygun görünmemekte.

O halde tüm statü sahipleri, statülerini unvanlarının önüne eklemeli: General Tuğgeneral, Topçu Subay Albay, Tabip Subay Üsteğmen, Deniz Subay Asteğmen, Hâkim Subay Albay… gibi.

Hiç olur mu?

Olur, deniliyorsa diğer statüler için de kanunla oldurulmalı, uygulanmalı.

Eğer olmazsa,

O halde assubaya da olmamalı,

Yakın geçmişte gündemde, şimdilerde ise hasıraltı olmuş olan assubay rütbelerinin apolete alınması ve assubay yeni rütbe adları tekrar gündeme alınarak, yönetmelikte, kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılmalı.

Diğer memurlarından bağımsız, emsal gösterilmesi imkânsız bir konu olan bunlar için ek bütçeye, Maliye Bakanlığı onayına gerek duyulmasa gerek.

Sınav…

Temmuz 07, 2014

Bu bir açık çağrıdır.

Bana öyle bir kurum gösterin ki,

Aynı çalışma ortamında, benzer hizmet verme sonuçlarını paylaşıp, bulunanlardan birileri alt statüde olsun.

Kapıkulu benzerliğinde!

Zaman zaman kişiliği ve onuru hafife alınıp hor görülsün.

Katkısız yurtseverliği olsa da olgularında, sırtında devletin trilyonluk zimmeti olsun. Sorumluluğu tam olsun.

Hizmetin üretime yönelik yönleri onun uhdesinde bulunsun.

 

Yılgınlık gösterme lüksü olmasın.

Görevde en ön saflarda olsun.

Fiili hizmet üreticisi olsun,

Laf üreticisi değil.

Görev yerleri hep ölüme en yakın olgularda, mutluluk duyguları körlenebilmesi içeriğinde olsun.

Eğitilmişlik süreleri süre olarak ve bilinç olguları üstün olsa bile, görmezden gelinsin.

Hâttâ yıl olarak eğitilmişliği fazla olsa bile eğitimli konumu ve eğitimi kullandırılmasın.

Çalışma ortamında yücelmesine izin verilmesin.

Tek kabahatının şehzade okulunda okuyamamış olması, olsun.

Kendisine "sen bu statüye, bilerek girdin" densin

"Bana olan taahütlerin bittikten sonra,

istersen benim hakimiyetimin bulunduğu alan dışına çıkar,

eğitimini, eğitimli durumunu orada kullanırsın" densin…

Bana senin eğitimli olmanın gereği yok.

Sen tercihini başlangıçta yaptın *sen bir kapıkulusun* olgun ve sonuçları değişmez...

Lazım olan senin eğitimindekileri ben dışardan seçerim.

Dışardan alırım.

En yetkili kişi beyanı. Mahkeme kayıtlarında sabit.

09.07.1976 tarih ve 15641 sayılı Resmi Gazete.“ Anayasa Mahkemesi kararı.

Söylem olgusunda birini düşünün.

Birinin 4500 aldığı emeklilik ortamında,

Sen 1500 lira emekli maaşına layık görülmüş olmalısın.

Geçim sıkıntısı içinde çırpınanın, mutsuzluğu yaşamın zor koşullarında, çaresizlikler ortamında.

Karşısındakinin mutluluğu olsun.

Seni görmezden gelme oluşumunda tüm duyarsızlıkları aleyhe olsun.

Çağdaş yaşam olguları içeriğinde.

Eşitlik ilkelerinden uzak tutulduğunu varsayın.

Bir unvan sözcüğü şemsiyesi altına girenlere farklı yaşam huzuru veren, bağışlayan, yapılan tazminatlı ödemeleri ufka bakarcasına seyreder olsun.

Ve sosyal olanaklardan, haklarından faydalanması kısıtlı olsun.

Bazı sosyal tesislere, alt statüdekiler giremez olsun. Giriş kapısında unvan belirleyen uyarı olsun.

Devlet olanaklarını mutlu bir azınlık tekeline veren anlayış ve küçülten bir olgu. İhtiras yaratan gidiş karşısında hak edenlerin etkisiz kaldığı.

Öyle bir düzen ki bencil ilkelere dayalı ve kendinden olmayana fırsat tanımayan,

Bu çağdaş yaşam ortamında kabul edilmesi zor olan bu olumsuzluklar ortamında.

 

Düşünün.

Diğeri ise benzer iş ortamında, fiili sorumluluktan uzak, sadece buyurganlığı sever olsun.

Fiiliyatta, beceri isteyen ortamdan uzak dursun.

Tayin ve görev değişimlerinde, zimmet, devir teslim gibi bir derdi olmasın.

O tür yükümlülüklü hizmetleri hiç sevmesin.

Yeri geldiğinde "bunlar bana öğretilmedi" diyebilsin.

Ama konuyu bilmese de: konu, denetim olguları olunca, bildiği varsayılsın.

 

Atanmalarda.

Haydi hoşça kalın deyip, görevi vekalet edene bırakıp, ceketini ve şapkasını alsın arkasına bakmadan gitsin.

Eşleri ise kaprislerinin en üst verilerini, üst düzeyde kullanım olgusunda.

Falanın hanımı , olgusunda, küçümseme, karinesine dayalı, beceri etkinliklerini tam kullanma yeteneğinde olsun.

Alt statüdekilerin eşlerine çalım atsın ve küçümsesin.

Ve ayrıcalıklı olsun.

Çocuklarının bile falanın çocuğu söylemi eşliğinde ayırıma tabi tutulsun.

Ayrıcalıklı olsun.

Servislerde bile hiyerarşinin, zaptıraptın nimetleri, terk edilememiş olmasını düşünün.

Aynı yerleşke ortamında, çalışma ortamlarında.

Genelde, kaloriferli tefriş edilmiş bürolarda olsun.

Emekli maaşları da diğerine göre üç kat. Yani, 4500 tl civarında olsun.

Sosyal olanakları, dolu dolu kullanma olasılıklı biri olsun.

Bu tanımlamalar devletin hangi kurumunda vardır acaba?

Bu bir sınavdır.

Devlet memurunu ortam belirleme sınavı.

Olanakların kullanımını taksimi.

Hak dağıtım terazisini elinde bulunduranların,

Yaptığı halksızlıkları görebilme ayrıcalıktır.

Siz de ayrıcalıklı olun okuyarak, ayırımcıları görerek.

Ayrıcalık bilinçlenmenin farklı bir olgusudur.

Okumakla kazanılır.

İftarlar için sergilenen özentiler biraz da hakların aranması da sergilenebilmelidir.

Görülebilmesi olgusunda sergilenmelidir.

Haklarının nerede başlayıp nerede bittiğini bilmelisin.

Bir başkalarının çabalarını bekler konumunda olmayın.

Çaba ister olguların kazanımı.

Mirasyedi konumunda olmak kurnazlık değildir.

Aptallığın farklı bir versiyonudur.

Yetinenlerin önüne saman koyarlar.

Bilinçlenebilmiş kişiler olun.

Belirleyin, betimleyin, siz de ayrıcalıklı olun.

Yan yatarak, yalvarmalar kime ne kazandırmış ki?

Sizlere de hampadan bir şeyler veren olmaz.

Sizler de olanakları arayın. Sağlar olsun.

Sınava katılmak serbesttir. Devlette böyle kurum vardır mutlaka.

Arayacaksınız.

Aramadan bulamazsınız.

Olgularda arayış olmalı.

Öyle … Yan yatıp başkalarından bekleyiş olmaz.

Yaşam bir aynanıdır.

Kendini görebilme olgusunda.

Bulunduğun yeri belirleme içeriğinde

Şartları ise bakıp görebilmedir, görebildiğini betimlemedir.

Hedefte belli bir kurum göstermedim. Gösteremem.

Hedefi bilinçli bakışlarınızla siz belirleyeceksiniz çabalarınızla.

Devletin tüm kurumlarını kapsar.

Bir inceleme olgusundadır. Bilene, kazanana en iyi tespiti yapanlara ödül verilecektir.

Örneğin kocaman bir *a f e r i n.*

Mehmet KAYALI

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ