Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi ve Astsubay

Rütbe ve Cübbe!

O gün, alessabâh kalkdı. Sıcacık yatağının içinde şöyle bir doğruldu. Üzerinde, severek giydiği has ipekden mamûl dikine pembe çizgili mavi picaması vardı. Başını geriye doğru atıp gözlerini tavana dikerek uzun uzun gerindi ve doya doya esnedi. Sonra, o gün Cumhuriyet tarihinde ilk defa yapacağı iş aklına geldi. Kalın dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Sevincinden yırtılırcasına büyüyen ağzı, avurtlarını aşıp kulaklarına değdi.

Yatağından çıkıp odasından dışarı doğru çevik bir hamle yapdı. Ne de olsa serde harbiyelilik vardı. Sabah sporlarında takım komutanı subaylar “Yaylalar, yaylalar” türküsü eşliğinde gıçından terler boşalasıya kadar az koşdurmamışdı harbiyeli günlerinde.

Çok mâkul bir kira bedeliyle, handiyse bir kaç kilo altın çilek parasına kendisine M.S.B.’nin “görev tahsisli” olarak verdiği lojmanın salon penceresine yaklaşdı. Pencere camından dışarı doğru keskin bir harbiyeli bakışı fırlatdı. Kemik gibi soğuk ve kurşun gibi ağır, dudak çatlatan barûdî kış günleri gitmiş; yerini taze, serin ve yeşil dolu bahar günlerine bırakmışdı dışarıdaki hava. Emniyet nöbetindeki askerler, devriye nöbetine pür dikkat devam ediyorlardı lojmanın etrafında. Bilen bir gözle şöyle bir süzdü nöbetcileri... Bunu gördüğüne sevindi. Kendini bir kat daha emniyetde hissetdi.

Tam bu arada, pencereden bahceye bakan gözleri, kendisini uzaklardan alıp camdaki aksiyle göz göze getirdi. Gözleri, camdaki kendi gözlerinin buğulu aksinin içine daldı, daldı, daldı... Hâlis Vakfıkebir tereyağı misâli âdeta eriyip gitdi kendi içinde. Efsunlanmış gibiydi o anda. Üç buutlu âlemden iki buutlu âleme geçdiğini ya farketdi ya da etmedi. Dişlerini gıcırdatdığının ve sağ eliyle gayri iradî kavradığı tülleri kornişden kopartırcasına asıldığının farkında değildi. O saniyeye kadar geçen ömrünün bütün fasılları, filim şeridinin kareleri gibi saniyede 24 kere birbiri ardısıra gözlerinin önünden akmaya başladı birden...

Sen git, efeler diyarı Ege Bölgesinin, bir vilâyetinin bir nahiyesinde dünyaya hulul eyle. Orta öğrenimi oralarda ikmâl et. Sonra, dünyada eşi menendi kalmamış dar, kısır, kaba kuvvete, mutlak itaate, verilen emri sorgulamadan yapmaya dayalı köhnemiş eğitim zihniyetiyle Kara Harb Okulunun rahle-i tedrisâtından geç. Harbiyeyi itdire kakdıra zar zor bitir. Kalbur altı mezunların branşı olan ordonat sınıfından bir teginmen ol!

Sonra, palamut bir sınıf subayı iken ve kurmaylık ancak rüyâda gerçek, denizde balık iken, muhtemeldir ki aslî görevinden muaf tutularak git milletin parasıyla ve kendi hesabına bu kez de Mülkiyede hukuk ilmi oku!

Astsubaylar kışlada, arazide ter döküp ömür törpülerken sen milletin parasını cebe indirip Ankara Hukuk Fakültesinin sıcacık anfisinde sekizbeş mesai yap. Bir elinde kalem, ötekinde silgi... Bir sene, iki sene, üç sene... Yetmedi, bir sene daha. Etdi dört sene... Hukuk Fakültesinin anfisinde geçen senelerin hesabını tutan mı var? Çil çil gaymeler, belki de koçan koçan izinler Genelkurmay Babadan nasılsa!

image003Okuduğunuz sahifelere işbu kelâmı dökdüren şu fakir de sınava girdi kendileyin. Ve kazandı da. İşde, isbatı sağ cenahınızda! Sonra, Genelkurmay Babaya dedi ki; “Ya baba! Medet senden! Beni de okula gönder!” Babadan gelen cevap şöyle; “Subaya üniversitenin gül kokulu yolları, astsubaya kışlanın tozlu, taşlı yolları! Geriye dön! Marş marş!” Ne diyelim? Hatırın hoş olsun Genelkurmay Baba!

Neyse, sadede gelelim. Harbiyeli muvazzaf subayımız, beli gırmızı gurdeleyle kelebek şeklinde bağlanmış hukuk diplomasını eline alır. Sonra, ver iki satırlık bir istida. O gece, harbiyeli asker ve yardımcı sınıf bir subay olarak apoletlerin ile yatağa gir. Ertesi gün, hâkim sınıfından subay olarak sırtında cübbe ile uyan!

Bir gün bile avukatlık yapmadan, adliyenin rutubetli ve kalabalık duruşma salonlarının havasını solumadan, bir dane bile davaya vekillik etmeden, bir duruşmaya bile girmeden, kovuşturma nasıl yapılır daha bilmeden, öğrenmeden, anlamadan; hukuğu sadece kitaplardan üstün körü ezberlediğin kadarıyla oku ve subay hâkim ol!

Lengeli fötür şapkadan davşan çıkartmak gibi bir şey. Kül kedisi masalındaki bal kabağının iki çifte beygirli hem de frak seyisli saltanat arabasına dönüşmesi gibi bir şey. Ya da sahibinin dileğini gerçekleştirmesi için Alaaddin’in sihirli lambasının üzerine elini bir kaç defa sürtmesinden daha da goley bir iş! Mucizevî bir değişim-dönüşüm-başkalaşım değil mi?

Sağ gözü sol gözünün, her ikisi de odaklandığı salon penceresinin sisli soğuk camının üzerinde yumurta akı gibi eriyip gitmiş, yek vücüt olmuş ve nefes nefese raksa devam ediyordu. Hâlâ iki buutlu âlemde idi.

Sonra birden bire ayaklarının yere basdığını ve salon penceresinin tülünü sağ eli ile kopardırcasına asıldığını fark etdi. Hemen elini böğrüne doğru çekdi. Soğuk soğuk terlemiş ve irkilmişdi. Bir anlığına akl-ı selim galip geldi ve “Allah, Allah! Askerlik gibi silsile-i merâtibe, mutlak itaate dayalı, ölmek ve öldürmek üzerine eğitilmiş, mantık dışı bir mesleğin içinde yetişen muvazzaf bir subay; nasıl olur da akıl yürütme ve vicdan mesleği olan, öldürmekden ziyade ipden adam kurtarmayı gaye edinen bir meslek olan hâkimlik yapabilir?” diye geçirdi içinden. Fakat, son anda kendini toparlayıp “Şişşşt!.. Aklından bu geçenleri sakın ha, kendine bile itiraf etme!” deyip vicdanını karartdı. Çünkü kendi menfaati bu şekilde düşünmesini ve sadece hukukcuymuş gibi davranmasını gerekdiriyordu.

Yoksa hafazanallah; Emir Astsubayı, Şarkıcı Kibariye’nin tâbiriyle şantifilli makam arabası, anasının deyimiyle muhayyerinden makam “şöferi”, iri kıyımından makam koruması... İthâl cevizden mamûl, gomalak cilâlı makam masası; hakikî deri gaplı, döner tekerlekli ve fırfırlı makam koltuğu; ışıltılı, bol ve kalın sırmalı cırt cırtlı hâkim cübbesi... Genel Sekreteri, hukukculardan mürekkep danışmanları... Bütün bu nimetleri kim bir çırpıda elinin tersiyle itip de talim yapmak üzere kışlanın tozlu, topraklı yolunu tutabilirdi?

Saç-sakal tıraşı kuruşlarla... Çeşit çeşit yemekler tek tek liralarla... Yıkama, yağlama, boyama ve ütüleme müesseseden. İçdiği fincan fincan tomurcuk çayların lafı mı olur hiç?

24 saat korumalı, ısıtmalı, soğutmalı, köşke yakın lojman, emekli olacağı güne kadar handiyse bilâ ücret. Günlük gazete ve mis gibi kokan kahvaltılık sıcak ekmek kapıda teslim. Üstelik çöplerin toplanması, çamların kesilmesi, çimlerin biçilmesi, ağaçların budanması, yaprakların toplanması, kaloriferin yakılması, kapının önünün silinip süpürülmesi fiyata dâhil.

Bu sözlerin müellifi, 30 senelik fiili hizmet süresinin sadece altıda birini lojmanda edâ etdi. Şikâyetci değil kendileyin. Mukim olduğu astsubay lojmanında bu hizmetlerin sadece bir kaç danesi var idi.

Ne âlâ memleket değil mi? Muz Cumhuriyetlerinde bile bu neviden torpilli, yağlı ballı, gaymaklı en dikeyinden, en hızlısından böylesi bir terfi görülmedi hiç! Tanrısına hâmd olsundu, Genelkurmay Babası var olsundu. İkincisi olmasaydı, şimdi hâlâ doğduğu köyde sığırtmaclık yapan; sığırtdığı ineklerin bokundan yapdığı tezek ile harladığı guzinenin üstünde gaynatdığı darhâne aşıyla garın doyuran bir köylü olarak yaşamaya devam edecekdi. Neredeeen, nereye dedi kendi kendine.

Yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Heyecanla ve şevkle banyoya koşdu. Ne de olsa Cumhuriyet tarihinde bir “ilk” olacakdı o gün. Karargâhda olsaydı, berberi, makam odasına çağırdır ve sakal tıraşını bâd-ı hevâdan olurdu. Lâkin bugün için böyle bir imkânı yokdu. Bu kereliğine kendi göbeeni, yani, kendi sakalını kendisi kesecekdi.

Öyle de yapdı. Önce, dört bıçaklı makineyle sinek kaydı bir tıraş oldu. Şöyle bir bakdı suratına. Sanki hiç tıraş olmamış gibi görünüyordu aynadaki aksi. Arko tıraş sabununu tıraş fırçasının içine bir kere daha daldırıp iyice köpürtdü. İlk tıraşda sakalını yukarıdan aşağıda doğru kesmişdi. Suratını iyice sabunladıktan sonra bu kez de makineyi aşağıdan yukarı doğru çekdi. Ardından, ılık suyla keseleye keseleye yıkadı bütün vücudunu başdan aşşağıya.

Daha kurulanması bitmeden matbahda kızartılan ekmeğin iştah açıcı kokusu çalındı burnuna. Banyodan çıkıp geceyi geçirdiği odaya tekrar döndü. Has ipekden picamasını soyundu. Elbise dolabının kapağını açdı. Çorap, gömlek, pantolon, kemer... Sonra da ceketini giyip düğmelerini ilikledi tek tek. Aynanın karşısına geçip omuzlarına bakdı şöyle bir. Her iki omuzundaki apoletlerin üzerindeki altın sarısı beş kollu yıldızları saydı yegan yegan. Tamamdı. Sağ memesinin tam üstüne denk gelen yerde, muvazzaflık günlerinin nişânesi olan etrafı defne yaprağı çelenkli, al renkli “kıt’a brövesi” dâhil hepsi yerli yerindeydi. O,  şimdi muvazzaf bir subay oldu!

Matbaha yöneldi hemen ardından. Kahvealtı hazırdı. Allah ne verdiyse iştahla yedi. Kahvesini, mülâkat esnasında Gazeteci Hanım ile makamında içeceğini dün söylemişdi Genel Sekreteri.

Sonra, banyoya tekrar gidip dişlerini fırçaladı. Siyah ayakkabılarını giyip bağcıklarını bağladı her ikisinin de. En son olarak da şapkasını kafasına geçirip merdivenlerden aşağıya doğru süzülürcesine gözlerden kayboldu.

Daha bina kapısına varmadan makam aracının kapısını açdı, hazır bekleyen Emir Astsubayı. Sanki duruşmadaymış gibi katı ve donuk bir surat ve keskin bir ifade ile “Günaydın!” dedi. Sonra, makam aracının arka koltuğunun sağ tarafına oturdu. Kapısını kendisi kapatmadı. Hiç konuşmadan sağa sola bakarak yapdığı kısa bir yolculukdan sonra, AYİM binasına vâsıl oldu.

Makam aracı daha AYİM binasının Komutan kapısının önünde durmadan, etrafdaki nöbetci heyeti koşuşdurdu. Aracın durduğu yerde, hemen tespih daneleri gibi diziliverdiler. Kapısını, kendisi değil, kapatan açdı. Kıvrak bir hamle ile ve kasılarak makam aracından indi. Kendisini karşılayan ve bir kısmı da hukuk ehli olan nöbetçi heyetine gene kısa ve kavi bir ses ile “Günaydın!” dedi. Önde kendisi, hemen arkasında avânesi, eşkin eşkin yürüyerek makam odasının yolunu tutdu.image005

Makam odasına girdiğinde, HaberTürk gazetesinden Yasemin GÜNER’i kendisini ayakda beklerken buldu. Gene kısa ve donuk bir ifade ile “Günaydın!” dedi gazeteci hanıma. Sonra, hemen sol tarafındaki elbise askısına yöneldi. Dün akşam asdığı yakası kalın ve bol sırmalı, cırt cırtlı cübbesini apoletli ceketinin üzerine giydi.

Lojmanda apoletli cekedini giydi, subay oldu.

İş yerinde apoletli cekedinin üstüne cübbesini giydi. Şimdi o, askerî hâkim oldu!

Önce, muvazzaf subay ol; emir ver, emir al. Ölme ve öldürme sanatının inceliklerini öğren. Bir ölüm makinesi ol! Ve mutlak bir itaat altında gözünü kırpmadan her an öldürmeye hazır bekle!

Ertesi gün, hukukcu sınıfına geçip hâkim ol, hak ver, adâlet dağıt. Bu kez de ölümden adam kurtarmaya yelten. Tâbi yapabilirsen!

Götür bir Rus’u hamama. Üç kere kesele, altından Türk çıkar, derler…

O da bir şey mi? Bizde daha hayret vericisi var!

Bizim asker hâkimlerin sadece cübbesini çıkart. Altından harb okulu mezunu muvazzaf subay çıksın!

Kuş mu?, Tavşan mı?, Ördek mi?..

Dünyada hem kuş gibi uçabilen hem ördek gibi yüzebilen hem de tavşan gibi hızlı koşabilen mahlûk yokdur, aramayınız. İtimat buyurmayan varsa açsın kitapları, baksın!

Kuş, ördek gibi yüzemez. Ördek, tavşan kadar hızlı koşamaz. Tavşan, kuş gibi uçamaz.

Kaz, hem uçar hem yüzer hem de koşar dediğinizi duyar gibiyim. Öven de sağ olsun söven de... Madem bu hayvanımız çok makbûl, o zaman işinize gelmeyince bana niye “Kaz kafalı” diyorsunuz peki?

Bir adam; hem asker, hem muvazzaf subay hem de hâkim olabilir mi? Hayır, olamaz! Maddenin tabiatına ve AYİM’in icât etdiği meşhur beylik ifade ile “Hayatın olağan akışına aykırıdır” bu.

Hayır, aksi muhaldir! Dünyanın hiçbir yerinde olamaz. Durun, durun! Afedersiniz, bir ülke hariç!

Biliniz bakalım yârenler, konusunda dünyada “ilk ve tek” olan bu ülkenin adı ne?..

Önce Harbiye, sonra Mülkiye... Ah, Belinda, ah!.. Bir atımlık barutu daha olsaydı gör bak sen o zaman. Bir pundunu bulup Tıbbiyeyi de ipe nasıl dizecekdi...

Ne Kutlu Bize; Duydunuz mu? Cumhuriyet Tarihimizde Bir İlk Zuhur Eylemiş!

Basından;

Cumhuriyet tarihinde ve Türk TV tarihinde “ilk kez” görevi başındaki bir Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı kameralar karşısına geçdi. Genelkurmay Başkanları dışında hiç kimsenin konuşmadığı, konuşma yetkisinin olmadığı Türk Silahlı Kuvvetlerinde “bir ilk” yaşandı. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı Hâkim Tuğgeneral Abdullah ARSLAN HaberTürk Gündem Özel'in konuğu oldu.

image007Kendi adamlarına asla yapmaz ya, bu seferliğine kibarlığı tutdu işde. O gün hâlis deri gaplı yumuşacık makam koltuğuna oturmadı. Yapmacık bir nezâket gösterip masasının önündeki misafir koltuğuna ilişiverdi. T.C. tarihinde “ilk ve tek” olan mülâkat başlamışdı. Hemen ardından daha söylemeden iki bardak su ve bol köpüklü kahveler geldi sehpanın üstüne.

Heyecandan cübbesinin etekleri zil, kelebek kanatları gibi yukarı kalkık hâkim yakaları bendir; pantolunun paçaları da def çalıyordu! Dün akşamdan kendi hazırladığı danışıklı döğüş sualleri cevaplamadan önce kahvesinden büyük bir yudum hüpletdi ve şöyle dedi AYİM’in hem asker, hem muvazzaf subay ve hem de hâkim Başkanı;

Dünyanın hiçbir ülkesinde AYİM benzeri bir mahkeme yoktur. Ama niçin yoktur? Güçlü devlet olmanın iki şartından birisi güçlü ekonomiye sahip olmaksa, diğeri de güçlü bir orduya sahip olmaktır. Güçlü bir ordu da ancak disiplinli bir orduyla mümkündür. Disiplinli ordunun yegane beslenme kaynağı adalet duygusudur

Suali Sayın Başkan kendisi sormuş ve lütuf buyurup hemen kendisi cevaplamış. Minareden at beni, in aşağıya tut beni!

Ordumuz güçlü, disiplinli. Aldım, kabul etdim. Peki, adâletli mi?..

Sen kendinin dünyanın en akıllı adamı olduğunu söylüyorsan bu fikir sadece seni bağlar! Sen söyle, sen inan! Sen çal, sen oyna! Sen pişir, sen ye! Ben, yemem! Senin yapmacık fikrine senden başka iltifat eden, itimat buyuran var mı, ona bak sen!

Bir hukuk adamı düşünün. Adâleti, disiplin ile ölçüyor! Sayın Başkanın bu söylediği doğru olsaydı şayet dünyadaki bütün sivil mahkemeler lağvedilir yerine asker mahkemeleri kurulur idi. Peki hakikat öyle mi, Sayın Başkanım?..

Gazeteci şöyle bir sual soruyor;

  • “Türk Silahlı Kuvvetleri'nden ihraç edilen kişilerin neden ihraç edildiğini dahi bilmemesi ve bu nedenle kendini savunamaması da eleştirilen bir diğer konu. Peki, AYİM bu durumda nasıl karar veriyor?”

İşte, AYİM Başkanı Sayın Arslan'ın bu sual için dökdürdüğü inci daneleri;

  • “Başbakanlıkça sevkedilen mahkememizin işleyiş tarzıyla ilgili bizim yasamızda da değişklik teklifini yaptık. Savcılık tebliğnamesinin tebligata çıkmaması kişilerin atılma gerekçesinin kendilerine bildirilmemesi gibi hususlar. Bunların giderilmesi için de girişimde bulunulmuştur.”

image009Tuğgenerel Başkanımızın irâd etdiği bu iki cümleyi, Türkce konuşan bir Allah kulu, dil ve anlatım bakımından değerlendirsin! Önce, bu tümcelerden ne anladığını şu fakire söylesin! Sonra da 10 üzerinden kaç verdiğini... Konumuz bu değil, geçelim!..

Gazeteci soruyor; “Sayın Başkan, Çanakkale Boğazı!...

AYİM Başkanı cevaplıyor “Yandı gıçımın ağzı!..

Bu çağdışı uygulamalar ile AYİM’in çatısı altında nice canlar yakdınız sayın Başkan! 41 seneden beri neredeydiniz diye sormazlar mı adama? Aklınız sıçarken şimdi mi başınıza geldi?..

Sayın Başkanın söylediği lafların, Gazetecinin sorduğu sual ile uzakdan yakından hiçbir alâkası yok! Lafı dam ardından dolandırıp Gazetecinin sorduğu sorunun üsdünü örtmüş kendince. Şayet müsaade buyurursanız aynı suali şu satırlarda bir kez de şu fukara sorsun;

Sayın AYİM Başkanı;

Türk Silâhlı Kuvvetleri'nden ihraç edilen kişilerin ordudan niçin ihraç edildiğini dahi bilmemesi ve bu sebeple kendini savunamaması da eleştirilen bir diğer konu.

Peki, AYİM bu durumda nasıl karar veriyor Allahaşkına? Bir askeri ordudan atmaya nasıl karar veriyor? Tarot falına mı, kahve falına mı yoksa kuru fasulye falına mı bakarak karar veriyor?

Cevabını da gene iltifat buyurursanız şu fakir söylesin. Doğru mu, yanlış mı, varın siz karar verin gâri!

Sayın Başkanımız diyorlar ki;

AYİM kurulalı beri, bir başka ifadeyle, 4/7/1972 tarihinden beri, yani maşşallalah, tam 41 seneden beri, kulağından tutup ordudan ihraç etdiğimiz subay/astsubaylara ordudan niye atdığımızı kendilerine söylemiyoruz. Niye söyleyelim ki? Burası, isminde de görüldüğü gibi, bakınız tam şurada, başınızın üst tarafındaki duvarda asılı duran levhanın içinde büyük hurafat ile yazıyor!" Efenim, nerede kaldıydık? Haa!, “Yüksek” bir mahkeme!..

Başkanımız mülâkatına devamla;

Şu memlekette, iki şeyden sual olunmaz komutanım! Alışkanlık işde, pardon efenim diyecekdim.!Birincisi, elhâmdülillah, Yüce Tanrımızın hikmetinden! Ve tabi ki ikincisi de “Yüce”, pardon, “Yüksek” Mahkememizin verdiği karardan. Olur mu efenim? Ne münasebet! Biz, yüksek yüksek anfilerde, yüksek koltuklarda oturmuşuz, âli âli konuşmuşuz, gül kokulu nefesimizi tüketmişiz! “Yüksek” bir karar vermişiz. Karpuz teveği tutar gibi kulağından tutup bir subayı, bir astsubayı ordudan atmışız! Ben, yani kendim, yani “Yüksek” Mahkemenin General Başkanı olarak, o asker kişiyi ordudan niye atdığımı, o atdığım kişiye söyleyemeye tenezzül eder miyim hiç? Ben kim? O kim? Hâşa, siz “Yüce” Tanrı’nın emirlerini tartışabilir misiniz? Bizim “Yüksek” mahkememizin verdiği “emir”, pardon yani, dilim sürcdü, verdiği “karar” da işde aynen bu neviden bir karardır. AYİM, lâyuhtidir. Zinhar, tartışılamaz. Hattâ, hikmetinden, kararından ve kerâmetinden asla sual olunamaz! Zaten bir üst mahkeme de yoktur. Bal gibi haklı bile olsanız müracaat edip de haklı olduğunuzu ispatlayacağınız ve başınızı vuracağınız başka bir daş da yokdur!” efenim!

Nasıl? Sayın Başkan’ın kafasının perde arkasında avara kasnak yapdırdığı fakat söylemeye yüreğinin yetmediği hakikatler bunlar olabilir mi, can dostlar?

Bu paragrafın başlığına yazdığımız sualimiz şöyle idi; Kuş mu?, Tavşan mı?, Ördek mi?

Atamızın bize armağan etdiği her darb-ı meselin hayatımızda mutlaka bir yeri, bir karşılığı vardır.

Cevabımız da şöyle; Tek kanatlı kuş, kör tavşan, topal ördek!

Bir başka ifadeyle; Hem asker, hem subay hem de hâkim!

Birisi Tutuyor, Ötekisi Hemen Atıyor!

Doğru ya da yanlış, bilemeyiz. Eninde sonunda mahkeme ortaya çıkartacak. Elvan çeşitli isnatlarla bunca subay ve astsubay, sivil hapishanalerde tutuklu! Hemen hepsi niçin tutuklandığını ve suçunun ne olduğunu dahi bilmeden senelerden beri adetâ hapis yatıyor. Ve bu askerler diyor ki; “Tamam, bizi tevkif etdiniz de hiç olmazsa suçumuzu söyleyin bâri!

Kabul edilecek bir durum değil tabi ki. Mahkemenin bu askerler hakkında kararını tez zamanda vermesi hâlis temennimizdir.

Sivil mahkemeler, daha suçunu söylemeden askerleri senelerce hapisde tutuyor. Peki, AYİM ne yapıyor? Merd-i kıptî şecaat arz ederken sirkâtin fâş ediyor. Gazeteci sormadan şöyle diyor Sayın Başkan; “Suçladığımız subay/astsubaylara savcılık tebliğnamesi göndermiyoruz.” Bu ifadesiyle Sayın Başkan, aslında şunu söylüyor; “Asker kişi ordudan tard edildiğini, atıldığı anda öğreniyor!

Tuğgeneral Başkanın bu cümlesini şöyle tasavvur ediniz. Mûtad olduğu üzere o gün işinize gelmişsiniz. Daha önceleri hep yapdığınız gibi... Akşam mesai bitince de evinize gideceksiniz. En azından siz öyle olacağını sanıyorsunuz. Sabahleyin yağlı paslı tulumunuzu giyip tankın altına, kanalın içine, betonun üzerine uzanmış; uçak motorunun içine girmiş; gemide kazanı yakmaya başlamışsınız.

Ya da bilmem ne dağının bilmem ne deresinin bilmen ne geçidinin bilmem neresinde kelle koltukda eşkıya kovalıyorsunuz. Vakit de bilmem ne! Meslek hayatınızda daha önce hiç olmamış ve asla olmayacak bir iş geliyor başınıza! Azrail Aleyhisselâm kılığına girmiş birisi geliyor taa oraya. Ve o gün, mesainiz erken bitiyor! Fener bosdanından karpuz teveği kopardır gibi kulağınızdan tutup askeriyeden atıveriyor sizi.

At pazarından beygir seçer gibi dişlerine varasıya kadar muayene etdiğin sonra da 2 sene, 4 sene ya da 8 sene eğitdikden sonra subay/astsubay rütbesi verdiğin bir asker, bir günde sana düşman oluyorsa, bunda senin hiç mi suçun günahın yok? Bu, nasıl bir adâletdir? Bu, ne kepaze bir gufrândır Allahaşkına?

Bu hakikati de Gazeteci sormadığı halde, suçluluk halet-i ruhuyesi içinde kıvranan muvazzaf subay kökenli AYİM Başkanı kendiliğinden yumurtalıyor.

AYİM, daha adını bile sormadan, davaları dosya üzerinden karara bağlıyor. Ve daha suçunun ne olduğunu söylemeden askerleri tard ediyor. Ordudan atılan askerler diyor ki; “Tamam, ordudan atdınız da hiç olmazsa suçumuzu söyleyin bâri!

Ey AYİM! Yiğidi ordudan at da, önce mert ol ve sebebini söyle!

Ahmet Kenan; beslemedi, gençleri hemen asdı!

AYİM de beslemiyor, askerleri hemen atıyor!

İşde, AYİM’in tecelli etdirdiği “dünya birincisi” adâlet bu, babayiğitler!

Halifeliği döneminde din, dil, ırk, milliyet ayırımı yapmadan her Allah kuluna son derece adâletli davrandı. Bu hususiyetinden dolayı Hattab’ın oğlu olan İkinci Halife Hz. Ömer (RA)’e, insanlar “haklıyı haksızı ayırmakta güçlü olan; doğruyu yanlıştan fark etmede pek mahir ve muktedir” anlamına gelen Fâruk sıfatını verdi O’na. Ve Ömer el Fâruk ismiyle maruf oldu.

Halbuki biz, din kardeşiyiz. Irkımız aynı. Milliyetimiz aynı. Zebânımız aynı. Bu tarafdan bakıldığında biz, kendimizi böyle tarif ediyor ve böyle olduğumuzu biliyoruz. Acaba o tarafdan AYİM bizi nasıl görüyor?

Peki, bu hudutsuz adâletsizlik, zalımlık ve haksızlığı yapan AYİM’e biz hangi sıfatı yakışdıracağız?

Sözün Söyledikleri!

İltifat buyurup makâlemizi okuyan dostlarımız, bu bilgileri nereden buluyorsun diye soruyorlar. En iyi ve hattâ en ucuz istihbarat, açık istihbaratdır. Gazetelerde, kitaplarda okuduğunuz; televizyonda görüp duyduğunuz haberler, bilgiler açık istihbarat örneklerindendir. Gizlimiz saklımız yok! Şu mit’de bu cia’da adamımız da yok! Emaysiks’in kapısının önünden geçmedik! Biz de herkesin okuduğu, gördüğü, işitdiği bu bilgilerden istifade ediyoruz.

Bakınız, açık istihbarat neler fıslıyor!image011

Dünya’nın en kalabalık ülkesi, Çin, ikinci ülkesi Hindistan. Türkiye, nüfus sayısı bakımından onuncu sıralarda.

Bilginiz üzere Baro, avukatların derneği demek. Biz emekli astsubayların derneği TEMAD ise avukatların derneği de Baro. Yakın zamana kadar dünya’nın en büyük Barosu, demoskratos ve fırsatlar ülkesindeki Niv York şehrindeymiş. Sonra, bizim cingöz dava vekilleri bir pundunu bulup conilerin ensesine şöyle okgalı bir şaplak patlatıp birinciliği onların elinden gapmış, iyi mi?

image013Metrobüs denen otobüs azmanıyla siyâhat ederken gördüydüm. İstanbul/Çağlayan’daki Adliye Sarayı’nın bahcesine, bizim bina büyüklüğünde divâsâ bir tabela dikmişler. Neredeyse binanın yarısı büyüklüğünde... Okudum, koca koca hurufat ile tabelaya şöyle yazmışlar; “Avrupa’nın en büyük Adliyesi” Uğurlu, kademli olsun ey necip milletim!

Şu satırları okuduğunuz vakit itibariyle, dünya’nın en büyük Barosu bizde, elhamdülillah..

Avrupa’nın en büyük Adliyesi bizde, hâmdolsun...

Bu bilgiler, devletin yetkili memurlarına ait. Bu malûmatın devamı olan ve o sayın memurların demeye çatal dillerinin bir türlü varmadığı mütemmim cüz’ü de biz dile verelim!

Dünya’nın en büyük hapishaneleri ve dahi dünya’nın en çok mahkûmu da bizde...

İster iftihar ediniz, ister hicap!..

image015Dünya’nın en çok askeri olan ülkesi, gene Çin. İkincisi ülkesi de conilerin demoskratos ve sonsuz fırsatlar ülkesi. Asker sayısı bakımından Türkiye, dokuzuncu sırada.

Dünya’nın tek Asker Mahkemesi ve Asker Yargıtay’ı da bizde netekim! Bu tesbitden şu çıkarıma vâsıl olsak, hatâ mı ederiz acap?

Dünya’nın en çok asker mahkûmu da bizde. Yanlış mı?..

Eh, madem ki dünya’nın en çok asker mahkûmu bizde, o halde o askeriyede disiplin olduğunu söyleyebilir miyiz? Dünya’nın en çok asker mahkûmunun olduğu bir teşkilatda adâletden bahsedebilir miyiz?

Sen, 100  sene evvelinin Cezâ Kanun’larını alla pulla. Sanki yeniymiş gibi mercedes görünümlü serçe damgası vurup bu yiğit askerlere yutturmaya çalış. Yutmayanı da Askerî Mahkemeler vasıtasıyla tepesine vura vura, döve döve terbiye et! Sonra, dön gıçına de ki; “Dünya’nın ilk ve tek Asker Mahkemesi Türkiye’de!” Bu ne pişkinlik? Zorla güzellik olur mu Başkanım? Hicap edilecek yerde iftihar ediyorsun! İyi, aferim, benim oğluma!

Ateş yoksa, orada duman yokdur; bataklık yoksa orada sivrisinek yokdur; tavuk yoksa orada yumurta yokdur!

Gelişmiş ülkelerde, doktorluk çok cazip bir meslek değildir. Kapısını tıklatıp odasına girdiğinizde doktorun karşısında kasketinizi elinize alıp huzurunda boyun bükmezsiniz. Hastası olmayan bir memleketde sarrafdan daha da bahalı ilac satan eczane yokdur, servet kazanan doktorlar yokdur. Hastane de yokdur.

Adâletin kök salıp neşvü nema bulduğu ülkelerde, avukatlık sıradan bir meslekdir. Yolda avukat gördüğünüzde ayağa kalkıp ceketinizin düğmelerini iliklemezsiniz. Avukatlar da servet kazanmaz. Haksızlık, adâletsizlik olmayan bir memleketde, avuç dolusu para kazanan avukat yokdur, hâkim yokdur, savcı yokdur. Hapishane de yokdur.

Son iki parağrafdaki tümcelerde sonucu, sebep tayin eder. Mefhumu muhalifinden, bir başka ifadeyle tersinden bakalım bu kavrama; Hasta var ise her yer hastanedir. O fukara millet, bir doktorlar ordusu beslemeye mecbur edilir.

Adâletsizlik var ise herkes haksızlığa düçâr oluyorsa; her yer avukat, hâkim, savcı doludur. O fakir millet bir avukatlar ordusu beslemek zorundadır. Her yer Taksim, afedersiniz, her yer hapishanedir.

Sayın Başkanımız, AYİM’in dünyada bir “ilk ve tek” olmasıyla iftihar ediyor kendileyin. Omuzlarındaki yıldızlara bakıp kudret zehirlenmesine uğrayan muhterem Tuğgeneral Başkanımız, gerdanını gıvıra gıvıra diyor ki; “AYİM gibi mahkeme, dünya’da ilkdir!” He, Başkan, he!..

Öyleyse makarayı sar, zilleri kır, bokundaki boncukları bul ve gınayı da cübbenin yakasına yak gâri!

İnsan, Şişirilmiş Tuluma Benzer. Ağzı Açılınca Havası İner!

Sayın Başkan, AYİM’in dünya’da eşi menendi olmadığını, türünün tek numunesi ve hattâ Mohikanların sonuncusu olduğunu ayan etmiş basın açıklamasında. Gaynanamın deyişiyle akibetiniz mübârek olsun!

Hayvanatın her türlüsü yargıdan münezzehdir. Mahkemenin konusu, eşref-i mahlûk denen insandır. Mahkeme demek ceza demekdir. Mahkeme demek, mahpushâne demekdir. Mahkeme demek; insanı rutubetli, soğuk, havasız, ışıksız, bir odaya hayvan gibi kapatmak demekdir. Mahkeme demek, insana hayvandan daha aşağılık muamele etmek demekdir. Mahkeme demek, insan olmakla fıtraten haiz olduğumuz ve Allah’ın bize bahşetdiği ferdî hürriyetimizin elimizden cebren alınması demekdir.

Sen, şu vatanın has evladı astsubayı; ana rahmine düşen çocuk daha dünyaya hulul eylemeyecek kadar kısacık bir süre okut. Sonra, hiçbir hukuk kavramı ile izah edilmesi mümkün olmayan 15 sene, 10 sene mecbûrî hizmete cebret! Bir gün gelip bu çocuk, yanlış meslek secdiğini anlayınca da gel bakalım buraya de! Ya kırk satır ya da kırk katır. Beheri de AYİM’den bilâ ücret!..

İnsanın tahteşşuurunda işde böylesi imgelerle kendine yer edinen mahkeme kavramı ile övünen kişinin, beyninin ve ruhunun arka alanında sere serpe, edepsizce ve utanmadan yatan sosyo-ekono-politiko, militaryo-statüko, psiko-psişiko, de jure-defacto, etiko-tetiko ve traji-komiko kalite-realitesi ne olabilir sizce?

Yiğidin Hakkı, Yiğide!

Sezar’ın hakkı, Sezar’a, demiyoruz! Bu söz, bu topraklara ait değil! Onun yerine, “Yiğidi öldür; fakat önce mert ol ve hakkını ver!” diyoruz.

Yerine ve duruma göre söylediğiniz bir çift söz, bir kelâm-ı kibar, hattâ bir kelime, sizi tarihde lâyemut yapabilir. Sizi tarihin ölümsüz eşhası arasına dâhil edebilir. İrâd etdiğiniz bu söz; yüz seneler, hattâ bin seneler bile geçse de unutulmaz. Bugün severek kullandığımız bu neviden sözler yüzlerce, binlerce sene öncesinden bize el sallayıp yolumuza, çığırımıza hâlâ ışık tutmuyor mu?

Dağarımızda unutulmaz yer tutan bu neviden güzel sözler, sahibinin sesidir, özbeöz malıdır. Söyleyen kişinin imzasını, mühürünü, şahsiyetini, seciyesini, mizâcını taşır. Derler ya; söz, ağızdan bir kere çıkar! Vecizler de öyledir! Artık ağızdan bir kere çıkmış ve çıkdığı şekliyle bir daha açılmamak üzere öylece mühürlenmişdir. El’in gaynatdığı aşa su gatmaya hakkımız yok! Çeşitli vesilelerle bu sözleri kullanacakların; söylendiği şekliyle ve lafzıyla, özüne sadık kalarak, bir başka ifadeyle “sözü, özüyle” kullanması her şeyden önce bir edep gereği ve temel insanlık vazifesidir.

Bu cümleden olmak üzere, senin ceddin kendisine “Devlet-i Âliyye-i Osmâniyye” ya da “Devlet-i Âliyye” demişse sen bugün “Osmanlı İmparatorluğu” diyemezsin. Senin ceddin, kendisine hiçbir zaman “İmparatorluk” demedi ki. Çünkü senin o yüce Atan, “İmparatorluk” sözünün siyaset biliminde ne anlama geldiğini iyi biliyordu. Sen “İmparator” dersen şayet, “Devlet” ile “İmparatorluk” kavramlarının siyasetteki anlam farkını bilmeyen câhil mesâbesine düşersin.

ATATÜRK, niçin “Ordular! İlk hedefiniz, Akdeniz’dir!” dedi. O şanlı ordular niçin Akdeniz’e değil de şom ağızlıların tabiriyle “Ege” denizine doğru hücüm etdi? Bu emirdeki siyaseti, derinliği, tarihî anlamı ve şuuru bilmeden, anlamadan bugünün güdük akıllı komutanları ATATÜRK’e inat “Ege” Ordusu teşkil ediyorlar!

Hz. Ömer (RA), ATATÜRK, M. Akif ERSOY... Dünya siyaset, harb ve edebiyat tarihine mühürlerini vurmuş, kalıplarını basmış namlı devlet adamı, asker, edebiyatcı. Söyledikleri vecizleri ve hattâ bir kelimeleri dahi insanlığa hâlâ yol göstermekte, ışık tutmakda, yön vermektedir.

ATATÜRK, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak için canını ortaya koymuş ve ölümü bahasına mücadale etmiş. Bu mücadelesini bizlerin okuyup anlaması ve istikbâlimizi şekillendirmemiz için kitaplaşdırmış. Ve bu kitaba NUTUK adını vermiş. Şimdi ATATÜRK, NUTUK ismini verdiyse, sen ortaya çıkıp da bu kitaba bugün SÖYLEV diyemezsin. Haddin değildir!

Zamanın menşur kayıtlarına “Harbi İstiklâl” ya da “İstiklâl Harbi” şeklinde nakşedilen bu şanlı tabire, bugün sen “Kurtuluş Savaşı” diyemezsin. Nerede bağlıydın? Kimden, nereden kurtuldun ki “Kurtuluş” diyorsun?

Merhum M. Akif ERSOY’un bir gecede kağıda döküp Türk Milletine armağan etdiği İstiklâl Marşı’na “Kurtuluş Marşı” diyebilir misin?

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilk Kanun’u olan 1924 tarihli Teşkilât-ı Esasiye’ye bugün sen çıkıp da ANAYASA diyemezsin. Gene aynı Kanun’un daha birinci maddesinde “Hâkimiyet Bilâkaydüşart Milletindir!” diye hafızalara nakşedilen vecizeyi 90 sene sonra sen çıkıp da “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!” diye tevil edemezsin! Bu sözleri tevil etmek hakkın ve haddin olamaz!

Gerize Taş Atmak!..

İsder alınız isder atınız! Siz muhterem karilere şu fâniden pek hasiyetli iki nacizâne tavsiye;

  • Bir; Astsubaya taş atma, helâk olursun!
  • İki; Gerize taş atma, nâdim olursun!

Allah’ın hikmetinden sual olunmaz! Elbet her insan, bir sebep üzere yaradılmışdır. Bu cümleden olmak üzere insan sıfatına sahip olmakla herkes saygıyı hak eder.

Kimisi hayırlara, güzelliklere, sevaplara vesile olur. Kimisi ufunet getirir, etrafına kötülük saçar; şer alır, şeytan satar!

Lâkin, şüyuu vukuundan beter misâli, kimi insanların bazı şeyleri yapmaması, yapmasından; söylememesi, söylemesinden; susması konuşmasından ehven oluyor. Bu ifadeden hareketle, T.C. tarihinde “bir ilk” olduğu iftiharla ilan edilen konuşmasını Sayın AYİM Başkanı hiç yapmasaymış daha hasiyetli olurmuş!

Kaz ve Tavuk Kıssası!..

Ceddimizin irâd ettiği ulu sözleri niye değiştirirsin ki? Değiştirmek, tevil etmek, eğip bükmek, gurcalamak senin neyine? Sen, onu söyleyenden, yazandan, yapandan daha akıllı olamazsın! Olsaydın şayet tarih onları değil de seni yazardı. Değil mi? O sözleri söyleyenin, yazanın, yapanın, diyenin tarihdeki yerine ve itibarına bak! Bir de bugün senin tarihde, dünya siyâsetinde, bilimde, sanatda, sporda vs. durduğun yere bak!

Hepimizin bir haddi, istiabı vardır. Ve herkes bu maddî-manevî sınırlarını bilmekle mükellefdir. Tavuk-Kaz kıssasını bilirsiniz. Tavuk, Kaz’a özenip de Kaz yumurtası kadar büyük yumurtalamaya tevessül etmiş! Etmiş de ne olmuş tavuğa, yârenler?..

Ey gâfil, boşuna debelenme! Senden sonra, yarın inşallah farklı olacak. Hele sen şu tarih sahnesinden bir çekil! Lâkin, bugün itibariyle sen onlardan daha akıllı değilsin! Kibiri, küstahlığı bir kenara bırak! Senin hamurun, kumaşın, kuturun ne ki? Bunu artık idrâk et ve mübârek ceddine karşı saygıda kusur etme!

Gölgen, Boyunu Aşıyor!

Ne de güzel demiş ATATÜRK; “İlim, tercüme ile olmaz; tetkik ile olur!” Bu vecizi ile ATATÜRK, akıl sahibi olanlara şu emri vermişdir. Edepli ol! Yüreğin yetiyorsa yeni bir şeyler söyle. Ciğerin var ise yeni bir şey icât et. Lâkin, bayağılaşma! Taklit etme. Hele hele, tevil etme. Tenzil etme! Oradan aparıp buradan koparıp aşure bişirme!

AYİM binasının Komutan kapısından içeri girdiğinizde, başınızı hafif yukarı kaldırıp ileri doğru bakarsanız, ikinci kat sahanlığının balkon demirlerinin bir yerinde şu vecizeyi görürsünüz “Adâlet, Mülkün Temelidir!” Daha sonra edepsiz birisi ortaya çıkdı ve bu vecizi “Adâlet, Devletin Temelidir!” şeklinde değişdirdi. Gözlerimle gördüm bunu 2009 senesinde.

Bu ukalâlığı bir kenara tefrik edelim. Sayın Başkanım, bu kelâmıkibar, aslında Hz. Ömer (RA)’in söylediği sözün ancak yarısıdır. Peki, öteki yarısı nerede? Gelirken yolda mı düşürdünüz yoksa? Diğer yarısını da “Yüksek” müsaadenizle biz diyelim “... Ve zulm-ü fesâd ül mülk!” Tefsir edelim “Ve zulüm, devleti eninde sonunda böler, parçalar!” Nasıl?..

Gölge, aslının türâbı olamaz! Gölgene bakıp da sakın boyunun büyük olduğu zehabına kapılma! Çünkü, değil! ATATÜRK’e özenen Ahmet Kenan’ın acınası durumundan ibret al! Sokaklara, okullara hattâ kışlalara verilen Ahmet Kenan’ın ismi şimdilerde teker teker siliniyor oralardan. Adetâ kazınırcasına!

Dünya hukuk kavramının merkezine oturmuş ve Kanun haline gelmiş bir vecizden bahsediyoruz. Hz. Ömer (RA)’nın “Adâlet, Mülk’ün Temelidir!” diye dünya adâlet tarihine mâl etdiği vecizi “Adâlet, Devletin Temelidir!” şeklinde niye değiştirdiniz? Bu edepsizlik niye? Mülk’ün, devlet olduğuna kafanız basmadı mı yoksa?

İlim, ilim bilmekdir. İlim, kendin bilmekdir!” diye seslenmiş bizlere yedi yüz sene evvelinden Yunus EMRE, duydunuz mu? Sordunuz mu sarı çiçeğe? Sizler, kendinizi, haddinizi, kuturunuzu bilir misiniz?

Haydi, haddinize olmayarak sözünü gırpdınız. Peki, taa binüçyüz sene öncesinden “Adâlet, Mülkün Temelidir!” diye haykıran Hz. Ömer (RA)’in adâlet anlayışının bugün siz neresindesiniz? Bir Allah kulunu döve döve terbiye edebilir misiniz? Adâleti disiplin ile mi tesis edersiniz? Yoksa disiplini adâlet ile mi? Hiç akıl etdiniz mi? Hangisi önce gelir? Hangisi, hangisini besler? Hangisi, hangisinin üstünde yükselir? Hangisi olmazsa diğeri de olmaz? Hangisi hangisinin mütemmim cüz’üdür? Haydi bakalım, çık içinden çıkabilirsen. Yeter mi yüreğin?

Astsubayı Taşlamak!

Önce, Cumhurbaşkanı ve Astsubay. Peşinden Anayasa Mahkemesi ve Astsubay... Şimdi de Askerî İdare Mahkemesi ve Astsubay...

Astsubayı Taşlamak isimli mukaddime ile yola çıkan yazı tefrikamız sonsuzluğa uzayıp giden tarihin ufkunda yolculuğuna devam eyliyor.

Cumhurbaşkanı ve Astsubay isimli ilk makâlemizde, Meclis’in kabul etdiği 1923 sayılı Kanun’un 37nci maddesiyle üst öğrenim yapan astsubaylara ilave bir derece intibak hakkının iptal edilmesi sürecinde Cumhurbaşkanı ve M.S.B’nin birlikde çevirdiği şeytanın bile aklına gelmeyecek orostopollukları inceledik.

Makâlemizin ikincisinde, aynı vetirede Anayasa Mahkemesinde harlanan fitne ateşinde pişirilen ısmarlama ağulu aşın astsubaylara cebren ve hile ile nasıl yedirildiğini elimizden geldiği kadarıyla ortaya koyduk.

Şimdi de sırada Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Astsubay ismiyle maruf işbu makâlemiz var.

Söz konusu Kanun hükmünün iptal sürecinde AYİM, davaya müdâhil olmadı. AYİM yerine, nasıl olduysa başında Millî sıfatı olan Savunma Bakanlığı davaya hem müdahil oldu hem de müdahale etdi.

Lâkin, söz konusu davanın görülmesine iki asker hâkim tayin etmekden başka zâhiren hiçbir şey yapmamış görünen AYİM, aslında hiç de masum değildi. Dava için tayin etdiği hâkim kisveli iki subayın ikisi de mahkemede astsubayların aleyhine oy kullandı. Kanun hükmünü kısmen iptal eden 7 üyeden birisi de asker hâkim olan subayın verdiği oy ile AYİM davanın sonucunu uzakdan tayin etdi.

Bunu az bulan AYİM, dövletin muhammes müesseselerinin tesbih danesi gibi dizilip astsubaylara sırayla indirdiği silsile-i darbede sıranın kendisine gelmesini bekliyordu iştiyakla. Dut dalında sinsice ve sabırla avını bekleyen zehirli bir örümcek gibi! Çünkü, kerizci Fahri beyin ve Anayasa Mahkemesinin astsubaya indirdiği darbeleri az bulmuşdu AYİM.

Astsubaylara indirlen darbeler sağanağında, AYİM’den sonra sıra Başbakan’a yani T.B.M.M’ye gelecek ve astsubayların yüksek öğrenim hakkına nihai ve öldürücü darbe burada vurulacakdı. 1980 asker darbesinin tozu dumanı arasında T.B.M.M.’de çevirilen bu fesat dolaplarını başka bir makâlede tetebbu edeceğiz.

Şimdi, hafızalarımızı tazelemek gayesiyle, 1923 sayılı Kanun’un iptal sergüzeşdi konusunda öz bilgiler verelim ki konumuz bütünlük arz etsin;

  • İptal davasını açan zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri KORUTÜRK 30 EKİM 1975 tarihinde dava dilekcesini Anayasa Mahkemesine gönderdi.
  • Astsubayı Taşlamak isimli makâlemizde fâş eylediğimiz üzere Fatih Sultan Mehmet, kendisini mahkemeye celbeden Kadı’nın bu isteğini yerine getirmiş ve davalı sıfatıyla mahkemedeki duruşmaya seve seve gitmişdi.

Yüksek öğrenim gören astsubaylara ilave bir derece verilmesini öngören 1923 sayılı Kanun’un ilgili maddesini iptal ettirmek için Anayasa Mahkemesine dava açan kerizci Fahri bey, mahkemedeki duruşmaya kendisi gitmeye tenezzül etmedi.

Bu çirkin davranışıyla, Fahri bey kendine Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmed’in bile daha üstünde bir makam vehmetdi.

Üsdelik kendi yerine vekil de göndermedi. Hem kendisinin duruşmaya gitmeme sebebini hem de vekil göndermeyişinin sebebini lutfedip mahkemeye bildirmedi.

  • Kendisi gitmeyen ve kendi yerine vekil de göndermeyen kerizci Fahri bey, mahkemeyi aldatmak için her türlü yalan beyanı yazılı olarak mahkemeye verdi. Başkomutan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine emir buyurdu ve astsubayları hedef gösterip “Urun ha şunlara!” dedi.
  • Söz konusu davaya nasıl müdâhil olduğunu anlayamadığım M.S.B.’nin küstah temsilcisi, bir yandan kendisi de yalan söyledi. Fakat diğer tarafdan da Fahri beyin mahkemeye yazılı olarak gönderdiği iddiaların tamamını farkına varmadan bir bir temelden çürütdü.
  • Konya Milletveliki Sayın Şener BATTAL, verdiği önergeyi savunmak için Meclis oturumunda muhteşem bir konuşmayla önergesini savundu ve Meclis önergeyi Kanunlaşdırdı.
  • 16 MART 1976 tarihinde Sayın Kani VRANA Başkanlığında 15 üyesiyle toplanan Mahkeme, 1923 sayılı Kanun’un 37 nci maddesinde mezkur 926 sayılı TSK Personel Kanun’u madde 137/c’yi görüşüp karara vardı. Kararda ortaya çıkan manzara şöyle idi;
Söz konusu Kanun hükmünü;
Kısmen iptal eden üye sayısı 7 ( Üyelerden birisi askerî hâkim subay)
Tamamen iptal eden üye sayısı 6 ( Üyelerden birisi askerî hâkim subay)
Tamamen kabul eden üye sayısı 2 image017image019

 

Mahkeme heyeti, hemen yukarıdaki satırda görüldüğü üzere, masaya üç ihtimalli bir karar almak için oturdu. Bu ihtimallere göre mahkeme;

1.Kanun hükmünü tamamen iptal etse, yeni bir düzenleme yapması için Meclise bir fırsat verilecekdi. Ve kuvvetle muhtemeldir ki Meclis, gene aynı kararı alacak ya da benzer bir Kanun yapacak idi.

2.Tamamen kabul etme hakşinaslığını gösterse, 926 sayılı TSK Personel Kanun’u ile subay takımına altın tepside sunulan yüksek öğrenim hakkını, astsubaylar mahkeme kararıyla alacak idi.

3.Fakat Anayasa Mahkemesi, Fahri beyin çürük dümen suyunda giderek haksızlık, gaflet ve dalâlet zincirine sıracalı bir halka daha ekledi. Kendini Yasama erki, yani T.B.M.M.’nin yerine koyan Mahkeme, verebileceği en kötü kararı verdi ve Fahri beyin tuttuğu tasa astsubayları tas tas kan kusdurdu.

Kerizci Fahri beyin Kanun’larda mezkur kelimeleri bile saptırıp yalan yanlış beyanat vermesine rağmen söz konusu Kanun hükmü; 15 üyeli mahkemede 7 üyenin oyu ile, bir başka ifadeyle sadece 1 oy farkı ile kısmen iptal edildi. Hiç şüphe yok ki mahkemeye takdim etdiği dava dilekcesinde kerizci Fahri bey dürüst davranıp Kanun’da mezkur kelimeleri eğip bükmeden, olduğu gibi kullansaydı davayı kazanması asla mümkün olmayacak idi.

  • Zottirik lakabıyla maruf birisine atfedilen kepaze ve hâlâ meriyyetde olan ağulu bir sözün, Kanun hükmünün tam iptali istikametinde oy kullanan birisi asker olan 6 hâkiminin karar tutanağında ortaya çıkaran fesadın yatağını gördük.

Şimdi, 1923 sayılı Kanun hükmünün iptal silsilesinde AYİM’in dahlinin ne olduğunu göreceğiz.

Burada filmi karelerini bir kere daha donduralım. Yüksek öğrenim gören astsubaya, emsâli devlet memuruna göre “bir üst dereceden intibak” hakkı veren 1923 sayılı Kanun’un 37’inci maddesinin ilgili hükmünün idam sehpasına götürülüşündeki olaylara tarih sırasına göre bir göz atalım;

3/7/1975:

Konya Milletvekili hamiyetperver Sayın Şener BATTAL ve Milletvekili 6 arkadaşının Meclis’e verdiği bir önerge ile; Yüksek öğrenim gören astsubaya, emsâli devlet memuruna göre “bir üst dereceden” intibak hakkı veren 1923 sayılı Kanun’un 37’inci maddesi Meclisde kabul edildi.

11/7/1975:

Söz konusu Kanun, 11/7/1975 tarihli ve 15292 sayılı Resmî Gazetede neşredildi ve meriyyete girdi.

10/2/1976:

1923 sayılı Kanun’un 37’inci maddesinin işletilmesi konusunda ve Millî Savunma Bakanlığı’nın yazılı olarak cevaplandırmasını talebiyle Antalya Milletvekili Sayın Ömer BUYRUKÇU, Meclise şöyle bir soru önergesi verdi ve dedi ki;

image025

Antalya Milletvekili Sayın Ömer BUYRUKÇU’nun Meclise verdiği soru önergesinin tarihine bakdığımızda, Kanun meriyyete gireli 7 ay olmasına rağmen yüksek öğrenim yapan astsubayların intibakının yapılmadığını görüyoruz. Kanun işletilseydi şayet Milletvekili Sayın BUYRUKCU durduk yerde niye soru önergesi versin? Demek ki Kanun hükmünün işletilmesi konusunda M.S.B. ve Genelkurmay Başkanlığı cenahında gizliden gizliye bir direniş, bir oyalama hattâ bir savsaklama var.

Zamanın Millî Savunma Bakanı Sayın Ferit MELEN, aynı oturumda şöyle cevaplamış soru önergesini;

image028

Yüksek öğrenim görmüş astsubayın maaşını bir derece yukarı intibak ettirmek 7 aylık bir vakit almaz. Bir dilekce verirsiniz, iki satırlık bir evrak yazarsınız, olur biter! O günün şartlarında bile bu işlem en geç 1 ay içinde tamamlanır.

Deve boku misâli kokmayan bulaşmayan cinsinden verdiği bu cevapla aslında Ferit beyin iptal davasını görüşmeye devam eden Anayasa Mahkemesine zaman kazanmaya yönelik bir oyalama hamlesi yapdığı anlaşılıyor.

Burada bir soluklanalım. Çayımızı tazeleyelim. Yolumuz uzun. Üstelik çobançökerten dikeni dolu...

Sayın MELEN’in yukarıda gördüğünüz cevabında dikkat celbeden önemli bir hakikat var. Kerizci Fahri bey, yüksek öğrenim görmüş astsubayların intibak hakkını gasp etmek için Anayasa Mahkemesine verdiği dava dilekcesinde gerekce olarak ne demişdi? Bakalım;

Davacı Cumhurbaşkanı Fahri beyin ileri sürdüğü iptal istemi gerekçesi aynen şöyledir;

Türk Silâhlı Kuvvetlerinde vazife görmekte olan astsubaylardan çalışkan ve yetenekli olanları ihtiyaç duyulan meslek ve branşlarda fakülte ve yüksek okullara gönderilmekte ve başarılı olmaları halinde 926 sayılı Kanunun 14 ve 109 uncu maddeleri gereğince öğrenimleri ile ilgili sınıflarda kullanılmak üzere subaylığa geçirilerek kendilerine subaylık hakkındaki hükümler uygulanmaktadır.

Bakınız Sayın MELEN, Meclis oturumunda soru önergesine verdiği cevapda kerizci Fahri beyi nasıl yerden yere vuruyor.

Sayın MELEN diyor ki; “Silahlı Kuvvetlerin bilgisi ve personel planlaması dışında kendiliğinden fakülte veya yüksek okulu bitiren astsubayların, Silahlık Kuvvetlerde, okudukları öğrenim ile ilgili branşlarda kullanılmaları mümkün olmadığından sınıfları ile ilgili görevlerinde istihdam edilmelerine devam edilmektedir.

Cumhurbaşkanı Fahri bey; astsubayları “Üniversiteye TSK gönderir” diyor.

Bakan Ferit bey; “Hayır efenim! Ne münasebet!  Astsubaylar, kendiliğinden üniversite bitirir” diyor. Üstelik, Silahlı Kuvvetlerin bilgisi dışında diyerek Ferit bey, astsubayları hedef tahtasına oturtuyor. Astsubaylar, subay güruhu gibi karanlık mahfillerde gizli darbeler planlamadı Sayın Bakan. Anayasa’dan neşet hakkını kullanıp sadece okudular. Üstelik kendi paralarıyla..

Cumhurbaşkanı Fahri bey; “Üniversiteyi bitiren astsubaylar öğrenimleri ile ilgili sınıflarda kullanılmak üzere subaylığa geçirilir” diyor,

Bakan Ferit bey “Hayır efenim! Ne münasebet! Astsubayların okudukları öğrenim ile ilgili branşlarda kullanılmaları mümkün değildir.

Kendi gözlerinizle gördünüz muhterem kariler! Kerizci Fahri bey bu yalanlarını 1975 senesinde Anayasa Mahkemesine gönderdiği dava dilekcesinde yumurtaladı. M.S.B.’nin küstah temsilcisi de Fahri beyin yalan söylediğini aynı Mahkeme huzurunda isbatladı.

Cumhurbaşkanı Fahri beyin mahkemeyi aldatdığını 6 ay sonra bu kez de Millî Savunma Bakanı’nın kendisi Meclis çatısı altında söyledi.

Hakkını teslim edelim! Hem küstah temsilcisi hem de Millî Savunma Bakanı Sayın MELEN, yukarıdaki hususlarda hep doğruları söyledi.

Fakat iflah olmaz kerizci Fahri bey, söylediği yalanıyla Hakk’ın huzuruna çıkdı!

Eşşek öldü, kaldı palanı; Fahri bey öldü, kaldı yalanı!

11/7/1975 - 9/7/1976:

Millî Savunma Bakanı Sayın Ferit MELEN’in bu “Dam ardını dolandırma” ve “Suya götürüp de susuz getirme” kandırmacasını yutmayan bir astsubay vardı T.C. Ordusunda o vakitlerde. Söz konusu Kanun hükmünün meriyyete girdiği tarih ile iptal edildiği tarih aralığındaki tam 1 senelik zaman diliminde bir astsubayımız, Meclisin kendisine verdiği hakkın peşine düşdü hemen.

Üst öğrenim gören astsubaylara verilen “Devlet memurlarına göre bir üst dereceden” intibak hakkına müstahak olan bu astsubay; kendi parası, kendi nam ve hesabına ve hattâ Silahlı Kuvvetlerin bilgisi dışında(!) üst öğrenimini tamamladığını söyledi. Ve söz konusu Kanun hükmünün işletilerek maaş intibakının yapılmasını isteyen bir istidayı mensubu olduğu Komutanlığa teslim etdi.

İdare, önce nazlanıp çekinse de sonunda bu astsubayımızın Kanun’dan neşet eden hakkını teslim etdi. Astsubayımız, karda yürümüş ve silinmez izler bırakmışdı. Bu yiğit astsubayımızın cesaretli çıkışı karşısında elleri böğründe bîçare kalan idare statüsü, o vakit itibariyle yüksek öğrenimini tamamlamış 16 astsubayın daha intibakını aynı şekilde yapdı.

mehmet-kayali

Tek başına mücadele veren bu astsubayın intibak önceki derece/kademesine 3 senelik hizmet anlamına gelen 1 derece ilave edildi. Ve kendisi bir anda birinci derecenin dördüncü kademesine terfi ettirildi. Bu cümleden olmak üzere kendisi, Cumhuriyet tarihimizde birinci derece dördüncü kademeye terfi etme şerefine nail olan “İlk” astsubayımızdır. Bu astsubayımızın adı, Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Mehmet KAYALI’dır.

1976 senesinde birinci derece dördüncü kademeye terfi eden bu meslek çınarımızdan sonra, astsubayların aynı derece kademeye terfi etmesi için ne acıdır, tam 36 sene daha çile doldurması gerekecekdi. Bu vesileyle kendisiyle iftihar ediyor, hörmetlerimi gönderiyor ve mehabetle ellerinden öpüyorum.

30/9/1975:

Zamanın Cumhurbaşkanı Fahri bey, 89 maddeden mürekkep olan ve hemen hepsi subay lehine düzenlemeler içeren söz konusu 1923 sayılı Kanun’un astsubaya “bir üst dereceden” intibak hakkı veren 37’inci maddesinin bu hükmünü iptal ettirmek için apar topar ve kör topal Anayasa Mahkemesine müracaat etdi.

9/7/1976:

Fahri beyin ricasını emir telakki eden Anayasa Mahkemesi 1923 sayılı Kanun’un 37’inci maddesini kabul edildiği tarihden tam bir sene sonra kısmen iptal etdi. Aslında bu kısmî iptal kararı, Kanun hükmünü tamamen ortadan kaldırdı ve tam anlamıyla eski duruma dönüldü. Kısmî iptal kararı hiç bekletilmeden 15641 sayılı Resmî Gazete’de aynı gün neşredildi ve meriyyete girdi.

Böylece Fahri bey, beyaz atlı güveyini bekleyen gelinlik bir kız gibi muradına erdi ve astsubayların üst öğrenim hakkını Anayasa Mahkemesine iğdiş etdirdi.

KARA DELİK, KARA LEKE:  EMİR KOMUTA VE  ADÂLET, ASKERî VESÂYET, ASKERÎ KARARTMA VS!..

Anayasa Mahkemesi’nin 1923 sayılı Kanun’un 37’inci maddesinin ilgili hükmünü iptal etmesinden hemen sonra AYİM aldı sazı eline. Vurdu tezeneyle teline teline! Bilemediğimiz bir tarihde ve fakat 9/7/1976 tarihi ile 12/2/1982 tarihleri arasında bir tarihde, AYİM pek gizli bir toplantı tertipledi. Bu toplantıda AYİM, hukuk cübbesinin eteğini kaldırıp kendi kıçına vurdu ve astsubayların “asker” değil fakat  “devlet memuru” olduğunu kabul etdi. 657 sayılı Kanun’un birinci maddesine alenen aykırı bir şekilde “Astsubaylar devlet memurudur” diyen bir karar tesis etdi. Nasıl olsa kendisi son mertebe asker mahkemesiydi.

Dedik ya! Astsubayların baş vurup hakkını arayacağı bir üst mahkeme de başını vuracağı başka bir daş yokdu nasılsa. AYİM bunu çok iyi biliyordu.

Bu kararıyla AYİM, astsubaya indirilen darbeler silsilesinde kendi sırasını savdı. Ve darbe indirme nöbetini kendisi emekli bir Oramiral olan Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Sayın Bülent ULUSU’nun Başbakan olduğu T.B.M.M.’ye devretdi.

12/2/1982:

Kapalı kapılar ardında aldığı gizli bir karar ile “Astsubay devlet memurudur” diyen AYİM, konuyu Meclis’e havale etdi. Ne kadar olduğunu şu an itibariyle bilemiyoruz, bir zaman sonra T.B.M.M. astsubaya vurulan darbeler sağanağında kendine gösterilen hedefe tesir atışlarına başladı. 2596 sayılı Kanun ile “Astsubayların Genel İdare Hizmetleri Sınıfından devlet memuru” olduğunu tescil etdi ve 926 sayılı T.S.K. Personel Kanunu madde 137/c’ye bu kararı işletdi.

Komutanlarımızın tabiriyle “koordinasyon”, bizim ifademizle “fitneler kumpanyası” başından sonuna kadar nasıl da tıkır tıkır işlemiş, değil mi?

Yüksek öğrenim gören astsubayların intibakı konusunda gördüğü davalarda AYİM, bugün bile hâlâ hep 926 T.S.K. Personel Kanun’unun 137 inci maddesini dayanak gösteriyor. Bu konuda kendisinin tesis etdiği “Astsubaylar devlet memurudur” şeklindeki kararından AYİM dava metinlerinde hiç bahsetmiyor. Bu tavrıyla AYİM’in maksatlı bir karartma, hedef sapdırma, suçunun üsdünü örtme ve kendi suçunu Meclisin üzerine atmaya yeltendiği bütün cıbıldaklığı ile ayan beyan ortaya çıkıyor. Bir başka ifadeyle AYİM, astsubayları devlet memurları sınıfına dahil etdiği kararını sahiplenmeye ve açıklamaya cesaret edemiyor ve bu kararını bugün adetâ inkar etmekdedir. 

Yüksek öğrenimde intibak konusunda astsubayları 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’una tıkışdıran bir kararı var AYİM’in. 657 sayılı Devlet memurları Kanun’un birinci maddesinin açık hükmüne rağmen nasıl oldu da AYİM sadece astsubayları bu Kanun’un madde 36’sında tesis edilen sınıflardan Genel İdare Hizmetleri sınıfına dâhil etdi? Bilen, bulan varsa Allahaşkına beri gelsin!

Bu konuda AYİM’in verdiği kararı aradım, sordum, soruşdurdum fakat buladım. Hemen aşağıdaki parağraflarda ifade etdiğim üzere dilekce hakkımı kullanıp AYİM’e de sordum. Karar metnini vermedi. Bu kara karar yerine ben de kara bir sayfa ekliyorum makâlemin bu kısmına.

kara-sayfa

Cumhurbaşkanı Fahri bey, Anayasa Mahkemesi ve M.S.B’nin dava sürecinde söylediği sözleri, verdiği kararları, ortaya dökdüğü incilerin hepsini gördük, bulduk, okuduk, tefsir etdik, tetkik etdik, anlamaya çalışdık.

Fakat sıra AYİM’in “astsubaylar devlet memurudur” diye verdiği karara gelince yukarıda gördüğünüz üzere folim kopdu, ışık söndü! Hâkim kılıklı subayların AYİM çatısı altında çevirdiği fesat tezgahından peydahlanan ufunet dolu bir zulmet sardı ortalığı.

Bu fırfırlı ve apoletli işgilli büzzüklerin çevirdiği tezgahların ve bu zulmet belâsının tez zamanda zevâl bulacağından hiç kuşkumuz yok yarenler.

İşde AYİM’in Adâleti!

Varan-1

Basından;

Emir saldı, içtima eyleyip, önünde sıraya dizdi onlarca yağız vatan evladını. Sonra, her iki elini arkasına dolayıp gıçının üzerinde kenetleyen o miralayımız, huzurunda “hazır ol”da bekletdiği askerlere şöyle bağırdı; “Lan... eşşekoğlueşşekler! Hepiniz g.tsünüz!

G.tüyle inatlaşan, eninde sonunda donuna sıçar. Başka yolu, çığırı yokdur beyim! G.tünüzle inatlaşmaya karar verdiyseniz şayet paçalı donunuza sıçmaya hazır olunuz sayın miralayım!

Tarihde görülmemiş büyüklükde gülleler fırlatan toplarıyla Sultan Mehmed İstanbul’un surlarında gedikler açmaya başladığı esnada Bizans’ın ebleh rahipleri kilisede içtimâ eylemişler ve meleklerin cinsiyetini tartışıyorlardı.

Bu miralayımız, donuna doldurmak üzere kendi hazırlığını yaparken AYİM’in fâzıl hâkimleri de dışı granit gaplı akıllı binasının şıkırdımlı koridorlarında cayır cayır kavara çekip kuru fasulyenin fazîletlerini mütaâla ediyorlardı.

Sayın Başkanım, sizin ifadenizle askeriyemizdeki “Disiplinin temeli olan adâlete” ne oldu bu durumda acap? Neticeyi kamuoyu ile paylaşdınız mı? Efendim?..

Varan-2

Basından;

“Keneral” tutuklattı, “Kancık’a” işlem yok!

Hemen yukarıdaki altbaşlıkda tırnak içinde gördüğünüz birinci ibare bir ast’a, ikinci ibare ise bir üst’e ait. Ast’ın üst’e hakâretini tutuklamayla cezalandıran Türk Silahlı Kuvvetleri, üst’ün ast’a hakâretinde ise soruşturma açmaya gerek görmedi. Ne diyelim, hatırınız hoş olsun Sayın Başkanım!

image030Ağrı Eleşkirt’te generale “keneral” dediği ileri sürülen bir astsubayın tutuklanması medyada haberlere konu olurken İstanbul’da ise tam tersi bir hakâret olayında askerî yetkililerin hiçbir işlem yapmadığı ortaya çıktı.

Söz konusu ast’ın üst’e hakâret olayı, İstanbul’daki 1. Ordu’da yaşandı. Bir albay, Ocak ayı ortalarında emrindeki bir astsubaya “Kancıklık ettin!” dedi. Astsubay, bu hakâret üzerine tanık da bularak albayı şikâyet etti. Ancak aradan geçen üç ay zarfında albay hakkında herhangi bir soruşturma başlatılmadı. Astsubayla ilgili dosyaya bakan Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Hukuk Müşaviri Fevzi Aksoy, iki ay içinde albay hakkında bir soruşturma açılmadığı takdirde davanın zaman aşımına uğrayacağını açıkladı.

Hesabın kendisine ait olup olmadığı henüz tespit bile edilemeyen bir astsubay, tivıtır’da “Keneral” dediği için taşlanıyor ve hemen askerî mahkemeye sevk ediliyor. Sonuç mu? Falcı değilim fakat şimdiden söylüyorum. Üst’e hukukun yolları, ast’a mahkemenin yolları!

Varan-3

Bu da Bu Makâlenin Müellifinden;

4982 sayılı Bilgi Edinme Kanun’u kapsamında AYİM’e bir sual sordum.

Sualim şöyle;

926 sayılı TSK Personel Kanun’una tâbi olan astsubayların;

a.657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unda tarif edilen Genel İdare Hizmetleri sınıfına dahil olduklarına dair Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin tesis etdiği bir karar var mıdır?
b.Karar var ise tarihi ve sayısı nedir?”

AYİM’in “Yüksek” adâleti tez zamanda tecelli etdi ve bana şu cevabı verdi;

Dilekce konusu, Bilgi Edinme Kanunu kapsamına girmediğinden cevap verilmemiştir” Nasıl? Beğendiniz mi dostlarım?

T.B.M.M.’nin gizli celse tutanakları bile örütbağda ayan beyan dünya âlemin ziyaretine açıkken bizi perişan eden bu karar hakkındaki bilgi, sırr-ı mahşer oluveriyor AYİM nazarında.

Yiğidin malı meydanda olur!

Bizim ellerin kekik, yarpız, çiğdem ve sümbül kokan o gözel dağlarında inikâs eden pek meşhur bir deyişimiz vardır. Şöyle der ebem ve dahi dedem; “Yiğidin malı meydanda olur!

Onun bunun arkasına, hanımın şalvarının gerisine, apoletin altına, statü putunun bacaklarının arasına saklanmak yiğide yaraşmaz!

Kürşad desdanını tahattur ediniz! Yüreğin yetiyorsa çıkarsın meydana ve ölümüne cenk edersin. Türk’ün töresi budur!

Yok, ciğerin yetmiyorsa ve tavşan yürekliysen şayet o zaman korkdukca saklanırsın. Saklandıkca küçülürsün. Küçüldükce alçalırsın. Alçaldıkca zelil olur, kaybolur, silinir gidersin!..

Hiç şüphemiz yok! AYİM, “Astsubaylar devlet memurudur” diyen bir ferman buyurdu, bunu biliyoruz. Bilemediğimiz husus şudur ki AYİM bu fermanını biz astsubaylardan köşe bucak hâlâ niçin saklar? AYİM bugün çıkıp da kendi örütbağ sitesine bu karar metnin eklese ne olur? Kıyamet mi kopar? Eğer değilse, kıyametden öte ne var ki?

Yukarıdaki kelâmlarımızda ifade etdik. Sırr-ı mahşer ya da kozmik bilgi değil ya! Kapalı kapılar ardında, karanlık mahfillerde ve pek gizli celselerde peydahladığı bu fermanını AYİM bugünün tarihine niçin fâş etmez? Utanıyor mu? Korkuyor mu? Yüreği mi yetmiyor? Ya da ne?..

Ordunun yatak odası olan kozmik odaya girenlere ses çıkartamayıp sus pus olan AYİM, astsubay hakkında verdiği idarî bir karara kozmik bilgi muamelesi yapıyor. Sebeb-i hikmeti ne ola ki?

Askerin eblehi de böyle oluyor demek! AYİM’in Sayın muvazzaf hâkim Tuğgeneral Başkanı gazeteye verdiği ağdalı fakat içi boş demeçde ordunun temelinde adâlet var diye işkembe-i kübrâdan bol bol, kaymaklı kesekli atıyor. Hani nerede bu adâletin tecellisi? Başka söyleyecek söz bulamıyorum. AYİM Başkanının kulakları çınlasın!..

Sen Nesin Ey AYİM? Ali Kıran Mı? Baş Kesen Mi?..

image032Bilindiği üzere AYİM, asker kişileri ilgilendiren askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini icra eden ve hiç kuşkusuz emir-komuta zinciri dahilinde görev yapan ilk ve son mertebe asker mahkemesidir.

Genelkurmay Başkanlığının verdiği bilgidir. Askerî Mahkemelerde 2012 senesinde görülen davaların rütbelere göre dağılımı  şöyle; Subay: %6 (Çoğu asteğmen), Astsubay; %84, Uzman Er/Erbaş; %76. Gördüğünüz bu rakamlar Askerî Mahkemelerin kimler için çalışdırıldığını ne kadar da güzel açıklıyor değil mi?

Türk Milleti adına karar veren bir mahkeme tasavvur ediniz. Davayı gören dairenin 5 üyesinin hepsi de subay. Daha da kepaze olanı, heyetdeki 5 hâkim subaydan en az ikisi harb okulu mezunu subay. Diğerlerinin de kimisi fakülte mezunu hukukcu subay, kimisi de harb okulu mezunu hukuk okumuş muvazzaf kisveli hukukcu(!) subay.

Hâkim sandalyesinde oturan kişi, subay! Savcı sandalyesinde oturan kişi, subay! Heyet Başkanı, Mahkeme Başkanı gene subay. Fakat sanık sandalyesinde oturan kişi ise astsubay. Gördüğünüz üzere, astsubay mahkemeye 5-0 mağlup başlıyor. Neticeyi tahmin etmek zor mu? Bu ne biçim gufran Allahaşkına? AYİM’in Sayın Başkanının dünyada “ilk ve tek” diye böbürlendiği mahkeme işde böyle bir mahkeme can dostlar! Anamın anası rahmetli Bıdıgızı ebem; “Oğul!, Zırva tevil götürmez” dediydi. Başkanın söylediği bu sözler zırvadan da daha rezil, daha kepaze bir ifade!..

Hâkim kisvesi giymiş harb okulu mezunu muvazzaf subaylar ya da en iyi ihtimalle fakülte mezunu apoletli hâkim subaylar, astsubayı yargılayacak. Davayı tarafsız olarak görecek ve âdil karar verecek, öyle mi? Ben, bu zokalı yalanı yutmam dostlar! Ha kuzu postuna saklanmış hilebaz kurt, ha hâkim cübbesi giymiş hukukcu kisveli subay. Ha kuzuyu kurda teslim etmek ha davalı bir astsubayı hâkim kılıklı subayların işgal ettiği AYİM’e teslim etmek. Her iki mefhumun aralarında hiçbir fark yok! Kurt ile kuzu masalı ya da subay kisveli hâkim ile sanık astsubay davası. Netice değişmez; birincisi, ikincisini her halûkârda “ham” yapmışdır.

  • Yargılayacağın askere savcılık tebliğatı gönderme,
  • Kişinin en tabii hakkı olan savunma hakkını gasp et,
  • Askeri ordudan at! Atdığın sebebi askere söyleme,
  • Yağlı gıçına vurup “Astsubay, Devlet Memurudur” diye karar ver. T.B.M.M’nin gizli celse kayıtları bile örütbağda herkese ilan edilirken sen bu kararı astsubaydan gizle!
  • Yargılamada “hem ilk hem de son mertebe” asker mahkemesi ol! Ben yapdıysam doğrudur deyip insanların yargılama hakkını iğdiş et!

Sen nesin ey AYİM? Lâyuhti mi? Ali kıran mı? Baş kesen mi?..

Nacizâne Bir Tavsiye; AYİM Tez Elden Lağvedilmelidir!

Millet irâdesinin timsâli olan Cumhuriyet’in üzerine çullanan asker darbelerinden Türk Milleti, çok ıstırap çekdi.

Askeriyedeki hukukun üstüne çöreklenen asker yargısından da askerler ve bâhusus astsubaylar çok ıstırap çekdi. AYİM nice haksızlıkar yapdı. Nice canlar yakdı, nice ocaklar söndürdü. Nice aileleri darma dağın ve perli perişan etdi.

Bugüne kadar kağıda dökdüğümüz makâlelerimizde yeri geldiğinde fâş eylemeye çalışdık. Ayağını basdığı her imtiyaza, elini dokundurduğu her ayrıcalığa ve kendi tesis etdiği “haklının” değil fakat “üstünlerin hukuk anlayışına” “Statü” tamgası vurup putlaşdırdığı bu ecnebi icâdı kavramın arkasına saklanan AYİM, Türk Milleti adına verdiği kararlar ile ordu mensuplarının bir tarafını ihya ederken öteki tarafını tarifsiz haksızlıklara, zulümlere garketdi.

Adâletsizlik AYİM’de artık zulüm kertesinin de ötesine vardı.

Teşkil edildiği 1972 senesinden beri tam 41 senedir bu sakat ve çağ dışı Kanun’lara göre yargılayıp önce darı danesi gibi öğütüp sonra da haber bile vermeden AYİM’in ordudan atdığı bu vatan evlatlarına ne olacak?

image034Yeni bir Anayasa yapılması kapsamında Askerî Yargı’nın Türk Hukukundan sökülüp atılacağı ve Askerî Mahkemelerin ilgâ edileceği basında yazılıp söyleniyor. Bu cümleden olmak üzere asker mahkemelerinin ilgâ edilmesini okuduğunuz şu sözlerin sahibi de destekliyor. Tam 41 senedir akıl, vicdan ve Kanunları katlederek verdiği fütursuz ve hoyrat kararlar ile nice subay/astsubayın hakkını gasp eden ve ahını alan AYİM ve Askerî Yargıtay tez elden lağvedilsin!

Türk insanının en baskın hasletlerinden birisi de adâlete olan muhabbetidir. Bunun tezahürü olarak da “Adâlet karşısında boynum kıldan ince!” der. Bilir ki mahkemeye düşdüğünde hakkında verilecek kararın âdil ve doğru olacağından şüphesi yokdur. Yetmişaltı milyon vatandaşın tâbi olduğu sivil mahkemelere emekli bir astsubay olarak ben de seve seve tâbi olurum. Boynumu uracaksa varsın sivil mahkemeler ursun! Sivil hâkimin en aptalı, en vicdansızı bile emir eri asker subay hâkimden daha akıllı ve kesinlikle daha âdildir. İnanın yiğitler, ehven-i şerdir. AYİM tez elden lağvedilsin.

Şayet iltifat buyurursanız, şu garip der ki; dış cephesi granit gaplı o binası da Astsubay Akademisi olarak T.C. Ordusunun Astsubayına tahsis edilsin!

Adâlet Nerede?..

Kalemini Hâk yolunda kılıç gibi kullanan ince zekâlı, sivri dilli ve âsi ruhlu şair Osman Yüksel Serdengeçti’ye sordular; “Üstad, memleketde adâlet var mı?

Cevap tez geldi şairden; “Türkiye’de bir adâlet vardı, O’nu da Beyoğlu’ndaki bir pavyonda vurdular!

Şimdi de sual sorma sırası bizde; Sayın AYİM Başkanı! Türkiye Cumhuriyeti Ordusunda adâlet var mı?

Onu da Merâsim Sokak’da mı vurdular yoksa?..

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

Kaynak:
  1. 3/7/1975 tarihli ve 1923 Sayılı Kanun.
  2. Anayasa Mahkemesinin 1976/15 Sayılı Kararı.
  3. 1961 Anayasası.
  4. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu.
  5. 926 Sayılı TSK Personel Kanunu.
Ögeyi Oylayın
(58 oy)
Son Düzenlenme Çarşamba, 03 Ekim 2018 01:17

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

Yorumlar  

#6 metin ayan 06-07-2013 01:00
Allaha havale ediyorum hepsini cehennemine kabul ederken benim o anda orada olmamı nasıl yalvarıp yakardıklarını görmemi nasip eyle allahım diyorum, "Bizim, sizi boşbir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi, 112- evet zat-ı muhterem zabitanlar topluluğu bu dünyada işiniz iş öbür taraf içinde kanun çıkarıp ,hesaba çekilmeyeceğinizimi sanırsınız!...
Alıntı
#5 Ersen Gürpınar 24-06-2013 17:57
HUKUKU KATLEDENLER
Sn.Irbık araştırma yazısı ile bize TSK assubaylar söz konusu olunca hukukun guguk olduğunu çok net bir şekilde anlatmıştır.
Assubay kendini geliştirmesin subayla aşık atmasın böylece köleliği devam etsin diyen zihniyet zamanın Cumhurbaşkanına Anayasa mahkemesi yanıltması talimatını vermiş mahkeme bu konudaki maddenin tamamını iptal etmeyince bu kez emir demiri kesmiş AYİM Anayasaya aykırı assubaylar devlet memuru (üstelik büro memuru) statüsünde kabul edilmiştir.
Anayasa mahkemesine açılan davada assubayın emsali subay kabul edilmiş üst derece verilmesi halinde eşitliğin bozulacağı masalı iptal gerekçesi olmuştur Anayasa mahkemesi maddenin tamamını iptal etmeyince MECBUREN bu kez genelkurmay 26 TEMMUZ 1976 gün ve PER:4008-109-76/Per.Ynt. sayılı emri ile yüksek öğrenim gören assubayların yüksek öğrenim gören subayların giriş derece ve kademesinden göreve başlamış kabul edilerek intibaklarının yapılmasını emretmiş bilahare AYİM hukuka aykırı kararı ile mezalimin tahakkümün gereği yerine getirilmiştir.
Şimdi yeniden o zihniyet hortlamak üzeredir. Gnkur Basın Bilgi notu ve MSB yazılı açıklamasına rağmen assubaylar yine devlet memurlarından daha alt kademeden göreve başlamış kabul edilmektedir. Yazılacak çok şey var ama kurumumuza saygımızdan tek kelime ile ifade etmek istersek BU REZİL UYGULAMADAN DOLAYI YEMİŞİZ SİZİN ADALETİNİZİ demekle yetiniyoruz
Alıntı
#4 Şükrü IRBIK 24-06-2013 13:45
Bir derken iki oldu. Bakalım daha kaç olacak? Astsubayların haklarını gaspetmek için tezgahlanmış daha ne kepazelikler, daha ne namertlikler daha ne orostopolluklar çıkacak gün ışığına!

Yüksek öğrenim görmüş astsubayların maaş intibakı konusunu yukarıdaki makâlemizde, tafsilatlı olarak inceledik. Anayasadan neşet eden eğitim hakkının gasbedilmesi için devleti temsil eden çapsız, âdi, utanmaz, namert idarecilerin çevirdiği şeytanın bile aklına gelmeyecek orostopolluklar silsilesini gözler önüne serdik.

Meslekdaşımız Rahim ATEŞ’in aşağıdaki yorumunu okudukdan sonra astsubayların gasp edilen özlük haklarına bir fasıl daha açmamız gerekecek; ”Kalkınmada öncellikli bölgelerde çalışan devlet memurlarına verilen maaş intibakı”

Bu konuyu tetkik etdiğimizde, gene aynı manzara çıkıyor karşımıza. Astsubaylara yapılan sebepsiz, ölçüsüz haksızlık, hukuksuzluk, namertlik, adâletsizlik, edepsizlik, terbiyesizlik, utanmazlık vs...
Meseleyi şöyle anlatalım;

Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili bazı kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde değişiklik yapılmasına ilişkin, 418 sayılı KHK.nin 4 ncü maddesi ile, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun “Kademe ilerleme şartları” başlıklı 64 ncü maddesinin sonuna eklenen bir fıkra ile; “Ancak, 72 nci madde gereğince belirli bir süre görev yapmak üzere mecburi olarak sürekli göreve atanan Devlet Memurlarından, kalkınmada 1 nci derecede öncelikli yörelerde bulunanlara bu yörede fiilen çalışmak suretiyle başarılı geçirilen “her iki yılın karşılığında”, aylık derecelerinin yükseltilmesini dikkate alınmak üzere “ayrıca bir kademe ilerlemesi daha verilir”. Yıllık izinde geçirilen süreler fiilen çalışmış sayılır.

İşde, bu hükümlerde açıklanan hakkını alamayan yiğit astsubay meslekdaşlarımız, haklarını arama erdemini göstermişler. Askerlerin başını vuracağı “ilk ve son mertebe” kaya, aferdersiniz, mahkeme olan AYİM’in kapısını çalmış. AYİM, almış kılıcı eline, hukuk ilmini katlederek astsubayın hakkını kesmiş orasından burasından hoyratca.
Şaşırmadım! Meslekdaşlarımız, davaları birer birer kaybetmişler tabii. AYİM denen “hukuk ucubesinden” astsubay olarak aksini beklemek ham hayâl olurdu.

Bakınız, verdiği iptal kararına gerekce olarak AYİM bu konuda ne yumurtalamış; “Bir statü kanunu olan 926 sayılı TSK Personel Kanununda kalkınmada öncelikli yörelerde çalışılan belli süreler karşılığı aylık intibakı yapılacağına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığından; salt 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda yer alan bu düzenleme dolayısıyla, davacı astsubay hakkında intibak işlemi yapılabilmesi mümkün değildir.” (Dergi No:14, Karar Dairesi:AYİM. 1.D., Karar Tarihi:12.10.1999, Karar No: E. 1999/941, Karar No: K. 1999/925)

Güzel, tamam, AYİM’in bu kararını aldık, kabul etdik.

Peki kendi parasıyla, kendi nam ve hesabına yüksek öğrenim tamamlayan astsubayların maaş intibakının yapılması konusunda da salt 926 sayılı TSK Personel Kanun’unda herhangi bir hüküm yok idi. Astsubayları niçin “657’ye tabi devlet memurudur” diye karar verdin, ey AYİM?

Yüksek öğrenimde intibak konusunda astsubaylar 657’ye tabidir diye karar aldığın gibi tarihinizde bir kere bile olsa vicdanlı ve edepli davranıp OHAL intibakı konusunda da astsubaylar 657’ye dahildir şeklinde bir kararı niçin tesis etmedin?
Fakat AYİM’in asker kılıklı utanmaz hâkimleri kapalı kapılar arkasında pek gizli celseler tezgahlayıp yüksek öğrenimde maaş intibakı konusunda astsubayları bir günde 657 sayılı Devlet memurları Kanun’u madde 36’da tesis edilen Genel İdare Hizmetleri sınıfına dâhil etdi. Üstelik, Bu Kanun’un daha birinci maddesinde açıklanan hükme rağmen yapdı bunu. Bu nasıl oluyor sayın AYİM?..
Verdiğin bu kararı sırr-ı mahşer gibi, KOZMİK bilgi gibi biz astsubaylardan köşe bucak niye saklıyorsun AYİM?

Bu karar ile yetinmeyen AYİM, 1980 asker darbecilerinin kapuska kokulu nefeslerinin kuvvetli olduğu bir dönemde, zamanın Başbakanı asker emeklisi Bülent ULUSU’ya talimat verip AYİM’in aldığı bu kararı 1982 senesinde Meclisden Kanun olarak çıkartdırdı.

Yüksek öğrenime gelince; “astsubaylar 657’ye tabi devlet memurudur” de,
OHAL kıdemine gelince “astsubaylar, 926’ya tabi askerdir” de.
Bu ne iki yüzlülük! Bu ne riyakârlık! Bu ne terbiyesizlik! Bu ne ahlaksızlık! Bu ne bayağılık! Bu ne utanmazlık?

Konu, astsubaylar! Komutanlarımızın tabiriyle Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun “iki aslî unsurundan” birisi. Nesne ise “yüksek öğrenim görmüş astsubaylara maaş intibakı ve “ kalkınmada öncelikli bölgelerde görev yapan astsubaylara maaş intibakı” kısacası astsubayların özlük haklarının tahakkuku. Aynı mahkeme, aynı kişiler hakkında tesis etdiği kararın birisinde “Astsubaylar devlet memurudur” diyor, ikincisinde, “Astsubaylar devlet memuru değildir” diyor. Allah, sizin müstehâkınızı ve tez zamanda zevâlinizi versin inşallah!

Burada, astsubayın hakkını sadece AYİM gaspetmiyor. Astsubayın anasının ak sütü gibi helal olan özlük haklarının gasp edilmesinde Genelkurmay Başkanlığı ve tabii ki kuyruğuna takdığı başında Millî sıfatı olan Savunma Bakanlığının da büyük günahı ve dahli var.

Mevzuatdaki boşluklardan istifade ederek ve bu boşlukları, verdiği ahmakca kararlar ile maksatlı olarak astsubayın aleyhine yorumlayan AYİM, özlük hakları konusunda birbiriyle tamamen çelişen iki karar veriyor. Bu arada, Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı fener bosdanındaki hoyuk gibi elleri böğründe bekliyor. Kimbilir, belki de ellerini ovuşduruyor. AYİM, mevzuatdaki boşluklardan istifade edip astsubayın özlük haklarını gasp etmenin hukukî zeminini hazırlarken Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı AYİM’in verdiği bu kararlarına karşı gerekli hukukî düzenlemeleri yapmayarak astsubay haklarının celladı oluyor.

Astsubayın tabi olduğu Kanun konusunda ya da AYİM’in ecnebiden aparma tabiriyle astsubayın “statüsü” hususunda birbiriyle taban tabana zıt iki karar veren AYİM’in bu edepsiz, vicdansız, topuk selamcı ve emir eri hâkimleri, hukuk ilminin yüz karasıdır. Bunu buradan bütün dünyaya ilân ediyorum.

Yiğit yârenler; zulüm artarsa, zevâl yakınlaşır! Ey, astsubayların haklarını gasp eden zalimler! Zulmünüz artsın! Zulmünüz artsın ki zevâliniz tez gelsin!
Alıntı
#3 rahim ateş 23-06-2013 15:43
AYİM'in Assubayların devlet memuru olmadığına dair kararı var.Bu karar devlet memurlarının kalkınmada birinci öncelikli bölgelerdeki görev süresi için verilen (iki yılda bir) kademe ilerlemesini bu gerekçe ile (astsubaylar devlet memuru değil 926 ya tabi personeldir)iptal ederek kademe ilerlemesinin verilmesini engellemiş ve bu konuda bir daha müracaat edilmemesi için emir yayımlanmıştı.Sanırım 2003 veya 2004 yılında olmuştu.
------------------------------------------------------------
Adaleti tarafsızlıkla evrensel hukuk normlarına göre değerlendirmezseniz hukuk guguk olur. AYİM işine gelince assubayı devlet memuru olarak görür işine gelince devlet memuru statüsünde değildir kararı alır Değişmeyen tek gerçek adalet birgün onu esirgeyenlere de gerekecektir.
Alıntı
#2 AHMET ÖZTAŞ 20-06-2013 11:02
Personel Okulundan bir astsubay yüksek okul bitirir. Jandarma Genel Komutanlığında bir astsubay (kıdemli çavuş rütbesinde ), aynı şartlarda subay nasp edilir, emsal göstererek idareye başvurur. İdare bu müracaatı üstçavuş rütbesinde olamadığı için uygun görmez. AYİM’ e dava açar. Haklı olduğu davayı AYİM Mahkemesinde 3’e 2 kaybeder(mahkeme üyelerinin 3 hukukçu 2 si ise sınıf subayı). İkinci itiraz hakkını kullanır tesadüfen red oyu veren sağlık nedeni ile hastanede yattığından yerine giren üye lehinde oy kullanır. Mahkemeyi bu sefer 3 kabul 2 ret oyuna rağmen oy çokluğu ile kazanır. Şu anda albay rütbesindedir. Genç rütbede yüksek okul bitirmenin suç olmasının karşılığını ancak tesadüfen AYİM kararı ile kazanır. Halen TSK.de görevde olup kendisi ile gurur duymaktayız. Eğer o davayı da kaybetse idi bu mahkemenin sivilde olduğu gibi bir üst Yargıtay hakkı olmadığı için bu adaletsizliği sineye çekecekti. ADALET Mİ MÜLKÜN TEMELİ ADALETSİZLİK Mİ?

1988 yılında en az 70 almam gereken bir sınavda 67 aldım. Yaptığım itiraz sonunda ikinci kurulan sınav heyeti notumun 72 olduğunu belirledi. Bana tebliğ edilmeden Okulun itibarı düşünülerek notumda değişiklik olmadığı tarafıma tebliğ edildi. İdareden netice alamayınca AYİM’ e dava açtım. Mahkeme sınav notumu 69.10 getirip raportör benim lehimde diğer 4 üye aleyhimde karar verdi. Bu karar açıklaması sürerken bir üst katta Askeri Yargıtay üyesi Hak.Alb.Musa SÖNMEZ’in yanına çıktım. Dava esas belgelerimi gösterdim. Bu konuda dava açsam davayı kazanabilir miyim dedim. Hiç tereddütsüz haklısın bu davayı mutlaka kazanırsın dedi. Biraz önce AYİM 4/1 aleyhimde karar verdi dedim. Gençler benden daha iyi bilir bir şey diyemiyeceğim dedi. Tesadüfen bu mahkemeden sonra başka deliller daha buldum. İkinci itirazım hiç incelenmeden ret edildi. Bir üst mahkemesi olmadığı için kaderimize razı olduk. İçime sindiremeyip idareye yeniden çeşitli müracaatlarda bulundum. Bu sefer Kara Kuvvetleri Komutanı KESİNLEŞMİŞ YARGI ÜZERİNE KOMUTA KATINI RAHATSIZ ETMEKTEN hakkımda K.K.Askeri savcılığınca soruşturma açıldı. Savcılıkca yapılan araştırmada müracaatlarımın silsele yoluyla yapıldığında SORUŞTURMAYA GEREK OLMADIĞI KARARI alındı. Fakat iddia ettiğim konuların üzerine bile gidilmedi. 5 senelik hukuk arama mücadelesini bıktığım için bıraktım.
Size Hak.Alb.Musa SÖNMEZ’İN 1989 BASIMLI DİSİPLİN CEZALARI VE UYGULAMARI kitabından bir alıntını ile adaletin bu şekilde mi dağıtılacağını hatırlatmak isterim.
“…AMİRLER ASKERİ TERBİYE VE DİSİPLİNİ BOZDUĞUNA KANAAT GETİRDİĞİ HER HAREKETE DİSİPLİN TECAVÜZÜ DİYEBİLİR.BUNA CEZA VEREBİLİR VE CEZASINI ÇEKTİRİR. BU ÇOK GENİŞ TAKDİR HAKKI VE YETKİSİDİR. AMİR HER HAREKETİN SUÇ OLUP OLMADIĞINI TAKDİR VE AYIRACAK; BUNUN CEZASINI TAKDİR VE TAYİN EDECEK: SONRA DA CEZAYI VERİP, ÇEKTİRECEK. BİR BAKIMA YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI ORGANLARI YERİNE GEÇİP, HER ÜÇ YETKİYİ DE KENDİSİ KULLANMIŞ OLACAKTIR. BU KADAR GENİŞ BİR YETKİ, DÜNYADA HİÇ BİR KİŞİ VE KURULUŞTA YOKTUR…..”
İŞTE TSK BU ADALET ANLAYIŞI İLE YÖNETİLMEKTEDİR.
AHMET ÖZTAŞ
0 505 822 80 03
oztas07@hotmail .com
www.astsubay77.com/
www.antalyaeastsubaylar.org/
facebook.com/oztas07
@astsubaylar
Alıntı
#1 AHMET ÖZTAŞ 19-06-2013 20:40
Değerli arkadaşımız adaletsizliğin nasıl mülkün temeli olduğunu çok güzel açıklamıştır. Çünkü adalet dağıttıklarını savunanlar ve uygulayanlar tüm kaynaklardan askeri hakim olabilme imkanını kabul etmekte ama nedense "HUKUK BİTİREN ASTSUBAYLAR" dan kabul etmemektedir. En kısa zamanda askeri yüksek idare mahkemesinde yaşadığım bir anımı sizlerle buradan paylaşacağım.
AHMET ÖZTAŞ
0 505 822 80 03

http://www.astsubay77.com/
http://www.antalyaeastsubaylar.org/
http://facebook.com/oztas07
@astsubaylar(Twitter)
Alıntı

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ