×

Uyarı

JUser: :_load: 932 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıldönümleri hep tarihi konuşmalara sahne olur. Anayasa Mahkemesi Başkanları 23 Nisan’da kendilerine makam verilip mikrofon uzatılan çocuklar gibi o güne hazırlanır ve edebiyat parçalarlar. Ya da bana öyle geliyor.

Bu yıl ki toplantıda Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç’ın sözleri hükümetten çok tepki gördü. Sayın Kılıç yaptığı konuşmada muhalefet, iktidar veya kurum farkı gözetmeden, olması gerekenleri konuştu.  Bence Hükümetin tepki gösterdiği Sayın Kılıç’ın sözleri değil, Anayasa  Mahkemesi'nin son zamanlarda aldığı kararlardı. Aslında yaptıkları şey, apaçık olarak çok basittir. Kişi üzerinde aşırı tepki göstererek, kurum çalışanlarının çeşitli açılardan kendini tekrar tekrar sorgulamasını sağlamak ve hükümet aleyhinde alınabilecek, daha cesur kararların önünü kesmektir.

Sayın Kılıç’ın konuşmasını bir emekli astsubay kulağıyla dinledim. Sayın Kılıç sanki bizim sözcümüz gibi konuşmuş. Önce Sayın Kılıç’ın bazı sözlerinin altını çizmek istiyorum. Hâttâ altını çizdiklerimin bazılarını da kalın harflerle yazmak istiyorum.  İşte o satırlar!..

***

Muhtelif kaynaklardan seçilerek gelen üyelerimizin karar ve faaliyetlerimize yansıyan mesleki tecrübeleri Mahkememizin ortak vicdanını oluşturmaktadır. Kuşkusuz bu sonuca ulaşırken, başta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olmak üzere, hukukun evrensel ilkeleri ve ilgili  yasa hükümlerine göre   hareket ettiğimiz açıktır. Bu vicdani alan, dostluk ve düşmanlık duygularına kapalı olduğu gibi  ırk, renk,   siyasi düşünce ve bireysel inançların da dışındadır.  İnsanlık onurunun varlığı, temel hak ve özgürlükleri de evrenselleştirmiştir.  Bu değerleri yüceltmek, derinleştirmek, tehditler karşısında savunmak Anayasa Mahkemelerinin en temel görevidir. Esasen Anayasa yargısının varlık nedeni; ırk, renk ve inancı ne olursa olsun, insan olma ortak paydasına sahip herkesin var olan onurunu korumaktır. Bu kutsal görevin başarı ile yürütülebilmesi, ancak bağımsız ve tarafsız kalmayı becerebilen yargıçların varlığı ile mümkündür.

Hukukun üstünlüğü anlayışı ve demokratik değerlerle beslenen bir devletin yolu her zaman aydınlıktır. İkinci Dünya Savaşı felaketini yaşamış Avrupa’nın geçmişte yaşadıkları ile bugün geldikleri seviye çok önemli mesajlar vermektedir. Dünya’da dini, etnik ve sınıf savaşlarının en yoğun yaşandığı bölge olan Avrupa, komünizm ve faşizm gibi totaliter rejimlerden demokrasi ve hukuk devleti mücadelesini vererek kurtulmuştur.

Demokratik değerleri, hukukun üstünlüğünü ve hukuk devleti anlayışının gereklerini tekrar  tekrar konuşmak zorundayız.

İnsanlar, onurlu bir hayat yaşayabilmek için, hukuk  güvenliğinin egemen olduğu bir devletin varlığına her zaman  ihtiyaç duymuşlardır. Evrensel değerlerin ağırlıklı olarak uygulandığı, tüm eylem ve işlemlerin yargı denetimine tabi tutulduğu, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlet, hukuk devleti olarak tanımlanmıştır. Hukuk devletinin en belirgin  diğer bir özelliği ise, tasarruflarının öngörülebilir, ulaşılabilir açık ve şeffaf olmasıdır. Hukuk devletinin odağında esas itibariyle iktidar gücünün keyfi davranışlarının sınırlandırılması vardır. Bu nedenle kamu gücünü kullananlar da vatandaşlar gibi hukuksal ilkelerle kuşatılmıştır.

Bir ülkeyi hukuk güvenliği testinden geçirebilmek için öncelikle yazılı hukuk kurallarının, daha sonra da bunu uygulayan hakim, savcı, adli personel ve adli kolluğun ne durumda olduğunun tespiti gerekir. Sisteme dahil unsurlar ahenk içinde birbirini engellemeden adalete ulaşmaya hizmet ediyorsa sorun yok demektir. Haklı bir neden olmaksızın, kamu yararı gözetilmeden,  siyasal  amaçları  gerçekleştirmek düşüncesiyle yazılı hukuk kurallarında çok sık aralıklarla yapılan değişikliklerin, toplumda hukuk güvenliğini sağlayabileceğinden   bahsedilemez.

Ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel hayatı alt-üst edecek yasal düzenlemelerin öngörülebilir olmaması, bireylerin hukuka olan güvenin tükendiği yerdir. Esasen, hukuk güvenliğini sağlayacak olan unsurlar,  bağımsızlık ve tarafsızlık sorununu çözmüş olan yargı organları ile yasama ve yürütme organlarının insan haklarını özne kabul eden uygulamalarıdır.

Hukuk devletinin temel direği olan yargı, aynı zamanda devletin  vicdanı olarak da tanımlanır. Bu vicdanın, siyasi ve ideolojik vesayet odaklarının işgaline uğraması nedeniyle toplum hayatına verilen zararların acı örnekleri, hafızalardan henüz silinmemiştir.  İşgal devam ettiği sürece de bunları yaşamaya devam edeceğiz. Yargının vicdanını  işgal edenlerin kimliği, düşüncesi ya da kutsalları ne olursa olsun bu sonuç değişmeyecektir. Dün hak ihlaline uğramış mağdurlarla, bugün aynı ihlalleri yaşayan mağdurların  kimliklerinin farklı olması bu bakışımızı asla etkilemeyecektir.  Sadece yargı değil, onur sahibi olan herkesin haksızlığa ve ihlale karşı çıkması insanlık borcudur. Zira, barışın teminatı olan  farklılıkların birlikte yaşamasını ancak, başkalarının hak ve özgürlüklerini savunan onurlu insanlar hayata geçirebilirler.

Esasen vesayet altındaki bir yargıdan hukuk güvenliğini sağlaması da beklenemez. Böyle bir sistem yönetenlerin güvenliğini sağlarken, ötekilere de ancak, korku, endişe ve  umutsuzluk verebilir. Korkunun ve endişenin hakim olduğu iklimlerde de  özgür vicdanlar üretilemez.  Herkese bildik gelen bir sözle yeniden tekrarlamak gerekirse, hukuk güvenliği insanların güvercin ürkekliği içinde yaşamadığı korkusuz bir ortamın varlığı olarak da tanımlanabilir.

2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile   yargı organları üzerinde oluşan vesayetçi anlayışların ortadan kaldırılması için cesaretli adımlar atıldı. Bu adımlar toplumda büyük   karşılık da gördü. Söz konusu vesayetçi yönetimlerin görevlerinin sona ermesi ile büyük bir boşluk doğdu. Bu boşluğun, toplumun her kesimini kucaklayan, hoşgörülü, özgürlükçü, çoğulcu, adil ve evrensel değerleri yansıtan tercihlerle doldurulması gerekirken, ne yazık ki  bunu gerçekleştiremedik. Bu kez, farklı renkte yeni bir vesayet sisteminin  oluşmasına tanık olduk. Kimse bu yeni oluşumun günahından kendini soyutlamaya çalışmasın. Tarih  olanları  kaydediyor. Bunları konuşmak, gerçekleri itiraf etmek ve cesaretle çözüm yolları bulmak zorundayız.

Görevi, maddi gerçekleri ortaya çıkarmak olan yargının karşı karşıya kaldığı bu iddianın adı “vicdan yolsuzluğu”dur. Bunun için yapılması gereken açıktır. Hukuk devletine yakışan yöntemler uygulanmak suretiyle gerçekliğinin ispat edilmesi halinde, faillerine bir saniye bile beklenmeden gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının vazgeçilmez unsuru olan “özgür vicdanlı” hâkim ve savcılarımızın ayakta kalması için buna mecburuz. Demokratik hukuk devletlerinde, tehdit ederek, korkutarak sorunların çözüldüğüne ilişkin örnekler bulamazsınız.

Anayasa Mahkemesince verilen kararların,  toplumda yarattığı siyasi, sosyal ve ekonomik sonuçları üzerinde, bazı değerlendirmeler yapılması zorunluluğu vardır.  Kurumların özeleştirilerini yapabilme cesaretini göstermeleri gerektiğine inanıyoruz. Bunu yapamadığımız takdirde kurumların kendilerini geliştirmesi ve yenilemesi mümkün olmayacaktır. Mahkemelerin geçmişte verdiği kararlar sonucunda toplumda yaşanan sarsıntıların, demokratik hayata ve hukuk devleti anlayışına olan olumsuz etkilerinin bilançosunu çıkarmak zorundayız. Hemen her toplumda Sorunların temel kaynağı yasama, yürütme ve yargı organlarının sebep oldukları hak ihlalleridir. Bu ihlallerin sonuçları ve toplumsal karşılığı önemsenmelidir. Bireylerin, her türlü endişe ve korkudan arındırılmış güvenli bir alanda hayat sürmeleri, en temel anayasal haklarıdır.

Kamu gücüne sahip olanların  topluma sunduğu hak ve özgürlükleri,  lütuf ya da bağış düzleminde değerlendirmesi düşünülemez.  Farklı olanların hak ve özgürlüklerine karşı kimse, ev sahibi edasıyla duruş da sergileyemez. Yetmiş altı milyonun her  ferdi bu evin sahibi ve Anayasa ile teminat altına alınmış hakların kullanıcısıdır.

Demokrasi, insan onuru, temel hak ve özgürlükler, Mahkememizin korumak zorunda olduğu  evrensel değerlerdir.  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi başta olmak üzere, çağdaş dünya milletlerinin kabul ettiği insan hakları belgelerinde,   temel hak ve özgürlükler; din, ırk, mezhep, siyasi düşünce ve ideolojilerden arındırılarak sadece “insan olma” ortak paydasında birleştirilmiş ve evrensel bir değer olarak tanımlanmıştır.  Bu evrensel değerler bütün insanlığın gönül birliğini ve bütünlüğünü sağlayacak etki ve öneme sahiptir. Farklılıkları değiştirmeye, dönüştürmeye ve kendimize benzetmeye çalışmadığımız sürece, bu hedefi yakalamak hayal olmayacaktır.

Hukuk devletinde mahkemeler, emir ve talimatla çalışmadığı gibi, dostluk ve düşmanlık duyguları ile de yönlendirilemez. Mahkemeler verdikleri kararların sonuçlarının doğurduğu üzüntü ve sevinçlerle de ilgilenmez.  Bu duyguları gayet doğal kabul eder. Ancak, verilen kararlardan hukuk dışı sonuçlar çıkararak, Mahkeme mensuplarını itibarsızlaştırma gayretleri iyi niyetle izah edilemez.

Yeni teknolojik gelişmelerin, insan hak ve özgürlüklerini korumak için alınan yasal önlemleri,  etkisiz hale getirdiği bir çağda yaşıyoruz. Tarihe hak ve özgürlük savunucusu olarak geçen Gorbaçov, Sovyetler Birliği çözülmeden önce, küreselleşmeye karşı direnenlere “antenlere vize koyamazsınız” diyerek iletişim araçları karşısındaki zorluklara işaret etmiştir. Kuşkusuz, böyle bir zorluk bireylerin hak ve özgürlüğünü, devletin ise varlığını koruyacak yasal düzenlemeleri yapmasına engel değildir.

Amacımız sorun üretmek değil, sorun çözmek olmalıdır. Bir eylemin, işlemin veya yasama tasarrufunun,  siyasi bir belge olan anayasaya göre,   denetlenmesi nedeniyle ortaya çıkan Anayasa Mahkemesi kararının siyasi sonuçlar doğurması doğal bir zorunluluktur.

Mahalle baskısı ile yargı mensuplarının görüş, düşünce ve kararlarının etki altına alınma çabaları, adaletin kutsallığına inanmış olanlar için geçerli değildir.

Anayasa Mahkemesi, insan onurunun zorunlu kıldığı hak ve özgürlükleri, hiçbir ayrım yapmadan ve bir hesabın içinde bulunmadan, ilgilisine ulaştırmaktan başka amacı olmayan bir yargı  kurumudur.

Amacımız, idarenin ve yargı organlarının sebep olduğu hak ihlallerini incelerken, temel hak ve özgürlüklerle ilgili evrensel standartların ülkemizde benimsenmesini sağlamak suretiyle  Anayasa Mahkemesinin “etkin bir denetim” yaptığı inancını topluma yerleştirmektir. Mahkememizin etkin denetim yapmadığı düşüncesinin yerleşmesi halinde ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından  Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesinin kararları  yok sayılarak, başvuruları doğrudan kabul etmesi gibi bir uygulama ile  karşı karşıya kalacağımız herkes tarafından  bilinmelidir.  Böyle bir sonucun ise ülkemiz yargı erkinin demokratik dünya milletleri nezdinde çok ciddi bir itibar kaybına sebep olacağı açıktır.

Son yıllarda birey ve toplum olarak, yaşanan sorunlarla ilgili en masum çözüm önerilerini, düşünce ve görüşleri derhal siyasi bir süzgeçten geçirdikten sonra kabul veya reddeder hale geldik. Bu yaklaşım toplumun aşırı siyasallaşmasına, kutuplaşmasına ve kaygı verici bir gerilimin yaşanmasına yol açıyor. Yaşanan gerilim insanlarımızı taraf olmaya zorlamakta, söylenenler yanlış da olsa, taraf olmanın güçlendirdiği inatçılıkla düşünceler savunulmaya çalışılmaktadır. Sorunlara veya önerilen çözümlere tepkisel tavırlarla meydan okumak, taraftar bağlılığını güçlendirmekte ise de  insanların biraraya gelme,  diyalog ve uzlaşma iradelerini zayıflatmaktadır. Diyalog ve uzlaşma zeminini kaybettiğimizden dolayı, farklı olanların doğruları ile zenginleşemiyoruz. Başkalarının haklarına sahip çıkmak bir insanlık erdemidir. Katılmasak da, hakkı ihlal edilenlerin yükünü paylaşmak, onurlu insan olma refleksinin doğal bir sonucudur. Demokratik ülkelerin gücünün yasaklara değil, özgürlüklere dayalı olduğu gerçeği gözardı edilmemelidir.

Yaşanan gerilimlere kim sebep olursa olsun, bu ortamda gelişen kin ve nefret söyleminin farklı düşünce ve inanç sahipleri arasında “duygusal bir kopuş”a yol açtığı açıktır. Kalp ve gönül dünyasını ilgilendiren bu duygulardaki ayrışmaların, birlikte yaşama irademiz üzerinde olumsuz sonuçlar doğuracağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu olumsuz sonuçlar siyaset, kültür, inanç, sanat, spor ve buna benzer etkinliklerde, farklı kesimlerin birarada yaşamaları için gerekli olan “buluşma alanlarını”  yok etmektedir.

Kin ve nefret söyleminin, korkuyla buluştuğu böyle bir noktada, insanlarımızı iç dünyalarına hapsedilmiş inançlar ve beyinlerinden dışarı çıkaramadıkları düşüncelerle baş başa bırakıyoruz. Oysa, çoğulcu ve katılımcı demokratik sistem, “farklılıkların sesli yaşaması” gerektiği çağrısını yapıyor. Yüzyıllardır biriktirdiğimiz köklü kültür yapımız ve oluşan inanç dünyamız, demokrasinin tam da bu çağrısıyla örtüştüğünü söylüyor. Sahip olduğumuz bu sevgi ve hoşgörü kültürünün lojistik desteğine ihtiyacımız vardır.

Kainatın özü insan, insanın özü ise eşdeğeri bulunmayan onurudur.

***

Yukarıdaki konuşma metnini sindire sindire birden fazla okumanızı tavsiye ederim. Bu çok önemli konuşma, madalyonun bir tarafından bakınca bizim onur mücadelemizin sebeplerini anlatıyor. Ancak diğer taraftan bakınca da konu biz değiliz ve mahkeme kadıya mülk olmuş. Bu kavga başka… Bu sözler başkasına… Baronların ülkesinde yaşıyoruz. Devletin Baronları, Meclisin Baronları, İş dünyasının Baronları, Uhrevi Dünyamızın Baronları ve Yargının Baronları…

Bu nedenle yukarıdaki başlığı attım.  “Parçala Behçet!

Bugünlerde bir el muhaberat, bir el muhaberat, bugünlerde bir Yusuf, bir Yusuf…

Bugünlerde fikir başka, iş başka… Hani milliyetçiyim ama, ayaklar altında olmayanından, halkçıyım ama padişahım çok yaşa diyeninden… Hani komünistim ama söyleyemeyeninden, laikim ama elhamdülillah… Bu ahval ve şerait içinde, bu üst düzey demokrasi konuşması... Peh, peh, peh!.. Körler ülkesindeki gözü açık adamın akıbeti aklıma geldi birden. Adamın gerçek amacı körlere yardımcı olmak değil, ülkeye kral olmak idi hatırladığım kadarıyla…

Saygılarımla…

Ögeyi Oylayın
(15 oy)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

Yorumlar  

#8 ABDULLAH KAYA 30-04-2014 08:07
Kıymetli Günşer,

Sonsuz bir içtenlik ve saygıyla tekrar merhaba der, yazılarınızda başarıyı yakalamanızı dilerim.

Şüphesiz ki gösterdiğiniz hassasiyet ve savunduğunuz olgular yalnızca assubay onur mücadelesi için...bundan asla şüphe duymadım. Hatta katılmadığım fikirlerinizde bile sizi şahsınızda gıyaben selamladım.

Ancak bizim ayrı düştüğümüz konu şudur:

Eğer şimdiye kadar tüm iktidarlar haklarımızı vermiş ve sadece bu hükümet bundan sarfınazar etmiş olsaydı bizde sizin yanınızda yer alacaktık.

Gelişen konjonktür gereğince daha dikkatli olup tamamen muhalif kanatta yer almaktansa son ana kadar şartları zorlamak gerekir diye düşünüyorum.

Eğer mesaj panosunda paylaşımlarımı takip imkanı buldu iseniz dahada anlaşıldım sanırım.

Her şey gönlünüzce olsun.

Yüce Allah Aziz Türk Milletini korusun.
Alıntı
#7 Rafet Duran 30-04-2014 00:42
Sayın GÜNŞER;

Assubaylarla ilgili bir konuyu araştırırken, 1990’lı yıllarda Anayasa Mahkemesi’nin; “Aralarında Statü farkı olan meslek mensupları ile ilgili olarak idarenin yaptığı farklı işlem ve eylemler, Anayasanın 10. Maddesindeki eşitlik ilkesi’ni zedelemeyeceğine” dair bir kararını okumuştum.

Bu kararda AYM “AİHM'in bir kararına atıfta bulunarak, bir assubayın dava konusu talebini red etmişti. Mahkeme üyelerinden yalnızca bir tanesi bu karara muhalefet şerhi koyarak itiraz etmiştir.

Bir mahkeme düşünün, bizim bildiğimiz ve yürekten inandığımız, cumhuriyete, İlkelerine,( yani laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti ilkelerine) ve Anayasaya uygun karar vermekle görevlidir. Hukuk fakültesi mezunu olmadığından dolayı ağır eleştirilere tabi tutulan bir AYM üyesi, yani Sn. Haşim KILIÇ, yazdığı muhalefet şerhi ile bu çok büyük hukukçulara bence hukuk dersi vermiştir. Dava konusunun biz assubayların olmasının da çok önemi yok. Çünkü son konuşmasında da belirttiği gibi, güce, makama ve rütbeye göre değil, hukuka ve hakkaniyete göre karar verebilen yargıçların da bu ülkede var olduğunu daha o zaman bence kanıtlamıştır.

Bu ülkede, kitaplarda yazıldığı gibi konuşup nutuk atan, ancak fiile gelince, menfaate, güce, rütbeye, elinde tuttuğu yetkiye, aidiyet duygusu taşıdığı gruplara göre karar veren, bu durumdan ülkenin en tepesindekiler de dahil her kesim şikayetçi olmaktadır. Sn.Haşim KILIÇ'ın; bahsettiğim muhalefet şerhini okuduktan sonra, tüm bildiklerimi yeniden değerlendirmeye tabi tutmuştum.

Siyasi düşüncesi, dini inancı, etnik kökeni ne olursa olsun, en zor koşullarla dahi, güce, makama, rütbeye aldırış etmeden, hukukun ve hakkaniyetin yanında yer alan, her kim olursa olsun, ben bu kişiye saygı duyarım. Sayın GÜNŞER, haklı ve doğru kim olursa olsun, onu desteklemek ve onurlandırmak bir insanlık görevidir. Teşekkürler.
Alıntı
#6 Elbirce 29-04-2014 19:03
Sevgili Günşer,
Sizi bir kez daha kutluyorum. Analiz yeteneğinizi çok net bir şekilde ortaya koyduğunuz bu yazı, kimilerince ideolojik yaklaşımlarla eleştirilmiş, anladığım kadarıyla bu sadece itaat ve biat kültürünün değil, biraz da okuduğunu net anlayamamanın sonucu.
Durmak yok, yazmaya devam...
Alıntı
#5 Erdal Günşer 29-04-2014 18:26
Sayın Kaya, aslında yorum yapmak niyetinde değildim. Ancak beni taraf olmakla eleştirmişsiniz. Tabii ki tarafım. Tıpkı sizin gibi… Değerlendirmeyi okuyucular zaten yapıyor. Düşüncenizde yalnız değilsiniz. İsmail bey de sizin gibi düşünmüş. Bu benim yazı yazma yönümü elbet belirlemez. Sizin olumlu değerlendirmeniz çizgisine giremeyebilirim. Ancak tekrar söylüyorum. Kişiliği, mensubiyeti , kime hizmet ettiği beni ilgilendirmez. Sayın Haşim Kılıç’ın konuşması sanki emekli assubayların onur mücadelesinin dayanakları gibidir. Keşke ben de kendisi gibi bir metni kaleme alabilseydim. Bu tarihi konuşması nedeniyle kendisini tebrik ediyor ve madem biliyordun da bu güne kadar neden uygulamadın diye de kınıyorum. Saygılarımla…
Alıntı
#4 ABDULLAH KAYA 29-04-2014 15:14
Sayın Günşer,

Yazınızın hiç bir kısmına katılmıyorum. Sayın Başbakan hakikaten tam bir devlet adamı ki bırakıp ta çıkmadı.

Siz böyle taraflı yazılar yazmaya devam edin...

Biz de fikrimizi kısaca her zaman söyleriz.

Selamlar.
---------------------------------------------------------
YÖNETİCİ NOTU
Sn.Kaya, yazarlarımızın kişisel düşüncelerini yansıtan yazıların içeriğine katılmak ya da katılmamak tamamen okurun insiyatifindedir. Elbette siz de fikirlerinizi her zaman ifade edebilirsiniz; ancak yazının taraflı olduğunu belirtmeniz de sizin taraflı olduğunuzun göstergesi değil midir? Farklı fikirler bizim zenginliğimizdir. İyi günler diliyorum.
Alıntı
#3 Taner Haydar KOÇAK 28-04-2014 23:12
-İnsanlık onurunun varlığı, temel hak ve özgürlükleri de evrenselleştirmiştir.
-kutsal görevin başarı ile yürütülebilmesi, ancak bağımsız ve tarafsız kalmayı becerebilen yargıçların varlığı ile mümkündür.
-kamu gücünü kullananlar da vatandaşlar gibi hukuksal ilkelerle kuşatılmıştır.
-Ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel hayatı alt-üst edecek yasal düzenlemelerin öngörülebilir olmaması, bireylerin hukuka olan güvenin tükendiği yerdir.
-Sadece yargı değil, onur sahibi olan herkesin haksızlığa ve ihlale karşı çıkması insanlık borcudur.
vesayet altındaki bir yargıdan hukuk güvenliğini sağlaması da beklenemez. -Böyle bir sistem yönetenlerin güvenliğini sağlarken, ötekilere de ancak, korku, endişe ve umutsuzluk verebilir. Korkunun ve endişenin hakim olduğu iklimlerde de özgür vicdanlar üretilemez. hukuk güvenliği insanların güvercin ürkekliği içinde yaşamadığı korkusuz bir ortamın varlığı olarak da tanımlanabilir.
-Görevi, maddi gerçekleri ortaya çıkarmak olan yargının karşı karşıya kaldığı bu iddianın adı “vicdan yolsuzluğu”dur.
-Demokratik hukuk devletlerinde, tehdit ederek, korkutarak sorunların çözüldüğüne ilişkin örnekler bulamazsınız.
-Anayasa Mahkemesince verilen kararların, toplumda yarattığı siyasi, sosyal ve ekonomik sonuçları üzerinde, bazı değerlendirmeler yapılması zorunluluğu vardır.
-Mahkemelerin geçmişte verdiği kararlar sonucunda toplumda yaşanan sarsıntıların, demokratik hayata ve hukuk devleti anlayışına olan olumsuz etkilerinin bilançosunu çıkarmak zorundayız.
-Kamu gücüne sahip olanların topluma sunduğu hak ve özgürlükleri, lütuf ya da bağış düzleminde değerlendirmesi düşünülemez. Farklı olanların hak ve özgürlüklerine karşı kimse, ev sahibi edasıyla duruş da sergileyemez..
-Hukuk devletinde mahkemeler, emir ve talimatla çalışmadığı gibi, dostluk ve düşmanlık iyi niyetle izah edilemez.
-Mahalle baskısı ile yargı mensuplarının görüş, düşünce ve kararlarının etki altına alınma çabaları, adaletin kutsallığına inanmış olanlar için geçerli değildir.
-Yaşanan gerilimlere kim sebep olursa olsun, bu ortamda gelişen kin ve nefret söyleminin farklı düşünce ve inanç sahipleri arasında “duygusal bir kopuş”a yol açtığı açıktır.
-Kin ve nefret söyleminin, korkuyla buluştuğu böyle bir noktada, insanlarımızı iç dünyalarına hapsedilmiş inançlar ve beyinlerinden dışarı çıkaramadıkları düşüncelerle baş başa bırakıyoruz.
-Kainatın özü insan, insanın özü ise eşdeğeri bulunmayan onurudur.
.
.
.
Bu başlıklar altında çok önemli bu önemli konuşmaya darbeci ve halk iradesine inanmayan inanır demek sanırım cehaletle,körü körüne inadın eseri olsa gerek.Bende buna sadece yazık derim. Bizde onrur mücadelesi diyoruz.Vesayetçimiyiz?Komikte olmamak lazım.İnanmak,istemek başka,mevcut olan başka olabilir. saygıyla takipteyim.
Alıntı
#2 İsmail ÖZTÜRK 28-04-2014 21:37
Sn.Kılıç bizim sözcümüz gibi değil vesayetçilerin sözcüsü gibi konuşmuş, bu konuşmayı ancak darbeci ve halk iradesine inanmayan insanlar normal görür. Anayasa Mahkemesi Milli iradenin yerine geçmek, artık yer ile yeksan olmuş vesayetin bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışıyor.
Alıntı
#1 MEHMET KAYALI 28-04-2014 18:44
SAYIN GÜNŞER. BELLİ Kİ YÜKSEK YARGI BAŞKANININ UYARICI VE ÜLKENİN SELAMETİ İÇİN ÖNERİLERİNİ İÇEREN SÖYLEMLERİNİ AKTARMA GÖREVİNİ ÜSTLENMENİZ GÜZEL BİR OLGU. YAZINIZI ZAMAN, ZAMAN DURAKSAYIP OKUDUM. DURAKSADIM;ÇÜNKÜ ÖZE İNİP CİDDİ BULDUĞUNUZ KONULARIN ALTINI TEKRAR,TEKRAR OKUYARAK ÇİZMEM GEREKTİ. ÖZELLİKLE 9-10 - 15 PARAGRAFLARDA AÇIKLAMALARINIZ BENİ HAYLİ ETKİLEDİ DERSEM GERÇEKLERİ SÖYLEMİŞ OLURUM. MAKALENİZİN SON BÖLÜMLERİ DE ÜZERİNDE DURULMAYA DEĞER ANLATIMLARLA DOLU. İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMELERİNDE İRDELEDİĞİNİZ KONULAR BİZLERİ BİRAZ FAZLACA İLGİLENDİRİR KONUMDA.DÜNYANIN KABUL ETTİĞİ ÜZERİNDE TİTİZLİKLE DURDUĞU DURUMDAKİ OLGULAR. EŞİTLİK İLKELERİ BİRAZ BİZİM MAHALLEYE DE NEDEN UĞRAMAZ? İNSAN HAKLARI KONUSUNDA DÜNYADAN KOPUK YAŞAMAK, KADERİMİZ Mİ ACABA? NEYSE ZAMAN OLGUSU BU OLUMSUZLUKLARI MUTLAKA ÇÖZECEK AMMA ÖMRÜMÜZ YETER Mİ GÖREBİLİR MİYİZ BİLEMEM. SAYGILAR.
Alıntı

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ